Peki, Allah’ın bir yüzü var mıdır? O’nun veçhi, âleme olan teveccühü/yönelişidir. Eğer, Hakk’ın, örneğin denize bir teveccühü (yönelim) olmasaydı, deniz, deniz olabilir miydi? Dolayısıyla tüm âlem, O’nun teveccühü olmaksızın, bir hiçtir. Eğer Hakk’ın inâyeti bir ân dahi âlemden yüz çevirecek olsa, bu âlem, âlem olamaz ve yokluğun karanlığında mahvolur. Hakk’ın inâyeti, O’nun veçhidir. Vech de teveccühten gelir. Bir şeye teveccüh etmek (yönelmek), kişinin yüzünü belli bir yere dönmesi demektir.
Hz. Nebiyy-i Ekrem’in (s.a.a.) bu yeryüzü âleminde dünyaya gelmesinden önce bir de semada viladeti söz konusudur. O bu dünya ve mülk âleminde Nebilerin ve Resûllerin sonuncusu ve Hâtem’i iken sema âleminde ilk yaratılan mahlûktur. Hz. Resûlullah “Ey Cabir! İlk yaratılan şey Peygamberinizin nurudur” buyurmaktadır.
Câhiz el-Usmâniyye’sinde (s. 210) Peygamberin hilafeti olarak kullanılan bu Kur’ânî imamet kavramını vurgulamaktadır ki bu durum Şia ve Ehl-i Sünnet’in bunda ittifak ettiğini göstermektedir. İmamet, Câhiz’in de vurguladığı üzere (s. 211) nübüvvetin devamıdır ve Âl-i İbrahim’in seçilmişlerine mahsustur.
Buradan hareketle akla şu soru geliyor: Zahir ve bâtın ilmi Hz. Peygamber’den (s.a.a.) kime geçmiştir? Şia açısından mesele ve problem çözülmüştür. Çünkü Şia Sekaleyn Hadisi gereği Kur’ân ile Ehl-i Beyt İmamlarının birbirinden ayrılmadığına inanıyor. Kur’ân’ın nasıl ki zahiri varsa bâtını da vardır. Nasıl ki tenzili varsa tevili de bulunmaktadır. Öyleyse Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) tenzil ve tevil ilmini atalarından miras almışlardır.
Hüccetü’l-İslam Seyyid Haşim el-Haydari ile söyleşi, Erbain törenlerindeki yürüyüş ve onun fırsatları ekseninde olacaktı; ancak randevu günü o kadar sıcak ve samimi karşılandık ki bu fırsattan yararlanıp başka sorular da sorduk. Bölgedeki yeni gelişmeler, Direniş Ekseninin durumu, Suudi liderlerin davranışları, Amerika’nın bölgedeki rolü, Devrim Lideri’nin Batılı gençlere iki mektup yazmasının sebebi gibi konular asli sorularımız oldu.
Hz. Peygamber (s.a.a.), Veda Hutbesinde, kendisinden sonra gelecek olan On İki İmamı haber vermiştir. Bu hadis Ehl-i Sünnet kaynaklarında üç râvi tarikiyle nakledilmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri ise üçünden yalnızca Câbir b. Semure tarafından nakledilen rivayete ilgi göstermişlerdir.
Elinizdeki makalede, akılcı ve tarihe felsefî yaklaşımlarıyla tanınan İbn Haldun’un Hz. Peygamber’den (s.a.a) sonraki hilafet meselesi hakkındaki görüşlerini genel hatlarıyla ele alıp, özelde Hz. Ali’nin (a.s) hilafetine dair düşüncelerine odaklanacak ve güvenilir tarih kaynaklarıyla belgelere dayanarak onun bu konudaki görüşlerinin kritiğini yapacağız. Neticede, İbn Haldun’un Hz. Ali’nin imameti ve hilafeti konusunda kendine özgü yaklaşımından kaynaklanan tarafgirliğinin tutarsızlığa dönüşen yönlerini açıklığa kavuşturacağız.