Ahmed el-Kâtib'e reddiye (1): Şia, On İki İmam inancına ne zaman sahip oldu?

Ahmed el-Kâtib'e reddiye (1): Şia, On İki İmam inancına ne zaman sahip oldu?
Böylece bu iddia sahibinin ‘‘hicrî üçüncü asra kadar Şia’da On İki İmam nazariyesine ilişkin bir izin görülmediği’’ şeklindeki iddiasının yanlış olduğu vuzuha kavuşuyor. Çünkü yazar ya Ali b. Bâbeveyh el-Kummî’nin kitabının önsözü ile İbrâhim b. Nevbaht’ın kitapları hakkında hakikaten gafil davranıp bunları gözden kaçırmış ya da hakikate vâkıf olduğu halde kendisini gafil göstermiştir.

 

Ahmed el-Kâtib’e reddiye (1)

 

 

Seyyid Sâmî el-Bedrî

 

 

Şia, On İki İmam inancına ne zaman sahip oldu?

 

 

Ahmed el-Kâtib şöyle diyor:

 

Şia’da, İmamların on iki kişi olduğu şeklindeki bir inancın izine hicrî üçüncü asra kadar rastlanmamaktadır. Çünkü ne Nevbahtî, Fırakü’ş-Şia’da ne de Ali b. Bâbeveyh el-Kummî, el-İmâmetü ve’t-Tebsıra mine’l-Hayre adlı eserinde böyle bir şeye işaret etmiştir.

 

Ben derim ki; tam aksine Ali b. Bâbeveyh el-Kummî el-İmâmetü ve’t-Tebsıra adlı eserinin önsözünde bu inanca işaret ettiği gibi İbrâhîm b. Nevbaht de Yâkûtu’l-Kelâm adlı eserinde -ki Nevbahtî’nin çağdaşıdır- buna değinmiştir. Buna göre ‘‘On İki İmam’’ inancı hicrî üçüncü asırda hatta daha öncesinde bilinmekteydi ve bu durum kitabımızın ilerleyen bölümlerinde iyice belirginlik kazanacaktır.

 

 

Şüphe:

 

Ahmed el-Kâtib şöyle diyor:

 

Bu (On İki İmam hadisiyle istidlal), daha sonraları ortaya çıkmış bir delildir. Kelâmcılar onu şaşkınlık döneminden yarım asır sonra, yani dördüncü asırda kullanmaya başlamışlardır. Yoksa üçüncü asırda İmâmiyye Şiası’nda onun izine bile rastlanmıyordu. Nitekim Şeyh Ali b. Bâbeveyh es-Sadûk el-İmâmetü ve’t-Tabsıratü mine’l-Hayre adlı eserinde bu konuya değinmemiştir. Bunun yanı sıra ne Nevbahtî Fırakü’ş-Şia’da ne de Sa’d b. Abdullah el-Eşarî el-Makâlât ve’l-Fırak adlı eserinde buna işaret etmiştir.

 

Buradan hareketle İmâmiyye Şiîleri, imamlar konusunda herhangi bir sayı ileri sürmemişlerdir. İmam Muhammed b. el-Hasan el-Askerî’nin varlığını savunanlar bile işin başında O’nun imamların sonuncusu olduğuna inanıyor değillerdi. İşte en-Nevbahtî, Fırakü’ş-Şia adlı eserinde bu bağlamda “İmamet On İki İmamın soyundan kıyamete kadar devam edecektir” demektedir.[1]

 

El-Kefamî de el-Misbâh adlı eserinde İmam Rıza’dan Sâhibü’z-Zamân ile ilgili şu duasını nakletmiştir:

 

اللهم صل على ولاة عهده والائمة من بعده /Allah’ım, O’nun veliahtlarına ve O’ndan sonraki İmamlara salat eyle!”[2]

 

Şüphenin cevabı:

 

Bu şüpheye şu şekilde cevap veririz:

 

Ahmed el-Kâtib’in yukarıda geçen pasajındaki birkaç noktaya değinmemiz gerekiyor.

 

 

İlk nokta:

 

Yazarın “Ali b. Babeveyh el-Kummî (h. 329) ‘el-İmâme ve’t-Tebsıra’ adlı eserinde imamların on iki kişi olduğuna dair hiçbir delile işaret etmemiştir” şeklindeki sözü doğru değildir.

