Şer Ekseni: ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın Suriye’ye Karşı Komplosu

Şer Ekseni: ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın Suriye’ye Karşı Komplosu
Cartalucci'den, Suriye'deki kimyasal silah bilmecesini ve bağlantılı konuları masaya yatıran önemli bir analiz...

Tony Cartalucci


Press TV


BM 2 yıllık çatışmada Suriye hükümetinin değil, Batı destekli teröristlerin sarin gazı kullandığını açığa çıkarırken, Suriye'ye yönelik son ABD-İsrail saldırılarının arkasındaki gerekçeler daha da zayıfladı.


Reuters, "Soruşturma yetkilisi: BM, Suriyeli isyancıların sarin gazı kullandığına tanıklık ediyor” başlıklı haberde şunları yazdı: Pazar günü önde gelen soruşturma yetkililerinden biri, BM insan hakları soruşturma yetkililerinin, Suriye iç savaşındaki ölümler ve hastane personelinden hareketle isyancı güçlerin sarin sinir gazı kullandığını gösteren kanıtlar topladı. 

Komisyon üyesi Carla Del Ponte, Birleşmiş Milletler Suriye bağımsız soruşturma komisyonunun henüz, hükümet güçlerinin, uluslararası kanunların yasakladığı kimyasal silahları kullandığına dair kanıt bulmadığını söyledi.  

Del Ponte, İsviçre-İtalyan televizyonuna verdiği röportajda, "Soruşturma yetkililerimiz komşu ülkelerde kurbanlarla, doktorlarla ve sahra hastanelerinde görüşmeler yaptı ve geçen hafta hazırladıkları ve benim de gördüğüm rapora göre kurbanların sarin gazı kullanımına maruz kaldığına dair kesin kanıtlar olmamakla birlikte güçlü, somut şüpheler bulunuyor.


Washington, Riyad ve Tel Aviv'in bahsettiği küçük miktarlardaki sarin neden bir komplo?  

Kullanıldığı aktarılan küçük miktardaki sarin gazı, 2 yıldır devam eden yıkıcı çatışmada dengeyi bozmak üzere Suriye hükümeti tarafından kullanılsa, herhangi bir taktik veya stratejik anlam taşımazdı. Irak'ın 1980'lerdeki İran-Irak savaşında kullandığı kimyasal silahlara dair ABD'nin yaptığı değerlendirmelere göre, kimyasal maddelerin yalnızca ideal koşullarda ve büyük miktarlarda kullanılması halinde taktik ve stratejik çıktıları olabilir – ve konvansiyonel silahlar halen, her tür kimyasal silahtan hayli üstündür. 

ABD Deniz piyade teşkilatı tarafından hazırlanan “Ek B: Kimyasal Silahlar” başlığının altındaki “Çıkarılan Dersler: İran-Irak Savaşı” başlıklı bir belge, 8 yıl boyunca büyük yıkım yaratan İran-Irak savaşı sırasında gerçekleşen tüm kimyasal silah kullanımına dair, kapsamlı bir bakış sunuyor. Pek çok angajman ayrıntılı olarak incelenmiş ve büyük miktarda kimyasal unsurların kitle ölümleri için değil, esirgeme alanları yaratmak için kullanıldığını ortaya çıkarıyor.

Kimyasal silahların etkililiği ve ölümcüllüğü, belgede şu şekilde özetlenmişti:

Kimyasal silahlar, optimum etkililik için özel hava ve coğrafya koşullarını gerektirir. Hardal gazı dâhil olmak üzere bu savaş sırasında kullanılan tüm maddelerin göreceli uçuculuğu nedeniyle, hem günlük hem de mevsimlik olarak maddeler için sadece çok kısa bir kullanım penceresi olanağı bulunuyor. Iraklılar yağmurlu mevsimde ve aynı zamanda bataklıklarda hardal gazı kullandıysa da, etkililiği bu koşullarda belirgin bir şekilde azaldı. Iraklıların hayal kırıklığıyla öğrendiği gibi, yüksek tepelere sahip olmadığınız ve düşmanınız dağlarda olmadığı sürece hardal gazı, dağlarda kullanmak için iyi bir madde değildir.


