Sözün özü, “bir şey hiç yoktan iyidir” diye bu kadar az şeyi kabul etmeye hazır olmamız, düşmanı bizden daha fazla taviz koparmaya teşvik ediyor. Bu Siyonist dünyada bırakın aptal bir zayıfı, sadece zayıfın bile gözünün yaşına bakılmaz. Zafer kazanmak isteyen uluslar önce yenilgici liderlerinden kurtulmalıdır.
Dünyadaki tüm bilimleri bir ağaca benzetecek olsak, bunların kökünün metafizik ve ilâhiyatta olduğunu söylememiz gerekecekti. Bu görüş, “ilâhiyâtın köklerinin nerede yer aldığı” gibi bir soru sorularak eleştirilmeye çalışılıyor. Bizim buna cevabımız şudur: İlâhiyâtın kökeni, Varlık’tadır. Vücûd ile mevcut [Varlık ile var olanlar] arasında bir fark vardır.
“Önümüzdeki günler ve haftalar Batı Asya bölgesinin kaderi açısından çok önemli ve belirleyicidir. Savaşın bölgeye yayılma ihtimali var. İslam ülkelerinin, sınırlarını İslam dünyasının gönüllülerine açması ve Siyonistler karşısında savaşarak şehadete ulaşmayı arzulayan İslam dünyasının devrimci gençlerinin Filistin'deki çaresiz kardeşlerinin yardımına koşması mümkün.”
Yahudi-Hıristiyan dünyası diye bir şey yok, bu mantıklı değil. Aksine İslam dünyası mevcuttur ve bu dünyada Gelenek (Tradisyon) hâlâ güçlüdür. Açıkça ortada ki Müslümanlar Yahudi-Hıristiyanlara değil, şeytani kültüre, Deccal’e karşı çıkıyorlar.
A. B. Abrams’ın yeni kitabı Atrocity Fabrication and Its Consequences: How Fake News Shapes World Order [Vahşet Uydurma ve Sonuçları: Uydurma Haberler Dünya Düzenini Nasıl Şekillendiriyor?] Batı propagandasının onlarca yıldır yaydığı gibi 1989'da meşhur Tiananmen Meydanı'nda hiçbir cinayet işlenmediğini vurguluyor ve tüm olayın Çin'i jeopolitik arenada kötü adam olarak gösterme çabasından ibaret olduğunu ortaya koyuyor.
İnsanın bir sonsuzluk sancısı ve özlemi vardır. Peki, bu ne demektir? O, bu sızıdan mı sonsuzluğa varır, yoksa sonsuzluk mu bir sızıyı meydana getirir? Yoksa ikisi mi? İnsan dertsiz olsaydı ve bunu hiç tecrübe etmeseydi, sonsuzluğu hiçbir zaman anlayamazdı. İnsan bu dünyaya acıyı deneyimlemek için geldi.
İmam’ın, oğlunun dünyaya geldiğini açık bir şekilde ilan etmesi onu açık bir tehlikeye maruz bırakması demekti. Böylesi koşullar altında oğlunun dünyaya gelişini avam halktan gizlemesinden daha doğal ne olabilir? Öte yandan İmam Hasan Askerî’nin ashabının tamamı bu çocuğun varlığından şüphe duymuyordu, hatta pek çoğu da onu görmüştü. Geriye kalanları ise doğal olarak masum imamlarının çocuğun varlığına dair haberiyle yetinmiştir.