Keza İmam Ali de (a.s.), ‘Ben hiçbir şey görmedim ki kendisinden önce, kendisinden sonra ve kendisiyle birlikte Allah’ı görmemiş olayım!’ buyurmuştur.
Bunların Şiîliğin aklî açıklaması olduğunu söyleyebiliriz. Fârâbî’nin felsefesi, Şiîliğin aklî bir açılımıdır. Teşeyyü‘nün (Şiîlik) anlamı oldukça derindir. Bazılarının Şiîliği anlamaması da, öteden beri bu derinliği gereğince kavrayamamalarından ileri gelmektedir. Teşeyyü, bir hayli bâtınî ve derindir.
Bu âlem önceden akıldan yoksun olup onu sonradan mı doğurmuştur? Hayır. Akıl, âlemi meydana getirmiştir. İşte akl-ı faal budur. Akl-ı faal, evrenin tüm bilimsel kanunlarını meydana getiren ve evreni olabilecek en iyi şekilde yöneten hikmet ve akıldır. O, Allah’ın hikmetidir. Bu yüzden faaldir, yani münfail (edilgen) değildir.
Lütfen, Müminlerin Emiri’nin “Bana ait olan iş (hilafet) için karşımda birleştiler” sözüne dikkat ediniz. Kimileri Müminlerin Emiri “Ben hilafete diğerlerinden daha çok hak sahibiyim” ifadesini nerede kullanmış ve hilafeti talep ettiğine dair bir sözü ne zaman söylemiştir, diye itiraz etmektedirler.
Esasında Muâviye Hz. Resûlullah’a (s.a.a.) lanet etmek istiyor, fakat açıktan yapamıyor. Muâviye’nin İmam Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt ile savaşı Allah Resûlü ile yapılan bir savaştır. O, Resûlullah (s.a.a.) ile savaşmaya gücü yetmediğinden Ali ile savaşmıştır.
Ben sevgiyi fiili değil, zati sıfat olarak görüyorum. Yani Allah nasıl zat olarak “âlim” ise aynı şekilde zat olarak “muhib”dir. Muhabbet, Hak Teâlâ’nın varlığından ayrı değildir. Hak Teâlâ’nın varlığı muhabbettir, rahmettir. O’nun rahmeti gazabını geçmiştir.
Ben merhum Henry Corbin’in Allame Tabatabaî ile yaptığı o özel görüşmelerin tamamında bulunmuştum. Yani o toplantıların tamamında bulunan tek kişi bendim. Merhum Corbin’le çok yakındım, çok uzun sohbetlerimiz oldu, ben onu çok büyük bir insan olarak görüyorum. İslam felsefesini de çok incelemiş biriydi. Ancak onun hatalı görüşlerinden biri, şu an sizin bu naklettiğiniz kısımda ortaya çıktı.