Pepe Escobar: Selam, Ben Sizin Yeni Şer Ekseninizim!

Pepe Escobar: Selam, Ben Sizin Yeni Şer Ekseninizim!
"Dempsey Ürdün’e (elbette) yakın geçmişte Suudiler tarafından CIA’in desteğiyle satın alınan ve Ürdün üzerinden (teoride) Suriye’nin güneyinde bulunan bir takım “makbul isyankarlara” gönderilmekte olan tanksavar füzelerinin durumunu gözlemlemek için gitti."

Asia Times  


Pepe Escobar
 

Daha önce Mısır'da olanlarla ilgili şunu savundum: Katliam olmayan bir katliam; darbe olmayan bir darbeyi yapan bir askeri cunta tarafından Mısır'ın “teröre karşı savaşı” kılıfı altında icra edildi. Beyaz Saray'da hazırlanmış olması gayet de mümkün olan bu uydurma haber oyunu aslında büyük resmin yalnızca bir parçasıdır.

 

Bu yoğun sis perdesi ve birbiriyle çekişen gündemlerin arasından şaşırtıcı bir olgu yükseliyor. 10 gün önce, Mısır Medya Çalışmaları ve Kamuoyu Merkezinin yaptırdığı bir anket Pinochet'yi anımsatan Abdülfettah el-Sisi'nin organize ettiği 3 Temmuz darbesine toplumun %69unun karşı olduğunu gösterdi.

 

Dolayısıyla, bir avuç ayrıcalıklı Mübarekçi zümre (başka bir deyişle fulool), bir avuç yozlamış oligark ve ordunun kontrolünde olan Mısır “derin devleti” hariç, kimse katliam olmayan bu katliamı meşru olarak değerlendirilemez.

 

Muhammed Mursi'nin başını çektiği Müslüman Kardeşler (MK) hükümeti bütünüyle ehliyetsiz olabilir. Bunu Mısır anayasasını baştan yazmaya kalkmalarıyla, en katı köktencileri kışkırtmalarıyla, IMF önünde Mısır lirasının değerini düşürerek diz çökmeleriyle göstermiş olabilirler. Fakat yine de unutulmamalıdır ki, bu süreç “derin devlet” tarafından yürütülen sürekli ve topyekün bir sabotajla eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir.

 

Daha önce olduğu gibi şimdi de Mısır'ın genel bir iktisadi çöküşün kıyısında olduğu doğrudur. Bu katliam olmayan katliam çeklerin üzerindeki imza Katar yerine Suudi Arabistan (ve Birleşik Arap Emirlikleri) olarak değiştikten sonra meydana geldi. Spengler'in şu yazıda (bkz. İslam'ın İç Savaşı Mısır'a taşındı, Asia Times Online, July 8, 2013) ortaya koyduğu gibi Mısır muzu olmayan ve muz yiyebilmek için yabancılara bağımlı olacak bir muz cumhuriyeti olarak kalacak. Bu ekonomik krizin bir yere kaybolacağı yok. MK'in kozmik dargınlığından bahsetmiyorum bile.

 

Görünen o ki, bu oyunun kazananları Suud ailesi, İsrail ve Pentagon ekseni oldu. Peki bunu nasıl başardılar?


Şüpheye düşersen, Bender'i ara

 

Teoride, Washington hem MK hem de Sisi'nin ordusunu (göreceli olarak) kontrol altında tutuyordu. Yani görünene bakınca aslında bu bir kazan-kazan durumu. Temel olarak, Washington'daki Şahinler Sisi'nin ordusunu desteklerken, “liberal emperyalistler” MK'nın arkasındalar. Bu da onlar için en mükemmel maskedir çünkü MK İslamcı, yerel, popülist, neoliberal iktisadi politikalar benimsiyor, IMF ile çalışmayı istiyor ve İsrail'i tehdit etmiyor.

 

MK ne Washington ne de Tel Aviv için bir sorun teşkil etmiyordu. Ne de olsa hırslı müttefikleri olan Katar burada arabulucuk vazifesini görüyordu. Herkes tarafından bilindiği gibi Katar'ın dış politikasının özeti her yerde MK'nın amigoluğunu yapmaktı.

 

Anlaşılan o ki Mursi çok ciddi bir kırmızı çizgiyi aşmış. Bunun nedeni, (bu çağrı her ne kadar Barack Obama'nın “Esad mutlaka gitmeli” politikasıyla aynı çizgide olsa da) Mursi'nin Sünni Mısırlılara yaptığı, Suriye'deki Beşşar Esad hükümetine karşı cihada katılma çağrısı olabilir. Ama muhtemelen, bu hata Sina'dan Gazze'ye kadar uzanan bir “cihat cenneti” kurmak için ortaya koyduğu çabanın bir sonucuydu. Sina, hangi açıdan bakarsak bakalım, İsrail tarafından yönetilen bir bölge. Bu durum da hem Pentagon hem de Tel Aviv tarafından darbeye yeşil ışık yakılmasına işaret ediyor.

