"Önce rahmet gelir; gazap arızîdir. Önce tevhid gelir; şirk arızîdir. Aslolan şirk midir, tevhid midir? Tevhiddir. Bizler Hakk’ın rahmetinden mi geldik, gazabından mı? Rahmetten geldiğimize göre, yine rahmetine mi döneceğiz, yoksa gazabına mı? Geldiğimiz yere, yani rahmete döneceğiz."
Peki, Allah’ın bir yüzü var mıdır? O’nun veçhi, âleme olan teveccühü/yönelişidir. Eğer, Hakk’ın, örneğin denize bir teveccühü (yönelim) olmasaydı, deniz, deniz olabilir miydi? Dolayısıyla tüm âlem, O’nun teveccühü olmaksızın, bir hiçtir. Eğer Hakk’ın inâyeti bir ân dahi âlemden yüz çevirecek olsa, bu âlem, âlem olamaz ve yokluğun karanlığında mahvolur. Hakk’ın inâyeti, O’nun veçhidir. Vech de teveccühten gelir. Bir şeye teveccüh etmek (yönelmek), kişinin yüzünü belli bir yere dönmesi demektir.
Ben de Gazzâlî'nin Şiî olduğuna inananlardanım, elbette ki ömrünün sonlarına doğru. Kendisi hakkında otuz yıl önce kaleme almış olduğum Gazzâlî’nin Bakışında Mantık ve Marifet adlı kitabımda birtakım delillere dayanarak onun Şiî olduğunu ispatlamıştım. Bunun en büyük delillerinden biri, kendisinin kaleme almış olduğu Sırru’l-Âlemeyn adlı kitabıdır. Zira Feyz-i Kâşânî de aynı kitaba dayanarak onun Şiî olduğunu söylüyor.
Eğer siyaset biliminin ilerlediğini ve gelişme kat ettiğini iddia ediyorsak, bunun somut karşılığını önce insanlığın huzur ve refah seviyesinde aramamız gerekmez mi? Artık zulümler son buldu mu mesela? Günümüzde halen emperyalist siyasetçiler ve sistemler tarafından zulme uğramaya devam eden şahıslar, toplumlar ve ülkeler yok mu gerçekten? Süper güçler, emperyalist devletler daha zayıf gördükleri ülkeler üzerinde baskı kurmuyorlar mı?
Dünyadaki tüm bilimleri bir ağaca benzetecek olsak, bunların kökünün metafizik ve ilâhiyatta olduğunu söylememiz gerekecekti. Bu görüş, “ilâhiyâtın köklerinin nerede yer aldığı” gibi bir soru sorularak eleştirilmeye çalışılıyor. Bizim buna cevabımız şudur: İlâhiyâtın kökeni, Varlık’tadır. Vücûd ile mevcut [Varlık ile var olanlar] arasında bir fark vardır.
Yüce Allah kendi Zât’ına karşı mübtehicdir (kendi Zât’ından sevinç duyar). Çünkü O’nun Zât’ı mutlak kemâl ve saf ibtihâcdır. İnsan da aynı şekilde mübtehicdir [behcet sahibidir]. Hem de bu, sonsuz bir ibtihâcdır.
Birinci, ikinci ve üçüncü ciltte tüm bu iddialarınızı ele alıp irdeledim ve bu konularda yanıldığınızı kanıtladım. Siz de bundan sonra kalkıp bütün bu meselelerin ikincil, ayrıntı mesabesinde şeyler olduğunu söylediniz. Her şeyden önce sizin bu meseleleri ikincil ve önemsiz görme hakkınız bulunmuyor. Zira On İki İmam Şiası’na ve temel ilkelerine karşı olumsuz bir tasavvur doğurmak için tüm bu meseleleri ardı ardına toplayıp önümüze döken sizsiniz!