"Önce rahmet gelir; gazap arızîdir. Önce tevhid gelir; şirk arızîdir. Aslolan şirk midir, tevhid midir? Tevhiddir. Bizler Hakk’ın rahmetinden mi geldik, gazabından mı? Rahmetten geldiğimize göre, yine rahmetine mi döneceğiz, yoksa gazabına mı? Geldiğimiz yere, yani rahmete döneceğiz."
İnsanımız artık şunu bir anlasın: Kalp, aklın özüdür. Âkil olmayan bir kalp, bizim hiçbir işimize yaramaz. Genel itibariyle de, akıl olmaksızın diğer şeyler ne gibi bir anlam ifade edebilir ki? Bu gibi yanlış kabuller asırlar boyunca toplumumuzda yer edindi. Bilgi ve bilinç olmaksızın, varlığın da bir anlamı yoktur. Feyz’in “O, dur durak bilmez” şeklindeki ifadesi, aklın hiçbir durağının olmadığı anlamına gelir.
Akıl ile kalbin ilişkisi, vahdet ilişkisidir. Kalp, aklın zuhurudur. Akıl kalbe indiğinde, kalp duygu, sevgi, akıl gibi tüm insanî kuvvelerin merkezi olur. Tüm bu algısal kuvvelerin başında akıl gelir. Diğer duyu organlarının tüm verilerini, akıl kontrol altına alır. Bunların hepsinin toplamı kalbi oluşturur.
Bazıları, Allah’a mutlak tenzih makamı atfediyor ve O’nu, yarattıklarıyla (âlem, insan vd.) ilişkisi olmayan bir Tanrı olarak tasavvur ediyorlar. [Deistler; M.Ş.] Allah’a karşı yaklaşımımız ne mutlak tenzih ne de mutlak teşbih olmalıdır. O, tüm varlıklarla ilişkilidir. O’nun ilişkili olmadığı bir şey var mı? O’nun bir hücreyle ve küçücük bir sinekle bile ilişkili olduğuna inanıyoruz da, insan ile ilişkisini mi mümkün görmüyoruz?
Zuhurun şiddetli oluşu, gizliliğin sebebidir. İkincisi ise kurbunun (yakınlığın) şiddetidir. Bu iki şey O’nun perdesiz bir şekilde gizlenmesine sebep olmaktadır. Bu iki durumu örneklerle açıklayacak olursak: Gözleriniz her şeyi görüyor öyle değil mi? Peki, gözleriniz ayna olmaksızın, kendi kendini de görebiliyor mu?
Bu ifadeyle o, “Kuluna vahyedeceğini vahyetti” âyetine işaret ediyor. Ancak âyet, Peygamber’e (s.a.a) neyin vahyedildiğini bildirmiyor. Bu vahyedilenler, bize söylenmek istenmeyen şeyler… Bunlar, âşık ile maşûk arasındaki mahrem sırlar... Burada sizin ve benim bilmediğimiz şeyler var.
Bu birliktelik, “O olmadığı takdirde, diğer varlıklar da olmayacaktır” anlamına gelir. Konuyu bir örnekle zenginleştirmek mümkündür: Güneş ve ışınları bir aradadırlar, öyle değil mi? Peki, bunlar arasında bir eşitlik ilişkisi mi söz konusudur? Hayır. Güneş hal diliyle, ışınlarına, “Eğer ben bir ân olmasam, siz de olmazsınız” demekte. Işınların Güneş’e olan bağlılığı, bağlığın (taalluk) ta kendisidir.