Ayetullah Kemal Haydarî'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (32)

Ayetullah Kemal Haydarî'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (32)
O, bu eserinde Sekaleyn tefsirine ilişkin lugat bilginlerinin ve âlimlerin açıklamalarını aktardıktan sonra şöyle diyor: Özetle Kur’an-ı Azim ve İtret-i Tahire’nin her biri dinî ilim ve sırların, nefis şer’î hikmetlerin ve dakik anlamlar hazinesinin madenidir. Özetle Hz. Resûlullah (s.a.a.) Kur’an ve İtret hakkında Sekaleyn sözcüğünü kullanmakla Ehl-i Beyt’inden ilim öğrenmeye, onlara sımsıkı sarılmaya ve tutunmaya teşvik etmiştir.

04. 03. 2011

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri, sizleri selamların en güzeliyle selamlıyoruz. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. "Utruhetü'l-Mehdeviyye" programının yeni bir bölümünde, "Sened ve delalet açısından Sekaleyn hadisi" konusunun otuz ikinci kısmında tekrar sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydarî Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim "Hz. Resûlullah (s.a.a.) niçin Kitap kelimesini kullanmıştır?" diye sorulmaktadır...

 

Seyyid: Açıklanması gereken ilk nokta bu konudur...

 

Sunucu: Yani Hz. Resûlullah (s.a.a.) niçin "Kitab ve İtreti", "Sekaleyn" ve "Sikleyn" olarak ifade etti de "iki mesele" demedi?

 

- Esasında "Aranızda Allah'ın Kitabını ve İtretimi bırakıyorum" buyurmaktadır.  Acaba niçin bu vasfa işaret ediyor?

 

- Sekelan olduklarından dolayı...

 

- Elbette. İşte bu ilk konumuzdur. İnşallah bu programımızda ilk ve ikinci hususiyeti birlikte ele almaya çalışacağız. Kitab ve İtret "sekaleyn" veya "halifeteyn" olarak adlandırılmıştır. Gerçi "sekaleyn" sözcüğü bazen "sikleyn" olarak geçmekteyse de meşhur olan "sekaleyn" lafzıdır.

 

İlk soru; Kitab ve İtret niçin “sekalan” olarak adlandırılmıştır?

 

"Halifetan" olarak da ifade edilmektedir. Zira bu ikisi Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) geriye bıraktığı iki ardıldır. O, (s.a.a.) “Fenzuru ma za tahlufuni fihima/ Bu iki şey hakkında bana nasıl uyacağınıza dikkat ediniz” buyurmaktadır. Bu ifadeler Kitab ve İtretin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) iki halifesi olduğuna işaret etmektedir. Halife sözcüğünün ümmetin imamını ifade edip etmediği konusu ilerde yapacağımız açıklamalarla anlaşılacaktır. Yani sadece Kur'an ümmetin imamı değildir. Kur'an, İtret ile birlikte ümmetin imamıdır. Bu konu inşallah ilerde gelecektir.

 

Değerli izleyicilerden hadisin senedine ve delaletine giriş için yaptığımız açıklamalar için otuz bir program sabrettikleri gibi bana biraz daha sabır göstermelerini istiyorum. İnşallah bu mübarek hadisin içeriğini açıklamaya birkaç program sonra geçeceğiz.

 

Hadisin anlamına açık ve sarih bir şekilde vakıf olabilmemiz için bilginlerin Sekaleyn sözcüğü hakkında dilsel olarak yaptıkları açıklamalara müracaat etmemiz gerekmektedir.

 

- Yani Sekaleyn sözcüğünün terimsel anlamı hakkında…

 

- Sadece terimsel anlamı hakkında değil. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Kur'an ve Sünneti bu şekilde nitelendirmesinden ne anlamalıyız?

 

İlk kaynağımız; İbn Manzur'un Lisanü'l-Arab adlı eserinde geçen ifadeleridir. S-K-L maddesi. Bu maddede İbn Manzur şöyle diyor: Sikal, hafiflik sözcüğünün karşıtı ve çelişiğidir… Allah-u Teâlâ “Ve ehraceti'l-erdü eskaleha / Yer ağırlıklarını dışarı çıkardığı” (99/Zilzal/2) buyurmaktadır; yani yeryüzü hazinelerini ve ölüleri dışarı çıkardığında.[1] Hafiflik ve ağırlık sözcüğünün cisimlere ait olgular olduğu açıktır. Görüldüğü gibi İbn Manzur ‘saql' sözcüğünün bazen kenz/hazine anlamına geldiğini ifade etmektedir. Öyleyse Kitab ve İtret iki hazinedirler.

