Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (7)

Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (7)
Ehl-i Sünnet’in bu büyük âlimi Âlûsî şöyle der: "Hz. Meryem’in Peygamber olduğu görüşünü kabul etsek dahi bunu söylemek caizdir." Yani sahih ve sarih rivayetler Hz. Meryem’in peygamberlerden biri olduğuna delâlet etse bile Hz. Fâtıma (a.s.), Hz. Meryem’den daha üstündür!

 

 

Sunucu: Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla… Salat ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a.) ve pâk Ehl-i Beyti'ne olsun. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Seyyidim önceki programda ‘‘Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ'nın (a.s.) âlemlerin kadınlarının hanımefendisi, en faziletlisi ve en kâmili'' olduğunu açıkladınız. Ardından da -Allah'ın selâmı üzerine olsun- Hz. Hadîce'nin bu ümmetin en üstün kadını olduğunu açıkladınız. Tabii ki Hz. Zehrâ'nın makamı, Hz. Hadîce'nin makamından daha kapsamlı ve daha üstün. Yine hakiki anlamda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat âlimlerinden olan Allâme Âlûsî'den birçok nakilde bulundunuz. Allâme Âlûsî'nin bu konu hakkındaki tutumunun ne olduğunu anlatabilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Bu soru ve sorgulama bizi bir mukaddime sunmaya zorlamaktadır. Özetle bizimle bağlantı kuran bazı kimseler şöyle diyorlar:

 

Doğrudur, sizler âlimlerin kaynaklarında geçen birtakım rivayetleri okuyorsunuz. Ancak bu rivayetlere ilişkin takdim ettiğiniz yorumlar âlimlerin yorumlarıyla uyuşmuyor. Örneğin siz “Ben kimin mevlası isem bu Ali de onun mevlasıdır” hadisine dayanarak bu hadisin Hz. Ali b. Ebî Tâlib'in imamet ve hilafetine delâlet ettiğini söylüyorsunuz. Ehl-i Sünnet âlimleri de bu hadisi nakletmektedirler. Ancak onlar hadisin bu tefsiri ve yorumu ve deyim yerindeyse bu şekilde okunması noktasında sizden ayrılmaktadırlar. Bir diğer örnek ‘‘Sekaleyn Hadisi''. Sizler bu hadisin Ehl-i Sünnet âlimlerinin kaynaklarında geçtiği söylemektesiniz. Bu doğru olsa da onlar Sekaleyn Hadisinin yorumu hususunda sizinle aynı görüşte değildirler. Sizler Sekaleyn Hadisinin imamet veya masumiyete delâlet ettiğini söylemektesiniz. Ancak bu yorum hususunda onlar sizinle aynı görüşü paylaşmıyorlar.

 

Siz geçen hafta Ehl-i Sünnet'in en önemli kaynaklarından bazı pasajlar okudunuz. ‘‘Hz. Zehrâ'nın (a.s.) âlemlerin kadınlarının hanımefendisi, ezelden ebede kadar bütün kadınların en faziletlisi olduğu, Hz. Hadîce'nin bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olduğu'' şeklinde bir yorumda bulundunuz ve bir okuma yaptınız. ‘‘Ehl-i Sünnet'in büyük âlimleri içinde sizin bu okumanıza ve yorumunuza muvafık olan hiç kimse var mı'' şeklindeki soruya cevap vermek için Allâme Âlûsî'nin üzerinde durduk. Değerli izleyicilere Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden birisinin aşağıdaki iki mesele hakkında neler düşündüğünü açıklayacağız.

 

a- Hz. Fâtıma'nın (a.s.) fazilet ve kemâli, O'nun âlemlerin bütün kadınlarının en üstünü olduğu,

 

b- Kemâl ve faziletler açısından ikinci sırada Hz. Hadîce'nin bulunduğu.

 

Hz. Hadîce'den sonra üçüncü sırada kimin geldiği meselesine ise inşallah değinecek ve bu ibareleri okuyacağız. Birazdan bir başka hakikati açıklayabilmek için Allâme Âlûsî'nin açıklamaları üzerinde duracağız. Çünkü Allâme Âlûsî, Irak'ta Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden ve önde gelen simalarından birisi olarak kabul edilmektedir. O, Bağdat'ın âlimi ve allâmesidir. Bu okuyacağımız pasaj Irak'taki Sünnî ekolün Ehl-i Beyt İmamlarına nasıl yaklaştıklarını bize gösterecektir. Bu konu oldukça önemlidir. Azizlerim, dikkat ediniz! Irak'ın Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Şiası…

 

Geliniz, bir bakalım, Allâme Âlûsî ne diyor? Allâme Âlûsî'nin açıklamalarına ilişkin birtakım notlar düşeceğimden ve açıklamalarda bulunacağımdan ötürü şimdiden özür diliyorum. O Rûhu'l-Meânî adlı tefsirinde şöyle diyor:

 

Ebû Cafer el-Bâkır bu görüşü benimsemiştir. Bu aynı zamanda Ehl-i Beyt İmamlarının meşhur görüşüdür. Ben de bu görüşe meyletmekteyim. Hz. Fâtıma el-Betûl (a.s.) çeşitli yönlerden ezelden ebede kadar bütün kadınların en üstünüdür. Çünkü O Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) parçasıdır. Hatta diğer yönlerden de diğer kadınlardan üstündür.[i]

 

O ilk önce İmam Bâkır'ın ve Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) görüşünü açıklıyor. Onların görüşüne göre Hz. Zehrâ (a.s.) âlemlerinin kadınlarının seyyidesi ve en üstünüdür. Hz. Meryem (a.s.) ise kendi yaşadığı dönemin en hayırlı kadınıdır.

 

Allâme ‘‘diğer yönlerden'' dedikten sonra konunun ilerleyen bölümlerinde buna işaret eder.

 

Öyleyse Hz. Fâtıma'nın kadınlarının en faziletlisi oluşundaki en önemli pay O'nun (a.s.) Hz. Mustafa'nın bir parçası oluşudur. Biz Sahîhü'l-Buhârî'de geçen “Fâtıma (a.s.) benden bir parçadır” hadisini okumuştuk.

        

Sunucu: ‘‘Parça'' ifadesi ‘‘kızım'' ifadesinden farklıdır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Elbette bütünüyle farklıdır. Ancak devamında öyle bir cümle kullanır ki eğer bu cümle tam ve yerli yerinde anlaşılırsa Ehl-i Beyt Okulu âlimlerinin temel dayanaklarından birini ispat eder. Ehl-i Sünnet'in bu büyük âlimi Kur'ân'ı Kerim'in nassıyla Meryem-i Sıddîka'nın da aralarında bulunduğu ezelden ebede kadar bütün kadınlarının en üstününün Hz. Fâtıma olduğunu belirterek şu ifadeyi kullanır. O, şöyle der:

 

Hz. Meryem'in Peygamber olduğu görüşünü kabul etsek dahi bunu söylemek caizdir.[ii]

 

Yani sahih ve sarih rivayetler Hz. Meryem'in peygamberlerden birisi olduğuna delâlet etse ve Hz. Fâtıma (a.s.) peygamber olmasa dahi yine de O (a.s.), Hz. Meryem'den daha üstündür! 

 

Sunucu: Oldukça önemli bir açıklama.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aziz dostların bu cümleye dikkat etmeleri gerekmektedir. Bizim temel inançlarımızdan biri de şudur ki, ‘‘Hz. Ali ve Ehl-i Beyt İmamları -aralarında Ulu'l-Azm peygamberlerinin de bulunduğu- diğer Peygamberlerden üstündür''. Bu hususa ilişkin bizim delillerimiz vardır. Bir kimse ‘‘Seyyidim bu nasıl mümkün olabilir'' diye sorabilir. İşte Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden birisinin açıklamasını sunduk. O şöyle diyor:

 

Hz. Meryem (a.s.) peygamber bile olsa Hz. Fâtıma (a.s.) O'ndan üstündür.