Kullanılanların doğası itibariyle hardal gazından daha da uçucu olması nedeniyle, sinir gazlarının göreceli etkililiğinden pek emin değiliz. Bu maddelerde öldürücü gaz yoğunluğuna erişmek için, sabah esintilerinin dost konumlardan esmesi muhtemel alanlarda şafak öncesi saldırılar en iyisidir.

Kimyasal silahlar düşük bir öldürücülük oranına sahiptir. Kimyasallardan kaynaklı ölüm oranlarının yüzde 2-3 civarında olduğu 1. Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi, ölümlerle ilgili güvenilir verilere erişmek çok zor olsa da bu savaşta [İran-Irak Savaşı'nda – Ç.N.] da benzeri bir rakam teyit edilmiş gibi görünüyor. Sinir gazları kullanılsa bile ölüm oranının böyle düşük bir düzeyde kalmasını vurgulamaya değer görüyoruz. Eğer bu oranlar doğruysa – ki bu bütünüyle mümkün – bu, kimyasal silahları “fakir adamın nükleer silahları” olarak düşünmemez gerektiği yönündeki tutumumuzu güçlendirir. Bu tür silahlar büyük psikolojik potansiyele sahipse de, nükleer veya biyolojik silahların ölçeğinde öldürücülükleri veya yıkıcılıkları yoktur.


Açıktır ki, Batı'nın Suriye'yi kullanmakla suçladığı, yok denecek kadar az miktarda sarin, hiçbir taktik, siyasi veya stratejik anlam taşımaz. Bununla birlikte, şimdi Batı destekli teröristlerin işi olmasından şüphe edilen küçük miktarlardaki sarin gazı, Batı askeri müdahalesine bahane yaratmak için mükemmel bir işlev görev görecektir ve gerçekten de ABD ve İsrail tarafında Şam'a gerçekleştirilen son sebepsiz hava saldırısında kısmen bahsi geçti.

Suriye'de faaliyet yürüten teröristler, Batılı destekçilerinin yaptığı gibi, böyle bir operasyon gerçekleştirecek araçlara ve motivasyona sahip.

Batı destekli teröristler nereden sarin edindi? 

Suriye'de faaliyet yürüten teröristlere bir dizi yöntemle sarin gazı ulaştırılmış olabilir – gizli bir operasyonla belirli sayıda kimyasal maddeyi teslim eden Türkiye, İsrail ve ABD'den, son 2 yıldır Suriye'ye akın akın geldiği doğrulanan Libyalı teröristlerin, NATO'nun 2011'deki yıkıcı saldırısının mezhepçi aşırıcı bir rejimin elinde bıraktığı yağmalanmış kimyasal stokları beraberinde getirmelerine kadar.

Gerçekten de Libya'nın cephaneleri, bu Kuzey Afrika ülkesini yıkma çabalarının son noktası olarak 2011'de gerçekleşen NATO desteğiyle, mezhepçi aşırıcıların eline düşmüştü. O tarihten bu yana, El Kaide'ye bağlı Libya İslami Savaş Grubu (LIFG) komutalarının liderlik ettiği Libyalı militanlar, Batı'da Mali'den Doğu'da Suriye'ye kadar tüm Arap dünyası çapında mezhepçi aşırıcıları silahlandırdı. 

Libyalı LIFG teröristlerinin Libya'dan Suriye'ye aktıkları doğrulandı. Kasım 2011'de Telegraph, “Önde gelen Libyalı İslamcı, muhalif Özgür Suriye Ordusu grubuyla buluştu” başlıklı makalesinde şunları yazmıştı:
 

Trablus Askeri Konseyi başkanı ve Libya İslami Savaş Grubu'nun eski lideri Abdülhakim Bilhac'la çalışan bir asker yetkili, Bilhac'ın İstanbul'da ve Türkiye sınırında Özgür Suriye Ordusu liderleriyle buluştuğunu söyledi ve "Mustafa Abdül Celil (geçici Libya devlet başkanı) onu oraya gönderdi" dedi.