 

Birazdan bir grup muhakkik ve imamın Kitab ve İtretten hazinelerin çıkartılması gerektiğini ifade eden açıklamalarını okuyacağız. Yani Kur'an ve İtretin kelamından hazineler çıkartılmalıdır. Bu konu inşallah ilerde gelecektir.

 

Devamla şöyle diyor: “Ayetin anlamı hakkında şöyle de denilmiştir: Yani altın ve gümüş hazineleri… Dedi ki; bundan sonra ölülerin çıkartılmasıdır. Yerin hazineler olan ciğer parçalarını kusması Kıyametin alametlerindendir.”[2] İbn Manzur daha sonra Sekaleyn hadisine geçiş yaparak şöyle der: Hz.Peygamber'in (s.a.a.) ömrünün sonuna doğru şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Aranızda Sekaleyni bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve İtretim. Saleb der ki…” [3]

 

Saleb'in ne dediğine geçmeden önce değerli izleyicilerin bu kişinin sözlerinin güvenilir olup olmadığını kavrayabilmeleri için tercüme-i halini sunmak istiyorum.

 

Hafız Zehebi (h.748), Tezkiretü'l-Huffaz adlı eserinde şöyle der: “Allame, muhaddis, dil bilgini Ebü'l-Abbas Ahmed İbn Yahya İbn Yezid eş-Şeybanî el-Bağdadî… Hicri 200 tarihinde Bağdad'da dünyaya gelmiştir. 16 yaşındayken ilim talebine başladı. Nihayet edebiyat ve dil sahasında eşsiz bir konuma yükseldi.  Hatib -yani Hafız Zehebî- diyor ki; Sa'leb din konularda kanıttır, hıfz noktasında da meşhur ve salih bir zattır.”[4]

 

İbn Manzur, Saleb'in şöyle dediğini rivayet ediyor: “Kitab ve İtret Sekaleyn olarak isimlendirildi. Zira bu ikisine tutunmak ve gereğince amel etmek ağırdır ve zordur. Araplar ‘sekîl' sözcüğünü korunması gereken, önemli ve değerli şeylerin hepsi hakkında kullanırlar. Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu iki olguyu kadr-ü kıymetlerini yüceltmek ve makamlarını ululamak için Sekaleyn olarak isimlendirmiştir.”[5]

 

Sunucu: Yani bu ikisinin dışındakiler hafiftir…

 

- Dikkat ediniz lütfen. Bu ikisi niçin Sekaleyn olarak isimlendiriliyor? Çünkü bu ikisi hakkında sadece sevgi ve muhabbet yeterli değildir. Gereğince amel de edilmelidir. Bütün bilginler bu niteliğe gelince amel etme konusunu ele alırlar. “Ma in ehaztüm bihima len tadıllu ba'di ebeda / Bu ikisine tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacaksınız” şeklindeki nasslar bunu teyid etmekte, rivayeti sevgi ve muhabbet şeklinde yorumlayan tefsirle çatışmaktadır. Görüldüğü gibi “s-k-l” maddeli sözcük sadece maddi şeyler için değil manevi kavramlar için de kullanılabilmektedir. Pasaj bu hakikate işaret etme noktasında son derece açıktır.

 

Bu hakikate işaret edenlerden birisi de en-Nihaye fi Garibi'l-Hadis adlı eserin müellifi Allame İbn Esir'dir. O, Sekaleyn hadisini sunarak şöyle der: “Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve İtretim. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Kitab ve İtreti Sekaleyn olarak isimlendirmesi, bu ikisine tutunmanın ve gereğince amel etmenin zorluğuna ve önemine dayanmaktadır. Araplar “sakil” sözcüğünü korunması gereken, önemli ve değerli şeylerin hepsi için kullanırlar.”[6]

 

Aziz dostlar dikkat ediniz. Bu hadis muhaddisler, lugat bilginleri, müfessirler, siret ve tarih ehli arasında o derece büyük bir şöhrete sahiptir ki sahihliğinden şüphe edilmemektedir. Bu eserlerin hiçbirinde müelliflerin “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” dedikleri görülmez. Zira hadisin “ve İtretim” şeklindeki varyantı Emevî din anlayışına, İbn Teymiyye'ye ve günümüze kadarki bağlılarına rağmen büyük bir şöhrete sahiptir. Bunlar “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki varyantını piyasaya sürmek ve şöhret kazandırmak istemişlerdir. İbn Esir, Sa'leb'ten rivayet edilen görüşün aynısını dile getirmektedir.

