Ahmed el-Kâtib'e reddiye (15): Hz. Ali'den zorla biat alınmıştır!

Ahmed el-Kâtib'e reddiye (15): Hz. Ali'den zorla biat alınmıştır!
“İbrâhîm es-Sekafî, Muhammed b. Ebî Umeyr’den; o Übeyy’den; o Sâlih b. Ebi’l-Esved’den; o Ukbe b. Sinân’dan; o da Zührî’den şöyle rivayet etmektedir: Hz. Ali ancak altı ay sonra biat etti. Hz. Fâtıma’nın vefatına kadar kimse O'na karşı cüret gösteremiyordu.”

 

 

Sâmî el-Bedrî

 

 

İkinci Cilt:

 

Altıncı Bölüm: İmam Ali'den (a.s.)  Zorla Biat Alınmıştır

 

 

Ahmed el-Kâtib diyor ki:  Hz. Ali halifelere kendi rızası ile biat etmiştir. Şia, ise bu biatı takiyyeye yormaktadır.

 

Ben derim ki: Seyyid Murtaza (r.a.) buna şöyle cevap verir: Müminlerin Emiri’nin halifelere biatının rızası dışında gerçekleştiği insaf sahibi kimseler için nasıl anlaşılmaz olabilir ki? Bütün siyer râvîlerinin aktardıkları haberler bu sonucu teyit etmektedir. Bu çerçevede rivayet edilen haberler üzerinde düşünen bir kimse İmam Ali’nin (a.s.) biata zorlandığı hususunda kuşkuya kapılmaz. Çeşitli konulara ilişkin tartışmalar ve münakaşalar da bu sonucu gerektirmektedir. Bunlardan isteyerek biat ettiği sonucu elde edilemez.

 

 

Şüphe:

 

Yazar şöyle diyor: “Bâtınîlerden bir grup ise İslam tarihini bambaşka bir okuyuşa tâbi tutmuş, yukarıdaki olayların bir bölümünü inkâr ederek bunları aksi yönde tefsir etmiş, Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s.) üç halifeye biatı gibi olayları takiyyeye yormuştur.[1]

 

Yine o şöyle der: “Şîî mütekellimler, tarihi tekrar yazmak ve Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s.) üç halifeye biatını, Osman’ın seçilişine vesile olan şûrâya katılışını, şûrâ vesilesiyle seçilişinden hareketle Muâviye’ye karşı delil göstermesini tevil etmek zorunda kalmışlardır… Bunların tümü, takiyye ve ikrah gibi zorlama yorumlara tâbi tutulmuştur.

 

O bir başka yerde ise şöyle der: “Şîî tarihçiler Hz. Ali’nin Ebû Bekir’e biatını itiraf etmekle birlikte bunu takiyye olarak tefsir etmişlerdir. Kimi Şîî rivayetler ise Ebû Bekir’e yapılan biatın zorbalık ve icbar ile olduğunu ifade etmektedir.

 

Kâdî Abdülcebbâr da el-Muğnî adlı eserinde bunu şu sözleriyle reddeder: “Yapılan biatta herhangi bir ikrah (baskı-zorlama) söz konusu değildir. Buna kimi İmâmiyye âlimleri sahih olmayan rivayetlerle şerh düşmüşlerdir… Ali (a.s.) gibi birisinin takiyye ile hareket etmesi caiz değildir… Madem öyle Ali (a.s) Cemel ve Sıffîn Savaşlarında da takiyye etseydi ya![2]

 

 

Şüphenin Reddi:

 

Bu açıklamaların sahibi İsnâ Aşeriyye Şiası’nın Bâtıniyye’nin bir kolu olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadır. Buna ilişkin eleştiriler ilerleyen bölümlerde gelecektir.

 

Yazar, “Şîî tarihçiler Hz. Ali’nin Ebû Bekir’e biatını itiraf etmiş, ancak bunu takiyye olarak yorumlamışlardır” sözleriyle, Seyyid Murtaza ve sonrasında günümüze kadar gelen Şîî âlimlerin, “Hz. Ali başlangıçta Ebû Bekir’e biat etmekten kaçındı ama sonrasında gönül hoşnutluğu ile gidip biat etti” şeklindeki Ehl-i Sünnet ve Mu’tezile iddialarını ret bağlamındaki cevaplarına işaret etmektedir.

