Suriye’nin güneyinde “güvenli bölge”: Yeni bir savaş cephesini ateşlemek için taktik

Suriye’nin güneyinde “güvenli bölge”: Yeni bir savaş cephesini ateşlemek için taktik
Rusya ve İran, güvenli bölge fikri karşısında benzer bir şüphecilik ortaya koydu. Moskova göründüğü kadarıyla Suriye’de olanlara karar verme konusunda esnekliği korumaya çalışacak; Tahran ise başlıca müttefikleri olan Suriye Arap Ordusu ve Hizbullah’ın, ülkenin kalan kısımlarındaki kontrolünü güçlendirmeye çabalayacak.

 

 

 

Merve Osman

 

 

21st Century Wire

 

 

ABD'nin ve Ortadoğu'daki müttefiklerinin Suriye'yi mümkün olan tüm araçlarla parçalama arayışında olması artık pek şaşırtıcı gelmiyor. Buna karşın “Direniş Ekseni” adını taşıyan, Suriye, Rusya, İran ve Hizbullah'tan oluşan Amerikan karşıtı ittifak, bu bölünmenin karşısında duruyor.

 

20 Nisan tarihli Jerusalem Post gazetesinde “Suriye parçalara bölünürken, İsrail'in Golan'daki ilhakını tanıma zamanı” manşetiyle verilen haber, dünyanın Golan Tepeleri'ni İsrail'in parçası olarak tanımasının zamanının geldiğini ileri süren İsrail diplomasi bakanı yardımcısı Michael Oren'ın sözlerine yer verdi. Hatta İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 10 Mart 2017 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le yaptığı zirve görüşmeleri esnasında, ülkesinin Golan Tepeleri üzerindeki iddiasını yineledi. Netanyahu açık açık, “Golan İsrail'in parçasıdır ve dünyanın bunu böyle kabul etmesi için burada duracağız” iddiasında bulundu.  

 

Suriye'nin hem güney hem de kuzey cephelerindeki ABD müttefikleri son zamanlarda, özellikle Halep'in Nusra teröristlerinden kurtarılmasından bu yana, egemen Suriye devletinin önceden planlanmış Balkanlaştırılmasına hazırlıkla meşgul. Geçen ay RT için, ABD'nin ülkeyi parçalama amacı doğrultusunda bağnaz ideolojileri ve grupları güçlendirip işlerini kolaylaştırdığı kuzey Suriye'de bu doğrultuda olanlar hakkında bir yazı yazmıştım.

 

Bu yılın başından beri, Suriye-Ürdün sınırında benzer bir stratejinin uygulanması olasılığı hakkında haberler çıkıyor. Arapça yayınlanan El-Hayat gazetesi 7 Şubat 2017 tarihinde, Ürdün'ün Türkiye örneğini izleyerek, IŞİD bağlantılı Halid bin Velid Ordusu'nu bozguna uğratma iddiasıyla Suriye'nin güneyinde kendi askeri operasyonlarını yürütmek istediğini aktardı. Gazete ayrıca Ürdün'ün, Yermuk Nehri havzasındaki kampanyayı, Amman'ın geçen yıl bölgesel meselelerde daha güçlü ikili bağlar kurduğu Rusya'yla koordine etme arayışında olduğunu iddia etti. El Hayat'ın haberinden yalnızca bir hafta önce Ürdün'ün, Haziran 2016'da Yermuk Şehitleri Tugayı da dahil olmak üzere bölgedeki cihadçı grupların yeniden örgütlenmesi sonrasında kurulan Halid bin Velid Ordusu'na karşı bir hava saldırısı düzenlediği aktarılmıştı. ÖSO fraksiyonlarının Güney cephesindeki koalisyonu, Deraa eyalet başkentini ele geçirmeyi başaramadığı 2015 yazından beri büyük hücumlara girişmedi. O tarihten bu yana ortaya çıkan çok sayıda haber, Güney cephesini Amman'dan gören, Batı denetimindeki Askeri Operasyon Konseyi'nin ÖSO'yu, Deraa'daki IŞİD'le bağlantılı cihadçılara karşı operasyonlarını yoğunlaştırmaya ittiğini ve bunu, güneydeki Deraa şehrini kontrol edenin eski adı El Nusra Cephesi olan Şam'ın Fethi Cephesi terörist grubu olduğunu bilerek yaptığını gösteriyor.