 

Aynı ibareler toplamına işaret etmek istiyorum ki bu mevzu üzerinde ittifak edildiği anlaşılsın.

 

Bu hakikate parmak basanlardan birisi de el-Faik fi Garibi'l-Hadis adlı eserin müellifi Allame Zamahşerî'dir (h. 583). Müellif şöyle diyor: “Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Aranızda geriye iki ağır emanet bıraktım (Halleftü): Allah'ın Kitabı ve İtretim. Sekl sözcüğü madde üzerine mahmul olan metadır. Cin ve insanlar için sekalan ifadesi kullanılır. Zira bu ikisi yeryüzünün mukimleri olmaları nedeniyle sanki yeryüzüne ağır gelmişlerdir. Hz. Peygamber, dünya cin ve insanlarla mamur olduğu gibi din de Kitab ve İtret ile mamur olup yararlı olduğundan bu iki değerli şeyi ‘sekalan'a benzetmiştir.”[7]

 

Pasaj, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Kitab ve İtreti ya da cin ve insanları sekalana benzetmesinin nedenini de açıklıyor. Dinin mamur oluşu, dinde hidayet üzere oluş ancak Kitab ve İtret ile mümkündür.

 

Şimdi azizlerim bu tür açık hadisleri görünce Allah biliyor ya artık imamların masum olup olmaması hakkında konuşmayı fuzuli bir iş görüyorum. Zira Hz. Peygamber (s.a.a.) sahabesinin içinde onlara İtretini göstererek benden sonra bunlara uyunuz diyor. Bir şeyi ispat etmek onun dışındaki şeyi olumsuzlamaz. Ben diğerine uymayacağım demiyorum. Ben “Hz. Resûlullah (s.a.a.) bana Kitab'ı ve İtreti göstermiştir” diyorum. O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.'(53/en-Necm/3-4) Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.” (59/el-Haşr/7). “Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulu'l-emre de itaat edin.” (4/en-Nisa/59)

 

Ben “ulu'l-emr” kavramının en açık uyarlanabileceği kimselerin Ehl-i Beyt olduğunu düşünüyorum. Ulu'l-emr kavramı Sekaleyn hadisinin nassıyla İtrettir. İtretin dışında başka birilerinin bu kavrama uyarlanmasına gelince bu durum hakkında Müslüman bilginler arasında ittifak edilen bir nass mevcut değildir.

 

Bundan dolayıdır ki azizlerim bu hadisi şerh eden bütün hadis bilginleri Saleb'in açıklamalarını nakletmiştir. Ben sadece bunlardan bir tanesiyle yetinecek ve konuyu uzatmayacağım. Bu da el-Müfhimü li-ma Eşkele min Talhisi Kitab-ü Müslim adlı eserin yazarı Ebü'l-Abbas Kurtubî'dir. O bu eserinde şöyle diyor: “‘Aranızda Sekaleyni bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve İtretim.' Saleb der ki; Kitab ve İtret ‘sekaleyn' olarak isimlendirildiler. Zira bu ikisine tutunmak ve gereğince amel etmek ağır ve zordur.”[8]

 

Azizlerim sözcük sadece sevgiyi ifade ediyor değildir. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan bu kesin, değerli ve mübarek hadiste anlamın Ehl-i Beyt'e tutunmak ve sımsıkı sarılmak olduğuna dair birçok karine söz konusudur. Hadisin bu anlama geldiği noktasında herhangi bir kuşku söz konusu değildir. Rivayetler ilahî ipin en açık örneklerinden birinin Kur'an olduğunu göstermektedir. Konu Kur'an olunca kastedilenin sımsıkı sarılma ve tutunma olduğunu görürüz. Kur'an'ın dengi kimdir? Elbette ki İtrettir. Öyleyse bu iki olguyu birbirinden ayırt etmememiz gerekiyor. Bu ikisinden birine sımsıkı sarılmayı, diğerine de sevgi beslemeyi icbar eden bir görüşü ileri sürmek tutarsızdır.