 

Bizler burada Seyyid Murtazâ’nın cevabını sunacağız. O özetle şöyle diyor:

 

İmam Ali’nin (a.s.) ilk tavırlarından sonra muhalefeti terk ettiği ve Hz. Fâtıma’nın (a.s.) vefatından sonra biat ettiği doğrudur. Ancak kendi halifeliği dönemindeki tutumlarından, muhalefeti terk etmesinin ve Ebû Bekir’e biatının takiyye olduğu anlaşılmaktadır. İşte bu konu çerçevesinde temel iki mesele vardır.

 

İlki: İmam Ali (a), Osman’dan sonra kendisine biat edilip de yönetimin dizginlerini ele geçirince kendisinden önceki üç halifeye karşı olduğunu izhar etmiş, onlarla iyi geçinip kendilerine biat etmesinin nedenlerini ortaya koymuştur. İşte onlardan ve tutumlarından razı olmaması bu gerekçelerden birisidir…

 

İmam Ali’den (a.s.) rivayet edildiğine göre O şöyle buyurmuştur:

 

بايع الناس والله أبا بكر وأنا أولى بهم مني بقميصي هذا فكظمت غيظي وانتظرت أمري وألزقت كلكلي   بالأرض ثم ان أبا بكر هلك واستخلف عمر وقد والله علم اني أولى بالناس مني بقميصي هذا فكظمت غيظي وانتظرت أمري ثم ان عمر هلك وجعلها شورى وجعلني فيها سادس ستة كسهم الجدة فقال اقتلوا الأقل فكظمت غيظي وانتظرت أمري وألزقت كلكلي بالأرض (ثم ان عثمان قتل فجاؤني فبايعوني طائعين غير مكرهين) حتى ما وجدت إلا القتال أو الكفر بالله

 

“İnsanlar Ebû Bekir’e biat ettiler. Vallahi bu gömleğin bana yakınlığından daha çok bu işe ben onlardan daha yakınım. Öfkemi yuttum. İşimi bekledim, göğsümü yere yapıştırdım. Sonra Ömer öldü ve halifelik seçimini şûrânın uhdesine tevdi etti. Beni de bu şûrâda ninenin payı gibi altı kişinin altıncısı eyledi ve ‘Azınlıkta kalanı öldürün’ dedi. Ben yine öfkemi yuttum, işimi gözetlemeye koyuldum. (Bundan sonra da Osman öldürülünce herhangi bir baskı altında kalmaksızın bana gelip isteyerek itaat ettiler.) Öyle ki öldürülmek veya Allah’ı inkâr etmekten başka çıkar yol göremedim.”[3]

 

İmam Ali (a.s.) “Öyle ki öldürülmek veya Allah’ı inkâr etmekten başka çıkar yol göremedim” sözüyle Talha, Zübeyr ve Muâviye ile savaşının sebeplerine dikkat çekmektedir. Yardımcılar ve destekleyicileri olunca önceki tavrından el çekti, iş artık zorunluluk haline geldi ve savaşması farz oldu. İlk durumda ise yardımcı ve destekleyicisi bulunmadığından mazur sayılırdı.

 

Vâkıdî ise Kitâbü’l-Cemel adlı eserinde kendi isnad zinciri ile Müminlerin Emiri’nden (a.s.) rivayet etmektedir. O, kendisine biat edildiğinde bir hutbe irat etmiştir. Müminlerin Emiri Allah’a hamdüsenada bulunduktan sonra şöyle dedi: 

 

 

حق و باطل و لكل أهل و لئن أمر الباطل لقديما فعل و لئن قل الحق لربما و لعل و قلما أدبر شىء فاقبل و إني لأخشى ان تكونوا في فترة و ما علينا إلا الإجتهاد وقد كانت لكم أمور ملتم فيها عليَّ ميلة لم تكونوا عندي فيها بمحمودين أما أني لو أشاء لقلت عفا الله عما سلف سبق الرجلان وقام الثالث كالغراب همته بطنه ويحه لو قُصَّ جناحُه و قُطِع رأسُه لكان خيرا له

 

Hak ve batıl; her iki yolun da ehli vardır. O halde eğer batıl muzaffer olursa bunu eskiden de yapıyordu. Şüphesiz hak az olursa çoğalması umulur. Ama bir şey giderse dönüşü nadir olur. Ben sizin fetrete (cahiliye dönemine) dönmemizden korkarım. Yine de benim vazifem çaba göstermektir.