 

İsrail'in Suriye içindeki kendi vekil güçleri

 

İsrail ve Ürdün'ün Suriye'nin parçalarını ilhak etme isteğine dair yukarıda bahsedilen haberlere ilave olarak, medyanın çok az ilgisini çeken, İsrail'in yaralı Suriyeli teröristleri tedavi ettiği gerçeği bulunuyor. 9 Nisan 2017 tarihinde İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, “insani bir çabanın parçası olarak” İsrail'in “savaşta yaralanmış” Suriyeli savaşçıları tedavi etme taahhüdünü yeniden doğruladı. İsrail, ihtilaflı Golan Tepeleri bölgesi üzerindeki İsrail-Suriye sınır çizgisine gelen tüm savaşçıları veya sivilleri tedavi ettiğini iddia etse de, kanıtlar, İsrail'in tedavi ettiklerinin hemen hemen hepsinin teröristlerle bağlantılı muhalefet savaşçıları olduğunu göstermeye devam ediyor ve bu, İsrail'in insaniyet iddiasını doğrulamayı zorlaştırıyor. Bizzat İsrail medyası bile, kendi ülkelerinin Suriye sınırına yakın hastanelerde “El Nusra üyelerini bilerek tedavi ettiğini” ve her bir savaşçının hastane faturasının ortalama 15 bin dolar olduğunu kabul ediyor. Bu aynı zamanda İsrail'in Suriye'deki savaşa epey “dahil olduğunu” da kanıtlıyor.

 

Dahası, İsrail ile Suriye'de faaliyet yürüten vekil Nusracı teröristler arasındaki anlaşmanın bir parçası da silahlar. Jerusalem Post gazetesi 2016 yılında, Suriye Arap Ordusu'nun Deraa'nın doğu banliyölerinden gelen ve teröristlere giden bir araca el koyduğunu aktardı. Süveyde vilayetinde bulunan bir kaynak  SANA'ya, aracın komşu Deraa eyaletinin doğu kırsalında faaliyet yürüten terörist örgütlere gittiğini söyledi. El konulan silah ve cephanelikler arasında 7 İsrail yapımı tanksavar roketi rampası, 62 havan topu, farklı türlerden 128 RPG roketi, 43 adet 120 mm havan mermisi, 42 adet 82 mm havan mermisi ve 100 adet 23 mm makineli tüfek mermisi bulunuyor.

 

Altı yıldan daha uzun süredir devam eden Suriye çatışması boyunca Golan Tepeleri, Suriye ve İsrail arasındaki dolaylı bir savaşın ağırlık merkezi oldu. Bölgenin on yıllardan beri Ortadoğu'nun en sakin sınırlarından biri olması nedeniyle bu, olayların kaçınılmaz bir sonucu değildi. Her ne kadar İsrail topluluğu 1967 yılında alana el koymuş ve 1981 yılında burayı tek taraflı olarak ilhak etmiş olsa da, Golan, Güney Lübnan ya da Sina Yarımadası gibi çatışmalara tanık olmadı. İsrail'in Güney Suriye'deki Nusracı teröristlere silah ve tedavi sunması nedeniyle bu durum, Suriye'deki çatışmanın kötüleşmesiyle çarpıcı şekilde değişti.

 

Ürdün bir güvenli bölge amaçlıyor

 

Bu gelişmeler krize yeni tipte bir yanıt verilmesini gerektirdi ve Güney Suriye'de ABD'nin önerdiği bir “güvenli bölgenin” kurulmasının teşvik edilmesiyle başlatılan yeni bir stratejinin niteliklerini belirledi.