 

Tel Aviv'in Sisi'nin ordusuyla ve askeri cuntanın galeyana gelmiş Suudi destekçileriyle hiçbir sorunu yok. İsrail'i ilgilendiren tek bir şey va, o da Sisi'nin ordusunun Camp David antlaşmasına riayet etmesi. Öte yandan, MK yakın gelecekte başka düşüncelere kayabilir.

Suud hanedanı için ise durum hiçbir zaman “kazan-kazan” olmadı. MK'in Mısır'da iktidarda olması onlar için lanetlenesi bir durumdu. Bu uğursuz -Washington, Tel Aviv, Riyad- üçgende belirlenmesi gereken son mesele “başkanın adamları” arasında hangisinin en kurnaz olduğudur.

 

Tam da bu noktada göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kaybolan Katar'ın durumu yerine oturuyor. Katar'ın dış politikanın ilgi odağına yükselişi ve ani düşüşü, Pentagon'un kendi tanımladığı “istikrarsızlık yayı”nın merkezinde halihazırda devam eden liderlik boşluğuyla doğrudan ilişkilidir. Rusya ve Çin'in bir bekleme oyunu oynadığını, Obama yönetiminin yoyo gitgellerini hesaba katınca, Katar en iyi ihtimalle gişe bombası yapan bir filmin ekstrası gibiydi.
 

Sonunda kendi kendini azleden emir olan Şeyh Hamad es-Sani, yalnızca Suriye'de değil, Irak'ta da üstesinden gelemeyeceği işlerin altına girdi. Yalnızca MK'nın teçhizatını finanse etmekle kalmıyor, bir yandan da çölün öte tarafındaki en sert cihadçıları destekliyordu. Bunun hiçbir kesin kanıtı yok çünkü ne Doha'da ne de Washington'da kimse bundan bahsetmiyor fakat yine de Emir'in kendini görevden almaya “davet edildiği” kesin görünüyor. Ve hiçbir tesadüf veya kaza ihtimaline yer bırakmayacak şekilde, Suriye'deki “asi” raketini de inanılmaz şekilde yeniden ortaya çıkan Bender Bush (diğer adıyla Prens Bender bin Sultan) yoluyla Suud ailesi eline aldı.

 

Sonuçta, kazananlar bir kez daha Suudiler oldu, zira Obama yönetimi hem MK hem de El Kaide nebulasının Suriye'deki hiçlikte silinip gideceğini hesaplıyordu. Bunu artık bekleyip göreceğiz. Muhtemelen Mısır bundan sonra Suriye'den çok sayıda cihadçının akımına şahit olacak. Yine de bunlar tabii ki ODKA'da (Orta Doğu-Kuzey Afrika) kalacaklardır.

 

 

Sisi'ye gelince, “terör” söylemini ele alıp, önceden davranarak MK'i Mısır'daki El Kaide ile eşleştirecek kadar kafası çalışıyordu. Böylece katliam olmayan katliama da zemin hazırlamış oldu. Son olarak şunu iddia edebiliriz, Obama yönetimi Orta Doğu politikasının büyük bölümü için Suud ailesiyle bir taşeronluk antlaşması imzaladı.


Eksenini seç

 

Katliam olmayan katliamdan yalnızca iki gün önce, ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey İsrail'de General Benny Gantz ve Başbakan Benjamin Netenyahu ile samimi bir şekilde “hem küresel olarak ve hem de kendi ülkelerinde bölgenin dışına taşabilecek tehditler ve ülkelerini güvenli kılmak adına bunlarla nasıl beraber başedilebileceği” gibi artık herkesçe bilinen konuları görüştü. Gözlerinin önünde olan katliam olmayan bu katliamdan nasıl kar sağlayabileceklerini konuşmadıklarını düşünmek mümkün değil.

 

Aynı sıralarda, İsrail Savunma Bakanı Moshe Ya'alon ağdalı bir şekilde İran, Suriye ve Lübnan'dan oluşan yeni bir “şer ekseni”nin ilanını yaptı. Bu eksenden söz ederken Tahran'ı, Şam'ı ve daha önemlisi yalnızca Şiilerin baskın olduğu güney bölgelerini değil, bir bütün olarak Beyrut'u kastediyor. Ya'alon onlar için Suriye'deki iç savaşı kazanmalarının “yasak” olduğunu Dempsey'e açık açık söyledi.


Esad sonrası dönemde El Kaide taklitlerinin gücü ele geçirmesi ihtimaline karşı Suriye'deki iç savaşın CIA tarafından hala Amerika'nın ulusal güvenliği için “en büyük tehdit” olarak sınıflandırmasına rağmen, Washington “perde arkasından idare etme” politikasını bırakmak konusunda fazlasıyla isteksiz görünüyor. Buradan yola çıkarak İsrail'in yeniden Lübnan'ı işgale hazırlandığı iddia edilebilir. Sürekli tetikte olan Hizbullah'ın genel sekreteri Şeyh Nasrallah da, zaten böyle bir ihtimalden bahsetmişti.