 

Geçmişte sizin bazı olaylarınız oldu. Bu konuda bana eğilim gösterdiniz, sizler bundan dolayı benim nezdimde ne övülmüşsünüz ne de doğruya isabet etmişsiniz. Biliniz ki onları söylemek istesem söylerim. (Ama) Allah geçmişte olanları affetsin. O ikisi öne geçip gittiler. Üçüncüsü karga gibi ayaklandı, derdi midesi idi. Yazıklar olsun ona, her iki kanadı kopsaydı ve başı kesilseydi onun için daha iyi olurdu![4]

 

Yine İmam (a.s.) şöyle buyurmaktadır:

 

لقد تقمصها ابن أبي قحافة وانه ليعلم ان محلي منها محل القطب من الرحى

 

Allah’a and olsun ki falan kimse hilafete göre yerimin değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi.

 

ما زلت مظلوما منذ قبض الله نبيه صلى الله عليه واله وإلى يوم الناس هذا

 

“Allah’ı, Peygamber’in (s.a.a.) ruhunu kabzetmesinden şu güne dek hep mazlumdum!”

 

İkincisi: İmam’ın ilk tavrından vazgeçmesi ve karşı çıkmayı/muhalefeti bırakması kendi rızasıyla biat ettiğine delil değildir. Çünkü muhalefeti terk etmek bazen rızayı ve memnuniyeti gösterse de, bazı durumlarda takiyye ve can korkusu yüzünden de gerçekleşebilir.

 

Seyyid Murtaza (r.a.) şöyle der:

 

el-Muğnî’nin müellifi ‘Hazret’in rızasına ispat için biat etmesinden ve muhalefeti bırakmasından başka bir şeye ihtiyacımız yoktur. Çünkü sunduğumuz delillerin zâhiri rızaya dayalı biat etmiş olmasını gerektirmektedir. Hz. Ali’nin biatında kalben razı olmadığını ve takiyye ettiğini iddia eden kimse buna dair delil ortaya koymalıdır’ derse, ona şöyle cevap veririz: Durum böyle değildir. Çünkü Müminlerin Emiri’nin (a.s.) bu konudan razı olmayışı ve öfkesi, asıldır. İmam’ın (a.s.) bu işe kızdığı, başta Ebû Bekir’e biat etmekten kaçındığı, bu konuya itiraz ettiği hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. (Burada iki nokta var: İlki İmam Ali’nin öfkesi, ikincisi ise biattan kaçınmasıdır; Seyyid Sami el-Bedrî) Ayrıca İmam’ın bundan sonra biat ettiği ve karşı çıkmayı terk ettiğinde de görüş ayrılığı söz konusu değildir. Böylece ilk konu, yani İmam Ali’nin öfkesi ve razı olmaması hâlâ yerinde durmaktadır. Bu konu hakkında başka bir şey aktarılmamıştır. Bu durumunun değiştiğini iddia eden kimse bunu ispat etmelidir. Biat etmek ve muhalefeti terk etmek iddiacının lehine olarak rızanın delaleti değildir. Çünkü bizler biat etmenin ve muhalefeti bırakmanın her zaman rızaya ve hoşnutluğa delalet etmediğini açıklamıştık.

