“Arap Baharı” Değil Arap Devrimleri!

“Arap Baharı” Değil Arap Devrimleri!
Arap devrimlerine yönelik Arap Baharı nitelemesinin, ilk kez Amerikan Başkanı Barack Obama tarafından kullanılıp kullanılmadığı o kadar önemli değil










Münir Şefik

  
 Arap devrimlerine yönelik Arap Baharı nitelemesinin, ilk kez Amerikan Başkanı Barack Obama tarafından kullanılıp kullanılmadığı o kadar önemli değil, ancak dikkat çekici olan bu terimin medyada yaygınlaşmasına daha çok Batılı siyasetçilerin katkıda bulunmasının ardından, Arapların birçoğu tarafından benimsenerek kullanılmaya başlandı. Özellikle de Arap medyası, Arap devrimlerine her değindiğinde bu terimi kullanmayı tercih etti. Şüphesiz, Arap Baharı ifadesi tedavüle sokularak aslında devrim kelimesinin yerine geçmesi istendi, ancak Arap kelimesi kullanılarak Arap halklarına işaret edilmiş olundu ki aslında bu hiç de istenen bir durum değildi. Nitekim bu olayın, tam da bu bölgede yaşayan insanların Arap olma özelliğinin değil de, bulunduğu ülkenin özelliği ön plana çıkartılmak istendiği döneme denk geldiğini söyleyebiliriz.

 İşte böylelikle Arap Baharı ifadesi, Arapların içinde bulunduğu durum analiz edildiğinde hiçbir kasıt olmadan çok da önemli bir boyuta hizmet etmektedir ki o boyut, Arap coğrafyasının parçalanması yönündeki çabaların aşılmasına hizmet etmesidir.  Ancak bununla birlikte, taşıdığı bu olumlu çağrışıma rağmen “bahar” ifadesinin eleştirilmesi gerekir. Yaşananlar ilkbahar değildir, olsa olsa ya kış ya da sonbahardır diye düşünüyoruz. Bu yüzden, orijinal ismin yani Arap devrimleri ifadesinin aynen kalmasından yanayız. Zira devrim adının olduğu gibi kalması vakıayla daha fazla uyum arz eden bir durumdur.

 Şu an yaşanmakta olan vakıa, kelimenin tam anlamlıyla halk devrimidir. Aksi taktirde Tunus’ta ve Mısır’da yaşanmakta olan devrimin ne anlamı olurdu? Tüm boyutlarıyla bir gençlik ve halk hareketi olmasa bile, en azından bu devrimlerle birlikte ABD ve İsrail tarafından desteklenen, on yıllardır iktidara kök salmış diktatör rejimlerin başları kopartılmıştır. Bazıları bir halk hareketinin devrim olarak nitelenebilmesi için rejimde köklü değişiklikler yaşanmasını şart koşarak hatalı bir yaklaşım içerisine girmektedirler. Bir rejimin başı devrildiğinde, rejimin dayandığı özü nasıl olur da baki kalır?

 Teorisyenler ve tarihçiler, barışçıl ya da silahlı halk hareketlerini, kana boğulması ve başarısız olması durumunda dahi devrim olarak niteleme konusunda ısrar etmişlerdir. Bunun en bariz örneği, 1870 yılındaki Paris Komünüyle sonuçlanan halk devrimi veya Rusya’da 1905 yılındaki halk ayaklanmasının devrim olarak nitelenmesi veyahut 19. ve 20. yüzyıllarda Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da ve Avrupa’da meydana gelen çatışmaların devrim olarak isimlendirilmesidir. Peki neden Arap gençlerinin ayaklanmaları söz konusu olunca devrim olarak nitelendirilmiyor ve devrim tariflerinin en uç örnekleri (örneğin nüfuzlu bir liderin ya da partinin bulunması, devlet mekanizmasının yerle bir edilmesi türünden en zor koşullar) seçilerek bu hareketlere devrim adı layık görülmüyor? İnsanlık tarihinde meydana gelen büyük olayları yakından bilenler, tek bir tanımlamadan hareketle kavramsallaştırma yapılamayacak namütenahi bir zenginliğe tanık olurlar.  Dolayısıyla devrimlerin büyük çoğunluğu ya başarısız olmuş ya da zafere ulaşmadan önce ciddi tökezleme dönemleri yaşamışlardır.