 

Öyleyse Peygamberlik ile üstünlük arasında bir zorunluluk ilişkisi bulunmamaktadır.

 

Geliniz, bir başka büyük âlimin açıklamalarına bir bakalım. O, şöyle diyor:

 

Hadis-i şerifte sözü geçen kemâl ile kastedilen peygamberlik olduğuna göre Hz. Meryem ile Hz. Âsiye'nin iki kadın peygamber olması gerekir. Nitekim böyle bir görüş de vardır. Sahih olan Hz. Meryem'in peygamber olduğudur. Çünkü Yüce Allah önceden de geçtiği gibi, sair peygamberlere vahiy ettiği gibi melek vasıtasıyla O'na da vahyetmiş bulunmaktadır.[iii]

 

Allâme Kurtubî'ye göre sahih olan ‘‘Hz. Meryem'in peygamber oluşu''dur. Ancak Hz. Âsiye için böyle bir şey yani nübüvvet sabit değildir. Bu pasaja göre Allâme Kurtubî, Hz. Meryem'in peygamber olduğunu açıkça ifade etmiş oluyor.

 

Allâme Âlûsî Rûhu'l-Meânî adlı tefsirinde devamında şöyle diyor:

 

Çünkü varlığın ruhunun bir parçası olma ve bütün mevcudatın efendisinin bir parçası olma payesine karşılık gelecek hiçbir şey yoktur. Süreyyâ yıldızı nerede, elini göğe doğru uzatan kimsenin makamı nerede! Buradan da O'nun Aişe'den daha üstün olduğu anlaşılır. Birçokları ise bunun aksine bir görüşe sahip olmuşlardır. Bunlar “Dininizin üçte ikisini Humeyra'dan alın” ile “Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir” hadisleri ile istidlal etmişlerdir. (Üçüncü delil) Kıyamet gününde Aişe cennette eşi Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte olacak. Hz. Fâtıma da (a.s.) eşi Hz. Ali (k.v.) ile birlikte olacaktır. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) makamı ile Hz. Ali'nin (k.v.) makamı arasında büyük bir fark vardır.[iv]

 

Esasında Hz. Zehrâ'nın makamı kimsenin ulaşamayacağı bir makamdır. İster bu Hz. Meryem olsun, ister O'ndan daha alt seviyede birisi olsun. İster Hz. Hadîce olsun isterse de O'ndan daha aşağı payede birisi olsun. Dolayısıyla hiçbir kimse âlemlerin kadınlarının hanımefendisinin makamına ulaşamaz!

 

Allâme Âlûsî, Hz. Zehrâ'nın üstünlüğünün deyim yerindeyse apaçık konulardan olduğunu söylüyor. Hz. Fâtıma (a.s.), Hz. Meryem'den üstün olduğuna göre O'ndan daha aşağı bir payede olan Aişe'yi var sen düşün!

 

Pasaja göre birçok kimse Aişe'nin Hz. Fâtıma ve Hz. Meryem'den daha üstün olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Allâme daha sonra Hz. Peygamber'in (s.a.a.) eşi Aişe'nin üstünlüğüne dair ileri sürülen delilleri ilmî ve dakik bir şekilde ortaya koyar. İlk iki delil önceki programda geçmişti.

 

Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) makamı, Hz. Ali'nin makamından üstün olduğuna göre zorunlu olarak Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte olan kimsenin makamı da O'ndan daha aşağıdaki kimseyle birlikte olanın makamından daha üstün olacaktır. Bilemiyorum artık, Allâme Âlûsî “Fâtıma (a.s.), cennet ehli kadınlarının en faziletlisidir” hadisini unuttu mu acaba? Bu rivayetler nereye gitti? 

 

Sunucu: O, Aişe'nin üstünlüğünü savunanların ileri sürdüğü delilleri aktarıyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Doğru olsa da bu rivayete işaret etmemektedir. Devamında şöyle diyor:

 

Sen bu delillendirmedeki hususu biliyorsun. Bu delil Humeyrâ'nın Hz. Zehrâ'dan daha üstün olduğunu belirtmiyor.[v]

 

İlk hadise gelince eserin muhakkiki dipnotta bu hadisin bâtıl olduğunu belirtmektedir.

 

Sunucu: Zayıf dahi değil.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu hadis uydurma hadislerdendir. Muhakkik dipnotta şöyle diyor:

 

İbnü'l-Kayyım, el-Menârü'l-Münîf adlı eserde bu hadisin bir aslının olmadığını söyler. İbn Hacer ise şöyle der:

 

Bu hadisin ne bir isnadını gördüm, ne de hadis kitaplarında buna dair bir asıl gördüm.[vi]

 

Yani bu rivayetin aslı yoktur. Sizin de belirttiğiniz gibi zayıf bir isnad zinciri bile bulunmamaktadır. Ancak Allâme Âlûsî hadise isnad zinciri açısından yaklaşmamaktadır. O hadise metnin delâleti açısından yaklaşmıyor. Bu oldukça önemli bir husustur. Yani bu hadisin Hz. Peygamber'den varid olduğunu kabul etsek dahi yine de Aişe'nin Hz. Zehrâ'dan (a.s.) üstün olduğuna delâlet etmemektedir.

 

Allme Âlûsî devamında şöyle der:

 

Bu hadisin sabit olduğunu kabul etsek dahi ilk hadis dinin üçte ikisinin ondan alınmasını ifade ettiğinden dolayı en fazla Aişe'nin âlim olduğunu ispatlar. Dolayısıyla bu hadis benzer âlimliğin Hz. Peygamber'in parçası olan Hz. Fâtıma'da bulunması gibi bir olguyu olumsuzlamamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Fâtıma'nın kendisinden sonra O'ndan ilim alınacak kadar kayda değer bir ömür süremeyeceğini bilmekteydi. Eğer Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Fâtıma'nın kendisinden sonra uzun bir müddet hayatta kalacağını bilseydi “Dininizin tamamını Hz. Zehrâ'dan (a.s.) alın” buyururdu.[vii]

 

Aslında Allâme Âlûsî de bu hadisin sahihliği noktasında kuşku içerisindedir.

 

Bir diğer husus ise -ki belirttik- bir hadisin makbul olup her iki taraf için de kanıt özelliğine sahip olabilmesi için sahih, sarih ve hakkında icmanın gerçekleştiği hadislerden olması gerekir. Dolayısıyla bu hadis, sahih olma ve hakkında icmanın bulunması gibi iki temel özellikten yoksundur. 

 

Marifet ehlinin ve ilim erbabının bildiği üzere usûl ilminde çokça kullanılan ve ifade edilen bir kural vardır. Allâme de pasajda bu kurala işaret ediyor: Bir şeyin ispatı her zaman kendisinin dışındaki şeylerin olumsuzlanması anlamına gelmez.

 

Bir diğer husus; Allâme, Hz. Fâtıma'nın Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki ömrünün kısalığına işaret etmektedir. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) kendisi “Sen insanlar içinde bana ilk kavuşacak olansın” buyurmuş, Hz. Fâtıma (a.s.) da buna sevinmiş ve gülmüştü.

 

Yani Peygamber, Hz. Zehrâ'nın kendisinden sonra otuz veya kırk yıl yaşayacağını ve ömrünün baharında şehadete erişmeyeceğini bilseydi O'nun hakkında ‘‘dininizin tamamını O'ndan alın'' derdi!

 

Yorumu görüyor musunuz? Allâme Âlûsî'nin Hz. Fâtıma'nın masumiyetine ve Şia'nın Hz. Zehrâ hakkındaki nazariyesine inanmadığını kabul edelim.