 

Seyyid Murtaza (r.a.) devamında şöyle der:

 

“Müminlerin Emiri’nin halifelere biatının rızası dışında gerçekleştiği insaf sahibi kimseler için nasıl anlaşılmaz olabilir ki? Bütün siyer râvîlerinin aktardıkları haberler bu sonucu teyit etmektedir. Bu çerçevede rivayet edilen haberler üzerinde düşünen bir kimse İmam Ali’nin (a.s.) biata zorlandığı hususunda kuşkuya kapılmaz. Çeşitli konulara ilişkin tartışmalar ve münakaşalar da bu sonucu gerektirmektedir. Bunlardan isteyerek biat ettiği sonucu elde edilemez.”

 

 “حدثني بكر بن الهيثم قال حدثنا عبد الرزاق عن معمر عن الكلبي عن أبي صالح عن ابن عباس قال بعث أبو بكر عمر بن الخطاب إلى علي (عليه السلام) حين قعد عن بيعته وقال ائتني به بأعنف العنف، فلما أتاه جرى بينهما كلام فقال له علي (عليه السلام): احلب حلبا لك شطره والله ما حرصك على إمارته اليوم إلا ليؤمرك غدا،...، ثم أتى فبايعه

 

“Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahyâ b. Câbir el-Belâzurî -Ehl-i Sünnet nezdindeki güvenilirliği, Şia’ya asla yakın olmadığı ve rivayet ettiği şeylerdeki dikkati iyi bilinir- şöyle rivayet etmektedir:

 

Bana Bekr b. Heysem rivayet etti ve dedi ki; bana Abdürrezzâk, Mamer’den; o el-Kelbî’den, o Ebû Sâlih’ten, o da İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Ali, biattan kaçınınca Ebû Bekir, Ömer b. Hattâb’ı Ali’ye göndererek şöyle dedi: ‘Onu olabildiğince zor kullanarak bana getir.’ Ömer, İmam’ın yanına gelince aralarında bir diyalog geçti. Hz. Ali ona ‘ Bugün süt sağ ki yarısı da senin olsun! Vallahi, bugün onun yönetimi için bunca hırslı olmanın sebebi yarın da onun seni emir kılmasını istemenden başka bir şey değildir’… Sonra geldi ve ona biat etti.[5]

 

Bu haberin içeriği Şia’nın teziyle aynıdır. Allah, Ehl-i Sünnet râvîlerinin diliyle bunu söyletmiştir.

 

عن المدائني عن مسلمة بن محارب عن سليمان التيمي عن أبي عون " ان أبا بكر أرسل إلى علي (عليه السلام) يريده على البيعة فلم يبايع، فجاء عمر ومعه قبس فلقيته فاطمة (عليها السلام) على الباب فقالت: يا ابن الخطاب أتراك محرِّقا عليَّ بابي قال: نعم وذلك أقوِّي فيما جاء به أبوك وجاء علي (عليه السلام) فبايع

 

“Belâzurî, Medâinî’den; o Mesleme b. Muhârib’den, o Süleymân et-Teymî’den, o Ebû Avn’dan şöyle rivayet etmektedir: “Ebû Bekir, Hz. Ali’ye bir elçi göndererek O’ndan kendisine biat etmesini istedi. Fakat Hz. Ali biat etmekten kaçındı. Ömer bir parça ateş alarak geldi. Onu Hz. Fâtıma (a.s.) kapı önünde karşıladı. Hz. Fâtıma (a.s.) ‘Ey İbnü’l-Hattâb! Ben içerdeyken kapımı yakmayı mı düşünüyorsun?’ deyince Ömer ‘Evet ve böylece babanın getirdiğini (dinini) kuvvetlendireceğim’ diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s.) gelerek biat etti.[6]

 

Şia bu haberi pek çok kanaldan rivayet etmiştir. Burada ilginç nokta bizim bunu Ehl-i Sünnet’in büyük muhaddislerinden naklediyor olmamızdır. Hepsi de sağlam bir şekilde işittiklerini rivayet etmiştir. Ancak rivayet ettikleri bu şeylere dikkatlerini çektiğimizde hemen bunlardan el çekiyorlar.

 

Biat etsin diye evinin kapısı yakılan birisinin hangi özgür iradesinden söz edilebilir ki?