Telegraph'ta yayınlanan "Libya'nın yeni yöneticileri Suriyeli isyancılara silah sağlıyor” başlıklı bir başka makalede şunları kabul edecekti:

Daily Telegraph'ın öğrendiğine göre Suriyeli isyancılar, Başkan Beşar Esad rejimine karşı isyanları için silah ve para temin etmek için Cuma günü Libya'nın yeni otoriteleriyle gizli görüşmeler gerçekleştirdi.  


İstanbul'da gerçekleşen ve Türk yetkililerin de katıldığı görüşmede Suriyeliler, Libyalı temsilcilerden “destek” talep etti ve kendilerine silah, muhtemelen de gönüllüler sunuldu.

İsminin verilmemesi şartıyla konuşan bir Libyalı kaynak, “Suriye'ye silah ve hatta Libyalı savaşçılar göndermek üzere planlanan bir şeyler var. Bir askeri müdahale yolda. Birkaç hafta içinde göreceksiniz” dedi.  


O ayın sonlarında, operasyonlar yürütmek üzere 600 kadar Libyalı teröristin Suriye'ye girdiği aktarıldı ve o tarihten bu yana da ülkeye akıyorlar. 


Time dergisinde yayınlanan, "Libyalı savaşçılar devrimlerini Suriye'ye ihraç ediyor” başlıklı makalede şunlar yazıldı.  

Bazı Suriyeliler, Libyalıların verdiği destek konusunda daha dürüstler. Yabancı savaşçıları izlemek üzere isyancıların kontrolündeki bölgelere seyahat eden Firas Tamim, “onlar bizden daha ağır silahlara sahipler” diyor. “Bu silahları Suriye'ye getirdiler ve şimdi cephe hatlarında kullanılıyorlar.” Tamim'in gördüğü silahların arasında, SAM7 olarak bilinen, Rus yapımı karadan havaya füzeler de var.


Libyalı savaşçılar silah transferleriyle ilgili soruları genelde geçiştiriyorlar, fakat Aralık ayında tam olarak bunu yaptıklarını iddia ettiler. Bir Libyalı savaşçı, Fransız günlük Le Figaro gazetesine “Libya'da silah toplama süreci içindeyiz. Bu tamamlandıktan sonra, onları buraya getirmenin bir yolunu bulacağız” dedi.  


Açıktır ki NATO'nun Libya müdahalesi, mezhepçi aşırıcıların eline devasa ve tahripkar bir cephane bıraktı. Bu grupların başında, ABD Dışişleri Bakanlığı, Birleşmiş Milletler ve İngiliz İçişleri Bakanlığı'nın terör örgütleri listesinde yer alan ve şimdi bu silahları ve militanları, NATO'nun Suriye'deki öteki cephesine ihraç eden LIFG bulunuyor.  Libyalı teröristlerin ve silahların NATO desteğiyle Türkiye-Suriye sınırından geçtiği doğrulandı ve şimdi aralarında uçaksavar silahlarının da olduğu ağır silahların da sınırı geçtiği açık.

Guardian, Kasım 2011'de yayınlanan, “Gözlemciler Libya'nın kimyasal silah stoklarına el değmediğini söylüyor” başlıklı makalede, şunları aktarmıştı:
 

Silah gözlemcileri, Libya'nın hardal gazı ve silah yapımında kullanılan kimyasal stoklarına el değmediğini ve ayaklanma sırasında çalınmadığını söyledi.  


Ama aynı zamanda şunları da aktarıyordu: 

Bazı Kaddafi dönemi silahlarının terk edilmesi veya kaybolması, böyle bir ateş gücünün Kuzey Afrika'da aktif olan İslamcı militanların veya isyancıların eline geçmesi halinde bölgesel güvenliği sarsabileceği yönünde kaygılar doğurdu. Bazıları, bunların Libya'ya istikrarsızlık yaymak üzere Kaddafi taraftarları tarafından kullanılabileceği kaygısı taşıyor.


