"Suriye Üzerindeki İsrail Bombacıları: El Kaide’nin Hava Kuvvetleri"

"Suriye Üzerindeki İsrail Bombacıları: El Kaide’nin Hava Kuvvetleri"
"Öncelikle İsrail, seküler Baasçılara ve onların Lübnan ve İran’daki Şii müttefiklerine karşı güç oluşturmak için bölgede güçlü bir Vehhabi-El Kaide varlığı istiyor. Suriye ordusuna yönelik saldırıları, teröristlerin Suriye şehirlerini ve kasabalarını yakıp yıkmaya devam etmelerini arzuladıklarını gösteriyor."

Suriye üzerindeki İsrail bombacıları: El Kaide'nin hava kuvvetleri

 

Prof. James Petras

 

Global Research

 

Giriş

 

İsrail, Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki Filistin topraklarını sömürgeleştirme ve ilhak politikalarına karşı çıkan ülkelere karşı pek çok defa saldırı düzenledi. İsrail liderleri, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi ve Yürütme Organı içindeki Siyonist vekilleri üzerinden silah ve diplomatik destek elde etti.

 

İsrail'in Suriye'ye karşı gerçekleştirdiği havadan bombalamalar ve füze saldırıları, Şam'daki hükümeti yıkmaya çalışan silahlı Suriye muhalefetini ve İslamcı paralı askerleri güçlendirmek için tasarlandı. İsrail, yaklaşan barış görüşmeleri turunu sabote etmek niyetinde. Dış politikası, devamlı olarak süren bölgesel savaşlar ve siyasi istikrarsızlığa bağlıdır. Bu amaç doğrultusunda Tel Aviv, ABD'deki Önde Gelen Amerikalı Yahudi Örgütleri teşkilatının 51 başkanının ve tüm diğer Siyonist örgütlerin tam desteğine sahiptir.

 

Suriye'de silahlı çatışma ve müdahale

 

Yaklaşık üç yıldır Suriye, giderek artan oranda bir savaş sahasına dönüştü ve insani felaketi yaşadı. Başlangıçta, Baas hükümetine karşı protestolar düzenleyen yurtiçi Suriyeli siyasi ve sosyal örgütler vardı. İlk dönemlerdeki protestocular laik liberalleri, Müslümanları, demokratları ve sosyalistleri de içeriyordu. Beşar Esad'ın otoriter, fakat çok-kültürlü ve seküler rejimine karşı ağırlıklı olarak barışçıl protestolar içindeydiler. Hükümet, sert bir şekilde bu gösterilerin üzerine gitti ve pek çok protestocuyu tutukladı. 

 

Bu sert yanıt, Suriye muhalefeti içinde bölünmeyi hızlandırdı: sayıca azalsalar da, barışçıl, sivil toplum yanlısı protestocular ülkede kaldı; çok sayıda başka kişi ise yeraltına geçti veya sınır ülkelerine gitti ve silahlı muhalefetin ilk çekirdeğini şekillendirdi. NATO ülkelerinden ve Türkiye'den, yanısıra yozlaşmış Körfez monarşilerinden, özellikle de Suudi Arabistan'dan askeri ve mali destek aldılar. ABD'li ve Avrupalı özel askeri kuvvetlerin, silahlı Suriyeli grupların eğreti toplamını organize etmede, eğitmede ve yönlendirmede lider rolü oynadığı bir sınır ötesi savaş başlatıldı. Finansman, yüzmilyonlarca dolar harcayan Suudi Arabistan krallığından ve Körfez monarşilerinden geldi.

