Nazemroaya: ABD Suriye’de Başarısız Olduğu için Hizbullah’ı Hedefliyor

Nazemroaya: ABD Suriye’de Başarısız Olduğu için Hizbullah’ı Hedefliyor
"Savaş kelimenin gerçek anlamıyla Hizbullah’a getirildi ve Suriye hükümetini devirmeye çalışan güçler zaten, Hizbullah karşıtı bir dizi sahte iddia ve Lübnan’da çatışmayı kışkırtma amaçlı önlemler üzerinden, Lübnan’a yönelik bir saldırı için gerilimi tırmandırmaya hazırlanıyordu."

Mahdi Darius Nazemroaya 
 

Global Research
 

Hizbullah Suriye'ye müdahil olduktan sonra, İranlıların Lübnanlı ortaklarına, Suriye içinde yeni bir İran dalgasının parçası olarak Şam hükümetine yardım etmenin bir aracı olacak şekilde müdahalede bulunma talimatı verdiği yönünde üstünkörü analizler dolaşmaya başladı. Bu duruş, Hizbullah'ın Suriye'deki savaşın ana hedeflerinden biri olduğunu, yahut Hizbullah'ın kendi güvenlik çıkarları ve Lübnan-Suriye sınırındaki Lübnan kasabalarına karşı süregiden saldırılar nedeniyle Suriye'ye müdahil olduğunu kabul etmedi. Savaş kelimenin gerçek anlamıyla Hizbullah'a getirildi ve Suriye hükümetini devirmeye çalışan güçler zaten, Hizbullah karşıtı bir dizi sahte iddia ve Lübnan'da çatışmayı kışkırtma amaçlı önlemler üzerinden, Lübnan'a yönelik bir saldırı için gerilimi tırmandırmaya hazırlanıyordu.
 

Hizbullah'ın Suriye'ye müdahil olmasının ardından ABD hükümeti, Lübnanlı partiyi mali yaptırımlarla hedef almaya başladı. Batı Afrika ülkeleri olan Fildişi Sahili Cumhuriyeti,  Gambiya Cumhuriyeti, Senegal Cumhuriyeti ve Sierra Leone Cumhuriyeti'ndeki dört Lübnanlı işadamı, enformel Hizbullah temsilcileri olmakla suçlandı ve kendilerine karşı AB yaptırımları dayatıldı. Washington'la yan yana hareket eden Fars Körfezi'nin Arap petro-şeyhlik rejimleri Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Lübnan vatandaşlarının işletmelerini kapamaya, oturma izinlerini iptal etmeye ve arkasından onları evlerinden atmaya başlayacaktı.
 

Her ne kadar Lübnan vatandaşlarının önyargılı bir şekilde kovulması Fars Körfezi'nin Arap rejimleri arasında yeni bir politika değilse de, Doğu Akdeniz'deki çatışmayla bağlantılı yeni bir özel uygulama söz konusu. Reuters gibi yayın kuruluşları «sınırdışı etmeler Suriye'deki savaşın Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki eski gerilimlerin nasıl da sınırların ötesine ve bölge çapına yayıldığını gösteriyor» iddiasında bulunsa da, hakikat başkadır. Bu tür anlatılar, Sünnileri ve Şiileri birbirinin doğal kanlıları gibi gösteren, inşa edilmiş natüralist açıklamalar yoluyla çatışmanın gerçek siyasi niteliğini gizlemeyi amaçlayan birer kamuflajdır. Hizbullah'ın Şii karakteri burada belirleyici değildir. ABD ve müttefiklerinin yapmaya çalıştığı, Hizbullah'ın etrafındaki çemberi daraltmak ve Lübnan'a yapılan bağışlar ve havaleler yoluyla doğrudan veya dolaylı yoldan edindiği her tür potansiyel maddi destek kaynaklarını kesmektir.  

 

AB, Lübnan'a karşı yeni İsrail saldırıları için yasal kılıf mı sundu?

 

25 Temmuz 2013 günü Avrupa Birliği, Hizbullah'ın askeri kanadını terör örgütleri listesine ekledi. AB'nin kararı, ABD ve İsrail hükümetlerinden gelen yoğun baskıya son vermeyi amaçlayan bir ödünün sonucuydu. Bu çabalarda İngiltere ve Hollanda hükümetlerinin lobi desteği de İsrail ve ABD'ye yardımcı oldu. Her ne kadar Avrupa Birliği'nin kararı Hizbullah'ın Bulgaristan'da İsrailli turistleri taşıyan bir otobüse yönelik terör saldırısından sorumlu olduğu yönündeki kanıtlanmamış iddialara dayansa da, gerçek neden Hizbullah'ın yasalarla bir ilgisi bulunmayan Suriye müdahalesiydi. AB, eğer terörizm suçlamalarının doğrulandığına inansaydı, Hizbullah'ı çok daha önceden kara listeye alabilirdi. Bulgar hükümeti bile bu iddiaları reddetti ve Tel Aviv'in Bulgaristan'ın Hizbullah'ı suçlu ilan etmesi yönündeki isteklerine boyun eğmedi.
 