 

Sunucu: Gerçi ibaresinden bu sonuca inandığını çıkarabiliriz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şahsa ibarelerinden daha fazlasını yüklemek istemiyorum. O bütün bunlara rağmen şunu diyor: Hz. Zehrâ (a.s.) öyle bir makama ulaşmıştır ki Hz. Peygamber (s.a.a.) O'nun hakkında dininizin tümünü Zehrâ'dan (a.s.) alınız, derdi.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Bu görüş akıl ve naklin daha bilgili olduğuna delâlet ettiği kimseden (Hz. Fâtıma'dan) daha üstün olduğuna delâlet etmez. Yoksa Aişe babası Ebû Bekir'den daha faziletli olurdu. Çünkü din hususunda ondan çok az hadis nakledilmiştir.[viii]

 

Allâme Âlûsî şunu diyor:

 

Hz. Fâtıma'nın diğer kadınlara üstünlüğü sadece nakille destekli bir üstünlük değildir. Aynı şekilde akıl da O'nun üstün olduğunu kabul etmektedir. Çünkü O, Hz. Mustafa'nın bir parçasıdır.

 

Eğer bir kişiden çokça hadis nakledilmesi en üstün olduğuna delil kabul edilecekse bu durumda Aişe babası Ebû Bekir'den daha üstün olur. Çünkü o, babasından daha çok hadis nakletmiştir. Hâlbuki hiç kimse bu görüşü benimsememiştir.

 

Buna ek olarak Allâme Âlûsî Hz. Fâtıma'nın ezelden ebede kadar âlemlerin kadınlarının en üstünü ve hanımefendisi olduğuna dair en önemli delilini şöyle ortaya koyuyor:

 

“Dininizin üçte ikisini Humeyrâ'dan alınız” hadisi ile “aranızda iki ağır emanet bırakıyorum” hadisi arasında bir tearuz-çatışma meydana geldiğine göre…

 

Sunucu: Yani bu iki hadisin hangisinin daha ağır bastığını ölçüyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Esasında Hümeyrâ Hadisinin herhangi bir isnad zinciri de yoktur. Ancak yine de bu hadis ile ‘Sekaleyn Hadisinin delâleti de kıyas edilemez.

 

O şöyle diyor:

 

Resûlullah'ın (s.a.a.) “Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Itret'im (soyum). Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar” buyruğu açık olduğu üzere hem Humeyrâ hadisini karşılar hem de içinde daha fazla fazilet barındırır. Nasıl olmasın ki Hz. Fâtıma (r.a.) bu Itret'in hanımefendisidir.[ix]

 

Sunucu: İbarenin azameti…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, biz, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) kisasının altında kimlerin bulunduğunu biliyoruz. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin bulunmaktadır.

 

Sunucu: Hz. Resûlullah (s.a.a.) mevcut.

 

Seyyid Kemal Haydarî: O'nun Resûlullah'ı kasdetmediği hususunda kuşku duymuyorum. Ancak Hz. Ali (a.s.) mevcut. O diyor ki Hz. Fâtıma bu Itret'in hanımefendisidir.

 

Sunucu: Resûlullah (s.a.a.) bu Itret'in efendisi, Hz. Fâtıma (a.s.) da bu Itret'in hanımefendisidir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yerinde bir tespit. Allah mükâfatınızı versin! Bu ilk hadise yani ‘‘Dininizin üçte ikisini Humeyra'dan alın'' hadisinin sened ve delâletine cevabı…

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, varsayalım ki üçte ikisinin Humeyra'dan alacağız. Geriye kalan üçte birlik dilimin hükmü nedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu önemli değil ve konumuz da değil. Allâme Âlûsî mealen şunu diyor: Varsayalım ki bu hadis Aişe'nin ilminin çokluğuna delâlet etsin… Ancak Hz. Zehrâ'nın durumu farklılık arz etmektedir.

 

İkinci hadise geçelim. İkinci hadis Tirit Hadisiydi. Bu hadisin Aişe'yi övmek yerine ona yönelik bir ta'n olduğunu açıkladık ve pasajlar okuduk. Şimdi başka bir hakikati açıklamak istiyorum. Ben hiç kimsenin mukaddesatına dil uzatmak istemiyorum. Bizim hedefimiz hakikati açıklamak ve ortaya sermektir. Programa bağlanıp da alay ve istihza edenler veya bazılarını küçük düşürmeye ilişkin sarf edilen sözlere gelince kesinlikle bu bizim programın metodu değildir.

 

Allâme Âlûsî devamında şöyle diyor:

 

İkinci hadise gelince ise bu hadis Aişe'den üstün kadınların olduğuna delâlet eden hadislerle çatışmaktadır. İbn Cerîr, Ammâr b. Sa'd'dan şöyle rivayet etmektedir: Resûlullah (s.a.a.) bana şöyle buyurmuştur:

 

“Hadîce'nin ümmetimin kadınlara üstünlüğü Meryem'in âlemlerin kadınlarına üstünlüğü gibidir.” Hatta bu hadis gözünü taassubun bürümediği ve işi yokuşa sürmeyen herkes nezdinde efdaliyet noktasında daha açık, övgü noktasında daha kusursuzdur.[x]

 

Geriye üçüncü delil yani ‘‘cennette Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte olduğu'' delili kaldı.

 

O bu konuda da şöyle der:

 

Üçüncü delil ise Hz. Peygamber'in (s.a.a.) diğer eşlerinin de önceki nebi ve resûllerin eşlerinden üstün olmasını gerektirmektedir. Çünkü diğer peygamberlerin makamları hiç kuşkusuz Makam-ı Mahmud'un sahibinin makamı gibi değildir. Mekânda ortaklığın en faziletli olmayı gerektirmesini (yani Peygamber'in eşlerinin diğer peygamberlerden daha üstün olması) hiç kimse söylemiş değildir.[xi]

 

Yani sadece Aişe değil Hz. Peygamber'in diğer eşleri de aynı şekilde Hz. İbrâhîm, Hz. Nuh, Hz. İsa (a.s.) ve diğer peygamberlerin eşlerinden daha faziletli olur. Çünkü mekânsal birliktelik, efdaliyetin delili ise Hz. Peygamber'in diğer eşleri de O'nunla birlikte olacaktır.

 

Allâme Âlûsî aslında son cümlesiyle önemli bir hususa işaret ediyor. O, açık ve net bir şekilde şunu söylüyor: Nikâh bağı ve mekânsal bağ hiçbir şeye delâlet etmez. Hâlbuki Hz. Peygamber'in parçası olmak bu şekilde değildir. O bir fazilete delâlet etmektedir. Eşlik ve aynı evi paylaşma hiçbir fazilete delâlet etmemektedir. Kur'ân-ı Kerim de nikâh ve aynı evi paylaşma olgusunun hiçbir fazilete delâlet etmediğine işaret ediyor. Şöyle ki Hz. Nuh (a.s.) ile Hz. Lut'un eşleri… Aralarında nikâh ilişkisi olduğu halde Kur'ân-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyurmuştur:

 

“Allah, inkâr edenlere Nûh'un karısı ile Lût'un karısını misal vermektedir.” (Tahrîm, 12)

 

Bütün bunlardan sonra Allâme Âlûsî konuyu önemli bir açıklamayla sonlandırıyor. Değerli izleyiciler her ne kadar konuyu uzattıysak da tablonun netleşmesi için bu uzun açıklamaların yapılması zorunluluk arz etmekteydi.

 

O sonunda şöyle diyor:

 

Kanaatimce kadınların en üstünü (Allah'ın selâmı O'nun üzerine olsun) Hz. Fâtıma'dır. Sonra annesi Hadîce'dir, sonra da Aişe'dir.[xii]    

 

Sunucu: Bu onun yorumudur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Üstad Ala, bir cümle kaldı:

 

Eğer bir kimse Peygamber'in (s.a.a.) diğer kızlarının da Aişe'den üstün olduğunu söyleyecek olursa bunda herhangi bir sakınca görmem.[xiii]

 

Yani ‘‘Hz. Peygamber'in bütün kızları Aişe'den daha faziletlidir'' diyecek olsa sakıncası yoktur. Bu Allâme Âlûsî'nin nazariyesidir. Bu okuma aynı zamanda Ehl-i Sünnet âlimlerinden birisinin yorumudur.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyidim, bazen şöyle bir soru geliyor: Âlemlerin kadınlarının hanımefendisi Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ (a.s.) ve annesi Hadîcetü'l-Kübrâ hakkında Hz. Peygamber'den (s.a.a.) neden bu kadar çok hadis aktarılmıştır? Hz. Fâtıma ile Hz. Hadîce'nin makamlarına neden bunca çok vurgu yapılmıştır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aslında bu önemli bir sorudur. Sayı, nicelik, içerik, sarahat açısından Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan naslara müracaat edecek olursak deyim yerindeyse Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bütün nebevî ağırlığını, makamları Hz. Fâtıma ve Hz. Hadîce'ye verdiğini görürüz. Buradan da şu soru akla geliyor: Bu mesele neden bu kadar önemli?

