"Suudi Arabistan ve Terörizm İkiz Kardeşlerdir"

"Suudi Arabistan ve Terörizm İkiz Kardeşlerdir"
Afganistan’dan bir başka tanık, yemin ederek, 1998 yılında Türki el Faysal ve önde gelen bir Taliban liderinin görüşmesine tanık olduğunu ve bu görüşmede Suudi prensinin Taliban liderine bir milyar Suudi riyali, yani iki yüz yetmiş altı milyon dolar değerinde bir çek verdiğini söyledi.

Islam Times
 

Suudi Arabistan'ın El Kaide örgütü ve destekçilerinden gelen terörist saldırılara maruz kalmasına rağmen Batılı terörizm uzmanları, Suudi Krallığı'nı kör terör hareketlerinin doğmasına yol açan kontrolsüz Vahhabi tekfirci düşünce nedeniyle suçluyor.
 

Siyonist propaganda, Batı'da kör şiddet hareketleri tarafından gerçekleştirilen operasyonları, sömürgeciler için uygun bir zemin yaratmak ve özel olarak Filistin direnişini, genel olarak Arap direnişini terörist olarak tanımlamak için kullandı. Hem İsrail hem de Amerika Birleşik Devletleri, işgale karşı direnen her hareketi terörist olarak tanımlıyor, fakat bu, halklar arasında ve hatta Batı halkları arasında güçlü bir yankı bulmadı.  

Bununla birlikte 11 Eylül sonrasında İsrail, kârlı propaganda yolunu buldu ve bu suçu, dünya kamuoyuna korku yayma temelinde en kötü şekilde kullanmaya başladı. Dahası, terörizmle savaşma adına Irak işgali sonrasında Mezopotamya'da Amerikan katliamları, Afganistan işgali sonrasında Afgan sivillere karşı yine Amerikan katliamları, beraberinde 2006 Lübnan savaşı ve Gazze 2009 savaşı sırasında sivillere karşı Siyonist katliamlar gerçekleştirildi.

ABD'li avukatlar, Eylül 2001 saldırılarının kurbanlarının ailelerinin yoğun baskısı altında, Suudi Arabistan'ın terörle ve teröristlerle ilişkilerine dair gizli belgeleri elde etti ve bu belgeler bir yandan bu aileler ve avukatları arasında, diğer yandan George W. Bush ve Barack Obama yönetimleri arasında tartışmaya konu oldu. Son sekiz yılı aşan uzun bir yasal mücadelenin ardından, her iki yönetim de bu belgelerin içeriğini kamuoyuna açıklamaya onay vermeyi reddetti. 

New York Times, bu belgelerden bazılarının içeriğini yayınladı, buna göre:   2001'de New York'taki saldırılarda öldürülen on bir kurbanın ailelerinin avukatları, terörizm ile Suudi Arabistan hanedan ailesinin prensleri arasında bağlantı kuran belgeleri, Amerikan-Suudi diplomatik ilişkileriyle ilgili zorluklar nedeniyle sunamadı; bilgi edinme özgürlüğü yasası temelinde elde edilen bu belgeler, El Kaide'ye yönelik derin bir Suudi desteğinin varlığını kanıtlıyordu. 

Başkan Barack Obama'nın yönetimi kendisini, kurbanların aileleri ile Suudiler arasındaki karmaşık bir sorunla yüzleşir halde buldu, zira ABD Adalet Bakanlığı, Suudi yetkilileri terörizmi desteklediği için mahkûm eden bu belgelerin yayınlanmaması ve mahkemeye sunulmaması emrini vermişti.  

Suudiler geçmişte terörizmle herhangi bir bağlantıları olduğunu inkâr etti, fakat hanedan ailesinin fertlerinin terörizm finansmanıyla bağlantısını kuran ve iddialar, avukatların açığa çıkardığı belgelerle de destekleniyor. Avukatlar, 11 Eylül saldırılarının kurbanları için Suudi Arabistan'dan tazminat almaya çalışıyor. 

Amerikan gazetesi, Bosna-Hersek'te faaliyet yürüten ve 90'larda Suudi finansmanı aldığını iddia eden eski bir El Kaide liderinin itirafı olduğunu söylediği belgelere de gönderme yaptı.