 

Çünkü bu iddianın sahibinin kendisinden alıntı yaptığı söz konusu eserin baskısının önsözünde Ali b. Babeveyh el-Kummî (Şeyh Sâduk’un babası), İmamların sayısının on iki olduğuna delil olacak birtakım pasajlar aktarmıştır. Yazar bu metinleri ya hiç okumamış ya da kendini bilmezliğe vurarak okuyucuyu kitabın eksik basımına havale etmiştir. Çünkü onun vâkıf olduğu yazma eserdeki rivayet İmam Rıza’da (a.s.) sonlanmaktadır. Kitabın muhakkiki ise Şeyh Sadûk’un kitaplarında babasından naklettiği birtakım rivayetlerle eseri tamamlamaya çalışmış ve değerli okuyucuya da Ali b. Babeveyh el-Kummî’nin kitabının girişindeki sözlerini sunmuştur.

 

Müellif (r.a.) şöyle der:

 

Eğer İmamların sayılarına hiç değinilmeseydi ve belirtilmeseydi Allah’ın peygamberlerden ve ümmetin selef-i salihinden misak aldığına ilişkin bu kadar haber yayılmazdı.

 

İmam’ın şu buyruğunu da kendine kılavuz olarak alabilirsin:

 

İmam (a.s.) “Nuh’un (a.s.) gemisi bu isimlerle Cudi’ye oturdu” diye buyurunca kendisine “Hz. Nuh (a.s.) onların sayısını biliyor muydu?’’ diye soruldu. İmam (a.s.) “Evet, hatta Âdem (a.s.) de biliyordu” buyurdu.

 

 

Beşerin babası Hz. Âdem (a.s.) ve soyundan gelen peygamberler onların sayılarını bildiğine bunun başkalarınca hiç bilinmediğini kabul etmek mümkün değildir. Öte yandan “Levh” ve “Mühürlenmiş Sahife” hadisleri ile “Hz. Fâtıma’nın Sahifesi” hakkında Câbir’den aktarılan (On İki İmam’dan bahseden) haberler de tevile gerek duyulmayacak kadar açıktır.[3]

 

İbn Bâbeveyh’in “Eğer İmamların sayıları belirtilmeseydi” sözü “On İki İmam hadisi uydurulmuştur, İmamlar belirli bir sayıyla sınırlandırılamazlar” diyen Zeydiyye’ye itiraz sadedinde söylenmiştir.

 

Yine İbn Babeveyh’in “Levh” hadisi,[4] “Mühürlenmiş Sahife” hadisi ve “Hz. Fâtıma’nın Sahifesi” hakkındaki Câbir’den aktarılan hadisleri delil olarak kullanması onun bu hadisin sahihliğine inandığını pekiştirmektedir. Her ne kadar bulunan yazma nüshanın eksikliği sebebiyle basılan nüshada bu hadis görülemese de o bu hadisin metnini kitabına almıştı.

 

 

İkinci nokta:

 

İbrahim b. Nevbaht (ö. h. 320) da Yâkutu’l-Kelâm adlı eserinde On İki İmam inancına işaret etmiştir. Bu eser Şia nezdinde kelâm alanında yazılan eserlerin en kadimidir. Müellifi hicrî üçüncü asrın büyük âlimlerindendir ve Ali b. Bâbeveyh ile çağdaştır. Allâme Hıllî onun eserini şerh edip Envârü’l-Melekût fî Şerhi’l-Yâkut adını verinceye kadar Şia kitaba hüsn-ü kabul göstermiş ve nesilden nesile aktarmıştı. Biz hem Yâkûtu’l-Kelâm’ın müellifinin hem de Envârü’l-Melekût’un müellifi Allâme Hıllî’nin sözlerini okuyucuya sunacağız.

 

İbrâhim b. Nevbaht şöyle diyor:

 

O’ndan (Ali’den a.s.) sonraki on bir imamın imameti konusuna gelince, Resûlullah’tan (s.a.a.) aktarılan ve imametlerine delalet ederek isimlerini belirten hadisi ashabımız mütevatir olarak nakletmiştir. Aynı şekilde bir imam hakkında diğer imamın açık ifadesini ve önceki peygamberlerin kitaplarından onların imametlerine delalet eden bölümler nakletmeleri de böyledir. Ashabımız, özellikle de çok açık olan Mesrûk’un haberini doğrularlar.