 

Dempsey daha sonra, daha şimdiden yaklaşık 1000 kişilik kadar Amerikan birliğine, mürettebatıyla birlikte çok sayıda F-16'ya ve bir dizi Patriot füzesine ev sahipliği yapan Ürdün'e gitti. Bu durumu meşrulaştırmak için kullanılan bahane ise, Pentagon'un Amman'a “sınır denetimi teknikleri” konusunda yardım ediyor olması. Bu ise, Pentagon'a ilişkin en popüler kısaltmalardan biri olan ISR'yi ("intelligence: istihbarat, surveillance: gözetleme, reconnaissance: keşif") akla getiriyor.    


Ne var ki bu sadece bir bahane. Her şeyden önemlisi, Dempsey Ürdün'e (elbette) yakın geçmişte Suudiler tarafından CIA'in desteğiyle satın alınan ve Ürdün üzerinden (teoride) Suriye'nin güneyinde bulunan bir takım “makbul isyankarlara” gönderilmekte olan tanksavar füzelerinin durumunu gözlemlemek için gitti. Bu arada, söz konusu “isyankarlar” Amerikan Özel Kuvvetleri tarafından Ürdün'de eğitilmişlerdir. Şuna hiç şüphe yok ki Şam, Amerika/Suudi Arabistan/Ürdün ekseninden gelen bu saldırı karşısında bir karşı saldırı hazırlayacaktır.

 

Şeytanını seç

 
Orta Doğu'da artık “Amerika'nın güvenilirliğinden” bahsetmek oldukça güç. Amerika'ya, Ürdün gibi kuklalar ve “demokratik” bir yolsuzluk, paralı askerler ve ithal edilmiş olan ve kendilerine koyunlarmış gibi davranılan proleterya diyarı olan Körfez'e egemen feodal düzenin belli başlı elitleri hariç kimsenin güvendiğini söylemek mümkün değil.


ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford'un yeni Suriye Büyükelçisi olarak atanmasını tavsiye etmiş olması da yeniden güven tesis etmeye hizmet etmiyor.


Algı her şeydir. Bütün Orta Doğu'da belirli bir farkındalık üzerinden fikir yürüten herkes, Ford'u ölüm mangasına zemin hazırlayan bir canavar olarak algılıyor. Suriye'de Büyükelçi sıfatıyla “isyankarların” yaptıklarını meşrulaştırdığı dönem öncesinde “eşi benzeri olmayan” bir özgeçmişe sahiptir: Ford, 2004'te Irak'ta “Salvador Seçeneği”ni teşvik eden kötü niyetli John Negroponte'ye kader arkadaşlığı yapmıştır.  “Salvador Seçeneği” ABD sponsorluğunda kurulan ölüm mangaları için kullanılan bir şifredir.  Bu taktiğe ilkin 1980'lerde El Salvador'da (Negroponte tarafından) başvurmuş (ve sonuç olarak en az 75.000 kişinin ölümüne sebep olunmuştur), ancak taktiğin kökeni 1960'lar ve 1970'ler boyunca uygulandığı Latin Amerika'ya dayanmaktadır.     

 

Sisi, oyunu kendi planına uygun olarak oynamayı sürdürecektir ve bu da, Mısır ordusunun birilerinin büyük sosyo-ekonomik çıkarlarını değil kendi ulusunu ve kurumlarını koruduğuna dair miti güçlendirmeye hizmet edecektir. Sivillerin gözetilmesini unutun. Ve Mısır'da herhangi bir bağımsız siyasi partinin ya da hareketin ortaya çıkma ihtimalini unutun.


Washington, Müslüman Kardeşler ya da “derin devlet”in gözünde, Mısır'da çıkacak bir iç savaş ve bunun sonucunda sayısız Arabın yine Araplar tarafından öldürülmesi bile, İsrail açısından tehdit teşkil etmediği sürece makbul olacaktır. Zira bu “böl ve yönet” politikasının bir parçasıdır. 


İsrail muhtemelen Lübnan'ı bir kez daha işgal etme planları yaparken, Kerry'nin teşvik ettiği “barış süreci” Filistin'de daha çok İsrail yerleşiminin oluşturulmasına bahane olacaktır.  Bender Bursh bir kez daha karanlık sanatını icra etmektedir: İran'ın nükleer faaliyetleriyle, Mısır iç savaşıyla ve kan kaybından ölmekte olan Irak'la ilgili herhangi bir çözümün önünü almaktadır.  Bunun sonucu olarak her türlü eksen, özellikle de şer eksenleri kesinkes çoğalmaya devam edecektir.    

Pepe Escobar Globalistan: How the Globalized World is Dissolving into Liquid War (Nimble Books, 2007), Red Zone Blues: a snapshot of Baghdad during the surge (Nimble Books, 2007), and Obama does Globalistan (Nimble Books, 2009) adlı kitapların yazarıdır. Escobar'a şu e-posta adresi üzerinden ulaşılabilir: pepeasia@yahoo.com.

 

Çev: Leyla Kader

 

medyasafak.com