 

Sunucu: Hadiste tek bir tutunma ifadesi geçtiğinden bu tutunma ikisi hakkında geçerlidir…

 

- Güzel bir noktaya parmak bastınız. Konu öyle açık ki sözü uzatmaya gerek yok…

 

Soru; bilginler bu çerçevede ne diyorlar? Biz bir grup bilginin açıklamalarını sunmuştuk. Buna ek olarak Allame Nureddin Semhudî'nin (h. 911) açıklamalarına da değineceğiz. O, İtret-i Tahire'nin hem yüce ilmî, hem de neseb-i nebevîyi kendinde barındırdığını ifade etmek için Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celî ve'n-Nesebi'n-Nebeviyy adlı bir eser telif ediyor. Aslında o bu eseriyle şöyle demek istiyor: Bir insan âlim olabilir ancak Peygamber hanedanından gelmeyebilir. Aynı şekilde Peygamber neslinden olup da bilgili olmaması mümkündür. İşte İtret-i Tahire her iki özelliği de kendisinde barındırmaktadır. O, bu eserinde Sekaleyn tefsirine ilişkin lugat bilginlerinin ve âlimlerin açıklamalarını aktardıktan sonra şöyle diyor: Özetle Kur'an-ı Azim ve İtret-i Tahire'nin her biri dinî ilim ve sırların, nefis şer'î hikmetlerin ve dakik anlamlar hazinesinin madenidir. Özetle Hz. Resûlullah (s.a.a.) Kur'an ve İtret hakkında Sekaleyn sözcüğünü kullanmakla Ehl-i Beyt'inden ilim öğrenmeye, onlara sımsıkı sarılmaya ve tutunmaya teşvik etmiştir.[9]

 

Bu pasaj Kur'an ve Peygamber'in ilmini öğrenmek istiyorsak Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in kapısına gitmemiz gerektiği gerçekliğini pekiştirmektedir; “Ben ilmin şehriyim, Ali (a.s.) de kapısıdır.”

 

Hiç kimse “Bu şahıs ‘Âlihi' diyor. Bu kelimeyi salâvatlarda kullananlar ise Şiîlerdir” diyerek itirazda bulunmasın. Hayır, Şiilerin salâvatta “Âlihi” ifadesini kullandığı doğrudur. Fakat bu durum sadece Şia'ya özgü değildir. Bu konu ister Ehl-i Sünnet, ister Ehl-i Şia olsun Müslüman bilginler arasında ittifak edilen bir noktadır. Ayrıca birçok bilgin salâvat çektiğinde “sallahu aleyhi ve Âlihi” der.

 

Sunucu: İbn Teymiyye bile bazı eserlerinde salâvatı söz konusu şekilde dile getirmektedir.

 

- Her neyse elimizde bu durumu açıklayan Kur'anî bir kanıt bulunmaktadır. Bizler Kur'an-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde kendisini “kavlen sekîla” olarak nitelendirdiğini görmekteyiz. “İnna senulki aleyke kavlen sekîla / Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz. (73/el-Müzzemmil/4). Müfessirlerin ayette geçen “kavlen sekîla” ifadesi hakkındaki açıklamalarını sunalım.

 

İmam Taberî (h. 310) Camiü'l-Beyan adlı tefsirinde şöyle diyor: “Ebu Cafer diyor ki ayetin tevili hakkında tevil ehli görüş ayrılığına düşmüştür. Kimileri ayetle amel etmenin kastedildiğini söylemiştir.”[10]

 

Bu noktanın doğruluğunu yeterince ortaya koyayım ki kimse bize “sakîl” kelimesiyle murad edilenin sevgi olduğunu söylemesin. Bu, Hz. Resûlullah'ın nebevî buyruğunda geçen iki Sekaleyn'den birisi olan Kitab'a ilişkin Kur'anî delildir. Müfessirler bundan muradın amel etmek olduğunu söylemişlerdir.

 

Taberî görüşleri aktardıktan sonra şöyle der: “Kanaatimizce bu konu çerçevesinde ortaya konulan görüşlerin doğruya en yakın olanı şudur: Allah-u Teâlâ Kur'an-ı Kerim'i ağır bir söz olarak nitelendirmiştir. Nitekim Kur'an'ın taşınması da, hadleri ve farzlarıyla amel etmek de ağırdır.”[11]

 

Bundan dolayıdır ki tefsir sahasının diğer bir imamı İbn Kesir'in bu ayetin tefsirinde Hasan ve Katade'den aynı görüşü, yani Kur'an ile amel etmeyi naklettiğini görüyoruz.[12] Öyleyse Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Sekaleyn buyruğunun da karinesiyle belli olmakta ki anlam biriyle amel edip ona tutunmak, diğerini de sevmek değildir. İkisi birlikte ya sevgi, ya da amel etme anlamına gelmelidir.

 

Sunucu: Bunu “Ma in ehaztüm / tutunduğunuz müddetçe” ifadesi de destekliyor. Seyyidim sözlerinizi tamamlayınız.

