"Tüm algısal güçler (kuvve), beş duyu organı ve hatta bâtınî duyu organları – kısacası insandaki her şey – mutlak anlamda nefsin şuûnundan olup, onun kuvvelerindendir. Nefs-i nâtıka da huzûrun kendisidir. Biraz önce bahsettiğim epistemolojik problemin düğümü tam da burada çözülmektedir."
Bu, İbn Sînâ’nın sözüdür. Yani İmam Ali’nin diğer sahâbîlere, hatta diğer insanlara nispeti, makulün mahsusa nispeti gibidir. Makulün mahsusa ne nisbeti vardır? Mahsus göz önünde olan, zâhir olan şeydir. Gözle görülen, kulakla işitilen veya diğer duyu organlarıyla algılanandır. Fakat makul, mahsusa göre çok üstündür. Makul, akılla anlaşılabilecek bir şeydir.
Evet, vahdet (birlik) olmasa vahit (bir) de olamazdı; o halde vahit, vahdetle vahittir. Peki, vahdetin kendisi neyle vahdettir? Tabii ki kendisiyle. O halde her şey salt hakikatiyle haktır. Nasıl ki her şey vahdetle vahit ise her hak da Hak ile hakikattir. Peki, salt-mutlak Hak neyle Hak’tır? Tabii ki kendisiyle. O halde tüm hakikatler hakikatlerin hakikatine ulaşmaktadır.
Ayrıca Hz. Ali de Münacat-ı Şabaniye’de şöyle buyuruyor: “إِلَهِی هَبْ لِی کَمَالَ الانْقِطَاعِ إِلَیْکَ وَ أَنِرْ أَبْصَارَ قُلُوبِنَا بِضِیَاءِ نَظَرِهَا إِلَیْکَ حَتَّى تَخْرِقَ أَبْصَارُ الْقُلُوبِ حُجُبَ النُّورِ فَتَصِلَ إِلَى مَعْدِنِ الْعَظَمَهِ” (Allah’ım bize yaratılmışlardan kopup sana yönelmenin kemâlini bahşet. Kalplerimizin gözünü sana bakma ışığıyla aydınlat ta ki kalp gözlerimiz nur hicaplarını yırtıp azametinin kaynağına ulaşsın!)
Ezel ve ebed zâhir olacaksa anda zâhir olur. An bir noktadır, an dediğimiz şey devam eden bir zaman değildir; anın devamlılığı yoktur. Bizim günlük hayatta kullandığımız şu an, şimdi sözü belki on dakikadır. An dediğimiz şey bu değildir. Anın devamlılığı yoktur. Bu bakımından zamanın zuhuru anda, mekânın zuhuru da noktadadır. Bir başka deyişle gayri mütenahi zamanın zuhuru anda, gayri mütenahi mekânın zuhuru ise noktadadır.
İnsan bu başlangıç ve sonu kendinde barındıran bir varlıktır. Belki de insan için bir başlangıç ve son tasavvur etmek de mümkün değildir. Bu tasavvur ne kadar doğrudur veya yanlıştır, bu ayrı bir konu ama Muhyiddin Arabî’nin “insan ezelî bir hadis [sonradan olan] varlıktır” diye bir ifadesi var.
Allah bir tecelliyi tamamlamıştır (kâmil kılmıştır), o tecellide tüm tecelliler münderiçtir (içkindir). Tüm tecellilerin münderiç olduğu o kâmil tecelli Hak Teâlâ’nın insandaki tecellisidir. Burada insan derken ‘‘insan-ı kâmil’’i kastediyorum.