 
“Bahar” sözcüğünün mevcut Arap devrimleriyle uyumlu olmaması meselesine gelince, bu, saptırıcı bir nitelemedir. Zira, doğada, kış mevsiminden yaz mevsimine geçişi tanımlamak için kullanılmaktadır. İrade çatışması, sınıf çatışması, toplumsal mücadele ve devletlerarası çatışmalar için bu kavram kullanılarak belirli bir karşılık oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bir başka ifadeyle bu toplumsal mücadeleler sonucunda toplumların kışın olumsuzluklarından baharın imkânlarına kavuştuğu ima edilmektedir. Hâlbuki herkes bilir ki zafere ulaştıktan sonra mücadele daha çok kızışır, savaş daha karmaşık, daha şiddetli belki de daha kanlı bir hal alır.  Peki, nerede burada baharın çağrıştırdığı o mutedil iklim ve tatlı esinti…

 Tunus, Mısır ve Libya’da bu günlerde yaşanan çatışma ve mücadelelerin baharla ne ilgisi var? Dış hegemonyaya, dış müdahalelere, Filistin davasındaki sıkıntılara karşı mücadelede ya da işsizlik, yoksulluk, Batılı bankalardan yolsuzlukla elde edilmiş paraların geri getirilmesi, dış borç sorununun halledilmesi, neoliberal politikalara karşı mücadele gibi konularda ortaya çıkan ideolojik, ekonomik ve siyasi meydan okumalar bu baharın neredesinde?

 Şu an olan biteni Arap Baharı olarak adlandırmak aptallıktır zira, devrimler, zafere ulaşmadan önceki sorunlarıyla mücadele etmeyi sürdürmektedir. Hem de daha üst düzeyde ve daha şiddetli bir şekilde. Karşı devrim yırtınıyor, ABD ve Batı’ya bağımlılığın yeniden üretilmesi, Filistin sorununa karşı komplolar, yeni ve eski biçimleriyle aynen devam etmektedir. Hile karıştırılmamış seçimlerin düzenlenmesi, oy sandığının tek hakem olarak gündeme gelmesi gibi önemli başarılar kaydedilmiştir ancak, bu başarıların karşısındaki dâhili ve harici güçler, bu devrimi mecrasından saptırmaya çalışmakta, halkın çıkarlarının ifadesi olmak yerine başka yönlere çekilerek siyasi ve ekonomik olarak manipüle edilmeye uğraşılmaktadır. Örneğin, ülkenin adından “Arap” adının iptal edilerek sadece kendi ülkesinin meselelerini önemseyecek kadar Araplıktan uzaklaşmanın, özgürlük ve onur ifadesinin milli egemenlik ve bağımsızlık sözcüklerinden uzaklaştırılmasının anlamı nedir? Neden milli kalkınmadan bahsedilirken Arap ortak pazarı ifadesi kullanılmıyor. Bütün bunlar, siyasi, fikri ve program olarak belirli bir mücadeleye girildiğini göstermiyor mu?

 Yeni anayasaya dair verilen mücadele, iç bölünme tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır ki devrimlerin zafere ulaştıktan sonra yaşadığı en basit sorun budur. Bu da bahar kavramının tamamen bir hurafeden ibaret olduğunu bizlere göstermektedir.  Dış politika, ekonomi, Arap ülkeleri arasındaki ilişkiler, Filistin meselesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde bundan sonraki süreçte yaşanacak olan mücadele daha sert ve daha zor olacaktır. Ardından devrimin zafere ulaşması, çok yönlü çatışmalara kapı aralayacaktır. Milletlerin uyanışı öyle tatlı esintilerin altında gerçekleşmez, aksine ülke fırtına ve kasırgalara maruz kalır. Bunun teşhisi için uyanış dönemlerinde Batı’nın yaşadığı iç savaşlara ve ülkeler arası çatışmalara bakmak yeterlidir. Konunun bir başka yönü ise, milli birliğini sağlamayan devletlerin kalkınma hamlesi ve uyanış gerçekleştirip gerçekleştiremediğidir. Bağımsızlığını sağlayamadan milli birliğini gerçekleştirebilmiş midir? Siyasi ve iktisadi bağımlılığın olduğu yerde ne demokrasi ne onur ne de özgürlük meyvesini veremez. Şu anki Arap devletlerinin ülkesel bazda kalkınması ise ancak ve ancak Arapların kendi arasında sağlayacağı dayanışmayla, ortak pazar inşası ve vizesiz seyrüseferle mümkündür. Acıtıcı soru, nasıl olup da Arap ülkeleri Batı’ya açılırken Arap ve İslam ülkelerine aynı açılımı gerçekleştirmiyor, Batılılara vize muafiyeti getirirken Arap kardeşlerine nasıl vize uyguluyor sorusudur.

 *Filistinli düşünür ve yazar

 Mısır Eylem Partisi’nin internet sitesinden Hüseyin Şahin tarafından medyasafak.com için çevrildi.