 

Suudiler, Şam rejimine karşı savaşmak üzere – laik Suriyelileri, Şiileri, Alevileri, Suriyeli Hristiyanları ve Kürtleri hedef alacak – radikal İslamcılar ve El Kaide paralı askerleri ile, Vehhabi teröristleri istihdam etti. Bir-iki yıl içinde çatışma, karakter ve yoğunluk bakıından radikal bir değişim gösterdi ve ülke içindeki geniş tabanlı sivil bir mücadeleden, habis mezhepçi tonların ağır bastığı dış destekli bir silahlı işgale dönüştü. Çoğu yabancı olan binlerce İslamcı savaşçı onların şehirlerine ve köylerine saldırıp buraları işgal ettiğinde – Sünni olmayan ve Arap olmayan Suriyelilere karşı etnik temizlik kampanyaları yürüttüğünde – yüzbinlerce Suriyeli evlerinden kaçtı. 

 

Şam hükümeti bu duruma, hayati önemdeki otoyolların ve şehirlerin kontrolünü yeniden ele geçirmek ve giderek artan bu işgali def etmek için kara birliklerini ve hava kuvvetlerini seferber ederek yanıt verdi. Bu durum, Suudi ve Körfez monarşileri tarafından finanse edilen El Kaide bağlantılı aşırıcıların bir çok temel cephede üstünlük kazandığı 2012 sonlarına doğru daha da kritik hale geldi. Bu şiddet yanlısı aşırıcılar, sözde “ılımlılar”ı teşkil eden Batı destekli “iç” silahlı muhalefet karşısında baskın hale geldi ve onları sürdü. Suudi vekilleri, sınır ötesi besleme hatlarını ele geçirmek ve böylece savaşı bölgeselleştirmek amacıyla Suriye'nin yarı özerk Kuzeydoğu bölgesinde Kürt milislere saldırdı. Bu, Bağdat'taki Şii hükümete ve çoğunluğu oluşturan Şii nüfusa karşı yürütülen terörizm ve bombalamalardaki büyük bir artışın habercisiydi.

 

Batı destekli muhalefet geri çekilirken, El Kaide ile bağlantılı paralı askerler, despotik Suudi petrol milyarderleri arasındaki sponsorlarının, Suriye hükümetine karşı füze saldırıları düzenlenmesi için NATO ve ABD'ye çağrı yapmasını bekledi. ABD ve NATO'nun hava desteği olmadan, cihadçılar asla Şam'ı ele geçiremezdi.

 

Bu sırada İslamcı Türk hükümeti sınır bölgesinin terörist kampları, besleme hatları ve komşusuna karşı sınır ötesi saldırılar için bir alan olarak kullanılmasına izin vererek ikiyüzlü bir rol oynuyordu. Bu durum Türkiye kamuoyunda destek görmekten hayli uzaktı. Suudi destekli El Kaideci teröistlerin Ankara'nın daha “ılımlı” Suriyeli destekçileri karşısında üstünlük kazandığı anlaşıldığı zaman, Türkler sınırlarının, binlerce iyi silahlanmış, savaş tecrübesi olan İslamcı paralı askerler için bir bölgesel merkez haline gelmesinden endişe etmiş olabilir. Ankara'nın, Körfez monarşilerinin cihadçı destekçilerinin altını oymak için yakın zamanda Tahran'la yakınlaşması bununla açıklanabilir.  

 

Suriye muhalefeti kötü bir şekilde bölünüp ABD'nin desteklediği iç muhalefet yeni bir savaşla karşı karşıya kalırken, ABD-NATO rejimleri Suudilere verdikleri, “El Kaide'nin Hava Kuvvetleri” işlevi görme sözünü geri çekti. Bu bağlamda ABD Başkanı Obama, Rusya Devlet Başkanı Putin'in, Suriye hükümetinin kimyasal silah stoklarının tasfiye edilmesini birlikte denetleme ve Suriye hükümeti ile, El Kaide bağlantılı olmayan Suriyeli muhalif fraksiyonlar arasında bir barış konferansı düzenleme önerisini memnuniyetle kabul etti.

 

Kimyasal silahlar, silahların tasfiyesi ve barış: kim ilerliyor, kim geriliyor?

