"Sahabenin Adaleti" görüşünün eleştirisi (4) (SON)

"Sahabenin Adaleti" görüşünün eleştirisi (4) (SON)
Nitekim Kerbela’da Şebes b. Rebi sahâbedendi ve Yezîd’in ordusunda yer almıştı. Dolayısıyla onun hakkında ‘‘içtihad etti ve yanıldı’’ diyorlar. Yani İmam Ali (a.s.) ile savaşan bir kimse sahâbî ise sadece muaheze edilmemekle kalmayacak, amelinden dolayı ecir de alacak!

 

 

Sunucu: Rahmân Rahîm Allah’ın adıyla ve O’nun yardımıyla... Salat ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a.) ve O’nun pak Ehl-i Beyt’inin ve seçkin sahâbesinin üzerine olsun. Değerli izleyiciler, sizleri en içten duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Mutârahâtün fi’l-Akide programımızın yeni bölümüyle karşınızdayız. Bu akşam sahâbenin adaleti nazariyesinin önemli bazı sonuçları üzerinde duracağız. Bu önemli nazariyenin alt dalları nelerdir? Bu mesele birtakım konuları barındırmaktadır. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemâl Haydarî Bey’e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyoruz.

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk sayın doktor!

Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O’nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl’ine olsun.

Önceki programda İbn Teymiyye’den alıntılar yapmıştık. Şöyle devam ediyor:

Bu sınırı aşıp da Hz. Resûlullah’tan sonra sahâbenin irtidad ettiğini iddia edene gelince ise bunun da küfründe herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Çünkü O Kur’ân’ın birçok yerde ifade ettiği nassı yalanlamaktadır.[i]

Bu irtidad meselesi de açık bir konudur. Sahîhü’l-Buhârî ve Sahîhü Müslim’in aktardıkları okuduğumuz rivayetlerde sahâbenin bir bölümünün irtidad ettiğini görebiliyoruz. ‘‘Sahâbenin az bir bölüğü mü yoksa çoğunluğu mu irtidad etti?’’, bu ayrı bir konu. Bu hadislerde ‘‘Hz. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra irtidad ettiler, dine aykırı birtakım şeyler ihdas ettiler ve Hz. Resûlullah’tan sonra birtakım şeyleri değiştirdiler’’ türünde ibareleri okuyabiliyoruz. Bu ifadeler Sahâbe Okulunun en önemli sahihlerinde geçmektedir.

Pasaja göre konuşacak olursak Hz. Resûlullah’tan sonra bazı sahâbîlerin irtidad ettiğini söyleyen insanın kâfir olduğunda da herhangi bir problem yoktur.

Kur’ân’ın sahâbeyi adil olarak tanıttığını ifade ettiği âyetlere gelince, bu onun zannıdır. Evet, Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın Muhacir ve Ensar’dan razı olduğuna ifade eden âyetlerde bir tür tahsis söz konusudur. Çünkü tahsisi olmayan hiçbir umumi hüküm yoktur. Bu konuyu da ileride ele alacağız.

Lütfen şu cümleye dikkat ediniz:

Onun küfründen şüphe eden kimsenin de küfrü taayyün eder.[ii]

Yazar mealen ‘‘sahâbeye sövenin küfründe şüphe edenin kâfirliğinde kuşku yoktur’’ diyor.

Devamında şöyle der:

Bu görüşlerin genelinden öyle anlaşılıyor ki o kişi zındıktır. Zındıkların geneli de mezheplerini gizlerler… Yaşarlarken ve ölüm esnalarında onları yüzlerinin domuz şeklini aldığına dair mütevatir nakiller vardır. Âlimlerden bir grup da bu konuda kendilerine ulaşan şeyleri derleyip toplamışlardır.[iii]

Mütevatirliği nereden çıkardı, bilemiyorum. Yani diyor ki herhangi bir sahâbîye söven kimselerin yüzleri domuz yüzüne dönüşür. Bu sözleri söyleyen adamın araştırmacı, muhakkik ve âlim olduğu iddia edilmektedir! Tevatürü nereden çıkardı, bilemiyorum doğrusu!

Sunucu: Bu aciz kimselerin sözleridir, âlimlerin sözlerine benzemiyor!

Seyyid Kemal Haydarî: Değerlendirmeyi saygıdeğer izleyicilerimize bırakıyoruz.

Ölümden sonra yüzlerinin domuz şekline dönüştüğünü ben bilemiyorum kimse de bilemez. Ancak henüz hayatta iken yüzlerinin domuz şekline dönüştüğüne gelince ise…

Devamında şöyle diyor:

Özetle sahâbeye söven kimselerin bir bölümünün kâfirliğinde kuşku bulunmamaktadır. Bir bölümünün ise küfrüne hükmedilemez. Bir bölümünün ise kâfir olup olmadığında kuşku vardır.[iv]

Bu durumda İbn Teymiyye’nin hiç kimseyi tekfir etmediği iddiası tümüyle çürüktür. O sadece bizi tekfir etmekle kalmıyor, Müslümanlardan büyük bir topluluğu da tekfir ediyor. Hatta onların kâfirliğinde kuşku duyanları da tekfir ediyor. Yani ümmete baktığımızda ümmetin geneli ve Müslümanların büyük çoğunluğu bazı sahâbîlere söven veya eleştirenleri tekfir etmezler. Tabii bu onların iddiasıdır. Yoksa Allah’a hamd olsun ki bizim mezhebimizde sövme yoktur.  Bazı sahâbîleri eleştiriyorsak da bizim değil Ehl-i Sünnet’in sahih kitaplarında geçen kesin ve katî naslarla sabit bazı eylemleri yüzünden eleştiriyoruz. Aziz kardeşim, bu tür rivayetlere dayanarak bir görüşe sahip olan bir kimseyi nasıl tekfir eder ve zındıklığına hükmedersin? Yüzlerinin domuz yüzlerine dönüştüğünü nasıl söylersin?