 

- Tam isabet. Müsaadenizle. Bu anlama işaret edenlerden bir diğer müfessir Teysirü'l-Kerimi'r-Rahman adlı tefsirin sahibi Allame Abdurrahman İbn Nasır es-Sa'di'dir. Esere İbn Useymin'in bir mukaddime yazdığını defalarca belirttik. İbn Useymin tefsirin özelliklerini şöyle belirtir: “Tefsir sıfatla ilgili ayetlerde selefin metodunu kullanır, istinbatta dakikliğe sahip olup ahlakî öğretileri barındırır. Tefsir kitaplarından yararlanmak isteyen bir kimsenin kütüphanesinde bu eserin bulunması gerekmektedir.”

 

Bakınız bu tefsir “es-sekîl” kelimesi hakkında ne diyor: “‘İnna senulki aleyke kavlen sekîla / Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.' Yani sana bu ağır Kur'an'ı vahyedeceğiz. “Sekîl”, anlamları yüce, vasıfları ulu demektir. Bu niteliğe sahip olması nedeniyle onun için hazırlık yapılmalı, tilavet edildiğinde tane tane okunmalı ve kapsadığı anlamlar üzerinde derince düşünülmelidir.”[13]

 

Öyleyse aynı anlam İtret hakkında da geçerlidir. Zira Resûlullah (s.a.a.) Sekaleyn sözcüğünü kullanmıştır ki ikisi birbirinin dengi ve bitişiğidir. Gerçi birinin -yani Kur'an'ın- diğerinden -İtret'ten- büyük olduğu doğrudur. Ancak İtret de Kur'an'ı yüklenen kimselerdir. Onlar bizim Kur'an'a ulaşma yolumuzdur. Kur'an kendisi için belirttiği özelliklere sahiptir. Aynı özellikler İtret-i Tahire için de geçerlidir. 

 

Sözlerimi Ehl-i Beyt Medresesinin çağdaş bilginlerinden Allame Seyyid Tabatabaî'nin açıklamalarıyla bitirmek istiyorum. O bu ayetin tefsirinde şöyle der:

 

“Es-sekîl, cismani bir niteliktir. Ağır bir cismin (sekîl) bir mekândan başka bir mekâna taşınmasında güçlük ve meşakkat vardır. Nefse tahammülü güç gelen veya nefsin tahammül etmekte takat getiremediği manevi şeyler için ise istiare yoluyla kullanılır. Kur'an, anlamını telakki etme yönüyle ilahî, ağır bir sözdür. İçermiş olduğu mazmunlar yönünden de ağırdır.”[14]

 

Bu son derece dakik kıymetli bir konudur. Ne var ki vaktimiz elvermiyor.

 

Sunucu: “Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün.” (59/el-Haşr/21)

 

- Çok güzel. Bu ayet Ehl-i Beyt'in de bu özelliğe sahip olduğuna işaret etmektedir. Yani diğer bir ifadeyle aziz dostlarım, Kur'an-ı Kerim'de zikredilen bütün niteliklerin Ehl-i Beyt için de söz konusu olduğunu göstermektedir. Zira Kur'an-ı Kerim kendisini “sekîl” olarak tanıtıyor. Yine bakıyoruz ki heva ve hevesinden konuşmayan, konuşması sadece vahiy olan Zat da Ehl-i Beyt'i “sekîl” olarak tanıtmaktadır.

 

Müsaadenizle bu konuyla ilgili bir mülahazam var, onu aktarmak istiyorum. Ulemanın işaret ettiğimiz açıklamaları çerçevesinde Kur'an ve İtretin birlikte oluşlarından ötürü Kur'an hakkında yapılan bütün değerlendirmeler İtret için de söz konusu olmalıdır. Ancak Emevî din anlayışını uygulayan İbn Teymiyye, İtret-i Nebevîyye ve Ehl-i Beyt-i Nübüvvet ile bağlantılı tüm delillerin içini boşaltmaya çalışmaktadır. Sekaleyn hadisini inkâr edemeyince hadiste geçen temessükün, sımsıkı sarılmanın, gereğince amel etmenin sadece Kitab'a özgü olduğunu, İtret için ise geçerli olmadığını söyler.

 

Bakınız o Minhacü's-Sünnet adlı eserinde şöyle naklediyor: “Bir gün Hz. Resûlullah (s.a.a.) Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su­yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve sonra şöyle buyurdu:

 

‘Bundan sonra, dikkat edin ey cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbimin resulü gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bıra­kıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Kitabullah'dır. Kitabullah'ı alın ve ona sımsıkı sarılın!' Ardından Kitabullah'a rağbet ettirdi ve özendirdi. Sonra:

 

‘Bir de Ehl-i Beyt'imi (bırakıyorum)... Ehl-i Beyt'im hakkında size Al­lah'ı hatırlatırım!”[15]

 

“Bu lafız bize tutunmamız emredilen ve tutunanın sapmayacağı yegâne kaynağın Kur'an olduğuna delalet etmektedir.”[16]

 

Bakın İtreti nasıl da devre dışı bırakıyor?