 

Putin-Obama anlaşması, ABD ve Rusya için belirgin bir ilerlemeydi. Başkan Obama, Suriye'yle yeni bir savaş için ülke içinden ve Kongre'den gelecek büyük bir muhalefetle karşı karşıya kalmadı ve diplomatik bir çözümü kabul ederek “itibar” kazandı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, süreci başlatarak, Suriye'nin rıza göstermesini sağlayarak ve tarafları Kasım sonunda Cenevre'de düzenlenecek bir barış konferansına yönlendirerek, dünya çapında etkili bir devlet adamı rolü oynadı. Avrupa Birliği ve NATO güçleri geçici olarak Suriyeli “isyancılara” ve onların Suudi destekçilerine verdikleri askeri sözlerden kendilerini kurtarabildi ve ABD'nin yurttaşlarına ve liderlerine yönelik gerçekleştirdiği siber casusluk hakkında kendi öfkelerini ifade edebildi. Dahası bu durum, Obama Yönetimi'ne İran'la nükleer müzakereler açma fırsatı verdi. Umutsuz Suriyeli mültecilerin akın ettiği Türkiye, Suriye “iç savaşında” kendisinin oynadığı askeri role karşı yükselen ulusalcı baskılarla karşı karşıyaydı. Rusya'nın girişimi, Türklerin Suriye'nin müttefiki İran'la ilişkileri yeniden geliştirme yollarını arama şansı sundu.

  

Barışa ve silahsızlanmaya doğru giden bu ilerleme, despotik Suudi rejiminin askeri tutkularını zayıflattı ve İsrail cuntasının hegemonik konumunu tehdit etti. Suudi-Körfez devletlerinin stratejisi, Şam'a karşı büyük çaplı NATO-ABD hava saldırılarıyla desteklenecek şekilde El Kaide paralı askerlerinin vereceği kara savaşı yoluyla seküler Suriye devletini yıkmaktı. Suudiler, seküler Kaddafi'nin devrilmesiyle sonuçlanan Libya müdahalesinin yeniden sahnelenmesini öngördü. Şam'da gerçekleşecek kanlı bir cihadçı zaferi, Suudilerin (ve İsrail'in) nihai hedefi olan İran'a büyük bir darbe indirecekti.

 

ABD-Rus yakınlaşması ve Obama'nın Şam'ı bombalama tehdidini geri çekmesi, Suudilerin El Kaideci paralı askerlerini, uzun zamandır bekledikleri Batı'nın füze desteğinden yoksun bıraktı. Atlantik çapında, NATO'nun paralı askerler için “El Kaide'nin hava kuvvetleri” işlevi görmeyi reddetmesi karşısındaki hoşnutsuzluk ve yüksek histeri içinde Suudiler, BM Güvenlik Konseyi'nde kendileri için verilen koltuğa “kafirlerle birlikte” oturmayı reddetti!

Ancak İsrail, Suriye'deki İslamcı teröristleri desteklemek için kendi bombaları ve füzeleriyle devreye girmekte hızlı davrandı!

İsrail kendisini Obama-Putin anlaşmasının müsebbibi olarak gördü; Suriye'ye karşı savaşta daha açık Batı müdahalesi için feryad ediyordu. İsrail'in stratejisi, silahlı çatışmayı teşvik etmek, Suriye hükümetini, toplumunu ve ekonomisini yok etmek ve Suudi-İsrail-ABD ortak himayesi (ve finansmanı) altında “Mısır-Ürdün-Suriye”den oluşan yeni bir destekçiler konfigürasyonu kurmaktı. 

 

İsrailliler, ABD Başkanı Obama'nın Suriye'nin askeri tesislerine, silah depolarına ve hayati önemdeki sivil altyapısına karşı büyük bir NATO hava saldırısına izin vermesini bekliyorlardı. Bu, askeri dengeyi silahlı Suriyeli muhalefeti ve yabancı cihadçı paralı askerler lehine değiştirecek ve Şam'ın çöküşünü hızlandıracaktı. Gerçekten de İsrail yanlısı medya üçlüsü (New York Times, Washington Post ve Wall Street Journal) dahil bütün bir ABD'li Yahudi-Siyonist güç yapısı, Amerikalıların çoğunluğunun ABD'nin müdahalesine karşı giderek sesini yükseltmesine karşın ABD'ye Suriye'yi bombalama çağrısı yaptı!