Afganistan'dan bir başka tanık, yemin ederek, 1998 yılında Türki el Faysal ve önde gelen bir Taliban liderinin görüşmesine tanık olduğunu ve bu görüşmede Suudi prensinin Taliban liderine bir milyar Suudi riyali, yani iki yüz yetmiş altı milyon dolar değerinde bir çek verdiğini söyledi.

New York Times, kurbanların ailelerinin 11 Eylül Soruşturma Komisyonu'na ait binlerce gizli belgeye erişim sağladığını ve bu belgelerin Suudi hanedan ailesini El Kaide'yi mali destek verdiği için kınayan yasal imzalar taşıyordu.   

Bu ABD iddiaları, Kraliyet hükümetinin El Kaide ve takipçilerine ilan ettiği savaşla uyuşmuyor, iki taraf arasında akan kanla da uyuşmuyor. Son on beş yıl içinde El Kaide tarafından gerçekleştirilen büyük operasyonlardan bazıları başka bir yerde değil, Suudi Arabistan'da gerçekleşti; ayrıca El Kaide lideri Usame bin Ladin, onu Suudi vatandaşlığından çıkaran Suudiler tarafından kovalandı.
 

Önde gelen Amerikalı araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, Suudilerin teröristlerle ülke içindeki çatışmalarının kesinlikle dışarıdaki terörist hareketlerle düşmanlık anlamına gelmediğini yazdı. Hersh, eski ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile Suudi Prensi Bender bin Sultan arasında gerçekleştiğini söylediği bir görüşmede, Suudi prensinin Dick Cheney'ye “Terörizmin sadece bir şeyleri vurması ve havaya uçurması önemli değildir, önemli olan nerede ve kime karşı vurup havaya uçurduğudur” dediğini vurguladı.
 

2001 yılından sonra Irak ve Lübnan'da gerçekleşen olaylara ilişkin basın haberlerini, özellikle de Amerikan basınındakileri incelediğimizde, Suudilerin terörist hareketlerle ilişkisinin hiçbir zaman kopmadığını, hatta iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerinin çıkarlarına hizmet ettiğini, El Kaide'nin ve diğer Selefi savaş örgütlerinin doğrudan Suudi desteği aldığını ve doğrudan resmi Suudi gündemlerini uyguladığını görüyoruz. Seymour Hersh'in daha önce CNN'e verdiği bir röportajda söylediği tam da buydu.  Hersh, ABD'nin Ortadoğu politikasının, İran ve Suriye'yle ve onların “Şii” müttefikleriyle mücadelesinin, Sünni militanları destekleme şeklinde de olsa, her ne pahasına olursa olsun sürdürülmesi şeklinde değiştiğini söylemişti.  

Bu politika değişikliğinin temel unsuru, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Ulusal Güvenlik Danışmanı Elliott Abrams ve Suudi Ulusal Güvenlik Danışmanı Prens Bender bin Sultan arasında varılan anlaşmaydı. Anlaşmaya göre Suudiler Lübnan'da Şii Hizbullah'a karşı Fetih el İslam örgütünü mali olarak destekliyorlar. Hersh, şu andaki durumun 1980'lerde Afganistan'da gerçekleşen çatışmaya çok benzediğini, o tarihte El Kaide'nin aynı şekilde ortaya çıktığını, aynı insanlar tarafından ve bunları kontrol edebildiğini iddia eden Suudi Arabistan'ın “cihadçıları” aynı şekilde kullanmasıyla desteklendiğini vurguluyor.  

ABD yönetiminin neden Amerikan çıkarlarına ters gibi görünen şekilde davrandığı sorulduğunda Hersh şu yanıtı vermişti: “İsrailliler geçen yaz Lübnan'da yenildiği için Washington, özellikle de Beyaz Saray, Hizbullah'tan büyük kaygı duymaya başladı.”

Hersh, Fetih el İslam'ın finansmanı şemasını tanımlamıştı ve Suudilerin, daha büyük ve geniş bir şemasının parçası oldukları görülüyor. 

Özgürlük Evi kuruluşu, web sitesinde yayınlanan bir raporda şunları yazmıştı:
Suudilerin dünya çapındaki Vahhabi hareketlere, kişilere ve kurumlara olan mali ve lojistik desteği, tekfir kültürünün ve Vahhabi ideolojisine inanmayan herkese karşı nefretin yayılması üzerinden, terörist hareketlerin desteklenmesine kati surette katkıda bulundu. 

