Iraklı kaynaklar bazı silahlı gruplara mensup savaşçıların işgal altındaki Filistin'e yakın bölgelere doğru hareket ettiklerini ve Siyonist işgal ordusuna karşı savaşmak için talimat beklediklerini ortaya koyuyor. The Cradle'ın bazı örgüt liderleriyle kurduğu temas, bu grupların Filistin direnişinin yanında bu büyük mücadeleye katılmaya hazır olduklarını doğruluyor.
Ancak Kohlberg'in, kendi varsayımlarını; “Şia’nın, zamansal bakımdan Peygamber-i A‘zam’ın (s.a.a.) vefatından sonra oluştuğu,” “Şia’nın siyasal kaynağı/kökeni,” “İmâmiyye tarafından rivayetler uydurulması,” “analizlere hâkim olan, dine dışardan bakış,” ve “kavramların anlaşılmasında/algılanmasındaki hatalar” üzerine inşa etmiş olması, çalışmalarının tesirini ve gücünü [olumsuz yönde] etkilemiştir.
Adeta hem Salâmân ve Absâl kıssasını hem de Makâmâtu’l-Ârifîn’i okumuş gibi [hatta okumuştur]. Hâfız muhakkak bunları okumuştur. İbn Sînâ’nın ârif olmadığını söyleyenler [bilmelidirler ki] İbn Sînâ [Batı’nın öngördüğü/dayattığı] ıstılahî anlamda bir filozof değildir. İbn Sînâ bir Bertrand Russell, bir Wittgenstein değildir ki... O, ilâhî bir hekîmdir.
Eldeki kanıtlar ve bütün işaretler kuşku götürmeyecek bir tarzda onların şûrâya inanmadıklarına delalet etmektedir. Çünkü Ebû Bekir, hastalığı ağırlaşıp da ölüm döşeğine düştüğü esnada Ömer’i veliaht tayin edip ümmetin başına atadı. Bu metodu takip eden Ömer’in kendisi dahi aralarından birisini seçmeleri için altı kişilik şûrâyı atamış ve şöyle demiştir: “Eğer Sâlim hayatta olsaydı şûrâ teşkil etmezdim.”
Veda Haccı’nda Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte yetmiş bin, yüz bin veya daha fazla sayıda sahâbî bulunmaktaydı. Bu yıl nübüvvetin son yılıydı. Sahâbe, temettu haccının durumunu Hz. Peygamber’den (s.a.a.) dinlemiş, sert ve uzun tartışmalardan sonra onunla amel etmişti. Bütün bunlara rağmen Halife Ömer onlara temettu umresini/haccını yapmayı yasaklayabilmiş, bu konuda emrine muhalefet edenleri cezalandırabilmiştir. İmam Ali (a.s.), Mikdâd, Ammâr gibi birkaç sahabî dışında bu durumun önünde durmaya kimse cüret edememiştir.
Muhammed b. Ebî Bekir ile Muâviye b. Ebî Süfyân arasındaki mektuplaşmalar hakkında ise şöyle der: “İkisi arasında birtakım yazışmalar olmuştur. Ancak içlerinde avamın işitmeye tahammül edemediği şeyler barındırdığından bunlara değinmeyi hoş karşılamadık.” (Taberî, c. 4, s. 557) Acaba Taberî ve benzeri tarihçilerin Hz. Fâtıma’nın evine yapılan saldırının detaylarını zikretmelerini bekleyebilir miyiz?
Ben derim ki; On İki İmam rivayetleri bağlamında incelenen Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia’nın sened kriterleri yazarın bu iddiasını çürütmektedir. On İki İmam hakkındaki Şia hadisleri İmam Mehdî’nin (a.s.) veladetinden önce hatta hicretin ikinci asrından itibaren Şiîler tarafından bilinmekteydi.