Geçen ay İnsan Hakları İzleme Örgütü, Libya'daki hükümette olan ulusal geçiş konseyini Kaddafi'nin devrilmesinden iki aydan fazla zaman geçtikten sonra korunmasız halde olan, aralarında karadan havaya füzelerin de olduğu çok sayıda füze için eyleme geçmesi yönünde uyardı.

Çarşamba günü BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, BM'nin nükleer malzemelerin ve kimyasal silahların yanlış ellere düşmemesine yardım etmek üzere Libya'ya uzmanlarını göndereceğini söyledi.

Ve soruşturma yetkilileri Libya'nın kimyasal silahlarının “aşırıcıların” değil “hükümetin” ellerinde olduğunu söylerken, Libya hükümetinin kendi itirafından hareketle, NATO ve El Kaide'nin ortak operasyonunu desteklemek üzere Suriye'ye savaşçı ve silah gönderme içinde oldukları açıktır.

Dahası, ABD'nin seçilmiş terörist birimlerine kimyasal silahların kullanımına dair eğitim verdiği doğrulanmıştır. CNN, Aralık 2012 tarihinde, “Kaynaklar: ABD, Suriyeli isyancılara kimyasal silah emniyeti eğitimi verilmesine yardım ediyor” başlıklı haberde, şunları aktarıyordu:

Önde gelen bir ABD yetkilisinin ve çok sayıda diplomatın Pazar günü CNN'e söylediğine göre, Amerika Birleşik Devletleri ve bazı Avrupalı müttefikleri, Suriyeli isyancılara Suriye'deki kimyasal silah stoklarını nasıl ele geçireceklerine dair eğitim vermek üzere savunma anlaşması firmalarını kullanıyor.


Kaynaklara göre Ürdün'de ve Türkiye'de gerçekleşen eğitim, stokların izlenmesini ve ele geçirilmesini ve silah tesisleriyle malzemelerinin kullanılmasını içeriyor. Yetkililerden birine göre, bazı anlaşma firmaları tesislerden bazılarını izlemek üzere Suriye'de sahada, isyancılarla birlikte çalışıyor.  

NATO, Libya'daki kimyasal silahların şu anda Suriye'deki teröristleri silahlandıran, onlara yardım eden ve savaşçı gönderen vekil rejimin elinde kalmasını sağladığı gibi, teröristlere bu silahların kullanılmasına dair teknik bilgi de sağlamış gibi görünüyor.   

İsrail'e karşı Hizbullah – Son çare olarak başvurulan yalan 

Göründüğü kadarıyla bir kez daha, gerçekte en korkunç vahşiliklerden ve “kırmızı çizgilerin” aşılmasından sorumlu olanlar, bu çizgileri birinci sıraya koyan Batı çıkarlarından başkası değil. 

Dikkati kimyasal silahlar “kırmızı çizgisinden” İsrail ve Hizbullah'a doğru kaydırma kararı, Batı'nın Suriye'deki mevcut operasyonlarının bocalama halindeki sürdürülebilirliğini uzatma amaçlı, umutsuz bir girişimdir. 

İsrail, Batı medyasının desteğiyle kendisini, uzun süre uzak durduğu bir savaşa isteksizce giriyor gibi resmetse de, İsrail'in 2007 gibi erken bir tarihten bu yana, ABD ve Suudi Arabistan'la birlikte, silahlandırılmış ve finanse edilmiş El Kaideci teröristler ve eşi görülmemiş bir mezhepçi kan banyosu yoluyla Suriye hükümetini devirmek üzere açık bir komplo içinde olduğu belgelenmiştir. 

Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh, New Yorker'da 2007 yılında yayınlanan “Yeni Yönelim” makalesinde şunları ifade etmişti:


“Bush yönetimi, ağırlıklı olarak Şii İran'ı köşeye sıkıştırmak için Ortadoğu'daki önceliklerini yeniden belirlemeye karar verdi. Yönetim, Lübnan'da İran'ın desteklediği Şii Hizbullah'ı zayıflatmak için örtülü operasyonlarda Sünni Suudi Arabistan hükümetiyle işbirliği yapmaya başladı. ABD aynı zamanda İran ve Suriye'yi hedefleyen örtülü operasyonlarda da aktif olarak yer aldı. Bu faaliyetlerin yan ürünü, İslam'ın militan bir yorumunu benimseyen, ABD'ye muhalif, El Kaide'ye sempati besleyen aşırılıkçı Sünni grupları desteklemekti.”


Özel olarak İsrail ve Suudi Arabistan'ın ortaklığına dair şunlar belirtilmişti:  

“Politika değişikliği Suudi Arabistan ve İsrail'i yeni bir stratejik yakınlaşmaya getirdi, zira her iki ülke de İran'ı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Bunlar doğrudan görüşmelere girdi ve İsrail ve Filistin'de daha büyük istikrarın İran'a bölgede daha az konumsal avantaj sağlayacağına inanan Suudiler, Arap-İsrail müzakerelerine daha fazla müdahil oldular.”


İlave olarak Suudi Arabistan yetkilileri ülkelerinin, bölgedeki ABD-İsrail tutkularını destekleme rolünü gizlemek için girişmesi gereken dikkatli denge eyleminden bahsettiler. Bütün bunlara rağmen İsrail'in açıkça İran'a karşı saldırı düzenlemek için kullanılmasının ABD için tercih edilir olacağı, bunun da son kertede Suudileri içine alacağı söyleniyordu. Şunlar belirtilmişti:

“Suudi, kendi ülkesinin bakış açısından, İran'a meydan okumada ABD'ye katılarak siyasi bir risk aldığını söyledi: Bender Arap dünyasında hâlihazırda Bush yönetimine fazla yakın biri olarak görüşüyor. Eski diplomat bana ‘bizim iki kâbusumuz var' dedi, ‘İran'ın bomba edinmesi ve Amerika Birleşik Devletleri'nin İran'a saldırması. Ben daha ziyade İsraillilerin İran'ı bombalamasını tercih ederim, böylelikle onları suçlayabiliriz. Eğer Amerika yaparsa, biz suçlanırız.'”


Bu girişim 2009'da, Fortune 500 tarafından finanse edilen (sayfa 19) Brookings Institution'un İran'la ilgili, “Hangi Yol İran'a Gider?” isimli belgesinde daha fazla geliştirildi. Şimdi açıkça Suriye'ye karşı kullanılan bu belgede, atılacak ilk adım şöyle tarif ediliyordu: 

“…eğer Amerika Birleşik Devletleri, başlatmadan önce hava saldırılarını haklı göstermek üzere bir İran provokasyonunu gösterebilirse, bu daha tercih edilebilir olur. Açıkça, İran'ın eylemi ne kadar çirkin, ne kadar ölümlü ve ne kadar sebepsiz olursa, Amerika Birleşik Devletleri o kadar iyi durumda olur. Elbette Amerika Birleşik Devletleri'nin, her şeyi bozacak şekilde dünyanın geri kalanı anlamadan İran'ı böyle bir provokasyona kışkırtması çok zor olacaktır. (Biraz başarı şansı olabilecek bir yöntem, Tahran'ın açıkça veya yarış açık şekilde misillemede bulunacağı umuduyla örtülü rejim değişikliği çabalarını çoğaltmasıdır. Böyle bir misilleme, İran'ın sebepsiz saldırganlık eylemi olarak gösterilebilir.)- sayfa 84-85, Hangi Yol İran'a Gider?, Brookings Institution. 

