Akıl ile kalbin ilişkisi, vahdet ilişkisidir. Kalp, aklın zuhurudur. Akıl kalbe indiğinde, kalp duygu, sevgi, akıl gibi tüm insanî kuvvelerin merkezi olur. Tüm bu algısal kuvvelerin başında akıl gelir. Diğer duyu organlarının tüm verilerini, akıl kontrol altına alır. Bunların hepsinin toplamı kalbi oluşturur.
Üçüncü karine ise; insanlık tarihinde harikulâde ve eşsiz bir hakikat olup, bir soyda birbiri ardınca ve muhaliflerinin dahi, kendilerinin ilim, ahlâk ve ibadetteki azametlerini kabul ettiği on iki yüce şahsiyetin zuhur etmiş olmasıdır. Bugüne dek istinad edilmemiş bu üçüncü karinenin varlığı, ilk iki müjdenin şahsa münhasır gerçek misdakının ortaya çıkmasını sağlamaktadır
Varlık üzerine teemmül edilir, taakkul edilmez. Çünkü varlığın mahiyeti yoktur. İbn Sina varlıkta mahiyete inanmıyor. Dolayısıyla mahiyeti olmadığına göre zihne gelemez. Onun ‘‘teemmül’’ edilmesi gerekir. ‘‘Varlıkta teemmül’’ ne demektir? Varlık sahasında hazır olmak demektir. Yani huzur makamıyla varlık sahasına girmek gerekir. Varlık sahasına girmek, Allah’ın huzurunu idrak etmektir.
Programımızın konusu “Muhyiddin İbn Arabî’nin sözlerinde el-Mehdîyyü’l-Muntazar” olacak... İbn Arabî İmam Mehdî hakkında ‘‘ölü’’ sözcüğünü değil, “fekîd” lafzını kullanıyor. Yani İmam Mehdî’nin gâip olduğuna imâda bulunuyor.
Resûlullah’ın (s.a.a.) Tebük Gazvesinde buyurduğu ancak müelliflerinin Emevici bir çizgide oluşları yüzünden nakletmediği önemli bir cümle var. Bu cümleyi Taberânî el-Mucemü’l-Kebir adlı eserinde nakletmektedir. Rivayet Bera b. Azib’den ve Zeyd b. Erkam’dandır. Resûlullah’ın Tebük Gazvesine çıkarken Ali’ye (s.a.a.) “Ya senin ya da benim geride kalmam gerekiyor” buyurduğunu rivayet etmektedirler.
"Seyyid Ali Hamanei’yi hepimiz dinledik. Hamanei çok düzgün bir Arapçayla konuştu. Konuşmasında ne bir dilbilgisi eksiği ne de kelime hatası vardı. Arap liderlere bakın, hangisi Farsça konuşuyor? Hala bu adama Mecusi diyorlar! Mecusi olan Arapça mı konuşur? Mecusi Kur’an diliyle mi konuşur?"
Eğer durum böyle olmuş olsaydı kuşkusuz Resûlullah (s.a.a.) da “Allah mükâfatınızı versin”, “Allah sizleri bolluğa kavuştursun”, “Peygamberinizi ne de çok sevindirdiniz” derdi. Ancak hadise böyle değildir. Allah Resûlü bu sözler karşısında mahzun oluyor, kedere gark oluyor. Dahası “Bir peygamberin yanında münazaaya girişmek olur şey değildir!” diyor. Sonra da “Kalkın gidin!” diyor.