 

Allâme Hıllî bu sözün şerhinde şöyle der:

 

Diğer İmamların İmam Ali’nin imametinden sonraki imametleri birkaç açıdan açıktır.

 

  • Onların atandığına ve imam olarak tayin edildiklerine ilişkin Hz. Peygamber’den (s.a.a.) mütevatir hadislerin aktarılması. Şia, Hz. Peygamber’in Hz. Hüseyin’e (a.s.) söylediği “İşte bu benim oğlum imamdır, imamın oğludur, imamın kardeşidir ve dokuz imamın babasıdır. Dokuzuncuları ise onların kâimleridir”[5] buyruğunu mütevatir olarak aktarır. Bunun dışında naklettikleri başka mütevatir hadisler de vardır.
  • Bir imam hakkında kendisinden önceki imamın açık ifadesinin Şia tarafından mütevatir olarak aktarılması.
  • İmamların hem isimleri hem de imametlerine ilişkin nassın Tevrât ve İncil gibi önceki kitaplarda bulunması.
  • Hz. Peygamber’den imamlara ilişkin meşhur haberlerin Ehl-i Beyt karşıtlarınca aktarılması. Mesrûk’un Abdullah b. Mesud’dan aktardığı hadise göre o şöyle demiştir: Kendisinden sonra Benî İsrâil’in nakipleri adedince 12 halifenin olacağı Peygamberimizin bize ahd ü peymanıdır.[6 Bu hadis başkalarından da rivayet edilmiştir (Cabir b. Semure, Huzeyfe b. Useyd, İbn Abbas, Abdullah b. Ömer, Ebû Cuheyfe gibi).[7]

 

 

Üçüncü nokta:

 

el-Fırak ile el-Makâlât adlı eserlerin müellifleri -bu iki eserin iki ayrı yazar tarafından kaleme alınmış olduğu varsayımına göre-[8] fırkaların görüşlerini, kendilerine nispet edilen sözleri derleme sadedinde idiler. Yoksa bu iki müellif eserlerinde fırkaların görüşlerini tartışmayı ve delil sunmayı amaçlamıyordu. Dolayısıyla da bu iki eserde ‘‘On İki İmam’’ hadisinin geçmemesi, onlarla çağdaş olan ve Şia inancının delilli olarak yazılıp içerisinde On İki İmam nazariyesinin geçtiği Yâkûtu’l-Kelâm ve el-İmâmetü ve’t-Tabsıratü adlı eserleri göz önüne aldığımızda bir şey ifade etmez.

 

 

Dördüncü nokta:

 

 

Yazarın Nevbahtî’nin Fırakü’ş-Şia’sına nispet ettiği, imametin On İkinci İmam’dan sonra O’nun çocuklarıyla Kıyamet Gününe kadar devam edeceği görüşüne gelince, bu da iddiadan öte bir şey değildir. Bu iddia da Nevbahtî’nin cümlelerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Nevbahtî’nin ifadeleri tam olarak şöyledir:

 

Bunlar arasında on ikinci fırka İmâmiyye’dir. Bunlar şöyle derler: Allah’ın yeryüzünde Hasan b. Ali evladından bir hücceti vardır. Allah’ın emri yerini bulacaktır. Hasan b. Ali’nin soyundan biri, eski geleneklere ve ilk metoda göre babasının vasisidir. İmametin, Hasan ve Hüseyin’den (a.s.) sonra kardeşten kardeşe intikal etmesi mümkün değildir, bu caiz de değildir. Aynı şekilde mahlûkat var olduğu sürece imametin Hasan b. Ali’nin (a.s.) evladının dışına çıkması da caiz değildir. Allah’ın emirleri yeryüzünde olduğu sürece imamet böyle devam eder.

 

 

Nevbahtî muradını şöyle açıklar:

 

Biz ise bir önceki imamın (Hasan Askerî b. Ali’nin a.s.) vefat ettiğini ve O’nun imametini bütünüyle kabul ediyoruz ve O’nun, kendi soyundan birisini yerine halef bıraktığını itiraf ediyoruz. O’nun halefi ise kendisinden önceki ataları gibi ortaya çıkıp kendi durumunu izhar edince bizzat imam olur. Allah bu konuda O’na izin verecektir.

