"İsrail, ABD’nin İran’la Görüşme Politikasından Rahatsız"

"İsrail, ABD’nin İran’la Görüşme Politikasından Rahatsız"
Ufukta ABD’nin dış politikasında değişiklikler olabileceğine dair net işaretler vardır, ancak bunların pozitif, ilerleme yönünde sonuçlara mı dönüşeceğini, yoksa ABD’nin daha alışık olduğumuz “İsrail malı” Ortadoğu politikaları yolunun izlenmeye devam mı edileceğini zaman gösterecek.

İsrail, ABD'nin İran'la görüşme politikasından rahatsız

 

Kaveh L. Afrasiabi

 

Press TV

 

ABD Başkanı Barack Obama İsrail'in İran basıncına direnip, ciddi bir gayeyle İran'la görüşme politikasına devam edebilir mi? İsrail Başbakanının bu haftaki Washington ziyaretinin ve geçen hafta BM Genel Kurulu'na katılmak üzere New York'a hayli başarılı bir ziyaret düzenleyen İran Cumhurbaşanı Hasan Ruhani'yi hedef alan, ziyaret öncesindeki İsrail propagandasının telaşının ışığında, yakın gelecekte açıklığa kavuşması hayli muhtemel olan temel soru budur.

 

Elbette, İran konusundaki ABD-İsrail anlaşmazlığı eleştirel bir incelemeyi gerekmektedir ve ilk bakışta görünen haliyle kabul edilmemelidir. Şu ana kadar Beyaz Saray, İran'la ilgili son adımlarını Tel Aviv'le koordine etmiş gibi görünüyor ve bir hükümet sözcüsü, Obama'nın Cumhurbaşkanı Ruhani'yle olan telefon görüşmesi hakkında önceden Netanyahu'yu bilgilendirdiğini kabul etti. 
 
 
Bundan bağımsız olarak Tel Aviv rejimi ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki İsrail yanlısı lobi, Ruhani'nin BM ziyaretinin ve hem ABD hem de İran tarafından diyalog ve müzakere yolunda atılan nitelikli adımların diplomatik etkisinden açıkça kaygı duyuyorlar. Netanyahu Beyaz Saray'a, İran'a yaptırımlar konusunda sabit kalmasını tavsiye etti ve inatla İran'ı, nükleer heveslerin peşinden gitmekle ve birkaç ay içinde nükeer silaha sahip olacak olmakla suçladı.
 
Bu tür suçlamalar on yıldan uzun zamandan beri yapılıyor ve dünya topluluğu, İsrail'in İran'a karşı kesintisiz olarak sürdürdüğü propagandaya giderek daha az inanma eğilimi gösteriyor. Bu propaganda, İsrail'in bir taraftan Batı'nın cömert mali ve askeri desteğini sürdürme, diğer yandan dikkatleri Filistin meselesinden uzaklaştırma yönündeki çifte hedefine hizmet ediyor.
 
İkincisiyle ilgili olarak, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry liderliğinde Amerika'nın yeni bir müzakereler turunu başlatma yönünde gösterdiği zayıf çabalara rağmen, şu ana kadar herhangi bir somut ilerlemeden bahsetmek hayli zor ve Obama'nın, uluslararası sahnede onların içinde bulunduğu kötü koşullara işaret eden hiçbir hareketin olmamasından açıkça bıkmış ve hayal kırıklığına uğramış haldeki Filistinlilerle anlamlı müzakereler yürütmeyi kabul etme konusunda Neanyahu'yu ikna etmeyi başarıp başaramayacağı belirsiz.
 
 
Netanyahu'nun Obama'yla çıkar alışverişi yapması, Obama'nın İsrail-Filistin cephesindeki taleplerini kabul ederken Netanyahu'ya İran'a karşı sıkı ve tavizsiz bir ABD duruşunun garanti edilmesi muhtemeldir. Eğer böyle olursa İsrail'in Filistin meselesindeki esnekliği, ABD-İran yumuşamasının reddedilmesiyle el ele gidecektir. Bu noktadan sonra İsrail'in, Obama'nın İran'a olan açıklığını, onun başkanlığı boyunca var olan zorlayıcı diplomasinin yönünde kaydadeğer bir değişiklik olmaksızın, sembolik jestler düzeyinde tutma hedefine ulaşması ihtimali da bulunmaktadır.  
 
Şimdiden, Obama yönetiminin İran'a karşı katı bir yaklaşımla daha esnek ve pragmatik bir yaklaşım arasında gidip geldiğinin rahatsız edici işaretleri mevcuttur. Bu durumun bir yansıması olarak Kerry, CBS'deki “60 Dakika” programına verdiği bir röportajda, bir yandan Ruhani'nin nükleer meseleyi 3 ila 7 ay içinde çözümleme iyimserliğinden söz ederken, diğer yandan İran'dan, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) zorla getirilen Ek Protokol'ünü kabul etme, Fordo nükleer tesisinde kapsamlı denetimlere izin verme ve hatta bu tesisi kapatma gibi “acil adımlar atmasını” istedi. Besbelli ki birileri Kerry'ye, Fordo'nun zaten UAEK koruması altında olduğunu ve UAEK'nın son İran raporlarının, Fordo'da veya İran'ın başka bir nükleer tesisinde herhangi bir askeri amaçlı şaşırtmaca kanıtının bulunmadığını teyit ettiğini söylemelidir.
 