Sunucu: Öyleyse Ebû Bekir onlarla niçin savaştı?

Seyyid Kemal Haydarî: Sayın doktor, bu nazariyeyi çürüten birçok husus vardır. Ancak ben bu akımın mantığını konuşmak istiyorum.

Sunucu: Sizin de buyurduğunuz gibi vakit elvermiyor. Sayın Seyyid, sizin önceki programda sunduğunuz bilgilerle ‘‘Şeyh İbn Teymiyye sahâbenin birbirlerini tekfir ettiğini kabul ediyor’’ diyebilir miyiz? Yoksa onun bu açıklamalarından böyle bir sonuca ulaşmamız yanlış mı olur?

Seyyid Kemal Haydarî: İşaret ettiğimiz üzere Şeyh İbn Teymiyye es-Sârimü’l-Meslûl adlı eserinde bu görüşünü temellendirdikten sonra bizzat kendisi başka bir eserinde bu söylediğini nakzetmektedir. O temel eseri olan Minhâcü’s-Sünne adlı eserinde bir önceki görüşüyle çelişen sözler kullanır. Elimizde bulunan bu baskı Minhâcü’s-Sünne’nin son baskısıdır, tahkiklidir. Eserin girişinde on dört / on beş baskıyla karşılaştırılarak neşredildiği belirtilmektedir. Nur-u Osmaniyye İstanbul basımı, el-Mektebetü’l-Mahmudiyye Medine, el-Matbaatü’l-Emiriye Bulak basımı… Öyleyse bu nüshanın İbn Teymiyye’ye nispetinde herhangi bir kuşku olamaz. Çünkü bazıları ‘‘nüshalar arasında birtakım ihtilaflar vardır’’ diyerek itiraz etmeye çalışıyorlar. Elimizdeki bu nüsha eldeki diğer nüshaların çoğu ile uyumlu olan makbul ve tahkikli metindir. Eserde açık ve net bir şekilde şöyle diyor:

FASIL: Rafızî dedi ki: On beşinci burhan… Sahâbeden birçoğunun İmam Ali’ye taan ettiği bilinmektedir.[v]

Sahâbenin birçoğu sadece İmam Ali’yi (a.s.) eleştirmekle kalmıyor O’na taan ediyorlar.

Sunucu: Kadh (taan) tenkit etmekten (eleştirmekten) daha ileri boyuttadır. Yani İmam Ali’nin adaleti, imanı, İslam’ı ve güvenilirliği hakkında ileri geri söz söylüyorlar.

Seyyid Kemal Haydarî: Nitekim öyle de yaptılar. O’nu küfürle itham ettiler. Hâricîler her halükârda İmam Ali’nin imanını kabul etmediler.

Eserin bir başka yerinde ise açık bir ifadeyle şöyle der:

Hâlbuki Ali böyle değildi. Çünkü sahâbe ve tâbiûndan birçoğu Ali’ye buğzediyor, sövüyor ve O’nunla savaşıyorlardı.[vi]

Burada alanı daha da genişletmektedir. Çünkü önceki pasajda sadece sahâbe diyordu. Burada ise ‘‘sahâbe ve tâbiûnundan’’ ifadesini kullanıyor.

Sunucu: Tâbiûn da onlara güzellikte uyuyorlar!

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Acaba ‘‘güzellikte onlara uyanlar’’ ifadesi bunları kapsıyor mu, bilemiyorum.

Evet, ‘‘sahâbe ve tâbiûndan birçoğu’’ diyor. Sahâbenin sayısı kaçtır? Yirmi bin, otuz bin veya kırk bin… Bu konudaki açıklamalar farklılık göstermektedir. Varsayalım ki on bin olsun. Pasajın ifadesinin doğru olabilmesi için en az üç bin beş yüz kişinin İmam Ali (a.s.) hakkında ileri geri konuşmaları gerekiyor. Bilemiyorum artık. Lütfen, ibareye dikkat ediniz. Sahâbe ve tâbiûn pek çok kişi O’na buğzediyor, sövüyor ve O’nunla savaşıyorlardı. Bir defa daha tekrarlayalım:

“O’na buğzediyor, sövüyor ve O’nunla savaşıyorlardı.”

Sunucu: İmam Ali’ye (a.s.) sövmekle de Hz. Resûlullah’a sövüyorlardı!

