Clinton, Esed Yönetiminin İstikrarsızlaştırılmasında Kaide İle Aynı Tarafta Olduklarını Kabul Ediyor

Clinton, Esed Yönetiminin İstikrarsızlaştırılmasında Kaide İle Aynı Tarafta Olduklarını Kabul Ediyor
Hillary Clinton’un hafta sonu yaptığı itiraf, bahsi geçen silahlı grupların sivillere saldırdığını ve ABD’nin kendi tanımlamalarına göre bu tür saldırıların terörist olduğunu teyit ederken Suriye’de hükümet güçlerinin tek taraflı olarak kendi halkına saldırması gibi bir durumun söz konusu olmayıp daha çok gölge silahlı isyan olduğunu ortaya koymakt
" 

 

Michel Chossudovsky ve Finian Cunningham

 

 

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, el-Kaide ve ABD’nin “terör listesi”nde bulunan diğer örgütlerin Suriye muhalefetini desteklediğini söyledi. Clinton’ın açıklaması şöyleydi: “Bölgede el-Kaide, Hamas ve bizim terör listemizde bulunan diğer gruplar, kesinlikle Suriye muhalefetini destekliyorlar.”[1]

 

Ancak ABD Dışişleri Bakanı, BBC’nin kendisiyle yaptığı röportajda aynı zamanda Batılıların kabak tadı veren iddialarını tekrarlayarak Suriye’deki durumun, bir yanda savunmasız siviller diğer yanda da onların üzerine acımasızca saldırılarda bulunan Suriye hükümeti güçlerinden ibaret olduğunu da sözlerine eklemeyi ihmal etmedi.  Yıllardır Suriye’de sivilleri dürbünlü tüfeklerle öldürenlerin, Clinton’un göndermede bulunduğu terörist oluşumlar olduğuna dair bol miktarda kanıt mevcut.

 

Tıpkı Michel Chossudovsky’nin son makalesinde işaret ettiği gibi: “2011 Martı’nın ortalarından bu yana Batılı ve İsrail istihbarat aygıtları tarafından gizlice desteklenen silahlı İslami gruplar, kundaklama eylemleri de dâhil olmak üzere, doğrudan devlet binalarını hedef alıyorlar. Yeteri miktarda belgelerin bulunduğu bu olaylarda, paralı askerlerin de içinde bulunduğu eğitimli tetikçiler ve keskin nişancılar, polis ve silahlı güçlerin yanı sıra masum sivilleri de öldürüyor. Arap Birliği denetmenlerinin de raporlarında ana hatlarıyla belirttiği gibi, bu paralı askerler, sivillerin öldürülmesinden sorumludurlar. Suriye hükümeti ve ona bağlı profesyonel askerler, ağır bir sorumluluk taşımakla birlikte – kadın, erkek, çoluk çocuk ayrımı gözetmeyen- bu terörist eylemlerin, Suriye içinde operasyonlarda bulunan “silahlı bir yapı”yı destekleme, finanse etme ve eğitmeyi ısrarla sürdüren ABD-NATO-İsrail insiyatifinde geliştiği gerçeğinin altını çizmek önemlidir.”[2]

 

Hillary Clinton’un hafta sonu yaptığı itiraf, bahsi geçen silahlı grupların sivillere saldırdığını ve ABD’nin kendi tanımlamalarına göre bu tür saldırıların terörist olduğunu teyit ederken Suriye’de hükümet güçlerinin tek taraflı olarak kendi halkına saldırması gibi bir durumun söz konusu olmayıp daha çok gölge silahlı isyan olduğunu ortaya koymakta.

Clinton’un itirafı, 4 Şubat’ta BM Güvenli Konseyi karar tasarısını veto eden Rusya ve Çin’in aldıkları tutumun ne kadar haklı olduğunu da geriye dönük olarak teyit ediyor. Kesinlikle öyle, zira bu tasarı, Suriye’deki şiddetin tamamen Esed yönetiminin sorumluluğunda olduğu şeklindeki düzmece tespite dayanıyordu.

