Birinci, ikinci ve üçüncü ciltte tüm bu iddialarınızı ele alıp irdeledim ve bu konularda yanıldığınızı kanıtladım. Siz de bundan sonra kalkıp bütün bu meselelerin ikincil, ayrıntı mesabesinde şeyler olduğunu söylediniz. Her şeyden önce sizin bu meseleleri ikincil ve önemsiz görme hakkınız bulunmuyor. Zira On İki İmam Şiası’na ve temel ilkelerine karşı olumsuz bir tasavvur doğurmak için tüm bu meseleleri ardı ardına toplayıp önümüze döken sizsiniz!
Bakınız insan, kendini yaratmalıdır. Büyük insanlar, yani Allah’ın velîleri, nebîleri, ârifler, marifet ve hikmet ehli kimseler kendilerini yaratabilmiş kimselerdir. Eğer kendilerini bıraksalardı, “hekîm” ve “ârif” olamazlardı. Kendiniz, kendi kendinizin yaratıcısı olmalısınız. İnsan nasıl kendi kendisinin yaratıcısı olur? Bilinçle. İnsanın, kendisini tekrar yaratabilmesinin tek yolu bilinçtir.
Dolayısıyla istediğiniz her şeyi yapmak istemeniz, özgürlük değildir. Özgürlük bilinçledir. Bazen özgürlük, bir şeyi yapmamaktır [yapmamayı istemektir]. Yalnızca istediğiniz her şeyi yapınca mı özgürsünüzdür, yoksa bazen yapmadığınızda da mı özgürsünüzdür? O halde ben akla itaat ettiğimde mi özgürüm, nefsime mahkûm olduğumda mı? Akla itaat etmek özgürlüktür.
Çağdaş Faslı Arap düşünür Muhammed Âbid el-Câbirî, kendi düşünsel projesinde Şiî tefekkürünü Hermetik görüşlerin ve Gnostik – rasyonel olmayan – düşüncelerin bir ürünü olarak görür. O bu ilişkiyi, yapısalcılık ve söylem analizi gibi yöntemlerden faydalanmak ve tarihsel kanıtlar sunmak suretiyle keşfetmeye çalışmaktadır. Elinizdeki çalışma bu ilişkinin varlığını ve bu [varsayımsal] ilişkiden hâsıl olan sonuçları kritik etmeyi amaçlamaktadır.
İslam Cumhuriyeti, Batılı veya Doğulu yabancı modellerin bir karbon kopyası değildir ve benzersiz bir İran icadıdır. Hem geleneğe (dinî ve ulusal) hem de halkın temsilinin doğru biçimi nosyonuna ve İslam hukukunun uygulanmasına dayalı olarak karmaşık bir modeldir. Büyük güçlerin hiçbiri –ve İran şüphesiz onların arasındadır – son yıllarda yeni bir tür devlet inşa etmede bu türden bir yaratıcılık göstermedi. Benzer bir deneyime sahip olan son ülke Sovyetler Birliği'ydi.
"Onlar her şeyi madde âleminde arıyorlar. Fakat şu kuralı göz ardı ediyorlar. Hiçbir şey kendini açıklayamaz. Her zaman bir şeyin amacı onun ötesindedir. Bu âlemin de bir amacı var ve bu amaç, zaman ve mekân içinde bulunmaz. O, maveradadır, ötededir. Peygamberlerin öğretisinin özü de zaten budur. "
Beden ve ruh ilişkisi de buna benzer. Yani ruhun bedene ihatası vardır. Tırnağın ucundan, bir saç teline kadar insanın bedeninin her noktasına ihatası vardır. Bunlar inzimami olarak birbirine daha sonradan yapıştırılmış şeyler değildir. Aynı şekilde şu taraf ruh, şu taraf da bedendir diye sınır çizemezsiniz. O halde iki şey olmalarına rağmen aralarında ittihat söz konusudur.