Batılı bir düşünürün çok güzel bir sözüne denk gelmiştim: “Şeytan daima tikellerdedir (cüz’iyât).” Şu sözün derinliğine bir bakın! Şeytan’ın var olmadığı bir yer düşünülebilir mi? O her yerde mevcut. Ancak o nerede bulunuyorsa, bulunduğu yer mutlaka bir tikelin yeridir. Bu ne anlama geliyor? Şeytan’ın tümellere ulaşamaması anlamına… Bu da onun akıl âlemine ulaşamadığını gösterir.
Esasında Muâviye Hz. Resûlullah’a (s.a.a.) lanet etmek istiyor, fakat açıktan yapamıyor. Muâviye’nin İmam Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt ile savaşı Allah Resûlü ile yapılan bir savaştır. O, Resûlullah (s.a.a.) ile savaşmaya gücü yetmediğinden Ali ile savaşmıştır.
Said b. Cübeyr’den rivayete göre şöyle demiştir: Arafat’ta İbn Abbâs ile beraberdim. İbn Abbâs ‘‘insanların telbiye getirmelerini niçin duymuyorum’’ dedi. Ben de ‘‘Muâviye’den korktukları için’’ dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs çadırından çıkarak "Emret Allah’ım, emrine hazırım’’ diye telbiye getirmeye başladı ve ‘‘Ali’ye kızgınlıkları yüzünden Sünnet’i terk etmişler” diye konuştu.
İmam Ahmed dedi ki: … Ebû Saîd el-Hudrî’den şöyle rivayet edilmiştir: Bizler Ensar’ın münafıklarını Ali’ye buğzetmelerinden tanırdık. Aynı rivayet Fadâilü’s-Sahâbe’nin bir başka yerinde (s. 792) geçer. Rivayet şöyledir: Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet edilmiştir: Biz Ensar topluluğu münafıklarımızı ancak Ali’ye buğzetmelerinden tanırdık. Bu rivayet Câmiü’t-Tirmizî’de de geçer.
Buradan hareketle akla şu soru geliyor: Zahir ve bâtın ilmi Hz. Peygamber’den (s.a.a.) kime geçmiştir? Şia açısından mesele ve problem çözülmüştür. Çünkü Şia Sekaleyn Hadisi gereği Kur’ân ile Ehl-i Beyt İmamlarının birbirinden ayrılmadığına inanıyor. Kur’ân’ın nasıl ki zahiri varsa bâtını da vardır. Nasıl ki tenzili varsa tevili de bulunmaktadır. Öyleyse Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) tenzil ve tevil ilmini atalarından miras almışlardır.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve diğer İmamların bağlılarından olmakla iftihar etmekten önce Hz. Fâtıma’nın bağlısı olduğumuz için iftihar etmeliyiz! Zira onlar “Biz sizin üzerinizde hüccetiz. Hz. Fâtıma da bizim üzerimizde Allah’ın hüccetidir” demişlerdir.
Varlık üzerine teemmül edilir, taakkul edilmez. Çünkü varlığın mahiyeti yoktur. İbn Sina varlıkta mahiyete inanmıyor. Dolayısıyla mahiyeti olmadığına göre zihne gelemez. Onun ‘‘teemmül’’ edilmesi gerekir. ‘‘Varlıkta teemmül’’ ne demektir? Varlık sahasında hazır olmak demektir. Yani huzur makamıyla varlık sahasına girmek gerekir. Varlık sahasına girmek, Allah’ın huzurunu idrak etmektir.