 

Sa’d b. Abdullah el-Eşarî’ye nispet edilen kitabın ibareleri ise şöyledir:

 

Bizler ise Hasan b. Ali’nin (a.s.) imametine tutunmakta, vefatını ikrar etmekte, kendi sulbünden birisinin O’na halef olacağına iman etmekte ve bu görüşü benimsemekteyiz. O, babası Hasan b. Ali’den (a.s.) sonra imam olacaktır. Allah kendisine izin verip de zuhur edinceye ve emrini ilan edinceye kadar gizli ve ihtiyata riayet ederek yaşar ve bununla emrolunmuştur.

 

O bu cümlelerden sonra şöyle der:

 

Kâim’in doğumunun insanlara gizli kalacağı ve adının anılmayacağı birçok sahih hadiste rivayet edilmiştir.

 

İddia sahibinin Fırakü’ş-Şia’nın müellifi Nevbahtî’ye iftira atarak ona nispet ettiği bu görüş hakikaten ona ait olsaydı kuşkusuz onun böyle bir fikri olduğu bilinir, bu durum Şeyh Sadûk ve Şeyh Müfîd gibi Nevbahtî’ye yakın dönemlerde yaşayan âlimler ve diğer Şia âlimleri tarafından tescil edilirdi. Özellikle de bu iki âlim, ‘‘On İki İmam’’ inancı çerçevesinde oluşturulmaya çalışılan şüpheleri ele almışlardır. Özellikle de Şeyh Müfîd el-Uyûn ve’l-Mehâsin (s. 321) adlı eserinde “Hasan el-Askerî’den sonra oğlu Muhammed’in imam olduğunu, ancak vefat ettiğini ve ahir zamanda dirileceğini ve kılıçla kıyam edeceğini” söyleyen bir fırkanın mevcudiyetini belirtir.

 

Gerçi İbn Nedîm şöyle demektedir:

 

Ebû Sehl İsmail b. Ali en-Nevbâhtî, Muhammed b. Hasan’ın imam olduğuna, sonra gaybette vefat ettiğine ve Kıyamet Gününe kadar çocukları arasında imametin devam edeceğine inanmaktaydı. Ancak O’ndan önce bu görüşü savunan hiç kimse yoktu.[9]

 

Ancak muhakkik et-Şûsterî (r.a.) İbn Nedîm’in münferid kaldığı durumlarda ona itibar edilemeyeceği görüşünden hareketle Ebû Sehl’in bu görüşten beri olduğunu belirtir.[10] Şeyh Sadûk’un İbn Nedîm ile çağdaş olmasına rağmen Ebû Sehl hakkında böyle bir şeye değinmemesi de et-Şûsterî’nin görüşünü destekler. Üstelik Şeyh Sadûk’un gaybet ile ilgili şüpheleri reddetmeye özen gösterdiği malumdur. Benzeri konulara özel önem veren Şeyh Müfîd’de de durum aynı şekildedir.

 

 

Beşinci nokta:

 

İddia sahibinin Kefamî’den naklettiği ve İmam Rıza’ya (a.s.) ait olduğunu söylediği duaya gelince, bu duanın İmam Rıza’ya (a.s.) nispeti de kesin değildir. Bu konuda asıl olan bu duanın uydurulmuş olmasıdır. Konuya ilişkin açıklamalar ileride gelecektir.

 

 

Özet:

 

Böylece bu iddia sahibinin ‘‘hicrî üçüncü asra kadar Şia’da On İki İmam nazariyesine ilişkin bir izin görülmediği’’ şeklindeki iddiasının yanlış olduğu vuzuha kavuşuyor. Çünkü yazar ya Ali b. Bâbeveyh el-Kummî’nin kitabının önsözü ile İbrâhim b. Nevbaht’ın kitapları hakkında hakikaten gafil davranıp bunları gözden kaçırmış ya da hakikate vâkıf olduğu halde kendisini gafil göstermiştir. Her iki müellif Şia ulemasının önde gelenlerinden ve hicrî üçüncü asrın ricâlindendir. Her iki eserde de açık ve net bir şekilde ‘‘On İki İmam’’ inancına işaret edilmektedir. Buna yazarın Nevbahtî’nin pasajını istediği ve arzuladığı şekildeki anlamasını da eklemek gerekir. İmamların on iki kişi olduğunu ispat eden hadislerin 11. İmam döneminde de yaygın olduğunu bu kitabın yedinci ve sekizin bölümünde ispatlayacağız.