Sonunda Obama ABD kamuoyunu dikkate alıp Vladimir Putin'in, Suriye barışı ve kimyasal silah cephaneliğinin ortadan kaldırılması ile ilgili önerisini desteklediği zaman medya üçlüsü ve ZPC [“Siyonist Güç Konfigürasyonu”; Petras'ın zaman zaman yazılarında yer verdiği bir kavram – Ç.N.] histerik saldırılar gerçekleştirdi; Başkan Obama'yı bocalamayla (Netanyahu'ya itaat etmeme konusunda mı?), Suriyelilerin hayatlarını kurban etmekle (peki ya İsrail'in Golan Tepeleri işgalinin Suriyeli kurbanları?), ve “isyancılara” (ki bunlar El Kaideci teröristler olarak da bilinir) ihanet etmekle suçladı.

 

İsrail ve Suudi Arabistan mantıksal “ittifaklar” yapıyor: Her iksi de Arap milliyetçiliğinin ve sömürgecilik karşıtlığının yeminli düşmanlarıdır; her ikisi de kendi muarızlarına karşı deniz aşırı teröristleri desteklemiştir; her ikisi de İran'ı yok etmek istiyor ve her ikisi de kendi bölgesel amaçlarına ulaşma amaçlı emperyalist savaşlarda Batı silahlarına güveniyor. Şu anda onların Ortadoğu'nun “haritasını yeniden çizme” planları, Obama'nın Şam'a ABD füzeleri ve bombaları fırlatma konusundaki isteksizliğiyle hız kesti.

 

İsrail Hava Kuvvetleri El Kaide'nin hizmetinde

 

Son yıllarda İsrail, Gazze'de, Batı Şeria'da ve Lübnan'da gerçekleştirdiği insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere Ortadoğu çapında sayısız suça imza attı. Sömürgeci bir devlet olan ve bölgesel hegemonik güç olmayı arzu eden İsrail'in, Şam binlerce Suudi finansmanlı El Kaide bağlantılı paralı askerlere karşı karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor olmasına rağmen, bu yıl altı vesileyle Suriye'nin askeri üslerini ve silah depolarını bombalaması şaşırtıcı değildir.

 

İsrail'in kuşatma altındaki Suriye devletine karşı gerçekleştirdiği kasıtlı ve sebepsiz saldırılar, Tel Aviv'in tehlikeli, kötü niyetli ve kinik düşüncelerinden beslenmektedir.

 

Öncelikle İsrail, seküler Baasçılara ve onların Lübnan ve İran'daki Şii müttefiklerine karşı güç oluşturmak için bölgede güçlü bir Vehhabi-El Kaide varlığı istiyor. Suriye ordusuna yönelik saldırıları, teröristlerin Suriye şehirlerini ve kasabalarını yakıp yıkmaya devam etmelerini arzuladıklarını gösteriyor. Bu, temel olarak, Siyonist Yahudilerle Radikal Sünni Müslümanlar arasındaki bir taktik ittifaktır.

 

İkinci olarak İsrail, Suriye üslerine düzenlediği füze saldırılarının Şam'dan gelecek silahlı bir yanıtı provoke edeceğini ve bunu savaş ilan etmek, İsrail'deki ve özellikle ABD'deki “şahin ve güvercin” Siyonistleri birleştirmek ve “Yahudi Devleti”ne karşı bir başka “varoluşsal tehdide” karşı seferber etmek için bahane olarak kullanabileceğini hesaplıyor. Bir başka deyişle İsrail, ABD Kongresini ve Beyaz Saray'ı Şam'a karş bir “müttefik” bombalama kampanyasına teşvik etme niyeti taşıyor.