 

عن أبي عبد الله جعفر بن محمد (عليه السلام) قال: " والله ما بايع علي (عليه السلام) حتى رأى الدخان قد دخل بيته

 

“İbrâhîm b. Saîd es-Sekafi rivayet etti ve dedi ki; bize Ahmed b. Amr el-Becelî rivayet etti ve dedi ki; bize Ahmed b. Habib el-Amirî, Hamran b. Ayen’den; o Ebû Abdullah Cafer b. Muhammed’den (a.s.) şöyle rivayet etmektedir: Vallahi, Ali (a.s.) evine duman girdiğini görünceye kadar biat etmekten kaçındı.

 

عن عبد الله بن جعفر عن أبي عبد الله (عليه السلام) قال : « لما ارتدت العرب مشى عثمان إلى علي (عليه السلام) فقال : يا ابن عم انه لا يخرج أحد إلى قتال هؤلاء وأنت لم تبايع ، ولم يزل به حتى مشى إلى أبي بكر فَسُرَّ المسلمون بذلك ، وجَدَّ الناس في قتالهم

 

“el-Medâinî, Abdullah b. Cafer’den; o Ebû Abdullah İmam Cafer’den (a.s.) şöyle rivayet etmektedir: Araplar irtidad edince Osman, İmam Ali’ye (a.s.) gelerek şöyle dedi: “Ey amcaoğlu! Sen biat etmedikçe kimse şunlarla (dinden dönenlerle-ridde ehliyle) savaşmak için harekete geçmeyecek! Bu sözleri o kadar çok söyledi ki İmam Ali (a.s.) Ebû Bekir’in yanına gitti. Müslümanlar buna çok sevindiler. İnsanlar da dinden dönenlerle savaşmada ciddiyet gösterdiler.[7]

 

عن عروة عن عائشة قالت: " لم يبايع علي أبا بكر حتى ماتت فاطمة بعد ستة اشهر فلما ماتت ضَرَع إلى صلح أبي بكر، فأرسل إليه ان يأتيه، فقال عمر لان تأته وحدك قال: وماذا يصنعون بي فأتاه أبو بكر فقال له (عليه السلام): ... والله لقرابة رسول الله (صلى الله عليه وآله) احب إلي من قرابتي فلم يزل علي (عليه السلام) يذكر حقه وقرابته حتى بكى أبو بكر فقال ميعادك العشية، فلما صلى أبو بكر خطب وذكر عليا (عليه السلام) وبيعته ثم بايع أبا بكر فقال المسلمون: أصبت وأحسنت

 

 

“Belâzurî, Medâinî’den; o Ebû Cerî’den; o Mamer’den, o Zührî’den; o Urve’den, o da Aişe’den şöyle rivayet etmiştir: “Fâtıma (a.s.) vefat edinceye kadar Ali (a.s.) Ebû Bekir’e biat etmedi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından altı ay sonra Fâtıma (a.s.) vefat edince Ebû Bekir ile barışma için yol aradı. Bu amaçla da İmam Ali (a.s.) Ebû Bekir’e ‘bize gel’ diye haber gönderdi. Ömer ‘Yalnız başına gitme!’ dedi. Ebû Bekir de ‘Bana ne yapacaklarını sanıyorsun?’ dedikten sonra O’nun yanına gitti.

 

Bunun üzerine Ali (a.s.) şöyle dedi: (…) Vallahi Resûlullah’ın (s.a.a.) akrabalığı bana benim akrabalığımdan daha sevimlidir. İmam Ali (a.s.) sürekli Resûlullah’a (s.a.a.) olan yakınlığını ve akrabalığını anlattı, öyle ki Ebû Bekir ağlayarak şöyle dedi: Akşam vakti seninle biat için buluşalım. Ebû Bekir namaz kıldırıp bir hutbe verdi. Sözü Hz. Ali’ye (a.s.) ve biatına getirdi. Hz. Ali de Ebû Bekir’e biat etti. Bunun üzerine Müslümanlar ‘Doğru ve yerinde davrandın’ dediler.[8]

 

Bu rivayet ve gerçekleşen olaylar hakkında düşünen biri biatin nasıl vuku bulduğunu ve buna zorlayan nedenleri görür. Eğer ortada bir sorun yok idiyse, Ömer Ebû Bekir’in, Müminlerin Emiri’nin yanına gitmesine niçin engel olmak istesindi ki?