 

Rusya şimdiye kadar öneriyi reddetmedi, ancak seçeneğin sürdürülebilirliği konusunda şüphelerinin olduğunu ortaya koydu. Bu, Ürdün tarafından, Moskova ve Amman arasında Güney Suriye'de barış için yapılan sözlü anlaşmayı geliştirecek bir seçenek olarak görülüyor. Bu doğrultuda, IŞİD'in El-Rakban mülteci kampını ele geçirerek Ürdün'ü ciddi bir riskle karşı karşıya bırakması sonrasında gerçekleşen doğrudan Rus askeri müdahalesi, bu bölgenin kurulması için yolu döşemişti. Buna ilave olarak Ürdün'ün, sınır hattındaki ÖSO savaşçılarını silahlandırarak ve eğiterek zaten almış olduğu risk bulunuyor. Suriye'nin güneyinde ÖSO çatısı altında 120 fraksiyon yer alıyor ve bunlar, ABD'nin finanse ettiği Askeri Operasyon Merkezi'nden fon alıyor. Bu gruplar arasında Suriye Devrimciler Cephesi, Ahrar Neva Bölüğü, Liva Tevhid el-Cenub, Hareket Fecr el-Şam, 46. Bölük,  Evliya el-Furkan, Kuneytra askeri şurası ve Özgür Aşiretler Ordusu da bulunuyor.

 

Bu gerçekler, şu soruyu sormamıza yol açıyor: Ürdün ve ABD'nin istediği, İsrail'in de desteklediği “Güvenli Bölge” gerçekten IŞİD riskine karşı mı yoksa 2017 yazından itibaren Suriye'nin güneyine yapılacak olası bir kara müdahalesinde bu 120 fraksiyonun istilacı güçler olarak kullanılması için mi?

 

Rusya ve İran güvenli bölgeden şüpheli

 

Rusya ve İran, güvenli bölge fikri karşısında benzer bir şüphecilik ortaya koydu. Moskova göründüğü kadarıyla Suriye'de olanlara karar verme konusunda esnekliği korumaya çalışacak; Tahran ise başlıca müttefikleri olan Suriye Arap Ordusu ve Hizbullah'ın, ülkenin kalan kısımlarındaki kontrolünü güçlendirmeye çabalayacak.

 

Ürdün'ün Rusya'yla artan işbirliğinin ifade edilmeyen amacının, Moskova'dan, İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah'ın Şam'ın güneyine konuşlanmayacağı yönünde güvenceler almak olduğu aktarılıyor. Bu, Suriye'nin güney sınırında oluşan direniş ekseninin konuşlanması konusunda paranoyak olanın gerçekte kim olduğuna dair soru işaretlerini gündeme getiriyor. Böyle bir konuşlanma gerçekten Ürdün Krallığı'nı mı zayıflatacaktır yoksa Hizbullah'a giden silah transferlerini engellemek ve Golan'daki İran faaliyetlerini sınırlamak için bütün seçenekleri masaya koymak isteyen yalnızca İsrail midir?

 

Daha zorlu olan görev ise, bir “güvenli bölge” durumunda Güney Suriye'de sahadaki güvenlikten tam olarak kimin sorumlu olduğu konusunda anlaşmaya varmak. Bunu ise şu nihai soru izleyecektir: ABD ve İsrail, bir “güvenli bölgenin” kurulması sonrasında bir Balkanlaşmanın gerçekleşmeyeceği konusunda güvence sunuyor mu?

 

Buna ciddi bir insani durumu da eklemek gerekiyor. Bu bölgede şu anda yaklaşık 400 bin kişi yaşıyor ve bir “güvenli bölge” kurulduktan sonra on binlerce kişi daha bu bölgeye gelebilir. Bütün bir inisiyatif, sürdürülemez ve istikrarsız gibi görünüyor.

 

Bunu şu şekilde de düşünmek gerekir: Eğer ABD, Ürdün ve İsrail tarafından desteklenen ÖSO güçleri diplomatik olarak kabul edilemez veya güvenli bölgeyi koruyamaz görünürse, yabancı ülkelerden, muhtemelen de Arap ordularından gelen insan gücü gerekecektir. Ancak bölge hükümetlerinin, özellikle de Körfez'dekilerin, Yemen'de kendileri için yarattıkları bataklık düşünüldüğünde, Suriye'ye karşı küresel savaşın yeni bir yıkıcı aşamasını ilan eden bu tür kuvvetler sunup sunmayacağı belli değildir.

 

 

Çeviri: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net