Seyyid Kemal Haydarî: Şu an bunun sonucunun ne olduğuna girmek istemiyorum. Bu şahıs yani Hz. Ali (a.s.) en azından bir sahâbîdir, Allah Resûlü’nün damadıdır, hicret eden müminlerdendir. O, Resûlullah ile kardeşlik akdi yapan kimsedir. Sizin iddianıza göre dördüncü halifedir. Sahihlerinizin zikrettiği yığınlarca başka fazilet…

Sunucu: Ehl-i Beyt’tendir.

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel, Ehl-i Beyt’tendir. “De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir” (Şûrâ, 23) buyruğunun açık ifadesiyle sevilmesini Allah’ın emrettiği kimselerdendir. Kur’ân-ı Kerim’de sadece ‘‘kurba’’ya (yakınlara) sevgi duymanın vacipliği sabittir. Kur’ân’da kurba (Peygamber yakınları) dışında herhangi bir kimseye sevgi duymanın gerekliliğine ilişkin bir âyet bulunmamaktadır. Her halükârda bütün bunlar İmam Ali (a.s.) için sabittir. Şeyh İbn Teymiyye sahâbe ve tâbiûnun İmam Ali’ye buğzedip sövdüklerini söylüyor. Bunlar İmam Ali (a.s.) hakkında ‘‘az bilgili’’ veya ‘‘zahid değildir’’ türü bir ifade kullanmıyor. Aksine sövüyorlar! Sövme ise Şeyh İbn Teymiyye’nin ifadesine göre küfrü gerektirir.

Sunucu: Eğer onlar İmam Ali’den başkasına sövselerdi küfrü gerekli olurdu.

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Şeyh İbn Teymiyye’nin ibarelerine müracaat ettiğinizde o şöyle diyor:

Adaletlerine zarar gelmeyecek bir şekilde eleştirecek olursa tazir edilir.[vii]

Ancak sahâbenin adaletine zarar verecek şekilde eleştirecek olursa…

Sahâbeye sövenler gruplara ayrılır. Bir bölümünün küfründe herhangi bir kuşku söz konusu değildir… Bir kimseye sövme, ona buğzetme ve onunla savaşmaktan daha üst seviyede bir düşmanlık ve hakaret var mıdır?

Sunucu: Sövme ve hakaretin bütün derecelerine artık ulaşmıştır.

Seyyid Kemal Haydarî: Sövme, hakaret, buğz ve savaş…

İşte burada sorulması gereken bir soru var. Şimdi sahâbenin kendi aralarında birtakım tenkitleri, eleştirileri, ileri geri sözleri ve davranışları olmuştur. Hatta bazılarına had de uygulanmıştır. ‘‘Sahâbenin Adaleti Nazariyesi’’ni savunanlar birinci, ikinci ve üçüncü halife dönemlerinde kendilerine had uygulanan kimseler hakkında ne düşünüyorlar, bilemiyorum artık. Eğer bunların tümü müctehid, adil, sika ve eleştirilmesi doğru olmayan kişiler ise neden içtihad edip de had cezasına maruz kaldılar?

Sunucu: Hatta korkunç savaşlar yaptılar. Hâlid b. Velid sahâbenin bir bölümünü kılıçtan geçirdi.

Seyyid Kemal Haydarî: Hakikatte insan Selefiliğin kurucusunun tesis ettiği ve günümüz Selefilerinin de benimsediği bu yoruma, akıma ve nazariyeye bakınca… Emin olunuz ki günümüzdeki takipçileri ve bağlıları da aynı şekilde davranıyorlar. Bizi ‘‘sizler takiyyeci insanlarsınız’’ diyerek itham ediyorlar. ‘‘Sizler hakiki ve gerçek inançlarınızı açıklamıyor ve gizliyorsunuz’’ diyorlar. Allah’a kasem ederim ki asıl takiyyeci onlardır. Çünkü onlar bizim yani Ehl-i Beyt (a.s.) bağlılarının Müslüman olduğuna inanmıyorlar.  İnanın ki onlar takiyye yapıyorlar. Değerli izleyiciler bugün -ki Arefe günüdür- Suudî Arabistan’daki bazı imamların ve fetva ehlinin sözlerine baktığınız zaman Ehl-i Beyt Okulundan bahsederken “İslam dini üzere sayılan bazı kimseler” dediklerini görürsünüz. Yani Ehl-i Beyt Okulunun bağlılarını Müslüman kabul etmiyorlar. “Müslüman olduğu varsayılan bazı kimseler” ifadesi Şeyh İbn Teymiyye’nin nazariyesinin birebir tercümesidir. Bizler herkesin Müslüman olduğunu kabul ediyoruz. Onların Müslüman ve mümin kardeşlerimiz olduklarını belirtiyoruz. Onları da İslam ve iman dairesi içinde görüyoruz. Ancak ‘‘onların da kendilerine ait görüşleri ve inançları vardır, bizim de benimsediğimiz kendimize ait görüşlerimiz ve inanç ilkelerimiz vardır’’ diyoruz. Her halükârda Şeyh İbn Teymiyye’nin söylediklerini ve nazariyesini kabul eden ve ona bağlı olan kimseler yukarıda okuduğumuz iki pasaja göre sahâbe ve tâbiûndan pek çok kişinin zındık ve kâfir olduğunu kabul etmek zorundadırlar. Çünkü o, sahâbe ve tâbiûndan pek çok kişinin İmam Ali’ye (a.s.) sövdüğünü söylüyor.

