Pepe Escobar: Suud Hanedanı’nda Korku ve Nefret

Pepe Escobar: Suud Hanedanı’nda Korku ve Nefret
"Alluş’un istediği şey: (Başkenti Şam olan) Emevi Halifeliği’nin canlandırılması ve Şam’ın İranlılardan, Şiilerden ve Alevilerden 'temizlenmesi'. Bunların hepsi 'kafir' olarak görülmektedir; ya Selefi İslam’a tâbi olurlar ya da ölmelidirler. Bu duruşu “ılımlı” olarak yorumlayanlar akıl hastası olmalıdır."

Suud Hanedanı'nda korku ve nefret

 

Pepe Escobar

 

Asia Times

 

İşlevli bir beyni olan her duyarlı varlık, Washington ile Tahran arasındaki 34 yıllık güvensizlik duvarının bir kazan-kazan durumu içinde sona erme olasılığının oluştuğunu algılayabilir.

İşte bazı kazançlar:
 

·  Fars Körfezi'nden gelen petrol ve gazın fiyatı düşecektir;

 

·  Washington ve Tahran Selefi-cihadçılarla mücadelede bir ortaklığa girebilecek  ve 2014 sonrasında Taliban'ı kontrol altında tutmak için Afganistan'da politikalarını koordine edebileceklerdir;

 

·  İran ve ABD Suriye'de ortak çıkarları paylaşmaktadır; ikisi de anarşiyi ve radikal İslami grupların iktidarı deneme olasılığını istememektedir. İdeal bir sonuç, İran etkisinin, Beşar Esad yapısıyla makul ve silahsız muhalefet arasında (ki bu mevcuttur ama şu anda marjinaldir) iktidar paylaşımıyla dengelenmesidir.

 

·  Bundan böyle rejim değişikliği retoriğinin ve yaptırımların olmaması sonucunda Batı için, özellikle Avrupa için sınırsız ticaret, yatırım ve enerji opsiyonları ortaya çıkacaktır (İran, Avrupalıların Rus Gazprom'a olan bağımlılıklarını hafifletmesi için mümkün olan en iyi yoldur);

 

·  Nükleer dosyaya çözüm getirilmesi, İran'ın sanayisi için alternatif bir kaynak olarak sivil nükleer enerji kullanabilmesini sağlayacak, ihracat için daha fazla petrol ve doğalgaz çıkarılabilecektir;

 

·  Jeopolitik olarak, İran'ın gerçekte taşıdığı özelliğin – Güneybatı Asya'da temel aktör – kabul edilmesiyle ABD, kendi kendisine dayattığı İsrail-Suudi eksenine bağımlılık stratejik dogmasından kurtulabilir. Hatta Washington gerçekten de Asya ekseni etrafında dönmeye başlayabilir – sadece askeri yollarla değil. 

İşte pürüz burada. Herkes, İsrail sağının neden ABD-İran anlaşmasıyla vebalı gibi mücadele edeceğini biliyor – çünkü “varoluşsal tehdit” olarak İran, tartışmaların gerçek meseleden, yani Filistin'e dayatılan işgal/apartheid rejiminden uzaklaştırılması için ideal bahanedir.   

Suud Hanedanı'na gelince, böyle bir anlaşma onlar için kıyametin gelmesinden farklı bir şey değildir. 

Ben sadece ılımlı bir katilim

 
Mesele Suriye'den başlıyor. Şimdi herkesin bildiği üzere gölge efendi Bender bin Sultan, nam-ı diğer Bender Bush, amcası Suudi Kralı Abdullah tarafından Ulusal İstihbarat Müdürü olarak atandığı günden beri Suriye savaşından tamamen sorumlu.

Bender hiçbir ödün vermiyor. Önce, Haziran sonunda Katar Emiri Şeyh Hamad'a yardım elini uzatıp tahtı oğlu Şeyh Tamin'e bırakmasına yardım ettikten sonra, sözde Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) baş finansörü Katar'ı resimden çıkardı.. 

Ardından Temmuz sonlarında Bender, Suriye'yi terk etmesi için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e şantaj/rüşvet için yaptığı, şimdi ünlü olan "gizli" Moskova gezisinde ilgi çekici bir şekilde ortaya çıktı. 

Gayet iyi bilindiği gibi Suud Hanedanı'nın Suriye “politikası” rejim değişikliğidir, nokta. Bu, Tahran'daki “mürtedlere” bir darbe indirmek ve Suudi iradesini Suriye'ye, Irak'a, hatta gerçekte, Sünni ağırlıklı Levant bölgesinin tümüne taşımak anlamında, müzakere edilemez bir şeydir. 

Eylül ayı sonlarında, Ceyşü'l-İslam ("İslam Ordusu") resme girdi. Bu, “ılımlı” olduğu varsayılanlardan, bir zamanlar ÖSO'nun parçası olan Liva el İslam tarafından kontrol edilen katı Selefilere kadar yaklaşık 50 tugaydan oluşan bir “isyancılar” karması. Ceyşü'l-İslam'dan sorumlu savaş baronu, Suudi Arabistan'daki katı bir Selefi din adamı olan Abdullah'ın oğlu Zehran Alluş'tur. Onu destekleyen petrol dolarları da Suudi kaynaklıdır ve Bender Bush ile kardeşi, Suudi savunma bakanı yardımcısı Prens Selman üzerinden gönderilmektedir.

Eğer bu, 2007'de Irak'ta David Petraeus tarafından hazırlanan "Sünni Uyanışı"nın yenilenmiş bir hali gibi görünüyorsa, gerçekten öyle olduğu içindir; fark ise bu Suudi finansmanlı “uyanış”ın El Kaide ile savaşmak için değil, rejim değişikliği için üretilmiş olmasıdır.