 

Sahih-i Müslim'de Cabir'den Veda Haccı hakkında rivayet edilen söz konusu hadis gibi bu hadisin dışındakilerde de durum bu şekildedir. Sahih-ü Müslim'de Cabir'den şöyle rivayet edilmektedir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) Veda Haccında şöyle buyurdular: “Size öyle bir şey bıraktım ki ona sımsıkı sarılırsanız bir daha asla sapmazsınız. Size Kitabullah'ı bıraktım. Size ben sorulacağım, acaba ne diyeceksiniz? Sahabe ‘Risaletini tebliğ, vazifeni eda ve nasihatte bulunduğuna şehâdet ederiz' dediler.

 

Bunun üzerine şehadet parmağını semaya kaldırıp onunla insanlara işaret ederek üç defa: Ya Rab! Şahid ol! Ya Rab! Şahid ol' buyurdular.” [17]

 

Hadiste “sekaleyn” sözcüğü geçiyor. Ancak İbn Teymiyye tutunmanın sadece Kitab için söz konusu olacağını söylüyor.

 

Soru; Ehl-i Beyt'e sımsıkı sarılma ve tutunma vacip değilse Ehl-i Beyt nasıl sekîl oluyor? Bu ağırlık nereden kaynaklı? Sevgi güzeldir ve basittir. Gerçi sen Ehl-i Beyt'in sevilmesi gerektiğine inanıyorsan o da sana ağır gelir. Bu ayrı bir konu. Ümeyyeci din anlayışına sahip kimseler için Ehl-i Beyt'e sevgi beslemekten daha ağır bir şey var mıdır acaba?

 

Gerçekte onlar Ehl-i Beyt'in muhabbetinden rahatsız olmaktalar. Sizler diyorsunuz ki muhabbet doğaldır. Zira onlar İtret-i Resûlullah'tır (s.a.a.), evlâdı, kızıdır. Öyleyse bunda ne tür bir ağırlık var ki bunların söz ve buyrukları gereğince amel etmek söz konusu edilmiş olsun? Eğer sımsıkı sarılma ve bu anlamları gerçekleştirme murad edilmiyorsa İtret nasıl oluyor da Sekaleyn'in bir öğesi olmuş oluyor.

 

Şeyh İbn Teymiyye Ehl-i Beyt'e sımsıkı sarılma konusunu tahrif etmelidir, etmeye çalışır da. Bağlıları da aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Aziz dostlar önceki programlarda “Halifeteyn” hadisine işaret ettiğimizi hatırlayacaklardır.

 

Allame Şuayb el-Arnavut, Sindî'den şöyle nakleder: “‘Aranızda bırakıyorum…' ölümümden sonra… Sekal sözcüğü korunan bütün değerli şeyler için kullanılır. Bu hadisteki Sekaleyn sözcüğünde de bu anlam bulunmaktadır.  Sanki Hz. Resûlullah (s.a.a) hayattayken Kur'an kendi makamına kaim olduğu gibi Ehl-i Beyt'i de kendi makamına yerleştirmiş gibidir. Peygamberin vefatından sonra da Kur'an ve Ehl-i Beyt, O'nun makamına geçmiş gibidir. Ancak İtret-i Nebi'nin (s.a.a) Peygamber makamına geçmesi onlara sevgi beslemenin vacip oluşu konusundadır. Yoksa onların sünnetiyle amel etme konusunda değil.”[18]

 

Allame Şuayb el-Arnavut da bu görüşü savunarak şöyle der: “‘İtretim olan Ehl-i Beyt'imden…' murad onların gözetilmesi ve sevilmeleridir.” [19]

 

Şimdi, eğer bu anlam geçerliyse ve kastedilen buysa Hz. Resûlullah (s.a.a.) niçin “sekaleyn” ifadesini kullanıyor. Konu açıktır, nass da açık bir şekilde işaret ettiğimiz anlamı ifade etmektedir.

 

- Efendim hadisin ‘Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır' bölümü de acaba sahih nasslarda geçmekte midir?

 

- Sorduğunuz konuyu bu akşam bitiremeyiz. Bundan dolayı sadece önsöz kabilinden konuyla ilgili bazı hususlara değinip ayrıntısını bir sonraki programda sunacağız. 