O, Minhâcü’s-Sünne adlı eserde de birçok sahâbî ve tâbiûnun İmam Ali’ye sövdüğünü, buğzettiğini ve O’nunla savaştığını açıkça dile getiriyor. Onlar kendi mantıklarına göre İmam Ali (a.s.) ile savaşan, O’na söven ve buğzeden herkesi içtihatlarında hata eden kimseler kategorisine koymaya çalışırlar.

Yani Sârimü’l-Meslûl ile Minhâcü’s-Sünnet adlı eserindeki ibareleri alt alta koyunca bu manzara ortaya çıkıyor.

Sunucu: Acaba Şeyh İbn Teymiyye es-Sârimü’l-Meslûl’da söylediği sözün gereğince hareket ediyor mu? Yani İmam Ali’ye söven, buğzeden ve O’nunla savaşanları kâfir olarak görüyor mu?

Seyyid Kemal Haydarî: Aslında bu temel bir meseledir. Zaten onların temel sorunu ve çıkmaza düştükleri nokta da burasıdır. Şöyle ki bir taraftan bir sahâbîye söven kâfir ve zındıktır, ölürken de domuz suretine büründüklerine dair mütevatir nakiller vardır, diyorlar. Beri yandan da ‘‘sahâbenin ve tâbiûndan pek çok kişi İmam Ali’ye sövüyor, buğzediyor ve O’nunla savaşıyordu’’ diyorlar. Bunun doğal sonucu olarak sahâbe ve tâbiûnun büyük bir bölümü kâfir olur. Bu çıkmazdan kurtulmak için karşımıza başka bir nazariye çıkardılar. ‘‘İçtihad etti ve içtihadında yanıldı’’ nazariyesi. Esasında ‘‘sahâbe güvenilir ve adildir’’ diyorlar. Bir kimse bir sahâbîye söver, buğzeder ve savaşırsa durumu nasıl olacak? Hatta bir sahâbîyi öldürecek olursa… Nitekim Kerbela’da Şebes b. Rebi sahâbedendi ve Yezîd’in ordusunda yer almıştı. Dolayısıyla onun hakkında ‘‘içtihad etti ve yanıldı’’ diyorlar. Yani İmam Ali (a.s.) ile savaşan bir kimse sahâbî ise sadece muaheze edilmemekle kalmayacak, amelinden dolayı ecir de alacak! Yani Muâviye, Kıyamet Günü’nde cezalandırılmayacak, amelinden dolayı mükâfat da alacaktır!

Sunucu: İmam Ali’ye (a.s.) sövüp hakaret etmesinden dolayı ecir alacak!

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, onlarca yıl minberlerde İmam Ali’ye lanet okunmuştur. Tarihe bir göz atınız, Muâviye’nin neler yaptığını göreceksiniz. Hatta o, adı “Ali” ve “Ebu Turab” olan kimselerin dahi maaşlarını kesmiştir.

Bu alandaki bazı pasajları aktarmaya çalışalım ki okuyucular bu nazariyenin nasıl ortaya çıktığını anlasınlar.

Bilindiği gibi İbn Kesîr büyük âlimlerdendir. O, Câmü’l-Mesânid adlı eserinde şöyle der:

İşte bu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in mezhebidir. Ali isabet etmiştir. Muâviye ise müctehittir. O da inşallah Allah katında ecre ulaşacaktır.[viii]

Bu nazariye açıktır. Yani sahâbîye söven, hakaret eden, buğzeden ve savaşan birinden değil, sahâbîyi öldüren birinden bahsedeceğiz.

Amr b. Hamık el-Huzâî, üçüncü halifenin işini bitirmeye çalışan, ona darbe vuran ve öldüren kimselerdendir. Amr b. Hamık el-Huzâî’nin sahâbî oluşunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Kıyamet Günü’nde hesaba çekilmemekle kalmayacak bir de ödül alacaktır!

Ancak bir ayrıma gidip ‘‘Osman’ın konumu ayrı, Ali’nin durumu ayrıdır’’ demeleri istisnadır. Bu ikisinin arasını nasıl buluyorlar, bilemiyorum. Bir taraftan bir sahâbî hangi ameli işlerse işlesin içtihad ettiğini ancak içtihadında yanıldığını kabul ediyor, beri taraftan da Muâviye’nin Osman’ın katillerini cezalandırmak istemesini doğru buluyorlar. Çünkü Osman’ın katillerinden bir bölümü sahâbî idi. Onlar da içtihad ettiler ve içtihatlarında yanıldılar. Tarihçilerden bir bölümü -isimlerini zikretmeyi şimdilik gerekli görmüyorum- onun bu tutumuna şöyle mazeret üretmeye çalışmışlar:

Muâviye, Ali’den (a.s.) Osman’ın katillerini istemiş, İmam Ali de katillerini vermekten kaçınınca Muâviye de O’na biat etmekten kaçınmıştır.