 

عن الزهري قال: " ما بايع علي (عليه السلام) إلا بعد ستة اشهر، وما اجتُرِئَ عليه إلا بعد موت فاطمة (عليها السلام

 

“İbrâhîm es-Sekafî, Muhammed b. Ebî Umeyr’den; o Übeyy’den; o Sâlih b. Ebi’l-Esved’den; o Ukbe b. Sinân’dan; o da Zührî’den şöyle rivayet etmektedir: Hz. Ali ancak altı ay sonra biat etti. Hz. Fâtıma’nın vefatına kadar kimse ona karşı cüret gösteremiyordu.” 

 

عن عدي بن حاتم قال: " ما رحمت أحدا رحمتي عليا حين أتى به مُلَبَّبا فقيل له: بايع، قال: فان لم افعل؟ قالوا: إذا نقتلك، قال: إذا تقتلون عبد الله وأخا رسوله، ثم بايع كذا وضم يده اليمنى

 

 

“İbrahim, Yahyâ b. Hasan’dan; o Asım b. Amir’den; o Nûh b. Derrâc’dan; o Dâvûd b. Yezîd el-Evdî’den; o babasından; o da Adiy b. Hâtem’den şöyle rivayet etmektedir: Hz. Ali’ye acıdığım kadar hiç kimseye acımadım. O yaka paça götürülerek kendisine ‘Biat et!’ dendi. İmam ‘Ya biat etmezsem’ diye sorunca ‘Bu durumda seni öldürürüz!’ dediler. İmam Ali ‘Allah’ın kulunu ve Resûlullah’ın (s.a.a.) kardeşini mi öldüreceksiniz?’ dedikten sonra sağ elini yumarak şöyle biat etti.

 

عدي بن حاتم قال « إني لجالس عند أبي بكر إذ جىء بعلي (عليه السلام) فقال له أبو بكر : بايع ، فقال له علي (عليه السلام) : فأن لم افعل ؟ فقال : اضرب الذي فيه عيناك  ، فرفع رأسه إلى السماء ثم قال : اللهم اشهد ، ثم مد يده

 

“İbrâhîm, Osman b. Ebî Şeybe’den; o Hâlid b. Muhalled el-Becelî’den; o Dâvûd b. Yezîd el-Evdî’den; o babasından, o da Adiy b. Hâtem’den şöyle rivayet etmektedir: Ben Ebû Bekir’in yanında oturmaktaydım. O esnada Hz. Ali getirildi. Ebû Bekir O’na ‘Biat et!’ deyince İmam ‘Ya biat etmezsem’ diye karşılık verdi. Ebû Bekir ‘Boynunu vururum!’[9] dedi. İmam Ali başını semaya kaldırarak ‘Allah’ım şahid ol!’ dedikten sonra elini uzattı (yani biat etti).

 

Bu bağlamda çeşitli kanallardan -farklı lafızlarla olsa da- birbirine yakın anlamda birçok rivayet aktarılmıştır. Bu rivayetler o gün İmam Ali’nin biat etmeye zorlandığını ve tehdit edildiğini göstermektedir. Hz. Ali’nin ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ / Ey anam oğlu! Senin bu kavmin beni cidden zayıf buldu; neredeyse beni öldüreceklerdi! Sen de şimdi düşmanları bana güldürme ve beni zalim kavimle bir tutma!” (A’râf, 150) âyetini çokça tekrarladığı da rivayet edilmiştir. Bu hususa delalet eden rivayetlerin tümünün sunulması konuyu uzatacaktır.

 

Seyyid Murtaza (r.a.) devamında şöyle der: “İmam’ın (a.s.) muhalefet etmekten ve karşı çıkmaktan kaçınması, özgür iradesiyle biat etmediğinin en güzel kanıtıdır. Zikrettiğimiz şeyler, başlangıçta biat etmekten kaçınmasına rağmen sonrasında biat etmesinin, belirttiğimiz sebep dışında hiçbir gerekçesinin olmadığını göstermektedir. Çünkü İmam Ali’nin (a.s.) önceki kaçınmasının sebebi ancak şunlardan birinden ötürü olabilir.

