Esad ve Nasrallah: Zorunlu geçiş yolu

Esad ve Nasrallah: Zorunlu geçiş yolu
Es Sefir'den Sami Kleib yazdı: Bütün Arap liderleri aynı anda konuşsa, İsrail bir kelime bile hatırlamaz. Seyyid Hasan Nasrallah bir parça bilgi açığa çıkardığında ise, İsrail titrer. Nasrallah’ın El Mayadin’e verdiği son röportajda olan buydu. Bu tartışılmaz bir noktadır: Hizbullah, bir dehşet dengesi denklemi kurmayı başarmıştır.

 

 

 

Sami Kleib

 

 

 

Es-Sefir

 

 

Bütün Arap liderleri aynı anda konuşsa, İsrail bir kelime bile hatırlamaz. 2002'deki Beyrut Arap Zirvesi'nde İsrail'le normalleşme hakkında konuştukları zaman bile savaş suçlusu Ariel Şaron itibar etmemiş ve ivedilikle, girişimlerinin bunu yazacak mürekkebe değmeyeceğini söylemişti.

 

Hizbullah direniş hareketinin Genel Sekreteri Sayın Seyyid Hasan Nasrallah bir parça bilgi açığa çıkardığında ise, İsrail titrer. Nasrallah'ın El Mayadin'e verdiği son röportajda olan buydu. Bu tartışılmaz bir noktadır: Hizbullah, bir dehşet dengesi denklemi kurmayı başarmıştır.

 

 

Ya Batı Atlantik?

 

Yüzyılın savaşlarının en kötüsü olarak görülen Suriye savaşında Başkan Beşar Esad, küresel ve bölgesel politikaların merkezi haline geldi. İnsanları, taşları ve ruhları yok eden bu kanlı savaş, “Esad'ın gidişine” veya onun “yerinde kalmasına” bağlandı. Suriye'nin direnişi ve İran'ı destekleyen pozisyonunun bedelini ödediğine şüphe yoktur.

 

Savaşın iç nedenlerine dair söylenen her şey – otoritelerin hataları, güvenlik yokluğu, tarım projelerinin başarısızlığı veya Şam Baharı'nın “bastırılması” – doğru olabilir ve yaşam koşullarını iyileştirmek isteyen insanların ayağa kalkmasına katkıda bulunmuş olabilir. Ancak savaşın ilk ve son amacı, Irak ordusunun yok edilmesinin ve Cezayir ordusunun zayıflatılmasının ardından Suriye ordusunun yok edilmesiydi.

 

Esad'ın şahsiyeti, Suriye'nin direnişe yönelmesinde önemli bir rol oynadı. Esad'ın 2008 yılında Türkiye aracılığıyla İsrail'le müzakereye giriştiği ve Golan Tepeleri'nin tamamen geri verilmesi halinde yeniden müzakereye başlanmasına karşı olmadığı açıktır, ancak kalbi ve zihni, artık direnişe ve onu koruma ihtiyacına daha yakındır; babası Hafız Esad döneminde olduğundan daha yakındır.

 

Yazar Flynt Leverett, Suriye hakkındaki “Suriye Mirası: Beşar'ın Ateşle Yargılanması” başlıklı kitabında, “Beşar Esad, İran'ın Şam Uluslararası Hava Alanı üzerinden Hizbullah'a gönderdiği silah miktarının arttırılmasına ve gelişmiş silah sistemleri gönderilmesine izin vermeyi kabul etti” diye yazar. Beşar Esad'ın pozisyonu, Hizbullah'ın Hafız Esad döneminde Suriye-Lübnan ekibi karşısında içinde bulunduğu durumla çelişmektedir. Hizbullah Lübnan'da, daha ileride Suriye ordusunun Lübnan'dan çıkması sonrasında Suriye karşıtı politikacılarla işbirliği yapan Hazi Kenan yönetimi döneminde pek çok defa saldırıya uğramıştı!

 

Milletvekili Hasan Fadlallah, “Hizbullah ve Devlet” başlıklı kitabında, iç kararların kontrolünde olan Suriye-Lübnan ekibininin "Hizbullah'la çatıştığını ve Taif yönetimini Suriye yönetiminin tam denetimi altına soktuğunu” söyler ve “Devlet kuruluşlarının çoğu, Lübnanlı yüzlere sahip Suriye yöneticileri tarafından yönetiliyordu ve onun ekibi direnişi tuzağa düşürmeye çalıştı” der. Hafız Esad daha ileride fikir değiştirerek direnişe maddi destek sağlamış, ancak bu, Beşar Esad'ın direnişle organik ittifaka duyulan ihtiyaç konusundaki hislerinin ve düşüncelerinin düzeyine ulaşmamıştır.