Bu mazeret bu nazariyeye göre batıldır. Çünkü Osman’ı öldürenlerin önemli bir bölümü zaten sahâbenin büyüklerinden idi. Hatta onların çoğunluğu Resûlullah’ın (s.a.a.) sahâbesinden idi. Buna göre Muâviye neden Osman’ın katillerini istemiştir? Hâlbuki bunlar sahâbî idi, içtihad ettiler ve ecre ulaştılar!

Dahası var. Sadece Muâviye içtihad edip sevaba erişmekle kalmadı. O acıklı ve elim Kerbelâ olayında Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) kızının oğlu, Resûlullah’ın torunu, cennet ehli gençlerinin efendisi, ‘‘otursalar da kıyam etseler de o ikisi imamdırlar’’ hadisinde geçen iki imamdan birisi olan Hz. İmam Hüseyin’i (a.s.) şehid eden kimse hakkında bakınız ne diyor:

İbn Kesîr’in Hz. Hüseyin’in öldürülmesi ve Âşura’nın matem haline getirilmesi hakkındaki görüşü: Hz. Hüseyin’i öldürenler Müslümanların birlikteliğini parçalamaya çalıştığını ileri sürüp tevilde bulunarak O’na saldırmışlardır. [ix]

Öyleyse Hz. Hüseyin’in katilleri de ecir alacaktır! Bundan dolayıdır ki -sufi İbn Arabî değil- Şafiî fakih İbnü’l-Arabî “Hüseyin, dedesinin kılıcıyla öldürülmüştür” diyebilmiştir. Çünkü İmam Hüseyin zamanının imamına karşı çıkmıştır! Hâlbuki Hz. Hüseyin’e (a.s.) düşen ona itaat etmesiydi!

İşin garibi İbn Kesîr daha sonra Yezîd’i mazur göstermeye çalışarak şöyle der:

Yezîd b. Muâviye ne buna razıydı ne de bundan rahatsızdı. Allah en iyisini bilir. Benim zannı galibime göre eğer Hüseyin öldürülmeden önce Yezîd O’nu ele geçirseydi babasının kendisine tavsiye ettiği üzere O’nu affederdi. Çünkü o, İbn Ziyad’a fiilinden dolayı lanet etmiş, ona hakaret etmiş, ancak onu görevinden de almamıştır.[x]

Yani diyor ki İbn Ziyad’ın fiilinden razı değildi. Ancak fiilini de göz ardı etti. Yani sen bizi böyle bir sıkıntıdan ve Hüseyin’den (a.s.) kurtardın!

İşte büyük âlimlerden birisinin, İbn Kesîr’in mantığı! İbn Kesîr de kadîm Selefilerdendir. Bu mantıkta Hz. İmam Ali (a.s.) ile savaşan, O’na söven ve buğzeden herkes için ‘‘içtihad ettiler ama yanıldılar’’ denir.

Sunucu: Sayın Seyyid, acaba bütün bu hususlarda Hz. Resûlullah’tan aktarılan “Müçtehid için hata ederse bir, doğruya ulaşacak olursa iki ecir vardır” hadisini dayanak almış olabilirler mi?

Seyyid Kemal Haydarî: Onlar bu kuralı ve hadisi sahâbenin fiillerine tatbik etmişlerdir.

Sunucu: Öyleyse bu dönemde sahâbîye söven birisine içtihad etti ancak yanıldı kuralını uygulayamayız.

Seyyid Kemal Haydarî: Onlar ‘‘esasında içtihad etti, ancak içtihadında yanıldı nazariyesi sadece sahâbîye özgüdür, sahâbî dışındakilere tatbik edilemez’’ diyorlar.

Sunucu: Hz. Resûlullah’ın söylediği söz nedir? O’na nispet edilen söz nedir?

Seyyid Kemal Haydarî: Ben bu teorinin takriri sadedindeyim. Siz bir sahâbînin bir sahâbîye sövdüğünü, hakaret ettiğini veya bir sahâbî ile savaştığını veya lanet ettiğini görürseniz o şahıs cezalandırılır mı yoksa ecir mi alır? Bu son nazariyeye göre ecir alır, diyor.

Sunucu: Çok güzel. Hangisine uyarsanız doğruya ulaşırsınız. Biz onlara sövme, hakaret ve lanet etme hususunda uyacak olsak da doğruya ulaşmış olur muyuz?

Seyyid Kemal Haydarî: Buna hakkımız yok. Bu sadece sahâbeye ait bir haktır.

Sunucu: Hangisine uyarsanız hidayete erişmiş olursunuz demiyorlar mı? 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu nass zayıftır. İnşallah bundan sonra bu konuya da değineceğiz. Onlar bu nassı / hadisi reddediyorlar. Bu rivayet, onlar nezdinde zayıf ve makbul olmayan bir nakil kabul edilmektedir.

Sunucu: Seyyidim acaba bu aklen, naklen ve mantıken makbul değil midir?

Seyyid Kemal Haydarî: Şimdi şu nokta üzerinde durmamız gerekiyor. Acaba Sahâbe Okulu veya en azından Selefilik akımı veya Şeyh İbn Teymiyye ile bağlıları sahâbenin sövme, hakaret, buğz, çarpışma, savaşma, eleştiri gibi eylemlerini ‘‘içtihad etti ve yanıldı’’ nazariyesi ile tevil etmeye mi çalışıyorlar?