 

Hadisin “Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır” bölümü Sekaleyn hadisinin en önemli bölümlerindendir ve bu rivayetin esas muhtevasını göstermektedir. “Ma in ehaztüm / tutunduğunuz müddetçe”, “Ma in temessektüm / sımsıkı sarıldığınız müddetçe”, “Len tadıllu ba'di / benden sonra asla sapmayacaksınız” bölümleri de çok önemli olmakla birlikte bu kısım temeldir. Bu bölüm hadisin anahtar, rükün ve hazinelerinden sayılsa yeridir. Açıkça söylüyorum, Emevî din anlayışı hadisin söz konusu bölümünü devre dışı bırakmaya çalışmış ve “Biz bu bölümün Hz. Resûlullah'tan aktarılışının sahihliğini kabul etmeyiz” demişlerdir. “İtret'in Sekaleyn'in bir öğesi oluşu tamam, buna itiraz etmeyiz, ancak sapıklıktan kurtuluşu ifade etmesini kabul etmeyiz” demekteler. İbn Teymiyye bunu temellendirmeye çalışır ve bu bölümünün kabulünün mümkün olmadığını söyler.

 

O şöyle der: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) Tirmizî'nin rivayet ettiği “İtretim olan Ehl-i Beyt'im. Bunlar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır”  buyruğuna gelince bu rivayet Ahmed b. Hanbel'e sorulduğunda o bunu zayıf saymıştır. İlim ehlinden çeşitli kişiler de bu rivayeti zayıf saymışlardır.”[20]

 

İbn Teymiyye burada iki iddia ileri sürmektedir. İlki, İmam Ahmed b. Hanbel'in bu hadisi zayıf saydığı, ikincisi ise sadece Ahmed b. Hanbel değil birçok bilginin de onunla hemfikir olduğudur. Zira “çeşitli kişiler” ifadesi sadece bir iki insanı ifade etmemektedir. 

 

Ben “İbn Teymiyye gerçeği söylemiyor, insanları aldatıyor, yalancının tekidir” demek istemem ve demem de. Zira bu tür sözler kullanmayı kendime yakıştırmam. İbn Teymiyye'nin ibarelerinde dakik bir insan olduğunu biliyorum. Şimdi bu iki iddianın doğru olup olmadığını incelemek istiyorum.

 

Azizlerim, ben değerli izleyicilere meydan oluyorum. Bana İmam Ahmed b. Hanbel'in hadisin bu bölümünü zayıf saydığı tek bir kaynak göstersinler. Ne kadar mühlet istiyorsanız verecek ve sizi bekleyeceğim. Ben İmam Ahmed'in bu rivayeti zayıf saydığı bir metnini ve cümlesini göremedim. Olur ki sizler görmüşsünüzdür. Eğer görürseniz bize haber veriniz. Dolayısıyla İbn Teymiyye'nin burada geçen ifadelerinde dakik olmadığını söylüyor ve nispetinin doğru olmadığını dile getiriyorum.

 

Bu incelemenin önsözü olarak şunu söylemek istiyorum. İmam Ahmed bu bölümünün içinde bulunduğu Sekaleyn hadisine altı yerde çeşitli kanallarla işaret etmektedir.

 

İlki; Ebu Said el-Hudri diyor ki; Hz. Resûlullah'ı (s.a.a) şöyle buyururken dinledim:Ey insanlar! Ben size iki ağır şeyi bıraktım. Bu şeylerin biri diğerinden büyüktür. Gökten yere uzanan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve İtretim Ehli Beyt'im. Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır.”[21]

 

El-Müsned'in tahkikini yapan Allame Şuayb el-Arnavut Ümeyyeci din anlayışına ve İbn Teymiyye'ye uyarak bu hadisin geçtiği altı yerde de hadisin zayıf olduğunu belirtir. Bakınız bu hadise nasıl dipnot düşüyor: “Hadis şahidleriyle sahihtir. Ancak ‘Fe innehüma len yefterıka…' bölümünün isnadı zayıftır.”[22]

 

Ancak İmam Ahmed b. Hanbel hadisin bu bölümünü zayıf saymıyor.

 

İkinci yer; Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Her şeye nüfuz eden ve kendisi de her şeyden ha­berdar olan Allah, bu ikisinin havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklarına dair bana haber verdi. Öyleyse Siz benden sonra onlara nasıl davrandığınıza dikkat edin.”