 

Üçüncü olarak Tel Aviv, Suriye'ye karşı gerçekleştirdiği füze ve bombalama saldırılarını, İran'a karşı planladığı saldırı için “prova” olarak görüyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin ABD'ye karşı son barışçıl açılımları bağlamında, Suriye'nin bombalanması ve Şam'ın provoke edilmesi, Washington ve Tahran arasındaki herhangi bir barışçıl anlaşmayı bozacaktır.  İsrailli pilotlar Suriye'yi, radar ve iletişimlerinin, uçuş yollarının, bombalama hassasiyetinin, sinyal deşifre etme teknolojisinin ve varlıklarının İran'a karşı önleyici bir saldırıya hazır olup oImadığını test etmek için kullanıyor. Suriye hükümetine saldırmanın ve Lübnanlı Şii müttefiki Hizbullah'a yönelik savunma silahlarının yok edilmesinin amacı, bölgesel bir çatışmada Lübnanlıların İsrail saldırganlığına direnme kapasitesini yok etmektir.

 

Bununla birlikte, İsrail'in askeri güdümlü “diplomasi”si başarısız oldu. Ve Yahudi devleti henüz Batı Şeria'daki vahşi, sömürgeci politikalarını tersine çeviremiyor, Doğu Akdeniz'de El Kaide ile birlikte çalışma ittifakını gözden geçiremiyor, yahut Suriye ve İran'la gerçekçi bir siyasi çözüm formüle edemiyor. Tersine, İsrailli politika yapıcıların karakteristik başarısızlığı ve bayağılığı, onları ilk, son ve tek seçeneklerine – daha da fazla vahşet ve saldırganlık – mahkum etti.

Netanyahu, İşgal Altındaki Filistin'in Doğu Kudüs bölgesinde “sadece Yahudiler için” 1500 yeni konut inşa edileceğini açıklayarak, Obama'ya karşı duyduğu hayalkırıklığını ifade etti. Eş zamanlı olarak İsrail Dışişleri, Obama Yönetimi'nin İsrail uçaklarının ve füzelerinin Suriye'nin en büyük limanı olan Lazkiye limanını vurduğunu ifşa etmesini kınadı. Bu, İsrail'in barış görüşmelerini sabote etme girişiminin Washington tarafından açığa çıkarılmasının, Yahudi devletine karşı bir “ihanet” veya “suç” olarak görüldüğü anlamına geliyor!  

 

Washington'daki Siyonist güç konfigürasyonunun tamamı, Yahudi devletini desteklemek için yanyana durmaktadır. İsrail bir komşusuna karşı bir savaş eylemi gerçekleştirdiğinde, bunun ne kadar adaletsiz ya da vahşice bir eylem olduğu mühim değildir; en dindarından en laik olanına, barışçısından yeni-muhafazakârına, bütün siyonistler birleşik bir koro oluşturarak, bugün kuşatma altındaki Suriye halkının, yarın İran'ın üstüne düşse de haklı ve ahlaki olan “Yahudi Bombalarını” över. ABD'deki İsrail yanlısı medya üçlüsü Pakistan'da Pentagon ve CIA'in düzenlediği insansız uçak saldırılarında sivillerin ölmesini kınamaktan kaçınmazken, İsrail füzeleri Suriye'ye yağarken… Holokost'un mirasçıları önleyici eylemler gerçekleştirirken… bunlar barışsever bir ülkenin savunması için gerekli olarak tanımlanır… çünkü Bibi Netanyahu böyle demiştir!!!  Lafazan Harvard Hukuk Profesörü, ABD televizyonundaki “talk show”larda İsrail'in Suriye ordusunun beton sığınaklarını toz haline getirmek zorunda olduğunu, aksi halde bazı anti-Semit güçlerin günün birinde ahlaklı İsrailli “barış gücü”nün bazı üyelerine atacak çakıl taşları bulabileceğini ileri sürecektir. Gerçekten de “varoluşsal tehdit”!