Ben ise Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) hadislerine müracaat etmek istiyorum. Bu hadislere müracaat edelim ki Hz. Resûlullah bu mazereti, tevil ve yorumu onaylıyor mu onaylamıyor mu görelim. Şu an konumuz İbn Teymiyye’nin “Sahâbe ve tâbiûndan pek çok insan O’na sövüyor, buğzediyor ve O’nunla savaşıyorlardı” dediği İmam Ali (a.s.) hakkındadır. Öyleyse İmam Ali (a.s.) üzerinde durmak istiyoruz. Bu söz kesinlikle bâtıldır. Eğer İmam Ali’nin karşısına çıkan şahıslar için kullanılmaya çalışılırsa sorun var demektir. Bu alanda aktarılan hadislere bakınız lütfen.

İlk hadis Câmiü’t-Tirmizî’de İmam Ali’den aktarılan hadistir.

Adiy b. Sâbit’ten, o da Zirr b. Hubeyş’ten, o da Ali’den rivayet ettiğine göre O şöyle demiştir:

Daneyi yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki, beni müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğzetmemesi Ümmî Peygamber’in (s.a.a.) bana katî bir ahd-u peymanıdır.[xi]

Öyleyse Hz. Peygamber (s.a.a.) şunu diyor: Bir kişinin İmam Ali’ye buğzettiğini gördüğünüzde biliniz ki o şahıs ancak bir münafıktır!

Bu hadis aynı şekilde Sahihü Müslim’de de geçmektedir:

Ali şöyle buyurdu: Daneyi yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki, beni müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğzetmemesi Ümmî Peygamber’in (s.a.a.) bana katî bir ahd-u peymanıdır [xii]

Demek ki bu hadis onların en önemli sahihlerinden olan Sahihü Müslim’de geçmektedir. 

Sunucu: Sayın Seyyid, sahâbe “Biz münafıkları Ali b. Ebî Tâlib’e (a.s.) düşmanlıkları ile tanırdık” diyorlardı.

Seyyid Kemal Haydarî: Şimdi o rivayeti okuyacağım. Hâkim en-Nîsâbûrî el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn adlı eserde şöyle rivayet etmektedir:

Kays b. Müslim’den, o da Abdullah el-Cedelî’den, o da Ebû Zerr’den rivayet ettiğine göre O şöyle demiştir: Bizler münafıkları ancak Allah’ı ve Resûlünü tekzib etmeleriyle, namazlardan geri kalmalarıyla ve Ali b. Ebî Tâlib’e (r.a.) buğzetmeleriyle tanırdık.

Bu hadis Müslim’in şartlarına göre sahihtir. Ancak Buhârî ve Müslim bu hadisi tahric etmemişlerdir.[xiii]

Öyleyse İmam Ali b. Ebî Tâlib’e buğzetmek münafıkların alametlerindendir.

Yani bu hadis sahih olduğu halde ne Buhârî ne de Müslim tarafından tahric edilmiştir. Bundan dolayıdır ki büyük âlim Allame Alûsî (h. 1270) Rûhu’l-Meânî eserinde Muhammed Sûresi’nin 30. âyetinin tefsirinde şöyle der: -Lütfen değerli izleyiciler ibarelere dikkat etsinler.-

Âlimler münafıklığın alametlerinden biri olarak İmam Ali’ye (k.v.) buğzetmeyi de saymışlardır. İbn Merdeveyh İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmektedir: Bizler Hz. Resûlullah (s.a.a.) döneminde münafıkları ancak Ali b. Ebî Tâlib’e buğzetmeleriyle tanırdık. Yine İbn Merdeveyh ve İbn Asakir Ebû Saîd el-Hudrî’den bu manayı teyit eden bir rivayet de tahric etmişlerdir. Bana göre ise O’na (Ali’ye) buğzetmek nifak alametlerinin en kuvvetlilerindendir. Eğer sen buna inanıyorsan, ah bir bilebilseydim İlahi rahmetten kovulmuş Yezîd hakkında ne düşünebilirsin ki? [xiv]

Yani kim İmam Ali’ye (a.s.) buğzederse münafıktır.

Bu pasaj Ehl-i Beyt Okuluna bağlı olan bir insanın ifadeleri değildir. Şu televizyon kanallarına çıkanların en azından utanmalarını isterdim. Yezîd’in ismi geçtiği zaman ‘‘Müminlerin Emiri Yezîd’’ diyorlar! Bu şahıs Hz. Resûlullah’ın oğlunun katilidir!

Devamında şöyle diyor:

O, Ali’ye (a.s.) sevgi mi besliyordu yoksa buğz mu ediyordu? Allah’ın laneti ona olsun. İmam Ali’ye ve iki oğlu Hasan ve Hüseyin’e, dedelerine düşmanlığın en şiddetlisini beslediği hususunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Nitekim buna anlam itibariyle delalet eden birçok mütevatir haber mevcuttur. Bu durumda senin bu konu hakkında ‘‘lanetli Yezîd münafıktı’’ demekten başka çıkar yolun yoktur.[xv]

Bize ‘‘laneti nereden çıkardınız’’ diyorlar. Ey kardeşim işte bunlar da âlimlerden olup Ehl-i Beyt’e bağlı kimseler değildirler. Allame Âlûsî ‘‘Allah’ın laneti onun üzerine olsun’’ diyor.