Alluş'un istediği şey bu linkteki (Arapça) videoda görülmektedir: (Başkenti Şam olan) Emevi Halifeliği'nin canlandırılması ve Şam'ın İranlılardan, Şiilerden ve Alevilerden “temizlenmesi”. Bunların hepsi “kafir” olarak görülmektedir; ya Selefi İslam'a tâbi olurlar ya da ölmelidirler. Bu duruşu “ılımlı” olarak yorumlayanlar akıl hastası olmalıdır. 

İnanılmaz gibi görünebilir ama Eymen el Zevahiri bile - El Kaide merkezinde – Şiilerin öldürülmesini yasaklayan bir açıklama yayınladı

Ancak bu “ılımlı” etiketi, Bender Bush'un hazırladığı Halkla İlişkiler kampanyasının tam da merkezindedir; Alluş tarzı mezhepçi savaş baronları “yumuşatılmakta”, böylelikle Körfez'in finans kaynaklarından ve kaçınılmaz olarak ahmak Batılılardan azami derecede destek alabilecek şekilde makbul hale getirilmektedirler. Fakat meselenin kalbinde yer alan gerçeklik şu ki, Ceyşü'l-İslam, Suriye'deki önde gelen savaşçı güç olan El Kaide bağlantılı şemsiye örgütü Irak ve Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) göre sadece hafif bir ton farkına sahiptir; bir yığın silahlı fanatik, çeşitli düzeylerde (dini) kristal met (bir çeşit uyuşturucu; ed.) ilavesi yapmaktadır.

Paranoya cenneti


Meseleyi daha da karmaşıklaştıracak şekilde, Suud Hanedanı, vesayet kavgası nedeniyle karmaşa içindedir. Veliaht Prens Selman, Suudi devletinin kurucusu Kral Abdülaziz'in son oğludur ve yaşı itibariyle kademeli olarak iktidara geçmesi gerekmektedir.

Şimdi bütün bahisler açılmıştır ve prens toplulukları büyük ödül için kavga girdabına sürüklenmiştir. Ve şu anda Kral Abdullah'ın ofisinin başında bulunan Halid Tuicri'den sonra Suudi Arabistan'da tüm pratik bakımlardan en güçlü konumda olan kişi, Bender Bush'tan başkası değildir. Doksanlı yaşlarındaki Abdullah, Yaratan'a varmak üzere. Tuicri, kraliyet ailesinin bir üyesi değil. Bu yüzden Bender zamana karşı yarışıyor. Nihai zaferine gidecek bilet olarak Suriye'de “kazanmaya” ihtiyacı var.  

İşte bu noktada Rusya ve ABD'nin Suriye'deki kimyasal silahlarla ilgili anlaşması gerçekleşti. Bütün bir Suud Hanedanı çıldırdı – sadece olağan şüpheliler olan BM Güvenlik Konseyi üyeleri Rusya ve Çin'i değil, Washington'u da suçluyorlar. Daimi dışişleri bakanı Prens Suud el Faysal'ın geçen hafta BM Genel Kurulu'ndaki yıllık konuşmasını iptal etmesi şaşırtıcı değil. Onun özlenmediğini söylemek eksik bir ifade olur.

Suud Hanedanı'nın kabusu, paranoyayla büyümüştür. WikiLeaks belgeleriyle ortaya çıkan, Kral Abdullah'ın Washington'a yaptığı “yılanın (İran) başını ezme” yönündeki tüm ikazlarından sonra, ABD'ye Suriye'yi bombalama, uçuşa yasak bölge kurma ve/veya “isyancıları” ilelebet silahlandırma yönünde yapılan yakarışlardan sonra, Suud Hanedanı'nın elde ettiği ancak şu: Washington ve Tahran, Riyad'ın aleyhine olacak şekilde bir anlaşmaya varma yolunda.  


Dolayısıyla korku, tiksinme ve akut paranoyanın kesin surette hakim olması şaşırtıcı değildir. Suud Hanedanı, Lübnan'ın bir gaz üreticisi olarak ortaya çıkmasını bloke etmek için elinden geleni yapıyor ve yapmaya devam edecektir. Toby Matthiesen'in mükemmel kitabında belgelendirdiği gibi, uzanabildiği bütün alanlarda mezhepçilik ateşlerini yakmaya bıkıp usanmadan devam edecektir. 

İsrail-Suudi ekseni de serpilmeye devam edecektir. Ortadoğu'da çok az kişi, Filistinlilere baskı uygulama deneyimi olan bir İsrail şirketinin Mekke'nin güvenliğinden sorumlu olduğunu biliyor (Bu linke ve bu linke (Fransızca) bakınız). Eğer bilselerdi, Suud Hanedanı'nın ikiyüzlülüğünün bir kez daha ortaya çıkmasıyla Arap Sokağı pek çok yerde kitleler halinde isyan ederdi. 

Bir şey kesindir: Bender Bush ve Suudi-İsrail ekseni, Washington ve Tahran arasındaki herhangi bir yakınlaşmayı rayından çıkarmak için hiçbir şeyi esirgemeyecektir. Büyük resime gelince, gerçek “uluslararası toplum” her zaman, eninde sonunda ışığı görüp 1945 yılında Franklin D. Roosevelt ve Kral Abdülaziz ibn Suud arasında kurulan ABD-Suudi stratejik ittifakının bütünüyle anlamını yitirdiğini görmeyi hayal edebilir.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com