AB'nin aldığı, Hizbullah'ın askeri kanadını kara listeye alma kararının ABD ve İsrail'i kısmen tatmin ettiğini belirtmek gerekir. Hizbullah'ın askeri kanadı hakkında gerçekte hiçbir şey bilinmediği için, pratikte çok az şey yapılabilir. AB'nin Hizbullah'ı kara listeye alma biçimi, Avrupa Birliği üyeleri ve Avrupa Komisyonu arasında esnek bir konumlanış almak için açık kapı bırakmaktadır. Aslında bu, iki ucu keskin bir kılıçtır. Ancak AB'nin kararı, ihtiyaç duyulduğunda Lübnan'a ve Hizbullah'a karşı siyasi, yasal ve ekonomik bir silah olarak kullanılabilme potansiyeline sahiptir.
 

Lübnan'daki Hizbullah liderleri Avrupa Birliği'nin bu eylemine yanıt olarak, Avrupa Birliği'nin şimdi İsrail'in gelecekte Lübnan'a karşı işleyeceği suçların ortağı haline geldiğini söylediler. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'a göre Avrupa Birliği'nin üye devletleri, İsrail'in Lübnan'a karşı bir sonraki saldırısı için yasal bir kılıf verdikleri için gelecekteki bir İsrail saldırısından sorumlu olacaklar. Bunun anlamı İsraillilerin Lübnan'a saldıracağı ve uluslararası terörizmle mücadele ettiğini söyleyeceğidir. Şüphesiz Tel Aviv AB'nin 2013 kararını gösterecek ve her fırsatta bunu, uluslararası kamuoyunu İsrail'in Hizbullah'la, terörizme karşı savaşın bir parçası olarak savaştığına ikna etmek için bir araç olarak kullanacaktır.
 

Medya savaşında propagandanın yoğunlaştırılması

 

Reuters alışılmadık bir adım atarak 21 Temmuz 2013 tarihinde, «Kavrayış: İran'a güvenen Suriye lideri Esad, ilgisizlik riskiyle karşı karşıya» başlıklı, spekülatif bir fikir makalesi yayınladı. İlk cümle şu şekildeydi: «İran ve Şii müttefiki Hizbullah'tan gelen askeri destek, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a kendisini devirmeye niyetli isyancılara karşı mücadelesinde yeni enerji getirdi, fakat bir bedel karşılığında».  Reuters makalesinin sonraki kısımlarında şu iddiaya yer veriliyordu: «Bölgedeki askeri uzmanların ve diplomatların söylediğine göre Esad şimdi Tahran karşısındaki otonomisini önemli ölçüde kaybetme ve görevi bırakmaya zorlansa bile bitmeyebilecek olan, Sünni Müslümanlarla Şiiler arasındaki dar bir mezhep savaşında bir piyon haline gelme riskiyle karşı karşıya».

 

Business Insider da 24 Temmuz 2013'te «Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suriye'deki öğütücü çatışmada rejimini akakta tutmak için iktidarını kademeli olarak İran'a devretmeye zorlandı» diye yazarak, Reuters'ın konumunu yansıtacaktı. Burada sıralanan argümanlar, Washington'un dış politika gündemine hizmet eden ana akım medya sektörlerinde dolaşmaya başlayan standart propaganda konularının parçasıdır. Amaç, Müslümanlar arasında mezhepçi nefretin bulunduğu fikrini doğallaştırmaktır.  