 

Kimden istenen onay belgeleri?

 

Suriye'deki olayların ilk günlerinden itibaren Seyyid Nasrallah, gördüğü iyiliklere karşılık verme arayışında oldu. 2011 yılında Rayah Meydanı'nda yaptığı konuşmada, Suriye muhalefetinin kurduğu Ulusal Meclis'in ilk başkanı Dr. Burhan Galyun'u eleştirmeye ve suçlamaya koyuldu. Galyun'un “eğer Suriye'de sistemi değiştirip iktidarı alabilirsek, ülkenin İran'la ilişkilerini kesmek istiyoruz” şeklindeki sözlerine değinen Nasrallah, şu yorumu yapmıştı: "bu anlaşılabilir, fakat Galyun'un Lübnan'daki ve Filistin'deki direnişle, yani Hizbullah ve Hamas'la da ilişkilerini kesmek istediklerini söylemesi kimden onay belgeleri istemektir? Elbette Amerikalılardan ve İsraillilerden.”

 

Nasrallah, Suriye savaşının aynı zamanda özellikle Hizbullah ve İran'a açılmış bir savaş olduğundan emindi. Hizbullah'ın stratejik değerlendirmesi, hareketin Suriye'ye savaşmaya gitmesi pahasına bile olsa, bu ekseni hedef alan bu projenin karşısında durmak gerektiği şeklindeydi.

 

Bu değerlendirme Körfez'de bile yankısını buldu. Umman Dışişleri Bakanı Yusuf bin Alevi, "Tarihsel olarak İsrail'le savaşan üç büyük Arap ülkesi olmuştur: Mısır, Suriye ve Irak. Ben bunun Siyonist hareket tarafından bozulduğuna inanıyorum" şeklinde konuşmuştu. Umman ve diğer Körfez devletleri Hizbullah'ı terör örgütleri listesine koymak istemiyordu, ancak Riyad'ın kararına karşı söyleyecek bir sözleri yoktu.

 

Büyücünün kendisi büyülendi!

 

Suriyenin direnişe yönelmesi epey hoşnutsuzlukla karşılanırken, buna Colin Powell'ın Irak işgali sonrasında 2003'te Esad'la ilk görüşmesinde dillendirdiği tehditler eşlik etti.  Suriye Devlet Başkanı, Mart 2011'de ülkesindeki savaş başladığında, Halk Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada şu sözleri sarf ediyordu: "Suriye üzerindeki baskı arttığında, bize çıkarlarımızla çelişen önerilerde bulunuyorlardı ve direnişe ve diğer Araplara karşı komplolar kuruyorlardı. Baskı yoğunlaştığında onlara şunu söyledim: Bu önerileri ben kabul etsem bile, halk kabul etmez.”

 

Pek çok kişi böyle bir konuşmanın artık bir anlamının olmadığını, direniş çağının bittiğini ve bir Fars, Sufi, Şii projesinin olduğunu söyleyecektir. Güzel. Bu, bölgede şu anda var olan çatışmada kullanılan bir tür araçtır. Her iki taraf da karşılıklı olarak birbirini suçlamış ve birbirine karşı güvensizlik sergilemiştir.

 

Bu konuşmayı bir tarafa bırakalım. Yarın İran ve Suudi Arabistan uzlaşabilir ve bu konuşma yok olup gider. Fakat Arapların tam itaatiyle gerçekleşen barış inisiyatifleri – Madrid'den Oslo'ya ve Beyrut barış inisiyatifine kadar – dünyadaki son ırkçı rejimin suçlarına bir son verdi mi, yahut savaşlarında, yerleşim inşalarında ve topraktan geriye kalanın ortadan kaldırılmasında bir şey değiştirdi mi? Bilakis, Filistin halkının belini kurmaya çalışıyorlar.  

 

Meselenin özü de burada. Fitne doğuran projelerin başarısı nedeniyle büyük amaçlar başarılı oldu: Irak'ın yıkılması, Suriye'nin yıkılması, Cezayir'in etkisizleştirilmesi, Sudan'ın bölünmesi, Libya ve Yemen'in yıkıcı savaşlara saplanması, Arapçılık fikrinin suç olarak görülmesi, Filistin ve Lübnan direnişinin terörizm olarak betimlenmesi, Arap pazarlarıın bütün silah fabrikalarına açılması -ki son yıllarda satılan silahlar, önceki on yıllarda satılanlaran fazladır -, Arap kamuoyunun barış veya teslim olmanın temel olduğuna ikna edilmeye çalışılması ve Körfez devletleri ile İran'ın, kendi aralarındaki uyuşmazlıkları İsrail'le olan düşmanlıklarından daha önemli görmeye zorlanması.

