"İran İslam Devrimi, siyasi, ekonomik ve askeri egemenliğin yanı sıra kültürel egemenliği de hedefliyordu. Miraslarının ihtişamıyla uyanan ve Batı yörüngesinden kararlı bir şekilde çıkan İslam uluslarının hayaleti, İran modelinin yayılmasını önlemek için bir ‘çevreleme’ stratejisi başlatan yeni sömürgecileri dehşete düşürdü."
Dünyanın en varlıklı 62 kişisi en yoksul 3,6 milyar insanınkinin toplamından daha fazla zenginliğe sahip. Bu iğrenç bir durumdur. Bu denli bol kaynaklara sahip bir dünyada yoksulluk ve açlık için hiçbir bahaneye yer olamaz.
Günümüzün dramasında kötü çocuklar ABD-İsrail-Suudiler iken, karşılarındaki tek güvenilir barışçıl aktör İran’dır. 1930’lu yıllarda algılanan tehdit, Avrupa’ya musallat olan “komünizm hayaleti” idi, şimdi ise yegane anti-emperyalist Müslüman devlet olan İran’a indirgenmiş halde. O dönemde Sovyetler Birliği barış yanlısı olduğu halde, terörizm ve komünizm eşit görülürdü.
Dünyadaki afyonun %93’e varan kısmı Afganistan’dan geliyor. Batı’daki hakim algının aksine, bu bir Afgan Talibanı operasyonu değil. Atlantikçi çevrelerin asla sormadığı kilit önemdeki sorular, kimlerin afyon mahsullerini satın aldığı, rafine edip eroine çevirdiği, ihracat yollarını kontrol ettiği ve Taliban’ın yerel düzeyde empoze ettiği vergilere kıyasla muazzam kârlarla sattığıdır
Belki de Hizbullah’a yöneltilen eleştirilerden en önemlisi, gerçek hacmini göstermeye çok fazla önem vermemesidir. Ama sahadaki gelişmeleri gerçekliğinden farklı bir şekilde kullanma pelinde olan düşman kampı da ileriki aşamada Hizbullah’ın Suriye ve Irak’ta tekfirci terörist gruplara karşı oynadığı rolün mahiyetini veya gerçekliğinin büyük bir bölümünü göstermek zorunda kalacak.
Her ne kadar 2003 Irak işgali hakkındaki yaygın görüş bunun tamamen petrol meselesi olduğu şeklinde olsa da, İsrail’in baskısı da burada pek bilinmeyen, ancak temel önemde bir rol oynadı. Seçkin Amerikalı profesörler John Maersheimer ve Stephen Walt, “İsrail lobisi ve ABD dış politikası” başlıklı derinlemesine makalelerinde, Amerikan dış politikasının temel odak noktasının kendi çıkarları değil, İsrail’le olan ilişkileri olduğunu gösterdi.
Elinizdeki makalede, söz konusu eleştirel yaklaşım ele alınmış ve bu yaklaşımın temellerini oluşturan istidlal unsurları şeffaflaştırılmaya çalışılarak delillerinin, İmamî-Şiî literatür göz önüne alınmadan, Ehlisünnet’in yazılı mirası çerçevesinde ilmî itibardan yoksun olduğu gösterilmiştir.