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABC televizyon ağına verdiği bir röportajda yerinde bir şekilde, Bay Kerry'nin İran'a “dikte” etmemesi gerektiğini ve bunların kapsamlı bir müzakerenin unsurları olduğunu ifade etti. Zarif ayrıca İran'ın uzun zamandır nükleer silahlara karşı olduğunu tekrarladı ve izleyicilere, İsrail'in 200'den fazla nükleer savaş başlığına sahip olduğunu ve İran'ın aksine, Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın (NPT) imzacısı olmadığını hatırlattı.  
 
 
Açıktır ki Bay Kerry, İran'ın “güven inşa edici” adımlar atması konusunda ısrar edip diğer yandan ABD'nin İran'dan gelecek bu tür tek taraflı girişimlerine yanıt olarak ne sunmaya hazırlandığına dair herhangi bir ipucu vermezken, pusulayı şaşırmaktadır. İşi tersinden yapan Bay Kerry, İran'ın bu tür adımlarını ancak, yaptırımların kaldırılmasını içerecek bir “oyunun sonu” anlaşmasının unsurları olarak görmelidir. Ancak Kerry de, Avrupa Birliği'nin dış politika şefi Catherine Ashton da, İran'a sunulacak “5+1” paketinin “güven inşa edici bir öneri” olarak Haziran 2013'te Almatı'da sunulandan herhangi bir farkı olacağına dair herhangi bir ipucu vermemiştir
 
Söz konusu öneri İran'a %20 uranyum zenginleştirmeyi askıya alma, tıbbi kullanım için ihtiyaç duyulanın dışındaki %20 stok fazlasını elden çıkarma, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun daha fazla gözetimde bulnmasını kabul etme ve Fordo uranyum zenginleştirme tesisindeki işlemleri altı aylığına askıya alma çağrısı yapıyordu. Karşılık olarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'nin altın ve değerli metaller ile petrokimya ürünleri satışındaki yaptırımlarının kısmen hafiflemesi, İran sivil havaclığı için ABD onarımlarına lisans verilmesi ve yeni bir BM veya ABD yaptırımının empoze edilmemesi öneriliyordu. İran, yaptırımları yeterli düzeyde hafifletmediği, çok fazla şey istediği ve karşılığında görece az şey verdiği gerekçesiyle bu paketi reddetti.  
 
 
Sonuç olarak, eğer “5 +1” üyeleri paketlerini revize edip İran üzerindeki enerji ve finans yaptırımlarının kaldırılmasını önermeye hazırlanmıyorsa, kilitlenmiş müzekerelerde nasıl bir ilerleme sağlanabileceğini öngörmek zordur. Eğer Obama, Ekim ayı ortasında Cenevre'de yapılması öngörülen çoktaraflı müzakerelerin bir sonraki turunda İran'a yönelik başlıca yaptırımları müzakere masasına koymayı reddederek Netanyahu'nun gönlünü alırsa, Salı günü BM'de büyük bir tantanayla sunulan “yeni İran taahhüdü” politikasının hayati turnusol testinde başarısız olduğu tamamen açık hale gelecektir. 
 
Diğer yandan, ilk dönemdeki yeniden seçilme kaygılarından kurtulmuş olan Obama, Netanyahu'nun Washington'a doğru yaptığı sinirli yürüyüşe direnebilir ve Ortadoğu barış süreci için ona baskı yapabilir ki bu, Bush'un (baba) Kuveyt savaşının ertesinde İsraillileri Oslo barışına itmesinden bu yana Washington'da görülmemiş kahramanca bir çaba anlamına gelecektir. 
 
 
Fakat, Oslo'dan yirmi yıl sonra, barış süreci bütün pratik bakımlardan durmuştur ve Obama, İsrail üzerine hiçbir türden baskı yapmayarak farklılığını ortaya koymuştur. Obama'nın başkanlığı “topal ördeğe” dönüşmeden, şu an ile bir buçuk yıl sonrası arasında bir zaman penceresi bulunmaktadır ve bu, tam şu anda Obama'nın İran ve İsrail-Filistin çatışması gibi bu denli önemli dış politika meselelerinde elle tutulur ilerleme sağlaması için eşsiz bir fırsatın olduğu anlamına gelmektedir.
 
Sonuç olarak, ufukta ABD'nin dış politikasında değişiklikler olabileceğine dair net işaretler vardır, ancak bunların pozitif, ilerleme yönünde sonuçlara mı dönüşeceğini, yoksa ABD'nin daha alışık olduğumuz “İsrail malı” Ortadoğu politikaları yolunun izlenmeye devam mı edileceğini zaman gösterecek.
 
Çev: Selim Sezer
 
medyasafak.com