Direniş ekseni: İran mücadeleye nasıl öncülük ediyor?

Direniş ekseni: İran mücadeleye nasıl öncülük ediyor?
Pan-Arap dünya IŞİD’in ellerinde yok edilme tehlikesiyle kaşı karşıyayken, İran gerçek direniş eksenine öncülük ediyor: Lübnan’dan Yemen’e ve Bahreyn’e kadar, Vahhabizm’i teşhir eden ve ülkelere ve toplumlara, gerçek ezenlere karşı bir arada durma çağrısı yapan sesler yükseliyor.

 

 

Catherine Shakdam

 

 

journal-neo.org

 

 

Her ne kadar dünyadaki pek çok ülke, Washington'un ve onun Ortadoğu'daki bölgesel müttefiklerinin – en başta da Suudi Arabistan'ın – bölgede haklı savaşlar yürüttüğü, Vahhabi radikalizmin yükselişinin karşısında durduğu ve onunla mücadele ettiği izlenimi altında kalmaya devam etse de, gerçekte bakmaları gereken yer Doğu'dur, zira bu kara veba kanserine karşı bir bariyer ve siper inşa eden İran'dır.

 

Bütün açıklamalarına ve vaatlerine rağmen, Müslümanlara ve sözde “düşman” Müslüman ülkelere karşı yetkililerinin ürettiği anlatılara ve şirket medyasının yönelttiği hiddetli suçlamalara rağmen, IŞİD'in yükselişine ve yayılmasına Amerika Birleşik Devletleri'nden daha fazla katkı yapmış kim vardır?

 

Tastamam doğruyu söylemek gerekirse, Washington siyasi örtü ve askeri destek sağlarken, lojistikle ilgilenen Riyad'dır: Riyad, Ortadoğu'nun ve Orta Asya'nın köleleşmesini ve arkasından Balkanlaşmasını getirmek üzere, İslam'ın aşırılıkçı yorumunu finanse etmiş ve örgütlemiştir.

 

Batılı emperyalistlerin ve onların kukla rejimlerinin oynadığı bu büyük oyunun kökleri on yıllar, hatta yüzyıllar öncesine gidiyor. Dinsel sapkınlığın ilk tohumu, 18. Yüzyılın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamanın ve İslam'ın çoğulcu temellerini çökertmenin bir aracı olarak Arabistan çöllerinde atılmıştı.

 

Küresel aşırılıkçılığın yaratıcısı ve ABD'nin yakın müttefiki Suudi Arabistan, Batılı yönetici yapıyla içiçe geçmiştir. ABD'nin tarihindeki en büyük silah satışının 2011 yılında Suudi Arabistan'a yapılmış olmasını başka ne izah edebilir? Suudi Arabistan'ın terörizmle bağlantısı akademide evrensel düzeyde kabul ediliyor, zira Suudi Arabistan, insanlara köktenci düşüncenin aşılandığı “medreseleri” finanse etmiştir ve etmeye devam etmektedir.  Terörün beşiği olan krallık, radikalleri endüstriyel bir düzeyde yetiştirmiştir.

 

1960'lı yıllara kadar Vahhabizm, büyük ölçüde Arabistan Yarımadası'yla sınırlıydı – ta ki Suudi monarşisi, Nasır yönetimindeki Mısır'daki baskıdan kaçan Müslüman Kardeşler'in radikal üyelerine sığınma hakkı vermeye karar verinceye kadar. ABD Büyükelçisi  Curtin Winsor şunları yazar: “Suudi dini yapısının atalara dayanan, fakat tecrit olmuş Vahhabi akidesi ile, laik Arap yöneticilerini kafir ve cihadın meşru hedefi ilan Seyyid Kutub'un Selefi cihadçı öğretileri arasında, farklı türler arası çiftleşme (cross-fertilization) gerçekleşti. Bu, ikili Vahhabi sosyal ve kültürel muhafazakarığı ile, en sonunda El Kaide'yi doğuracak olan Vahhabi siyasal İslam'ın militan varyasyonunu üreten Kutubçu siyasi radikalizmin senteziydi.”

 

 

Tavşan deliği daha derinlere gidiyor!