 

Hz. Peygamber (s.a.a.) neden can parçasına, kızına ve eşine bu kadar önem veriyor? Hâlbuki başka kızları ve eşleri de var. Neden onlar için bu kadar vurgu yapılmamış ve bu kadar beyanatlarda ve yüceltici açıklamalarda bulunulmamış? Bu soruya cevap vermeden önce Kur'ânî ve nebevî bir hakikate işaret etmek istiyorum. Hz. Peygamber'in dile getirdiği ve Kur'ân'ın da onayladığı bir hakikat var. Kur'ân şu hakikate işaret ediyor: Ortada önemli, büyük ve ağır bir sorumluluk varsa bu sorumluluk ve yükümlülük, onu taşıyacak erkek veya kadına verilmelidir. Yani bu şahıs söz konusu sorumluluğu kaldırabilecek seviyede olmalıdır. İlahi kriterler ve değer yargıları beşerî kriterlerden farklıdır. Hatta beşerî kriterlere göre de akıl sahibi bireyler sorumlulukları ancak taşıyabilecek kimselere verirler. Kur'ân-ı Kerim büyük ve önemli sorumlulukların kadınlar ve erkeklerden özel kabiliyeti olanlara, ağır sınavlardan ve sınamalardan başarılı bir şekilde geçenlere verildiğini belirtir. Bu ağır sınavlardan geçenler ve başarılı olanlar artık söz konusu ağır mesuliyeti taşıyabilecek kabiliyettedirler. Bu oldukça önemli bir husustur.

 

Kur'ân-ı Kerim'in bu hakikatine dikkat etsinler lütfen. Bir iki misal vermek istiyorum.

 

İlk örneğimiz Hz. İbrâhîm (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) ile ilgili.

 

Kur'ân-ı Kerim bu hususta şöyle buyurmuştur:

 

“İbrâhim, ‘Ben rabbime gidiyorum' dedi, ‘O bana yol gösterecektir.' Rabbim! Bana iyilerden olacak bir evlât ver! Bunun üzerine kendisine halim bir erkek çocuğu olacağını müjdeledik. Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, Yavrucuğum, dedi, rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin? Dedi ki: Babacığım! Sana buyrulanı yap; inşallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın. Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslim olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca, ‘Ey İbrâhim!' diye ona seslendik; tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun. İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz. Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı.” (Saffât, 99-106)

 

‘‘Halim'' sıfatı Kur'ân'ı Kerim'de galiba sadece ‘‘Hz. İbrâhîm ve Hz. İsmail (a.s.)'' için geçmektedir. Bu makam büyük bir makamdır.

 

Oğlunun koşabilecek bir çağa geldiği esnada onu kurban etmekle sınamak gerçekten büyük bir sınav…

 

فَلَمَّٓا اَسْلَمَا/ Teslim olunca” : Baba ve oğul, Allah'a tam ve kâmil bir teslimiyet gösteriyorlar.

 

Kur'ân-ı Kerim'in kendisi bunu apaçık bir sınama olarak ifade etmektedir. Peki, bu sınanma neden? ‘‘Ulu'l-azm peygamberlerden birisini Allah-u Teâlâ neden imtihan eder? Böyle yüksek bir makama ulaşan birisini neden sınar?'' sorusuna Allah şöyle cevap vermektedir: Allah ona imamet makamını bağışlamak istemektedir. Ubudiyet, nübüvvet, risâlet ve halillik makamları gibi bütün makamlara ulaştın. Geriye Kur'ân'da imamet makamı olarak ifade edilen bir makam kaldı. Eğer sen imamet makamını istiyorsan yeni bir mertebeye çıkman gerekmektedir. Bu mertebe ise ancak bela ve sınanma ile tahakkuk edebilir.

 

Allah-u Teâlâ bunu Bakara Sûresi'nde şöyle ifade etmektedir:

 

“Vaktiyle rabbi İbrâhim'i bazı sözlerle sınayıp da İbrâhim onları eksiksiz yerine getirince, ‘Ben seni insanlara önder yapacağım' buyurmuştu. İbrâhim, ‘soyumdan da' deyince rabbi, ‘Vaadim zalimleri kapsamaz' buyurdu.” (Bakara, 124)

 

İşte Saffât Sûresi'nde geçen ‘‘البلاء المبين / apaçık sınanma'' bu imtihanlardandır.

 

Peki, Hz. İbrâhîm (a.s.) bu imtihandan muzaffer bir şekilde mi ayrıldı, sorusuna da âyet ‘‘evet'' cevabını veriyor. Gerçi فَأَتَمَّهُنَّ / onları eksiksiz yerine getirince” kelimesinde geçen ‘‘onlar'' zamirinin Hz. İbrâhîm'e (a.s.) mi Allah-u Teâlâ'ya mı döndüğü hakkında müfessirler görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

 

İşte şimdi sen imamet makamını hak ettin. Dikkat ediniz nübüvvet, risâlet, sıddîkıyet ve imamet gibi ilahi makamlar ancak büyük sınanmalardan sonra verilmektedir.

 

“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lütfudur.” (Neml, 40)

 

Bundan dolayı bu konuda bizim kaynaklarımızda şöyle bir rivayet geçmektedir.

 

İmam Sâdık'tan (a.s.) şöyle rivayet edilmektedir: Ebû Abdullah es-Sâdık'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu duydum: Allah Tebârek ve Teâlâ, İbrâhîm'i nebi yapmadan önce kul edindi, resûl yapmadan önce nebi yaptı, O'nu halil edinmeden önce resûl yaptı ve O'nu imam yapmadan önce halil edindi. Bütün meziyetleri üzerinde toplayınca dedi ki: ‘‘Seni insanlar için imam yapacağım.'' İbrâhîm bu makamı gözünde büyüttüğü için dedi ki: ‘‘Benim soyumdan da.'' Allah dedi ki: ‘‘Zâlimlere ahdim ermez.'' (Bakara, 124) Yani, akılsız, sefih kimse, muttaki insanın imamı olamaz.[xiv]

 

Nübüvet ve risâlet makamının üzerindeki bu makam ne makamıdır acaba! Hz. İbrahim (a.s.) nübüvvet ve risâlet makamına ulaştığı halde henüz imamet makamına ulaşmamıştır. Bu makama ulaşabilmek için daha birtakım sınanmalara daha ihtiyaç vardır. Ancak konumuz bu değil.

 

İkinci örneğe geçelim. Bu örnek bir diğer açıdan bizim konumuzla bağlantılı. Hz. Meryem (a.s.) kıssası. Kur'ân'ı Kerim Hz. Meryem (a.s.) konusunu ele alırken O'nun hakkında öyle ifadeler kullanmaktadır ki insan hayretler içinde kalmaktadır.