 

Clinton, BBC’ye verdiği demeçte “Suriye içinden de dışından da dış müdahaleye dönük güçlü bir karşı çıkış olduğu”nu belirtiyordu. Bu da onun da taktiksel olarak kabul etmek zorunda kaldığı şekilde, Suriye halkının ülkedeki sözde muhaliflerin el-Kaide etiketli paralı askerler olduğunun farkında olduğu gerçeğini ortaya koymakta.

 

Tam da bu sırada, ABD’nin müttefiki Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Katar, defalarca ve ayrı ayrı, Şam hükümetine silahlı ayaklanmayı desteklemek için Suriye’ye askeri güç göndermek istediklerini ifade ettiler. Beşşar Esed hükümetine halen verilen halk desteğine rağmen Suudi Arabistan ve Katar’ın, Arap Birliği üyesi kardeşine karşı bu tür bir açıklama yapmaları, egemen bir devletin içişlerine eşi benzeri görülmemiş bir müdahaleye işaret etmekteydi. Gerçekten de hukuki bir mütalaa, uluslararası bir saldırının aslında bizatihi bir suç olduğunu tartışabilir.

 

Bunun yanında Suud ve Katar’ın Suriyeli muhalifleri silahlandırmaya bu kadar istekli olmaları, aslında olan bitenin ahlaksızca örtülmesi olarak da görülebilir. Türkiye ve İsrail’in yanı sıra Körfez monarşi devletlerinin, çoktandır sözüm ona Özgür Suriye Ordusu’na yasadışı bir şekilde silah sevk ettikleri biliniyor. Amerikan, İngiliz ve Fransızların da içinde bulunduğu Batılı güçlerin muhalif gruplara aktif olarak destek verdiği bilgisine rağmen Washington, Suriye’de bir rejim değişikliği istese de resmi olarak kendisinin şimdiye kadar hiçbir zaman Suriye’ye silah göndermediğini ısrarla söylemeyi sürdürüyor. Seçimle iş başına gelmemiş köktenci Körfez Sünni rejimlerinin Suriye içerisindeki el-Kaide müttefiki grupları “”demokratik reformlar” iddiasıyla desteklemeleri oldukça ironik bir durumdur. Libya’da gerçekleştirilenlerin aynısı şimdi Suriye’de uygulanıyor. Libya yönetimini devirmek için Batılı ve Körfez güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlar ülkeyi şimdi insan hakları ve sosyal konularda çöküşün eşiğine getirmiş durumda.

 

Bir kez daha Suriye, müttefiklerin aynı hizada olduğunu gösteriyor: Londra ve diğer NATO güçleri, Sünni/Selefi tiranlar ve teröristlerle yatağa girerek demokratik özgürlükleri ve insan haklarını desteklediklerini iddia ediyorlar. Tabii ki gerçek ajandaları, müttefiklerin çarpık çizgilerinin de gösterdiği gibi, insan hakları ya da demokratik reformlarla ilgili herhangi bir şey yapmamak. Aksine amaçları, Washington’un ve onun vekil güçlerinin Arap dünyasındaki rejim değişikliklerini düzenlemek, jeopolitik amaçlarının ötesine geçerek hammaddeyi kontrol etmektir. Irak, Afganistan, Libya ve şimdi Suriye, kalıcı savaşın küresel yol haritasında attığı adımlardan başka bir şey değildir. Rusya ve Çin ise yolun sonundaki hedeflerdir.

 

Washington, bu ajandayı hayata geçirmek için her türlü aracı kullanmaya hazır olduğunu gösterdi: Yasadışı savaşlara girmek, kitlesel ölümlere sebebiyet vermek, küresel savaşlar başlatmak ve nükleer silahlar kullanmak. Fakat, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, “belirli ülkelerde rejim değişikliğine gidebilmek için Washington, ‘terörist düşman’la işbirliği yapmaktadır”, şeklinde ifadesini bulan sözleriyle karşımıza çıktığında, kesinlikle en akıl almaz maske teröre karşı savaştır. Şayet Washington’un bu sinsi sözleri, sanki gerçekten demokratik özgürlükler, dünya barışı ve insan hakları için bir rejim değişikliği istiyormuş gibi görülüp bu sözler görünüşe göre değerlendirilirse, bu tür bir değişikliği hak eden tek rejimin Washington’un kendisi olduğunu söylemek gerekecektir.