 

Batılı güçlerin pan-Arap dünyada bir kitlesel istikrarsızlık silahı olarak terörle olan bağlantısı, tanınmış kişiler ve araştırmacılar tarafından kapsamlı şekilde belgelendi. Kıdemli gazeteci Robert Dreyfuss, yazılarında ABD'nin ve İngiltere'nin, Ortadoğu'daki İngiliz ve öteki Batı çıkarlarını alaşağı etmeye çalışan laik milliyetçi ve Arap solcusu gruplara karşı, şimdi yasadışı ilan edilmiş Müslüman Kardeşler ve öteki sözde İslami gruplarla yaptığı örtülü anlaşmaların uzun tarihinin izini sürdü.

 

Hem Dreyfuss hem de Wall Street Journal'dan Ian Johnson, Müslüman Kardeşler'in 1950'lerdeki baş örgütçüsü Said Ramazan'ın Batı istihbaratıyla bağlantılı olduğunu ve CIA tarafından desteklendiğini kanıtladı. İslamcı sağ, anti-emperyalist ve ulusalcı Arap soluna karşı etkili bir vekil güçtü. 2005 tarihli  Wikileaks raporları da, Müslüman Kardeşler dahil Suriyeli muhalif gruplara verilen desteğin Bush yönetimi altında başladığını gösteriyordu.

 

Amerika'nın radikalizm ve terörizmin yayılmasındaki suçu artık tartışmaya açık bir şey değildir, kanıtlanmış bir olgu haline gelmiştir.

 

 

Peki Amerika terörle savaşmıyorsa kim savaşıyor?

 

İyi düşünen Batı ülkeleri için ne kadar rahatsız edici olursa olsun, yanıt İran'dır.

 

Bölgede, terörün belini kırma konusunda İslam Cumhuriyeti kadar niyetli olan başka bir güç yoktur – öyle ki, Tahran halihazırda adamlarını ve silahlarını Irak'a gönderdi ve Bağdat'a, en yoğun şekilde ihtiyaç duyduğu anda koşulsuz destek sağladı.

 

İran'ın müdahalesi ve IŞİD'e karşı askeri güç kullanımı olmasaydı, muhtemelen Irak'ın başkenti ve başka eyaletleri IŞİD'in hakimiyetine geçecekti. 

 

İran'ın Arap ve Afrika işlerinden sorumlu Dışişleri Bakanı Yardımcısı Hüseyin Amir-Abdullahian, şu anki siyasi dinamikleri ve bunların içerimlerini geçtiğimiz Temmuz ayında en iyi şekilde özetledi ve aşırıcı güçlerin Ortadoğu'daki temel amacının Müslüman ülkelerin zenginliklerini çalmak ve İsrail'e karşı direniş cephesini yıkmak olduğunu ifade etti. Bakan Yardımcısı ayrıca, son derece haklı bir şekilde, bölgedeki Müslüman ülkeler birleşmiş olsa terörizmin Ortadoğu'da varlık bulamayacağını savundu.

 

Bu savaş gerçekten de bir bağımsızlık savaşıdır: neo-emperyalizmden ve teo-faşizmden bağımsızlık savaşı.

 

Ve Batılı güçler İran'a karşı zehirli propagandalarını kusup Şii İslam'ın dünyanın istikrarı karşısında bir tehdit olduğunu savunurken, İran'a karşı hangi ittifakları seçtiklerini hatırlayalım: Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar, Vahhabi-radikal üçlüsü!

 

Ve eğer İran gerçekten de neo-emperyalizm için bir tehdit oluşturuyora, bunun nedeni her türlü siyasi ve dini dikta biçimine tabiatı gereği karşı olmasıdır. İran'daki cumhuriyetin, tiranlığın reddedilmesinden doğduğunu hatırlayalım. İranlılar özgürlüklerini elde etmek için Batı'nın hegemonik tutkularına karşı direnişi yükselterek en büyük bedeli ödemek zorunda kalmıştı. 

 

İran'ın o günden beri mesajı ve politikası her zaman siyasi açıdan kendi kaderini tayine destek olmuştur, boyun eğmek değil.

 

Pan-Arap dünya IŞİD'in ellerinde yok edilme tehlikesiyle kaşı karşıyayken, İran gerçek direniş eksenine öncülük ediyor: Lübnan'dan Yemen'e ve Bahreyn'e kadar, Vahhabizm'i teşhir eden ve ülkelere ve toplumlara, gerçek ezenlere karşı bir arada durma çağrısı yapan sesler yükseliyor.

 

Siz nerede duracaksınız?

 

 

www.medyasafak.net