 

Fakat bu fitnenin esas aracı olan terörizm, denklemi değiştirmiştir ve daha fazla değiştirecektir. Büyücünün kendisi büyülenmiştir.

 

Nasrallah'ın kararlı mesajları...

 

ABD Başkanı Barack Obama'nın “Atlantic” dergisi için sarf ettiği sözler, belki de Batı'nın düşünmeye başladığı şeyin kritik bir ifadesi ve en açık hakikattir. Dünün müttefiklerine yönelik saldırının Avrupa'nın Suudi Arabistan'a silah ihracatına karşı aldığı kararlarla çelişmesi tesadüf değildir. Krallığa yönelik bu saldırıların İran'a yönelik açıklıkla ve günden güne büyüyen, Suriye, Hizbullah ve Lübnan ordusuna yönelen kayışla bağlantılı olması da tesadüf değildir.

 

Seyyid Hasan Nasrallah'ın ortaya koyduğu, Türkiye'nin Başkan Esad hakkında geri adım atabileceği yönündeki işaretler belki de birden fazla mesaj taşıyor.  Nasrallah, İran ve Türkiye arasındaki önemli görüşmelerin muhtemelen gerilimlerin hafifletilmesinde önemli bir rol oynadığını ve Suriye'nin geleceğinde, özellikle de kuzey bölgesinde önemli roller oynayabileceğini söylüyor.

 

Seyyid Nasrallah'ın meslektaşım Gassan Bin Ciddo'ya verdiği röportaj, Suriye açısından kritik bir anda geldi. Hizbullah Genel Sekreteri, tıpkı Esad, İran ve Rusya gibi, rüzgarın kendilerinden yana döndüğünü anlıyor.  Aynı zamanda İsrail'in Batı'yla İran arasında varılan anlaşma sonrasında bu gerçekliği kabul edemediğini de anlıyor. İsrail, yanlış işlere girmemesi için ikaz edilmelidir. Hizbullah'ın elindeki net bilgiler, İsrail'in savaşa devamlı olarak hazır olduğunu doğruluyor. Ancak muhtemelen Suriye savaşının meyvelerini topladığı bu tarihsel anlarda paniğe yol açmak istemeyecektir.   Bizzat ABD temsilcileri, ziyaret ettikleri Lübnanlı milletvekillerinden, İsrail'i savaşa itebilecek şekilde Hizbullah'ı kışkırtmaktan kaçınmalarını istedi.

 

Seyyid Nasrallah'ın direnişin roketlerinin İşgal Altındaki Filistin'in her noktasına ulaşabileceği konusunda ve nükleer hedefler ile öteki hedeflerin listesi hakkında söyledikleri tartışma götürmez. İsrail, bu konuşmada söylenenlere inanıyor ve bu temelde hareket ediyor. Geçmişte direnişin eline stratejik füzelerin ulaştığını biliyor. Direnişte kırmızıçizgi yoktur. Genel Sekreter bunu söylediği zaman bu, savaş istediği değil, savaştan kaçınmak istediği ve İsrail'i yanlış işlere cüret etmemesi için ikna etmeye çalıştığı anlamına gelir.

 

Bu, Avrupa'nın zorunlu geçiş yolu

 

Seyyid Nasrallah ve Esad şunu biliyor: geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği'nin başkenti Brüksel'de ve daha önce Paris'te olduğu gibi, terörizmin Avrupa'nın kalbinde bombalama eylemleri gerçekleştirmesi, Batı'nın tam da Rusya'yla işbirliği yaptığı gibi İran, Suriye ordusu ve Hizbullah'la işbirliğine günden güne daha fazla yöneldiği noktasında şüpheye yer bırakmamaktadır.

 

Batı eğer terörizmi vurmayı gerçekten istiyorsa, Suriye, İran ve Hizbullah bunun için zorunlu geçiş yolu haline gelmiştir.

 

Bu tür tarihsel anlarda tehlike büyür. Seyyid Nasrallah kırmızı çizgileri hatırlatmak istedi. Belki diğer taraf, birden fazla kez yaptığı gibi bombalamalar veya atılım girişimleriyle yanıt verecek.  Fakat Batı dünyası, Esad, İran ve Hizbullah'ın tehdit teşkil etmediği şeklindeki Rus görüşüne yaklaşmış gibi görünyor. İşin özü de burada.

 

 

www.medyasafak.net