 

Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır:

 

“Bunun üzerine rabbi ona hüsnükabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi.” (Âl-i İmrân, 37)

 

Ne yüce bir makam! Kul öyle bir makama ulaşıyor ki Allah azze ve celle ‘‘ben seni kabul ettim'' diyor. Çünkü Allah (cc) ancak bu tür makamlara sahip olan bir kimseyi sever:

 

“De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zekeriyyâ'yı da onun bakımı ile görevlendirdi.” (Âl-i İmrân, 31)

 

Âyetteki ikinci ifadeye bir bakınız. “O'nu güzel bir şekilde yetiştirdi.” Gerçekten oldukça ilginç bir ifade. Diyor ki: Benim inayetim ve özel ilgim güzel bir bitkinin yetişebilmesi için tohumunun benim tarafımdan atılmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla Allah'ın Hz. Meryem'e yönelik inayeti genel bir inayet değil özel bir inayettir. Bu tohum ve bitki ifadesinden sonra âyete dikkatlice bakınız. Allah bir peygamberi onu terbiye etmek ve ona özen göstermek için görevlendirmektedir.

 

Bütün bu özel inayetlerden sonra Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 

“Melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerdeki kadınlara üstün eyledi. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil.” (Âl-i İmrân, 42-43)

 

Hz. Meryem ile konuşan sadece bir melek değil melekler! Ben nasıl insanlar ile konuşuyorsam Hz. Meryem melekler ile konuşmaktadır!

 

Kur'ân-ı Kerim Mâide Sûresi'nde ise şöyle buyurmuştur:

 

“Onun annesi sıddîkadır.” (Mâide,75)

 

Yani Kur'ân-ı Kerim bu unvanı nübüvvet makamından sonraki bir makam olarak kabul etmektedir.

 

Bir de Nisâ Sûresi'nin şu âyetine bir bakalım:

 

“Kim Allah'a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ, 69)

 

Kur'ân bu sıddıklar makamının nebiler makamından sonraki bir makam olarak belirlemektedir. Hz. Meryem (a.s.) sıddıklık makamına ulaştığına göre burada akla şu soru takılmaktadır. Bütün bu özel inayetler neden acaba?

 

Bu soruyu tek bir cümleyle cevaplandıracak olursak şöyle deriz: Allah-u Teâlâ, O'na ilahî emaneti yüklemeyi murat etmektedir.

 

“Meryem oğlu Îsâ Mesîh ancak Allah'ın elçisidir, Allah'ın Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir ve O'ndan bir ruhtur. Şu hâlde Allah'a ve peygamberlerine iman edin.” (Nisâ, 171)

 

Öyleyse bu ilahi emanet ve kelime, Allah'ın kendisinden ruh üflediği bu kadına yüklenmelidir. Buna göre Hz. Meryem'in (a.s.) bu ilahi emanetin kendisine yüklenebileceği bir makama ulaşması gerekmektedir. Yoksa her bâtın ve rahim böyle ilahî bir emaneti kaldıramaz.  Bu hakikati lütfen nazar-ı dikkate alınız.

 

Sunucu: Ağır bir yük ve sorumluluğu ancak ona ehil olan bir kimse kaldırabilir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah mükâfatınızı versin.

 

“Doğrusu biz sana, taşınması zor bir söz vahiy edeceğiz.” (Müzzemmil, 5) Öyleyse geceleyin namaza kalk. Çünkü biz sana ağır bir söz yüklemeyi murat ettik. “Gecenin bir vaktinde kalkıp kendine mahsus nâfile bir ibadet olarak da namaz kıl ki, rabbin seni övülmüş bir makama yükseltsin.” (İsrâ, 79)

 

Bütün bu merhale ve sınanmaların aşılması bütün ilahi imtihanların geçilmesi gerekmektedir. Bu ilahî sorumluluğu yüklenebilmek için bunlar zorunluluk arz etmektedir.

 

Âl-i İmrân Sûresi'nin 45. âyetine dönelim:

 

“Melekler demişti ki: Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh'tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır.” (Âl-i İmrân, 45)

 

Artık böyle bir karar alınmıştır. Sen bu feyzin vasıtası olmalısın. Senin sebebinle bu ilahî kurbiyet makamına sahip, dünya ve ahirette seçkin bir konumda bulunan bu şahsın dünyaya gelmesi gerekmektedir. Ben öyle düşünüyorum ki mesele oldukça açık. Kur'ân perspektifinden bakıldığında şunu görebiliyoruz: Bir kimseye bir sorumluluk yüklenebilmesi için onun bu sorumluluk ve yükümlülüğü taşımaya hazır hale gelmesi gerekmektedir. Özellikle de hem bu dünyada hem de ahirette itibar sahibi ve ilahi kurbiyet makamında bulunan kimseyi dünya getirme sorumluluğu ise “Ey Meryem Allah seni seçti” (Âl-i İmrân, 42) âyetinden sonra gelmektedir. Yani Allah seni arındırıp tertemiz eyledikten, kabul ettikten ve seni bir bitki gibi yetiştirdikten sonra... ve senin yetişmen için Hz. Zekeriyyâ'yı görevlendirdikten sonra. İşte bütün bunlardan sonra Allah-u Teâlâ O'na “Melekler demişti ki: Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor” buyuruyor.   

 

Sunucu: Bu takdim ettiğiniz açıklamalar ışığında Resûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Fâtıma ve Hadîce'ye (a.s.) yönelik özen ve itinası arasındaki bağlantıya geçelim. Allah-u Teâlâ'nın Hz. Fâtıma ve Hz. Hadîce'ye (a.s.) yüklemek istediği sorumluluk ve özel inayetler ne idi? 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Soru oldukça önemli. Herhangi bir ön açıklamada bulunmaksızın doğrudan cevaba geçmek istiyorum. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bu özel inayeti ve O'nu âlemlerin kadınlarından üstün sayması ve en üst seviyeye yerleştirmesi babalık duygusu ve duygusal dürtülerden kaynaklı bir durum değildir. Hz. Fâtıma'nın omuzlarına yüklenmek istenen bir yük var. Aynı şekilde bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi Hz. Hadîce'nin omuzlarına da yüklenmek istenen bir yük var.

 

Hz. Hadîce için konuşacak olursak önce şunu belirtmek gerekiyor. Nasıl ki Allah Sübhanehu ve Teâlâ Hz. İsa'nın dünyaya gelmesi için Hz. Meryem'i güzel bir bitki gibi yetiştirmek istediyse aynı şekilde Hz. Hadîce'yi de güzel bir kabul ile kabul etti ve O'nu da güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Çünkü Rab Teâlâ O'ndan âlemlerin kadınlarının hanımefendisi Hz. Fâtıma'nın dünyaya gelmesini murat etmiştir. Bundan dolayıdır ki Aişe veya Aişe dışındakiler Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) ‘‘şu Hadîce'de ne buluyorsun, Allah sana O'ndan daha hayırlısını vermiştir'' dediğinde bu noktaya vurgu yaparak “Hayır, hayır. Allah bana O'ndan daha hayırlısını vermemiştir. Allah benim neslimi ve zürriyetimi Hadîce'den (a.s.) eylemiştir.” diyerek cevap vermiştir. Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu hususta neden başka bir şeye değil de bu noktaya vurgu yapmıştır? Bu noktanın iyice incelenmesi gerekmektedir. İlahi hikmet Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) zürriyetinin Hz. Hadîce'den olmasını neden murat etmiştir?

 

İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde şöyle rivayet etmektedir:

 

Aişe'nin şöyle dediğini de rivayet eder: Peygamber (s.a.a.), Hatice'yi (a.s.) andığında O'nu çok güzel bir şekilde överdi. Bir gün ben O'nu kıskandım ve şöyle dedim: Dişleri düştüğü için diş etlerinin kızarıklığı görünen o kadını, ne de çok anıyorsun. Oysa Allah, sana O'ndan daha hayırlı bir kadın verdi. Peygamber (s.a.a.), bu sözüm üzerine şöyle buyurdu: Allah, bana O'ndan daha hayırlısını vermedi. İnsanlar beni inkâr ederlerken O, bana iman etti. İnsanlar beni yalanlarken O, beni tasdik etti. İnsanlar beni mahrum bırakırken O, malı ile bana yardımda bulundu. Kadınlar beni çocuklarından mahrum bıraktığı zaman Allah, O'nun evladını bana nasip etti.[xv]

 

Siz kadınlar bana çocuk vermekten mahrum bırakılmış iken O, Muhammed'in nesli ve zürriyeti için hazırlanmıştı. Bu mübarek ve pak kadının -Hz. Hadîce'nin- ulaştığı makama bir bakınız!