 

Propaganda konuşmalarının arasında, Hizbullah'ın popülerliğinin bölgede ve hatta Şii cemaatinin Lübnanlı üyelerinin arasında azaldığı yönünde imal edilmiş ve abartılı iddialar da var. Örneğin Voice of America 25 Temmuz 2013'te şunları yazdı: «Son Kuseyr çatışmasında ölen yüzlerce Hizbullah savaşçısının aileleri, sevdiklerinin neden İsrail'e karşı değil, başka Araplara karşı savaşırken öldüklerini merak ediyor». Daha önce yine Reuters'ta yayınlanan 5 Temmuz 2013 tarihli bir makalede ise şunlar yazılmıştı: «Pek çok Lübnanlı, Hizbullah lideri Seyyid Hassan Nasrallah'ın, Suriye'nin Sünni çoğunluğunun baskın olduğu bir isyana karşı Esad'a verdiği desteğin iyi hesaplanmadığını, Lübnan'ı Suriye bataklığına sürükleyeceğini, bizzat Lübnan içinde çatışmayı alevlendireceğini ve bölgedeki Sünni-Şii mezhep bölünmelerini derinleştireceğini düşünüyor». Suriye'deki isyancıların Lübnan'a gerçekleştirdiği roket saldırıları ve Lübnan'a yapılan havalelerin hedef alınması da, bu propaganda konuşmalarının parçasını teşkil ediyor.

 

Bütün bu propaganda içinde, Suriye ordusunun başarısı kasıtlı olarak önemsiz gösterildi. Aksine, İran, Hizbullah ve Irak'tan gelen gönüllülerin Suriye hükümeti için savaşı kazandığı vurgusu yapıldı. Örneğin AFP şunları yazdı: «Suriye güvenlik güçlerine yakın kaynaklara ve uzmanlara göre Suriye ordusuna, bu amaca ulaşılmasına yardım etmek üzere, kendi kasabalarında faaliyet yürüten ve aylardır İran ve Rusya'da sokak savaşları eğitimi alan yerel milisler tarafından destek veriliyor». Propagandanın bu boyutu gerçekten de eskidir ve ABD ile müttefiklerinin öngörülerinin aksine Suriye hükümetinin neden çökmediğini izah etmek amacıyla kullanılagelmiştir.
 

Başka örnekler de var. Washington Post 1 Haziran 2013'te şunları yazacaktı: «Ortadoğu istihbarat yetkililerine ve analistlere göre Rusya ve İran'dan gelen sofistike teknoloji, Suriye hükümet birliklerine düşmanlarını takip etmede ve yok etmede yeni avantajlar sağladı ve isyancılara karşı saha kazanımlarını kolaylaştırmalarına yardımcı oldu». Yazıda ayrıca şunlar söylendi: «Yetkililer ve uzmanlar, bu teknolojinin artan sayıda İran yapımı insansız keşif uçağını ve bazı bölgelerde, Pentagon'un havan topunun kaynağını bulmada kullandıklarına benzer topsavar sistemlerini içerdiğini söyledi. Bu kişiler Suriye askeri birimlerinin ayrıca isyancı mevzilerine ilişkin istihbarat toplamak amacıyla izleme donanımlarını ve isyancıların iletişimini bloke etmek amacıyla sinyal boğma cihazlarını daha fazla kullandığını belirtti.» Fox News Haber Ağı «Suriye askerleri şimdi İran ve Rusya'dan gelen sofistike teknoloji ve taktikleri kullanıyor» diyerek aynı doğrultuda propagandaya devam etti. Hayli az sevilen bir isim, ABD'nin eski Birleşmiş Milletler büyükelçisi John Bolton Suriye çatışmasıyla ilgili fikirlerini, 2 Haziran'da Eric Shawn'a verdiği bir röportajda Fox News'e «Son aylarda hem İran hem de Rusya'nın, verdikleri desteğin niceliğini ve niteliğini arttırdığı konusunda pek az şüphem var; daha sofistike iletişim araçları ve hedef alma kapasiteleri, daha fazla mali destek sağlıyorlar ve Hizbullah'ı devreye sokuyorlar» diyerek belirtecekti.

 

Suriye'deki olaylarla ilgili sahte bir resim üretmek amacıyla kullanılan bu propaganda konuşmalarının belki de en kötüsü, Suriye hükümetinin ve müttefiklerinin Suriye'yi mezhep temelli birkaç devlete bölmek istediği iddiasıdır. 22 Temmuz 2013 tarihinde The Guardian'da yayınlanan bir makalede Martin Chulov ve Mona Mahmood, Suriye hükümetinin «önceki yılın [2012] sonlarında, yerinden edilen bazı toplulukların Golan Tepeleri bölgesine gitmesi anlamına gelecek bir Alevi devleti kurma girişimlerinin önünde durmaması talebiyle eski İsrail dışişleri bakanı Avigdor Lieberman ile temasa» geçtiğini dahi iddia etti. Aynı makalede şunlar da yazılıydı: «Yerel aktivist Ebu Rami, ‘Humus'un farklı bölgelerinde mezhepsel temizlik yapıldığının açık örnekleri var' dedi. ‘Bu, büyük bir İran-Şii planının parçası olan mezhepsel temizliktir; Hizbullah'ın ve İranlı milislerin müdahalesinde bu açıkça görülüyor. Bu aynı zamanda Esad'ın kişisel Alevi devleti projesinin parçasıdır'». Durum gerçekte bunun tam tersidir; Suriye'yi küçük devletler yığınına bölmek isteyen İsrailliler ve müttefikleridir. Bu hedefler şimdi namussuzca ve hayali iddialarla, Suriye hükümetinin hedefi gibi gösteriliyor.