 

Kitabın müellifinin iddia ettiği gibi, İmam Ali’nin biattan kaçınması, ya Hz. Peygamber’in (a.s.) cenazesi ile meşgul olması ve kızının uğradığı büyük musibet yüzündendir ya da Ebû Bekir’in kendisiyle istişare etmemesinden kaynaklanmıştır. Biz bu iddiaların hepsini ayrıntılı bir şekilde çürütmüştük.[10]

 

İkinci iddia ise şu şekildedir; duruma bakmış ve halifelik akdinin sahih oluşundan kuşku duymuştur. Şöyle ki kendisine imamet akdiyle biat edilen kişinin (Ebû Bekir’in) yetkin olup olmadığına veya bu akdin şartlarının kâmil manasıyla gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmıştır.

 

Bunların Müminlerin Emiri’ne (a.s.) gizli kalması ve durumun kendisine karmaşık gelmesi imkânsızdır. Hatta O (a.s.), bu türden konuları en iyi bilen sahâbîdir… Sahih akdin şartları da Hz. Peygamber’den (s.a.a.) ayrıntılı bir şekilde aktarılmıştı… İmam’ın (a.s.) olayın başlangıcında biattan kaçınmasının yegâne gerekçesi bizim belirttiğimiz husustur. Şöyle ki bu biat haksız bir şekilde vuku bulmuş ve hak etmeyene yapılmıştır. İmam sonraları biat etmeye dönmüşse de bu ancak tedbirden dolayıdır.[11]

 

 

Seyyid Murtaza’nın “tedbirden dolayı” ifadesi takiyye ve can endişesi taşıması anlamına gelmektedir.

 

 

Kadı Abdülcebbâr’a Reddiye:

 

Kadı Abdülcebbâr’ın “Ali (a.s.) gibi birisi için takiyye caiz değildir… Cemel ve Sıffîn Savaşlarında da takiyye yapsaydı ya…” şeklindeki sözlerine gelince:

 

İmam Ali’nin şu buyrukları bu iddiasını çürütmektedir:

 

لولا حضور الحاضر وقيام الحجة بوجود الناصر و... لا لقيت حبلها على غاربها

 

And olsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi… hilafet devesinin yularını sırtına atar.

 

لوجدت أربعين ذوى عزم لقاتلتهم

 

“Kararlı kırk kişi bulabilseydim kuşkusuz onlarla savaşırdım.”

 

اترجو ان يبايعنى من كل عشرة واحد ؟ قلت ارجو ذلك قال : لكني لا أرجو ذلك لا والله ولا من المأة واحد سأخبرك ان الناس انما ينظرون الى قريش فيقولون هم قوم محمد وقبيله . . . لا والله لايدفع الناس (أي قريش) هذا الامر طائعين ابدا

 

Cündeb b. Abdullah el-Ezdî, şûrâ günlerinde İmam Ali’ye (a.s.) insanları kendisine davet etmesini ve onlardan yardım istemesini önermiş, yardım çağrısının yüzde on karşılık görmesi halinde geriye kalanların üstesinden gelebileceğini söylemiştir. Buna karşılık İmam Ali (a.s.) şöyle demişti: “Ey Cündeb! On kişiden birinin bile bana biat edeceğini mi ümit ediyorsun” Cündeb  “Böyle olacağını ümit ediyorum” dediğinde İmam Ali şöyle karşılık verir: “Bende bu ümit yok.  Hayır, vallahi, bırakalım onda biri yüzde biri dahi bana biat etmez! Ben sana şunu haber vermek istiyorum. İnsanlar Kureyş’e bakıp ‘Bunlar Muhammed’in (s.a.a.) kavmi, kabilesidir’ demekteler! Kureyş’e gelince onlar da ‘Âl-i Muhammed insanlara karşı nübüvvetle üstünlük kazanmak istiyor!’ diyorlar… Hayır, Vallahi insanlar bu işi asla isteyerek bize vermez.