Suudi Arabistan'ı ABD'nin müttefiki bir ülke olarak gören ülke, tüm belgelerin Suudi rejimini nefret ve tekfiri yaymak suretiyle terörizmi desteklemekle suçlamaya zemin sunduğunu doğruladı. Bu belgeler resmi Suudi makamları tarafından yayınlanmış, yurtdışındaki Suudi büyükelçilikleri tarafından yayılmış, bir kısmı Suudi Arabistan kralının onayıyla Suudi dini makamları tarafından  ve/veya Suudi otoritelerin desteklediği dini makamlar tarafından veya camilerde basılmış yahut dağıtılmıştı. 

Eski Amerikan istihbarat şefi James Woolsey, 22 Mayıs 2002 tarihinde Kongre Uluslararası İlişkiler Komitesi önünde Suudilerin tekfircileri desteklediğine dair tanıklıkta bulundu. Bunun 1979'daki İran İslam Devrimi'nin zaferine ve Cuheyman el Uteybi'nin liderliğindeki ayaklanmaya karşı tepki olarak gerçekleştiğini iddia etti. Dolayısıyla Suudiler, rejime karşı iki büyük şokun ardından rejim için bir emniyet faktörü olarak Vahhabiliğe başvurmuştu.

Woolsey şunları ekledi: Soğuk Savaş yıllarından beri Suudilerle güçlü ve rahat bir ittifak ilişkimiz oldu; Soğuk Savaş'ta onlarla aynı taraftaydık ve Ortadoğu'da Sovyet etkisine karşı onlarla mal ve hizmet değişimi yaptık. Petrol ve hükümet sözleşmeleri de dâhil olmak üzere pek çok alanda ortak çıkarlarımız oldu, fakat 1979'dan sonraki yıllar bizi, Suudilerle ilişkide derin değişikliklere getirdi. O yıl Suudi rejimi iki şokla karşılaştı; ilki Humeyni'nin devriminin zaferi, ikincisi isyancıların İslam adına Mekke'deki kutsal bölgeyi işgal etmesi oldu. 

O tehlikeli yıldan sonra Suudiler, yalnızca ülke içinde değil, küresel düzeyde fanatik Vahhabi hareketlerini desteklemeye başladılar. Suudi rejimi ile Vahhabi aşırıcılar arasında varılan ve fanatik Vahhabilerin eğitim ve kamusal hayat üzerindeki kontrollerini sıkılaştırmasını ve aynı zamanda yurtdışındaki faaliyetlerini finanse etmek üzere hükümetten büyük destek almasını sağlayan bir anlaşma çerçevesinde dünya çağında düşmanlık ve nefret kültürünü yaydılar.  CIA yöneticisi James Woolsey'nin Suudilerle ilgili sözleriyle kastettiği şu ki, fanatik Vahhabilere verdikleri destek, onların kanuna ve dinsel mirasın korunmasına verdiği desteğe karşılıktı. Aynı zamanda gerçeği savunan İslami akımların temsil ettiği içerideki meydan okuma ve Amerika ve İsrail'e düşmanlık gösteren İran'da İslam Devrimi'nin zaferinin temsil ettiği dışarıdaki meydan okumaya karşılıktı.  

Suudi Arabistan'ı terörizmi desteklemekle suçlayan sadece bazı Amerikalılar değil; aynı zamanda dünya çapındaki terörizm uzmanları, Suudilerin terörist hareketle olan resmi ilişkilerinin Afganistan'daki Sovyet işgaline karşı Suudilerin Amerikalılarla olan istihbarat işbirliğine kadar gittiğini, bunun da ezilen halkların özgürlüğü kaygısından değil, ABD hedeflerinden kaynaklı olduğunu iddia ediyor. O aşamada, Prens Türki bin Faysal genç Suudileri ve genel olarak Arapları cihad bayrağı altında savaşmak üzere istihdam etmiş, mücahitler için Peşaver'de Suudi fonuyla ve ABD, Ürdün ve Mısır istihbaratının pratik katılımıyla eğitim kampları kurulmuştu. Vahhabi aşırıcı hareketler bu aşamada Müslüman Afganları destekleme bahanesiyle Ruslara karşı ABD'nin çabalarının yardımıyla fikirsel faaliyetlerden askeri operasyonlara geçme işareti aldılar. Suudi Arabistan bunun için milyarlarca dolar harcadı ve eğitime ve savaşa katılmak isteyen herkese Krallık içinde veya Pakistan'da Afgan sınırı üzerinde bulunan kamplara girebilme kolaylığı sağladı. 