 

İsrail-Filistin barış görüşmeleri İsrail ve ABD'nin savaş planlarına mı bağlı?

 

Her ne kadar bazıları, ABD destekli yenilenmiş İsrail-Filistin barış görüşmelerini İsrail'in verdiği bir taviz, yahut AB'yi Hizbullah'ın askeri kanadını kara listeye almaya zorlayan Amerikan baskısına karşılık ABD'nin yaptığı bir dengeleme olarak görse de, meselenin dikkatlice incelenmesi gerekiyor. İsrail-Filistin görüşmeleri, gerçekte halkla ilişkiler ve uluslararası diplomasiyle bağlantılı nedenlerden ötürü devreye sokuldu. Manevi açıdan iflas etmiş Filistin Yönetimi görüşmelere, katılması emredildiği için katılıyor. İsrail'in hapishanelerdeki çok sayıda Filistinli esiri serbest bırakma sözünün yarattığı örtüye rağmen, İsrail hükümeti herhangi türden büyük bir taviz vermeyecektir.
 

İsrail-Filistin barış görüşmeleri, ABD ve İsrail'in Doğu Akdeniz'deki gündemleriyle bağlantılıdır. İsraillilerle yozlaşmış Filistin Yönetimi arasındaki görüşmelerin yeniden başlayacağının ilan edilmesi, AB'nin Hizbullah'ın askeri kanadını terör örgütleri listesine alma kararıyla yakından ilişkili olarak gelmiştir. Hizbullah Suriye hükümetini açıkça desteklediği için ABD ve İsrail, ona şu veya bu biçimde saldırmayı planlayabilir. İsrail'in Lübnan'la yeni bir çatışmaya, özellikle de savaş biçiminde tezahür eden bir çatışmaya girmesi büyük bir uluslararası öfkeyle karşılaşabilir ve İsrail'in zaten paramparça olmuş uluslararası imajına ağır bir bedeli olabilir. Lübnan'a karşı böyle bir İsrail savaşı, Tel Aviv için bir halkla ilişkiler felaketi olacaktır. İşte bu yüzden Filistinlilerle görüşmelerin yeniden başlaması, Lübnanlılarla yeni bir çatışmaya girmesinden veya yeni bölgesel maceralara girmesinden önce İsrail'i pozitif bir şekilde betimlemenin bir aracı olabilir.
 

İsrailliler ve Filistinliler arasındaki görüşmelerin niyetlerinden bağımsız olarak, Hizbullah'ın ABD ve müttefikleri tarafından hedef alındığı inkâr edilemez. Bu hedef alma, Lübnan'a karşı üçüncü bir İsrail savaşı anlamına gelmek zorunda değildir. Bir iç savaş başlatma niyetiyle mezhepçilik ateşlerinin körüklenmesi, temel ve en iyi İsrail-ABD seçeneği olabilir. Hizbullah'ın Beyrut'un güneyindeki kalesi Dahiye banliyösünün içindeki Bir El-Abid mahallesindeki terörist saldırı ve Lübnan ordusuyla savaşan Saydalı Şeyh Ahmed El-Essir'inki gibi şiddet yanlısı gruplara verilen örtülü destek, evini ateşe vermek suretiyle Hizbullah'ın etrafındaki çemberi daraltma stratejisinin parçasıdır. 
 

ABD yaptırımları, Lübnan'a yapılan havalelerin kısılması ve askeri kanadını terör örgütü ilan etmek yoluyla Hizbullah'ın şeytanlaştırılması, bu kampanyanın parçalarıdır.  Yeni adımlar da gelecektir. 23 Temmuz 2013'te Fox News için yazan Claudia Rosett ve Benjamin Weinthal, makalelerinin başlığında çok şey ifade edecek şekilde soruyordu: «Hizbullah'a karşı BM yaptırımları nerede?»
 

Çev: Selim Sezer
 

medyasafak.com