Yezîd, İmam Ali’nin iki oğlu Hz. Hasan ve Hz. İmam Hüseyin’e (a.s.) buğzediyordu. Hz. Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin iki efendisi ve Müslümanların ittifakıyla iki sahâbîdir. Sahâbî oldukları hususunda hiçbir kimse aykırı bir görüş ortaya koymuş değildir. Öyleyse İbn Teymiyye Yezîd’in kâfir, münafık, zındık ve domuza dönüşmüş olduğunu kabul etmek zorundadır.

Sunucu: İmam Ali’ye buğzeden Muâviye de aynı şekilde.

Seyyid Kemal Haydarî: Pasaja göre Yezîd ne mümin ne de Müslüman idi. Belki zâhiren Müslüman, bâtınen kâfir idi.

Allame Âlûsî’nin Rûhu’l-Meânî adlı eserinde de söylediği gibi Yezîd münafıktı. Devamında “Sahih hadislerde bunun dışında nifak alametleri de sayılmıştır” diyerek başka bir konuya geçiş yapar.

Lütfen varmak istediğimiz noktaya dikkat ediniz. Gerçi bugün konuyu uzattık. Müsaadenizle konuyu bitirelim.

Bir sahâbî bir başka sahâbîye buğzedecek olursa yani bir kimse İmam Ali’ye buğzedecek olursa bunlara göre sahâbî olduklarından dolayı içtihad etmiş ancak yanılmışlardır denmelidir. Bunlar cehennem ehlinden değildirler. Hatta bu amellerinden dolayı ecir ve mükâfat da alacaklardır! Hâlbuki Hz. Resûlullah (s.a.a.) onlar hakkında ‘‘münafık’’ ifadesini kullanıyor. Kur’ân-ı Kerim ise açıkça şöyle buyurmaktadır:

“Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar; artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.” (Nisâ, 145)

Öyleyse sahâbeye buğzetmek ile sahâbenin içtihad edip yanılmış olması nazariyeleri arasında bir çelişki söz konusudur. Bunlar açıkça münafıktırlar. Yahut da ‘‘bu hadisler sahih değildir’’ diyeceğiz. İlginç olan şudur ki Şeyh İbn Teymiyye es-Sârimü’l-Meslûl adlı eserde bu rivayetin sahih olduğunu vurgular ve şöyle der:

İmam Ali’den aktarılan şu rivayet de bunlardandır: Daneyi yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki, beni müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğzetmemesi Ümmî Peygamber’in (s.a.a.) bana katî bir ahd-u peymanıdır.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[xvi]

Öyleyse aziz kardeşlerim diyeceğiz ki Hz. Resûlullah (s.a.a.) gerçeğe aykırı beyanda bulunmuştur ki Hz. Resûlullah (s.a.a.) böyle bir şeyden beridir! Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Kim Ali’ye (a.s.) buğzederse münafıktır” diyor. Bu nazariye ise “Kim Ali’ye buğzederse içtihad etmiş, ancak içtihadında yanılmıştır. Kıyamette de ecir alacaktır” diyor.

Sunucu: Öyleyse münafıklar ecir alacaklardır.

Seyyid Kemal Haydarî: Ancak Allah-u Teâlâ’nın hakkında “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (Necm/3-4) buyurduğu Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) açık nassına göre ise bu şahıs kesinlikle münafıktır. Aklı başında hiçbir insanın bu hastalıklı görüşü kabul edeceğini düşünemiyorum. Sayın izleyiciler aklı başında hiçbir kişi bu tür sözler sarf etmez.

Sunucu: Sayın Seyyid vaktimiz oldukça az kaldı. Suudî Arabistan’dan Muhammed Ali kardeş hatta, buyurunuz.

Muhammed Ali: Selâmu aleykum. Sizi ve Seyyid Kemal’i selâmlıyorum. Allah Seyyid Kemal’ı korusun. Müsaadenizle iki sorum var.

Seyyid’den bir ricam var. İbn Teymiyye’nin sözlerini tekrar okuyabilir mi? Çünkü bazı internet kanalları ‘‘Seyyid Kemal’in ‘Sahâbenin ve tâbiûndan çokları Ali’ye sövüyor, O’na buğzediyor ve O’nunla savaşıyorlardı’ şeklindeki okuduğu cümle İbn Teymiyye’nin değil Şiî yani Rafızî İbn Hillî’nin sözlerindendir’’ diyorlar.

İkinci soru: Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz İmam Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e (a.s.) buğzetmenin nifak olduğunu söylüyorlar. Beri tarafta da Sahîhü’l-Buhârî ve Sahîh-ü Müslim’de de Hariz el-Hımsî ve İmran b. Hıttân gibi İmam Ali’ye söven, O’nunla savaşan ve O’na buğzeden kişilerden rivayetlerde bulunuyorlar. Teşekkür ediyorum.                       

Sunucu: Allah ömrünüze bereket katsın.