Ancak Amerika Birleşik Devletleri tarafından yaratılan ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilen canavar kolaylıkla yönlendirilemedi, zira Afganistan'ın Sovyetlere karşı zaferi Afganistan'da bulunmuş bazı eski Arap savaşçılarda kendi ülkelerinde akıntıyı tersine çevirme isteği yarattı. Bu yüzden El Kaide'nin önce Suudi Arabistan'la, daha sonra Amerikalılarla savaşı başladı, fakat eş zamanlı olarak Suudi, Amerikalı ve bazı Arap istihbarat servisleri, Vahhabi militan örgütlerin liderleriyle doğrudan ve gelişen ilişkiler kuruyordu.
 

Iraklı düşünür ve yazar Abdül Halik Hüseyin, Suudilerin terörizmle olan ilişkisini, tek bir şey, yani Vahhabizm için iki yüzü olan bir ilişki olarak tanımlamıştır. Bu suçlama, Suudi Arabistan'ın pek çok destekçisi tarafından kabul edilmez. Ancak Iraklı yazar, denemelerinden birinde bakış açısını şöyle izah eder: Suudi Arabistan Krallığı ve Vahhabi hareketi iç içe geçmiş ayrılmaz ikizlerdir. Onlar dünyada, özellikle de Irak'ta ve diğer Arap ülkelerinde terörizmin yayılmasının ana nedeni ve Müslümanların Hristiyanlara karşı, hatta Vahhabiliğe muhalefet eden diğer Müslüman mezheplere karşı dönmesinin sebebi. Ancak büyü, büyücüye karşı döndü; bizzat Suudi Arabistan'ın kendisi doktriner terörizmden çekiyor ve ülkesinde gerçekleşen şeyi terörizm olarak tanımlıyor, fakat Irak'ta ve diğer ülkelerde bunu teşvik ediyor ve Allah ve İslam adına cihad olarak tanımlıyor. Aynı zamanda para yoluyla ve fetva yoluyla desteklemeye devam ediyor ve nefret ve ölüm kültürünü yayıyor. Krallar hâlâ, genç ve cahil Müslümanları teşvik ederek, onları istihdam ederek ve onları insanları öldürmek üzere Irak'a göndererek, camilerin Vahhabi imamları destekliyor.

Abdül Halik Hüseyin, ABD yetkililerinden Alexei Alexeiv'in 26 Haziran 2003 tarihli Senato Adalet Komisyonu huzurunda verdiği ifadede “Suudi Arabistan son yirmi yılda dünyada Vahhabiliği yaymak için 87 milyar dolar harcadı” dediğini aktarıyor.  

Saygın Iraklı yazar, Suudi Arabistan'la ilgili iddialarına şunları ekliyor: Suudi Arabistan'ın terörizme desteği, Afganistan'daki Sovyet işgali sırasında ve Suudi istihbaratının desteğiyle Vahhabiliğin rahminden doğan El Kaide örgütünün kurulmasıyla yeni bir aşamayı ve belirgin bir momenti yaşadı. Gazete (Washington Post) Suudi Arabistan'ın Irak'ta terörizmin rolüyle ilgili bir çalışmayı yayınladı ve araştırmacı, Suudi gazetesi El Vatan'da çıkan “2003'ten beri hayatını kaybeden Suudi cihadçıların sayısı 2,000'e çıktı” sözlerine yer verdi. Çalışmanın sonuç kısmında, Suudi Arabistan'ın “Irak'ta istikrarsızlık durumu yaratmak için isyancıları teşvik etme ve destekleme eğilimi taşıyor” ifadesine veriliyor. Bu gerçek, Suudi hükümetinin Irak'ta istikrar ve refahın sağlanmasını istediği şeklindeki iddialarına ters düşüyor.

Suudi Arabistan'ın terörizmdeki rolü hakkında ABD'de yayınlanan Los Angeles Times gazetesinde çıkan bir makalede ise şunlar yazıldı: “Şimdi, Irak El Kaidesi adı verilen grup, Irak'ın güvenliğinin önündeki en büyük tehdit”. Gazetede Ned Parker imzasıyla yayınlanan makalede, sivillere ve Irak güvenlik güçlerine saldıran tüm yabancı savaşçıların %45'inin Suudi Arabistan'dan olduğu belirtildi.  
 

Çev: Selim Sezer
 

medyasafak.com