 

Boş laflar ve uydurma iddialar bir tarafa, Suudiler ve İsrailli müttefikleri Suriye'deki Esad rejimine karşı El Kaide'yi silahlandırmak, finanse etmek ve onların hava kuvvetleri işlevi görmek niyetindeler. Suriye ve İran'da her tür barış sürecini yıkmak istiyorlar - eğer ABD ve Rusya onların büyük bir bölgesel çatışmayı provoke etmesini ve yüzmilyonlarca insanın refahını tehdit etmesini engellemezse.

 

Sonuç

 

Ortadoğu her zaman, emperyal düç dengesinde değişikliklere işaret eden karmaşık ve değişen ittifaklar mozaiği olmuştur. Geride bıraktığımız on yıl boyunca ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve onların Ürdün, Mısır ve Lübnan'daki temsilcilerinin sözü geçti. Modern seküler bir ülke ve çok-kültürlü bir toplum olarak Irak mahvedildi ve ABD postallarının altına girdi; Taliban geri çekilmişti… İran tecrit edilmişti… Suriye, yabancıların silahlandırdığı ve eğittiği yabancı teröristler ve paralı askerlerin işgaliyle kuşatılmıştı.   

 

Zaman geçti ve koşullar değişti. ABD Irak'ta yarattığı korkunç mezhepçi çatışmadan çıkmak zorunda kalırken, İran bölgede politik etki ve prestij elde etti. Türkiye, kazançlı bölgesel piyasaları ele geçirdi. Afganistan'da Taliban yeniden yapılandı, ilerledi ve ABD Kabil'deki dalkavuğundan desteğini çektiği andan itibaren iktidarı almaya hazırlanıyor. Beyaz Saray geçici olarak Mısır'da bir diktatörü kaybetti ve sonra yeni bir diktatör müşteri kazandı, fakat Kahire'deki cunta kitlesel halk ayaklanması karşısında belirsiz bir gelecekle karşı karşıya. Ürdün Kralı halen CIA/Mossad bordrosunda yer almaya devam ediyor, fakat bu ülke polis devleti taktiklerine dayanmak zorunda kalan geri bir sömürge valiliği. 

 

Yoz Körfez monarşileri ülke içinde muhalif çoğunluklara baskı uygularken, dışarıda cihadçı teröristleri desteklemek için ülkelerinin inanılmaz petrol zenginliklerini kullanıyor. Sahip oldukları meşruiyet ve destek kırılgan: Petro-milyarlar, bombalar ve ABD askeri üsleri bir devlet teşkil etmez!

 

Taktik ilişkiler sürekli değişiyor. Suudi monarkı BM'yi reddediyor, ABD'nin İran'la yakınlaşmasını kabul etmiyor ve kendi sıcak havasını kucaklıyor. Kuşkusuz Suudiler, bir Arap ülkesine karşı İsrail'in hava kuvvetlerinin yanında yer almanın geri tepebilecek tehlikeli ve umutsuzca bir iş olduğunu anlıyorlardır.

 

Suriye ve İran hükümetleri barış gündemlerine, demokratik açıklığa ve Hizbullah'ın Lübnan'da başarılı bir şekilde sağladığı türden toplumsal bir arada yaşam çağrısı yapmaya devam edeceklerdir. Ruslar, onların açıklıklarını destekliyor. Eğer başarılı olurlarsa, ABD ve Avrupa bile demilitarize olmuş ve yaptırımlardan kurtulmuş Ortadoğu ve Fars Körfezi'nden devasa ekonomik kazançlar elde edecektir. Dünya ekonomisi daha düşük enerji fiyatları ve daha fazla güvenlik görecek, Londra ve Wall Street'teki spekülatörlere giden rantiye sermaye geri dönüp, ülkelerin kendi kazançları için kullanılacaktır. Barışa yönelmek ile, bölgesel savaş, kriz ve kaosa dönme arasında, bir yol ayrımında duruyoruz.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com