Seyyid Kemal Haydarî: Pasaj oldukça açık. Bakınız ne diyor:

“Dördüncüsü: Allah-u Teâlâ iman edip salih amel işleyenlere gelince Rahman’ın gönüllerde onlar için bir sevgi tahsis ettiğini haber vermektedir. Bu Allah-u Teâlâ’dan sadık bir vaattir ve bilinmektedir. Malumdur ki Allah-u Teâlâ her Müslümanın kalbinde sahâbeyi sevme olgusunu yerleştirmiştir.”

Rafızî’nin yani Allame Hıllî’nin böyle bir söz kullanacağını düşünemiyorum. Allame Hıllî’nin böyle bir söz söylemesi mümkün müdür? “Özellikle de halifeler… Hâlbuki Ali (a.s.) böyle değildi. Çünkü sahâbe ve tâbiûndan pek çok kişi Ali’ye sövüyor, O’na buğzediyor ve O’nunla savaşıyorlardı’’ demesi mümkün müdür?

İbn Teymiyye’den aktardığımız ikinci cümleye geçelim:

Sahâbeden birçoğunun Ali’yi eleştirdiği bilinmektedir.[xvii]

İbn Teymiyye, Râfızî’nin kelamını naklettikten sonra “el-cevap” ibaresini kullanıyor ve yanıt vermeye başlıyor. Bu cümle de onun cevabı bağlamında geçiyor. Yani bu cümle de Allame Hıllî’nin değil İbn Teymiyye’nin sözüdür.

Belirtmek istediğim başka bir şey kalmadı. Selefiyye’nin nazariyesi şöyle diyor: İmam Ali ile savaşan, O’na buğzeden ve söven herkes içtihad etmiş, ancak içtihadında yanılmıştır. Ona içtihadından dolayı sevap ver ecir vardır.  İbn Kesîr’in dediği gibi inşallah mecurdur.  Ancak Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu konuda ‘‘Kim Ali’ye (a.s.) buğzediyorsa bilin ki o şahıs münafıktır’’ diyor. Değerlendirmeyi değerli izleyicilere bırakıyoruz. Dileyen Selefilerin nazariyesini, dileyen de Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) sözünü kabul eder. Lütfen dikkat ediniz. Bunun açık misdaklarından birisi Allâme Alûsî’nin de dediği gibi Yezîd b. Muâviye’dir.

Sunucu: İbn Teymiyye ‘‘sahâbeden pek çokları’’ diyor. 

Seyyid Kemal Haydarî: Ben sayının kaç kişi olduğu sadedinde değilim. Ben bu nazariyenin bâtıl olduğunu açıklamak istiyorum. Tek bir kişi ile de olsa nakzedildiğini açıklamak istedim. Sahâbeden on kişi dahi çıkacak olsa bu nazariyenin bâtıl olduğunu ispata yeterlidir.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[i] A.g.e., a.g.y.

[ii] A.g.e., a.g.y.

[iii] A.g.e., a.g.y.

[iv] A.g.e., a.g.y.

[v] İbn Teymiyye, Minhâcü’s-Sünneti’n-Nebeviyye fî Nakzi Kelîmi’ş-Şîati ve’l-Kaderiiyye, c. 7, s. 146-147, Tahkik: Muhammed Reşâd Sâlim, Vizâretü’t-Talimi’l-Âli Câmietü’l-İmam Muhammed b. Suud, 1411- Suudi Arabistan. 

[vi] A.g.e., c. 7, s. 137.

[vii] es-Sârimü’l-Meslûl, s. 586.

[viii] İbn Kesîr, İmâdüddîn Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Ömer (h. 774), Câmiü’l-Mesânid ve’s-Sünen el-Hadi li Akvâmi’s-Sünen, s. 125, Tahric: Doktor Abdülmuti Kalaci, Dârü’l-Fikir, Menşuratu Muhammed Ali Baydûn, 2. Baskı, 2002.

[ix] A.g.e., s. 126.

[x] A.g.e., a.g.y.

[xi] Camiü’t-Tirmizi, s. 583, Kitabü’l-Menakıb, Yirminci bab, Hadis No: 3736.

[xii] Sahîh-ü Müslim, Kitâbü’l-İman, Bâbu’d-Delili Ala Enne Hubbe’l-Ensari ve Aliyyin mine’l-İmani ve Alamâtihi, s. 60, Hadis No: 131.

[xiii] En-Nisâbûrî, Hâkim, el-Müstedrek Ala’s-Sahîhayn, c. 3, s. 129, Dârü’l-Fikir.

[xiv] Âlûsî, Ebü’l-fazl Şihabüddin Seyyid Mahmud, el-Bağdâdî (h. 1270), Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-Sebü’l-Mesânî, c. 14, s. 117, Tashih: Muhammed Hüseyin Arab, Dârü’l-Fikir.

[xv] A.g.e., a.g.y.

[xvi] es-Sârimü’l-Meslûl, s. 581.

[xvii] İbn Teymiyye, Minhâcü’s-Sünneti’n-Nebeviyye fi Nakzi Kelami’ş-Şiati ve’l-kaderiyye, c. 7, s. 147, Thk: Muhammed Reşad Salim.