 

Sunucu: Burada nesilden kastedilen çocuklar veya çocukların çokluğu değil…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hayır elbette. Bu konu uzayıp gider. Yeni konular açılır. Sizin de belirttiğiniz gibi kasıt imamettir.

 

Bu rivayet hakkında Allâme Şuayb el-Arnavût şöyle demektedir:

 

Bu hadis sahihtir. Bu hadisin senedi hasen olup mütabeatlarla sahih seviyesine yükselmiştir.[xvi]

 

İkinci kaynağa geçelim. İmam Zehebî'nin Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ adlı eserine bir bakalım. Rivayet şöyle:

 

Aişe'den şöyle rivayet edilmektedir: Resûlü Ekrem (s.a.a.) Hadîce'yi hatırlayınca O'nu övmekten hiç usanmaz, hep O'na mağfiret dilerdi. Bir gün O'nu anlatınca kıskançlığım tuttu. Allah sana yaşlı birinin yerine gencini verdi, dedim. Bunun üzerine Resûlullah'ın (s.a.a.)  öyle öfkelendiğini gördüm ki kendi kendime ‘‘Allah'ım! Eğer Resûlunun öfkesini benden alırsan bir daha kötüleyici bir sözle Hadîce'yi ağzıma almam'' dedim. Benim halimi gören Resûlullah: ‘‘Sen bu sözü nasıl oldu da söyledin! Vallahi insanlar beni inkâr ederken O, bana iman etti. İnsanlar benden kaçarken beni O sığındırdı. İnsanlar beni yalanlarken O tasdik etti. Siz kendinizi benden çocuğa hamile kalmaktan mahrum bırakmışken ben Hadîce'den çocukla rızıklandırıldım'' buyurdu. Böylece Resûlullah (s.a.a.) ayrılıp bir ay yanıma gelmedi.[xvii]

 

“Siz kendinizi benden” ibaresi Ahmed b. Hanbel'de geçen cümleden daha dakiktir. Allah'ın Resûlü bu hadiste ‘‘Allah sizden çocuk sahibi olma hususunda beni mahrum bıraktı'' demiyor. Aksine ‘‘sen buna ehil değilsin'' diyor. Çocuklarımın ve zürriyetimi taşımaya ve onlara ana olmaya sen layık değilsin. Hâlbuki Hz. Hadîce bu makama ulaştı. Bir parantez açıp bir hususa değinmek istiyorum. İlmî emanet duygusuna sahip olmayan bazı eller Aişe'nin de Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) hamile kaldığını söylemeye çalışmışlardır. Bu menkıbe ve fazilet sadece bu ümmetin hanımefendisine ait olmadığını ve Aişe'yi de bu hususta O'na ortak göstermeye çalışmışlardır.

 

Ancak Allah'a hamdolsun ki Ehl-i Sünnet'in büyük âlimleri bu oynamaya dikkat çekmişlerdir. Günahkâr ve hain eller Müslümanların kültürüne bu oynamayı ve ihaneti eklemeye çalışmış, bu faziletin Hz. Hadîce'ye özgü olmadığını söyleme çabası içine girmişlerdir. Bunlar mealen şöyle derler: Aişe de Resûlullah'tan (s.a.a.) hamile kalmıştır, ancak düşük yapmıştır. Resûlullah (s.a.a.) onun bu düşük çocuğuna Abdullah ismini vermiştir. Aişe'ye Ümm-ü Abdullah denmesinin nedeni Resûlullah'tan hamile kalıp cenin olarak düşürdüğü bu çocuktur.

 

Ancak Allah'a hamdolsun ki muhakkik âlimler bunun bir düzmece olduğunu ispat etmişlerdir.

 

İbnü'l-Cevzî el-Mevzûât adlı eserinde şöyle der:

 

Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber'den (s.a.a.) düşük bir çocuk dünyaya getirdim. Resûlullah (s.a.a.) bunun üzerine o çocuğa Abdullah ismini verdi ve bana Ümm-ü Abdullah künyesini verdi.

 

Musannıf (İbnü'l-Cevzî) der ki: Bu hadis uydurmadır… Davud b. Muhabber sika kişilerin dilinden hadis uydurur. Meçhul kişilerden hadis rivayet ederdi. Ahmed b. Hanbel ise onun hakkında “yalancı” ifadesini kullanır. Resûlullah'ın (s.a.a.) Aişe'ye Ümm-ü Abdullah künyesini takmasına gelince ise bu kızkardeşinin oğlu Abdullah b. Zübeyr'den dolayıdır. Aişe ne çocuk dünyaya getirmiştir ne de düşük yapmıştır.[xviii]

 

Bu konuya İbn Hacer Askalânî[xix], İbn Kayyım el-Cevziyye[xx] İmam es-Sâlihî eş-Şâmî[xxi], Kinânî[xxii] ve İmam Şevkânî[xxiii] de işaret etmişlerdir.

 

Öyleyse bu konu Hz. Hadîce açısından açıktır.

 

Hz. Fâtıma'ya geçelim. Hz. Fâtıma'nın omuzlarına yüklenen bu sorumluluk ve ağır yük nedir? Şimdi Hz. Fâtıma'nın duçar olduğu imtihanlara girmeyeceğim. Bu ayrı bir konu.  Değerli izleyicilere sözümüz olsun. Hz. Fâtıma'nın duçar olduğu sınanma ve imtihanları inşallah yeri geldiğinde anlatacağız. Resûlullah (s.a.a.) “Hiçbir Peygamber benim kadar eziyet görmedi” buyurmaktadır. Hz. Mustafa'nın (s.a.a.) bir parçası olan Hz. Fâtıma için de aynı durum söz konusudur.    

  

Sunucu: Hz. İbrâhîm (a.s.) nasıl ki Hz. İsmâîl ile sınanmış ise Hz. Fâtıma da …

 

Seyyid Kemal Haydarî: Sadece Hz. İsmâîl (a.s.) ile değil, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Seccâd (a.s.)… Alllah Sübhanehu ve Teâlâ Hz. İbrâhîm (a.s.) için “Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona şanı büyük bir kurbanlık verdik.(Saffât, 107) buyurmuştur.

 

Ancak Hz. Hüseyin'e (a.s.) karşılık bir kurban verilmedi. O (a.s.) Kerbelâ çöllerinde susuz bir şekilde boğazlandı. İşte bu Hz. Fâtıma'nın imtihanlarındandır. Bu detaylara şimdi girmek istemiyorum. İnşallah uygun bir zaman ve zeminde Hz. Fâtıma'nın (s.a.a.) maruz kaldığı imtihanları ve bu imtihandan nasıl ve ne şekilde başarılı ve muzaffer çıktığını açıklayacağım. Şimdi konumuz açısından önemli olan şu: Hz. Fâtıma'nın bu özel inayeti hak etmesini gerektiren ve omuzlarına yüklenen bu sorumluluk ne idi?

 

İki noktaya değinip konuyu sonlandırmaya çalışacağız.

 

İlk husus: Âlimlerin ittifakıyla Mehdîyyü'l-Muntazar Hz. Fâtıma'nın neslindendir. “Mehdî Fâtıma evladındandır.” Bu konudaki açıklamalarla ittifak söz konusudur. İmam Mehdî (a.s.), ister Hz. Hasan'ın soyundan olsun ister Hz. Hüseyin'in soyundan, sonuçta Hz. Fâtıma'nın neslindendir.

 

Kaynaklara özet bir şekilde işaret edeceğiz. Doktor Abdülazîm el-Bistevî'nin el-Mehdîyyü'l-Muntazar adlı eseri. O bu eserinde Ümm-ü Seleme'den şöyle rivayet etmektedir:

 

Mehdî, benim ıtretimden, Fâtıma'nın evladındandır.''