Ve: 

“İsrail şimdiden böyle bir saldırı için kapsamlı bir planlama ve tatbikat yapmış gibi görünüyor ve uçakları muhtemelen şimdiden İran'a mümkün olduğunca yakın bir yere konuşlanmış durumda. Böylelikle İsrail, gerekli olduğunu düşündüğü hava ve istihbarat koşullarına göre haftalar ve hatta günlerle ifade edilebilecek bir süre içinde saldırıyı başlatabilecektir. Dahası, İsrail operasyon için bölgesel destek sağlamaya çok daha az ihtiyaç (ve hatta ilgi) duyacağı için, Kudüs muhtemelen saldırmadan önce bir İran provokasyonunu beklemek için daha az motivasyona sahip olacaktır. Kısacası İsrail, hem İsrailli hem de Amerikalı liderlerin bunu istemesi halinde bu opsiyonu çok hızlı şekilde hayata geçirebilecektir. Bununla birlikte, bir önceki bölümde belirtildiği gibi hava saldırılarını kendisi, gerçekte bu politikanın yalnızca başlangıcıdır. İranlılar şüphesiz, bir kez daha nükleer tesislerini inşa edeceklerdir. Muhtemelen İsrail'e karşı misillemeye gideceklerdir ve Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı da misillemeye gidebilir (bu da Amerikan hava saldırıları ve hatta kara harekatı için bahane yaratabilir).” - sayfa 91, Hangi Yol İran'a Gider?, Brookings Institution. 

Batı'nın Suriye'ye ve İran'a karşı daha büyük bir bölgesel savaşı sürdürebilecek siyasi, ekonomik ve hatta taktik kabiliyete sahip olması ihtimal dâhilinde değil. İsrail'i Suriye'ye karşı kullanmaktaki amaç, Batı destekli teröristler üzerindeki basıncı hafifletmek, Suriye hükümeti ve ordusu içerisinde gerilim ve karşıtlık yaratmak ve hatta belki de sözde “muhalefet”ten kalan her neyse onlardan gelecek nihai bir darbe öncesinde “Şam kalesini” çatlatmak.

Brookings, "Rejim Değişikliği için Seçeneklerin Değerlendirilmesi” başlıklı bir başka raporda, özel olarak şunları söylemişti:

"İlave olarak İsrail istihbarat servisleri Suriye hakkında ve Suriye'nin güç tabanının alt üst edilmesini ve Esad'ın devrilmesi için baskı uygulanmasını sağlayacak varlıklar hakkında güçlü bilgilere sahipler. İsrail Golan Tepeleri üzerinde veya yakınlarında konumlanabilir ve bunu yaparak, rejim güçlerinin muhalefeti ortadan kaldırmasını engelleyebilir. Bu konumlanış, özellikle Türkiye'nin kendi sınırında aynısını yapmayı istemesi ve Suriye muhalefetinin sıkı bir silah ve eğitim desteği alması halinde, Esad rejiminde çok cepheli bir savaş korkusu yaratabilir. Böyle bir mobilizasyon belki de Suriye'nin askeri liderliğini, kendi kendisini koruma için Esad'ı uzaklaştırmaya ikna edebilir. Bu fikrin taraftarları, böyle bir ilave basıncın, diğer kuvvetlerin de uygun şekilde konumlanması halinde, Suriye içinde dengeyi Esad aleyhinde devirebileceğini savunmaktadır." -sayfa 6, Rejim Değişikliği için Seçeneklerin Değerlendirilmesi, Brookings Institution.


İsrail'in başından beri Batı'nın Suriye'ye karşı tasarımlarının içinde olduğu açıktır. Onun rolü şu ana kadar, özel olarak son çare seçeneklerinin uygulanması için şu ana kadar kasten üstü kapalı tutulmuştur. Şimdi Suriye'ye ve müttefiklerine düşen, bir yandan Batı'nın artan düzeydeki provokatif saldırılarına karşı dururken, diğer yandan hem dışarıdaki siyasi mücadeleyi kazanmak, hem de içeride Batı'nın terörist vekillerinden arta kalanları süpürmektir.
 

Çeviren: Selim Sezer
 

medyasafak.com