 

فنظرت فاذا ليس لي رائد الا ذاب ولامساعد الا اهل بيتي فضننت بهم عن المنية

 

“Baktım da, Ehl-i Beyt'imden başka bana yardım edip destekleyen, hakkımı savunan kimsenin olmadığını gördüm.”

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[1] Şûrâ, Sayı No: 6.

[2] Ahmed el-Kâtib, Nazariyyetü’l-İmâmiyyeti’l-İlâhiyye, Dördüncü Fasıl, Dördüncü Mebhas.

[3] İbn Asâkir, Târîhü Dımaşk, c. 3, s. 101, 174-175.

[4] İbn Ebi’l-Hadîd, c. 1, s. 275.

[5] Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 587

[6] Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 586.

Haberin zeylinde şu ifadeler geçmektedir: Hz. Ali (a.s.) şöyle dedi: Kur’ân’ı toplayıncaya kadar evimden çıkmamaya azmettim.

Ben derim ki: bu fazlalık, İmam Ali’nin (a.s.) biattan kaçınmasının gerçek nedenini gizlemek için uydurulmuştur. Belâzurî’nin, İbn Sîrîn’den rivayet ettiği bir diğer habere göre İbn Sîrîn şöyle demiştir: Ebû Bekir, Hz. Ali’ye “Halife olmamdan rahatsız mısın?” diye sorunca O “Hayır, ancak ben Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vefatından sonra Kur’ân’ı indirildiği hal üzere bir araya getirmeden şu elbisemi giymemeye yemin ettim” diye karşılık verdi. (Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 587.) Hiç kuşkusuz Kur’ân, Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde cem edilmişti. Çünkü son âyet (ikmâl âyeti) 18 Zilhicce’de nazil olmuş, Hz. Peygamber (s.a.a.) de bundan sonra takriben 70 gün kadar hayatta kalmıştı. Bu süre ise -Kur’ân o ana kadar cem edilmemiş olsa dahi- toplanması için yeterli bir süredir.  

[7] Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 587.

[8] Bu haberi Buhârî (c. 3, s. 46), Kitâbü’l-Meğâzî’de “Bâbu Gazveti Hayber”de, Müslim de Sahih’inde Kitâbü’l-Cihâd’da (c. 5, s. 154.) rivayet etmektedir. İsnad zincirleri aynı olsa da iki rivayet arasında dağlar kadar fark var. Çarpıtmanın Buhârî’den mi yoksa Belâzurî’den mi kaynaklandığını bilmiyoruz. (çev.) 

[9] İmam Ali (a.s.) biat etmeseydi Mâlik b. Nüveyre gibi açık bir şekilde öldürülecekti. Mâlik’in mürted olarak öldürüldüğü de söylenmiştir. Mâlik’in katledilme kıssası için bkz: Şerhü Nehci’l-Belâga, c. 18, s. 203. İbn Ebi’l-Hadîd bu olayı Kâdî Abdülcebbâr’ın el-Muğnî’sinden rivayet etmektedir. Ya da Sa’d b. Ubâde’nin Ömer’in hilafet döneminde öldürülmesi gibi tuzağa düşürülerek öldürülecekti. Şöyle ki Ömer bir adamı görevlendirmiş ve ona ‘Git Sa’d’ı biata davet et! Eğer biat etmekten kaçınacak olursa ona karşı Allah’tan yardım dile’ demiştir. Adam, Sa’d’ın yanına gelerek kendisine biat teklif etmiş, yüz çevirince elçi Sa’d’a bir ok atarak onu öldürmüştür. Ardından da hakkında ‘‘onu cinler öldürmüştür’’ söylentisini yaymışlardır. (Belâzurî, c. 1, s. 589). Şerhü Nehci’l-Belâga’ya (c. 18, s. 222.) göreyse Sa’d, Ebû Bekir’in halifeliği döneminde öldürülmüştür.  

[10] Eş-Şâfî, c. 3, s. 249-250.

[11] Kitâbü’ş-Şâfî, c. 3, s. 217-251.