 

Bu hadisi Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Hâkim, Buhârî (Tarîhü'l-Kebîr), Taberânî, İbn Adiy, Zehebî ve İbnü'l-Cevzi  tahric etmişlerdir.[xxiv]

 

Bu hadisin tahricine ilişkin liste böyle uzayıp gider.

 

İkinci kaynağa geçelim. Allâme Albânî'nin Sahîhü'l-Câmii's-Sağîr adlı eserine geçelim:

 

“Mehdî ıtretimden, Fâtıma'nın evladındandır.” Bu hadis sahihtir.[xxv]

 

Allâme Albânî Silsiletü'l-Ehâdîsi'z-Zaifa adlı eserde şöyle der:

 

“Mehdî ıtretimden, Fâtıma'nın evladındandır.”

 

Bu isnad iyi bir isnaddır. İsnad zincirini oluşturan bütün ricâl sika kişilerdir. Hadisin birçok şahidi de vardır.[xxvi]

 

Soru: Buna göre Mehdî (a.s.) Hz. Fâtıma'nın çocuklarındandır. Mehdî kimdir? İkinci bir defa soralım: Mehdî kimdir? Mehdî, Hz. İsa'nın imamıdır…

 

Sunucu: Rivayetin ifadesiyle…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Sahih rivayetlerin ifadesiyle. Hz. Mehdîyyü'l-Muntazar'ın en önemli niteliklerinden birisidir. Hz. İsa (a.s.) O'na uyacaktır. O İsa (a.s.) ki Allah-u Teâlâ O'nun hakkında Hz. Meryem'e (a.s.) “Rabbi Onun güzel bir şekilde kabul eyledi. Zekeriyyâ'nın sorumluluğuna verdi” buyurmuştur. Çünkü İlahi İrade O'ndan Hz. İsa'nın dünyaya gelmesini murat etmiştir. Hz. İsa'ya imam olacak şahsın kendisinden dünyaya geleceği kadının makamını var sen düşün!

 

Seyyidim ‘‘bu nerede geçiyor'' diyebilirsiniz. Muhammed Nâsırüddîn Albânî Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha adlı eserinde şöyle der:

 

İsa b. Meryem inerek şöyle der: Onların imamı olan Mehdî der ki: Buyur gel bize namaz kıldır. İsa: Hayır, bazı kimseler diğer bazılarına emir olurlar. İşte bu Allah'ın bu ümmete bir ikramıdır, diye karşılık verecektir.”[xxvii]

 

Bu rivayette geçen emir ‘‘Hz. Mehdî''dir, ki O da Hz. İsa'nın imamıdır. Aynı ciltte geçen şu hadise işaret etmektedir:

 

Mehdî'nin alametlerinden birisi Hz. İsa b. Meryem'in O'nun arkasında namaz kılmasıdır.

 

Bu ne kadar yüce bir alamettir! Yüz milyonlarca Hristiyan, önderleri ve peygamberleri olan zatın Hz. Mehdî'nin arkasında namaz kılacağını görecektir. Hristiyanlar için geriye başka bir hüccet kalır mı!? Değerli izleyicilerin zihninde konunun daha belirginleşmesi ve somutlaşması için bir örnek vererek açıklayalım. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir lider veya bir adayın bir başka lider veya adayın arkasında durduğunu varsayalım. Bu ilk şahsın bağlılarının diğer şahsın arkasında durması için bir delil olur. İşte burada da Hz. İsa (a.s.) İmam Mehdî'nin arkasında namaz kılacaktır.

 

Aziz dostlar, İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'l-Bârî adlı eserinde şöyle diyor:

 

İmam Mehdî'nin bu ümmetten olacağına ve Hz. İsa'nın (a.s) O'nun arkasında namaz kılacağına dair haberler mütevatirdir.[xxviii]

 

Dikkat ediniz, Hz. Mehdî'nin bu ümmetten olacağı ve İsa'nın O'nun arkasında namaz kılacağına dair haberler mütevatirdir.

 

İbn Teymiyye Câmiü'l-Mesâili'l-Mecmûa'da şöyle demektedir:

 

“Hz. Mesih'e gelince… O'na ‘Ey Rûhullah! Öne geç ve bize namaz kıldır' deyince Hz. İsa ‘Hayır, sizden birisi Müslümanlara namaz kıldıracaktır' diye karşılık verecektir.”[xxix]

 

Kin ve kıskançlığı görüyor musunuz? İmam Mehdî'nin ismini anmaya tahammül edemiyor!  

  

Sunucu: Problem…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Adamın Hz. Mehdî, Ehl-i Beyt ve Hz. Ali ile problemi var. Çünkü Mehdî (a.s.) Resûlullah'ın ıtretinden ve Hz. Fâtıma neslindendir.

 

Müslümanlardan birisi Müslümanlara namaz kıldırır, diyor. Yani yoldan geçen herhangi bir insan gelip imam olacak ve Hz. İsa (a.s.) da arkasında namaz kılacaktır. Ulu'l-Azm peygamberlerden biri imam olamıyor. Ancak Ehl-i Sünnet'in bazı âlimlerinin dayanaklarına göre içki içen fâsık biri bile Müslümanlara imam olabilir ve insanlar ona uyabilir!

 

Sunucu: Bazıları Ebû Bekir'in namaz kıldırmasını ‘‘sahâbenin en faziletlisi oluşunun delili'' olarak kabul etmişlerdir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah mükâfatınızı versin. Ebû Bekir'in imametinin sıhhatinin delillerinden biri olarak kabul ediliyor. Onlar diyorlar ki ‘‘Ebû Bekir Müslümanlara namaz kıldırdı''. Ancak onlara göre İmam Mehdî (a.s.), aralarında İsa b. Meryem (a.s.) gibi bir peygamberin de bulunduğu Müslümanlara namaz kıldıracak, fakat bu ne bir fazilete ne de bir menkıbeye delâlet edecek!

 

Bundan dolayı Suyûtî Örfü'l-Verdî adlı eserinde şöyle diyor:

 

Mehdî'nin gelişi ve O'nun Ehl-i Beyt'ten olduğu hakkında Hz. Mustafa'dan aktarılan haberler mütevatir ve müstefizdir… O'nun bu ümmete imam olacağı ve Hz. İsa'nın O'nun arkasında namaz kılacağı…[xxx]

 

Allah-u Teâlâ Hz. İsa'yı dünyaya getirmesi için Hz. Meryem'i hazırlamıştır. Buna göre Hz. İsa'ya imam olacak birisini dünyaya getirecek hanıma acaba nasıl özen gösterilir? Diğer imamları hiç göz önüne almadık! Hz. Meryem'den (a.s.) sadece tek bir Resûl -ki o da Hz. İsa- (a.s.) dünyaya gelmiştir. Hâlbuki Hz. Fâtıma'dan, Hz. İsa'dan daha hayırlı olan birisi ve aralarında Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in bulunduğu on bir İmam (a.s.) dünyaya gelmiştir. 

 

 Sunucu: Bunlardan ikisi ‘‘Kisa Ashabı''ndandır…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Sözümü Allâme Fahrüddîn er-Râzî'nin Kevser Sûresi'ne ilişkin şu açıklamalarıyla sonlandırayım:

 

Kevser, Hz. Peygamber'in (s.a.a) çocukları ve soyudur. Bu görüşte olanlar derler ki: Çünkü bu sûre, Hz. Peygamber'i (s.a.a.), “ebter / soyu kesik” diye ayıplayanlara bir cevap olarak inmiştir. Buna göre mana, “Allah o peygambere, zamanlar geçtikçe sürüp giden nesiller” vermiştir olur. Bir bak, Ehl-i Beyt'ten ne kadar adam öldürülmüştür! Ama yine bak ki, bütün dünya Ehl-i Beyt ile dopdolu iken, Emevîlerden itibar edilecek hiç kimse kalmamıştır. Yine bir bak ki, Ehl-i Beyt içinde, Muhammed Bâkır, Cafer-i Sâdık, Musa Kâzım, Ali Rızâ ve en-Nefsü'z-Zekiyye ve emsali nice yüce şahsiyetler vardır...[xxxi]

 

Bunların tümü âlemlerin kadınlarının hanımefendisi Hz. Fâtıma'nın bereketlerindendir.