 

Önceki semavî kitaplarda Hz. Peygamber’in müjdelenmesi ile birlikte Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra On İki İmamın geleceğine dair haberlerin de yer aldığı ise dokuzuncu bölümde ele alınacaktır.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[1] Nevbahtî, Fırakü’ş-Şia “Askerî’nin Bir Oğlu Olduğunu Söyleyen Fırka” Bölümü.

[2] Kummî, Mefâtihü’l-Cinân, s. 542.

[3] İbn Babeveyh el-Kummî, et-İmâmetü ve’t-Tebsıratu, s. 11-12, Medresetü’l-İmam Mehdi, Kum el-Mukaddese, 1404. Bu hadisin metni sekizinci bölümde gelecektir.

[4] Bu hadisin metni sekizinci bölümde gelecektir.

[5] Hadisin Arapça metni “ان النبي (صلى الله عليه وآله) قال: للحسين (عليه السلام) هذا ابني إمام ابن إمام أخو إمام أبو أئمة تسعة، تاسعهم قائمهم

[6] Bu hadisin tam metni sekizinci bölümde gelecektir.

[7] Bkz: Envârü’l-Melekût, s. 229.

[8] Bu kitapların iki bağımsız eser sayılması gerektiği tartışmalı bir konudur. Araştırmacıların çoğunluğu bunu tek bir kitap olarak görürken Allâme Şeyh Fazlullah ez-Zencânî eserin Nevbahtî’ye ait olduğu görüşündedir. Abbâs İkbal el-Aştiyânî ise bu eserin Nevbahtî’nin çağdaşı Sa’d b. Abdullah el-Eşarî’ye ait olduğu görüşündedir. Bu görüşler Doktor Cevâd Meşkûr’un neşrettiği Eşarî’nin el-Makâlat adlı eserinin yazma nüshası bulunmadan önceye aittir. Bu iki eser yayınlandıktan sonra Seyyid Muhammed Rıza el-Hüseynî Türâsünâ adlı derginin 1405 yılının ilk sayısında (s. 29-51) Aştiyânî’nin görüşlerini teyit eden bir makale yayımladı. Seyyid Muhammed Rıza bu makalesinde Nevbahtî’nin Fırakü’ş-Şia adlı eserinin el-Eşarî’nin el-Makâlât ve’l-Fırak adlı eserinin bir özeti olduğu görüşünü savundu.

Ben ‘‘bu iki eser aslında tek bir eserdir’’ derim. Bu konuda tereddüt etmemek gerekir. Tartışılması gereken asıl konu, müellifinin Nevbahtî mi, el-Eşarî mi, yoksa üçüncü bir şahıs mı olduğudur? 

[9] İbn Nedîm, el-Fihrist, s. 225.

[10] Bkz: Kâmûsu’r-Ricâl, c. 2, s. 87, İsmâil b. Ali Ebî Sehl en-Nevbahtî biyografisinde. Muhakkik Şusterî, eserin yirminci bölümünün önsözünde şöyle der: İbn Nedîm’in Fihrist’ine bu durumlarda itibar edilemez. Çünkü o kitaplardan nakleden bir katipti. Halbuki kitaplarda da çokça tashif meydana gelir. Ebû Bekir el-Cuâbî Muhammed b. Ömer’i Ömer b. Muhammed ile değiştirir. Ali b. İsmâîl b. Şuayb b. Meysem’in, Ali b. İsmâîl b. Meysem olduğunu söyler, onun Şiî mütekellimlerin ilki olduğu vehmine kapı aralar. Hâlbuki o Hişâm b. Hakem’in öğrencilerinden idi.  Ali b. Yaktîn’in babası Yaktîn’in İmam Sâdık’a (a.s.) mal taşıyan bir Şiî olduğunu, bu durumunun Mansur ve Mehdî tarafından öğrenildiğini ve Allah-u Teâlâ’nın bu ikisinin tuzaklarını İmam Sâdık’tan savuşturduğunu söyler. Oysa Şiî olan Ali b. Yaktîn idi, Şerî vergileri İmam Kâzım’a taşımaktaydı ve onun bu durumu Hârûn’a bildirilmişti. Yaktîn’e gelince ise o, Benî Abbâs’a davet edenlerin ileri gelenlerinden ve İmam Sâdık’ın düşmanlarındandı. Yine İbn Nedîm, Sünni olan Fazl b. Şâzân er-Râzî’yi Fazl b. Şâzân en-Nîşâbûrî el-İmami ile karıştırır.( Kâmûsu’r-Ricâl, c. 1, s. 51.)