 

Şuayb el-Arnavut şöyle der: ‘Fe innehüma len yefterıka…' bölümü hariç… [23]

 

Üçüncü yer; “…Biri diğerinden daha büyüktür… Agâh olun, bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar.”

 

Arnavut şöyle diyor: ‘Fe innehüma len yefterıka…' bölümü hariç…[24]

 

Dördüncü yer; Ebu Said el-Hudri'den, Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar.[25]

 

Beşinci ve altıncı yer; değerli izleyiciler el-Müsned'in 28. cildi, 456 ve 512. sayfalarına müracaat etsinler. Hadis No: 21578 ve 21654.

 

İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde bu hadise çeşitli yerlerde ve farklı isnadlarla işaret etmiştir.

 

Geriye inşallah önümüzdeki hafta cevaplandıracağımız gereken tek bir soru kalıyor: Acaba İmam Ahmed b. Hanbel bu zikrettiği hadislerin sahih ve hüccet olduğunu mu, yoksa hadisin genelinin veya bazı bölümlerinin zayıf mı olduğunu söylüyor?

 

- Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-selamu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

 

 

 

 

 



[1] Ebü'l-Fazl İbn Manzur İbn Mükerrem Cemaleddin, Lisanü'l-Arab, S-K-L maddesi, Darü İhyai't-Türas

[2] Age, agy.

[3] Age, agy.

[4] İmam Şemsüddin Muhammed İbn Ahmed İbn Osman ez-Zehebi, Tezkiretü'l-Huffaz, c. 2, s. 666, Mektebetü İbn Teymiyye

[5] Lisanü'l-Arab, c. 2, s. 144, S-K-L maddesi

[6] İmam Mecdüddin Ebü's-Saadat el-Mübarek İbn Muhammed el-Cezeri İbnü'l-Esir, en-Nihaye fi Garibi'l-Hadis ve'l-Eser, s. 125, S-K babı, Sikl maddesi, Takdim Ali İbn Hasan İbn Ali İbn Abdülhamiyd el-Halebi ei-Eseri, Dar-ü İbni'l-Cevzi, Beşinci Baskı, 1430 Suudi Arabistan 

[7] Allame  Carullah Muhamed İbn Ömer Zamahşeri, el-Faik fi Ğaribi'l-Hadis, c.1, s. 150, S-K babı, Haşiyelendiren İbrahim Şemsüddin, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1. Basım, 1417

[8] Ebu'l-Abbâs Ahmed İbn Ömer İbn İbrahim el-Kurtubî, el-Müfhimü li-ma Eşkele Min Talhisi Kitab-ü Müslim, c. 6, s. 302-4, Dar-ü İbn Kesir, Dımeşk, 1429, Dördüncü Basım

[9] Semhudi, Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celiyy ve'n-Nesebi'n-Nebeviyy, s.243, Dirase ve Talik Mustafa Abdülkadir  Ata, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye,

[10] Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberi, Camiü'l-Beyan an Te'vili'l Ayi'l-Kur' an, c. 23, s. 360, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, 

[11] Age, c. 23, s. 366

[12] Hafız İmaddüdin Ebü'l-Fida İbn Kesir ed-Dımaşki, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Aziym, c. 4, s, 62, Darü'l-Alemi'l-Kütüb

[13] Allame Abdurrahman İbn Nasır es-Sa'di, Teysirü'l-Kerimi'r-Rahman fi Tefsiri Kelami'l-Mennan, 1058, Abdullah İbn Abdülaziz el-Ukayl ve Muhammed İbn Salih el-Useymin'in takdimiyle, Dar-ü İbn Cevzi. 

[14] Muhammed Hüseyn Tabatabai, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c. 20, s. 67, Müessesetü'l-Alemi, Beyrut, 1411

[15] Sahih-ü Müslim, Kitabü Fazaili's-Sahabe, Bab-ü Fezaili Ali, 36 ve 37.

[16] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 300

[17] Age, agy.

[18] Tirmizi, el-Camiü'l-Kebîr, Tahkik Şuayb el-Arnavut, c.7, s.174, er-Risaletü'l-Alemiyye, Basımı.

[19] Age, agy.

[20] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünne, c. 4, s. 300 Tahkik Doktor Muhammed Reşad Salim, Darü'l-Fazilet

[21] Müsned-ü İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 17, s.169, Hadis No:11104, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut Müessesetü'r-Risale

[22] Age, agy.

[23] Age, c. 17, s. 211, Hadis No: 11131

[24] Age, Hadis No:11211

[25] Age, c. 18, s. 114, Hadis No:11561

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

medyasafak.com