 

Fahrüddîn er-Râzî'nin ilginç ve hayret uyandıran cümlelerine bir bakınız lütfen! Diyor ki Ehl-i Beyt nesli onca öldürülme ve katliamlardan geçmelerine rağmen dünyanın dört bir tarafını doldurmuşlardır. Evet, bu bir ilahi sünnet ve yasadır. Ümeyyeoğullarından ise itibar edilecek hiçbir kimsenin kalmadığını belirtiyor. 

 

Sunucu: Yani kalanlar olmuşsa da onlara itibar edilmemektedir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ehl-i Beyt'ten kalanlardan birisi Hz. Mehdî'dir (a.s.). Hele bir de O'nun yanına İmam Bâkır, İmam Kâzım, İmam Sâdık gibileri eklenince durum acaba nasıl olmaktadır?

 

Rabbi onu güzel bir şekilde kabul etti” âyeti Hz. Zehrâ'ya uyarlanabilir. Bu âyette tahrifat vardır, demiyorum. Doğrudur, bu âyet Hz. Meryem (a.s.) hakkındadır. Ancak Hz. Fâtıma (a.s.) âlemlerin kadınlarının hanımefendisidir ve dolayısıyla Meryem'in de hanımefendisidir. Biz diyoruz ki Hz. Meryem'in sahip olduğu kemâllerin tümü ve daha fazlası Hz. Fâtıma (a.s.) için de söz konusudur. Rabbi Hz. Fâtıma'yı da kabul etti ve güzel bir şekilde yetiştirdi.   

 

Sunucu: Annesi bu ümmetin hanımefendisi olan Hz. Hadîce'dir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bakımını Hz. Resûlullah (s.a.a.) üstlenmiştir. Evet, Hz. Meryem'in bakımı ve durumunu gözetlemesi için Hz. Zekeriya atanmıştır. Su-i edepte bulunmak istemiyorum. İfademden dolayı da özür diliyorum. Hz. Zekeriyya (a.s.) üçüncü dereceden bir Peygamberdir. Çünkü ulu'l-azm peygamberler diğer peygamberlerden üstündür. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ise ulu'l-azm peygamberlerin en üstünüdür. Yüce Allah Hz. Fâtıma'nın bakımı için ezelden ebede kadar bütün varlıkların en üstününü görevlendirmiştir. Çünkü Hz. Fâtıma'nın neslinden, Hz. İsa'ya imam olacak Mehdîyyü'l-Muntazar (a.s.) dünyaya gelecektir.

 

Bir hadisle sözlerimi tamamlıyorum.

 

Allâme Bahrânî el-İsfahânî, Avâlimü'l-Ulûm ve'l-Meârif adlı eserinde şöyle der:

 

Hz. Fâtıma, Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) gelerek şöyle dedi: ‘‘Ey Allah'ın Resûlü! Hanımlarından bazıları annemi ayıplamakta ve kınamaktadırlar.'' Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.a.) Fâtıma'nın sıkıldığını gördü. Hz. Fâtıma şöyle dedi: ‘‘Bazı kadınlar anneme karşı üstünlük taslamaya çalışıyorlar.'' Bunun üzerine Hz. Resûlullah (s.a.a.) O'na şöyle dedi: ‘‘Onlara de ki: Annemin karnı imametin kabı ve mahallidir.[xxxii]

 

Tabii bu rivayet bizim kanallarımızdan gelmektedir.

 

Biz önceki bölümlerde bazı kişilerin Hz. Hadîce'ye karşı saygısızlık yaptıklarını ve O'nu kıskandıklarını görmüştük.

 

Hz. Hadîce'nin rahmi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den İmam Mehdî'ye kadar ev sahipliği yapacak bir rahimdir. Yani öyle bir inayet ve saygınlıktır ki bu saygınlığın üzerinde herhangi bir üstünlük olamaz. İnşallah diğer hususlara önümüzdeki programda değineceğiz. 

 

Sunucu: Teşekkürler ve görüşmek üzere.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[i] Şihâbuddîn Mahmûd el Âlûsî, Rûhu'l-Meânî fî Tefsîri'l Kur'âni'l Azîm ve's-Sebi'l-Mesânî, c. 4, s. 183, thk: Mâhir Habûş, Müessetü'r-Risâle,1. Basım, 1431.

[ii] A.g.e., a.gy.

[iii] el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed, el-Câmi li Ahkâmi'l-Kur'ân, c. 5, s. 126, thk: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî ve Muhammed Rıdvân, Müessesetü'r-Risâle.

[iv] Rûhu'l-Meânî, c. 4, s. 183.

[v] A.g.e., a.g.y.

[vi] A.g.e., a.g.y.

[vii] A.g.e., a.g.y.

[viii] A.g.e., a.g.y.

[ix] A.g.e., a.g.y.

[x] A.g.e., a.g.y.

[xi] A.g.e., a.g.y.

[xii] A.g.e., a.g.y.

[xiii] A.g.e., a.g.y.

[xiv] Kuleynî, Ebû Cafer Muhammed b. Yakûb, el-Usûl mine'l-Kâfî, c. 1, s. 426.

[xv] Müsned-ü Ahmed b. Hanbel, c. 41, s. 256, thk: Allâme Şuayb el-Arnavût, Müessesetü'r-Risâle.

[xvi] A.g.e., a.g.y.

[xvii] Zehebî, Şemsüddîn, Siyeru Al'âmi'n-Nübelâ, c. 2, s. 112, Müessesetü'r-Risâle.

[xviii] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzûât mine'l-Ehâdîsi'l-Merfûât, c. 2, s. 239, hadis no: 795, Advâü's-Selef.

[xix] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi's-Sahâbe, c. 14, s. 29.

[xx] İbn Kayyım el-Cevziyye, Tuhfetü'l-Mevdûd bi Ahkami'l-Mevlud, s. 194.

[xxi] eş-Şâmî, Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî (h. 963), Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd fî Sireti Hayri'l-İbâd, c. 11, s. 18, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[xxii] Kinânî (h. 963), Tenzihü'ş-Şeriati'l-Merfua ani'l-ehadisi'l-Mevdua, c. 1, s. 421.

[xxiii] Şevkânî, Muhammed b. Ali, el-Fevaidü'l-Mecmua fi'l-Ehadisi'll-Mevdua, s. 399, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[xxiv] Doktor Abdülalîm Abdülazîm el-Bistevî, el-Mehdîyyü'l-Muntazar fî Davi'l-Ehâdîsi ve'l-Âsâri's-Sahîha, c. 1, s. 195.

[xxv] Albanî, Muhammed Nâsırüddîn, Sahîhü'l-Câmii's-Sağîr, c. 2, s. 1140, Hadis No: 6734, haz. Züheyr Şavîş, el-Mektebü'l-İslâmî.

[xxvi] Albânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi'z-Zaife, c. 5, s. 181.

[xxvii] Muhammed Nâsırüddîn Albâni, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 276, Hadis No: 2236.

[xxviii] İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'l-Bârî Şerh-ü Sahîhi'l-Buhârî, c. 8, s. 92, thk: Abdurrahman Nâsır Berrâk.

[xxix] İbn Teymiyye, Câmiü'l-Mesâil, c. 4, s. 184.

[xxx] Suyûtî, Celalüddîn, el-Urfu'l-Verdî, s. 176.

[xxxi] Fahrüddîn er-Râzî, Mefâtihü'l-Gayb, c. 22, s. 117.

[xxxii] Allâme Bahrânî, Avâlimü'l-Ulûm ve'l-Meârif, c. 6, s. 64.