İmam Hamenei 'nin Nevruz Konuşması (Tam Metin)

İmam Hamenei 'nin Nevruz Konuşması (Tam Metin)
İmam Hamenei'nin hicri şemsi yılbaşı (Nevruz) dolayısıyla birkaç gün önce yaptığı, önemli bilgiler ve mesajlar içeren konuşmasının tam çevirisini sunuyoruz:
İnkılap Rehberi’nin İmam Rıza (a.s) Türbesindeki Yeni Yıl (Nevruz) Beyanatı

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Hamd âlemlerin Rabbine, salat ve selam efendimiz ve peygamberimiz Ebu’l-Kasım Muhammed Mustafa ve onun tertemiz Ehlibeyti, özellikle de Bakiyyetullah’ın üzerine olsun.

 

Yeni yılda Hz. Ebu’l-Hasan Ali b. Musa Rıza’nın türbesinde bir kez daha siz değerli insanlarla, gençlerle, Meşhed halkı ve İmam Rıza (a.s) ziyaretçileri kardeşler ve bacılarla görüşme inayetinde bulunup bu fırsatı verdiği için Allah Teâlâ’ya bütün samimiyetimizle şükrediyoruz. Nevruz bayramını ve yeni yılı tebrik ediyorum. İçine girdiğimiz bu yeni yılın bütün İran halkı için sevinç, mutluluk, saadet ve ilahi maarifleri ve ilahi takvayı elde etme senesi olmasını ümit ediyorum.

 

Bu görüşmede siz kardeşlerime ve bacılarıma bazı konuları açıklayacağım. Birinci konu; geçen yıl bizim, halkımızın, ülkemizin bölge ve dünya ile olan ilişkilerimizde karşılaştığımız meselelerin kısaca beyan edilmesidir. Geçen yıl ve bu yılda İran halkının başarılarına değinmemizin nedeni aziz milletimiz karşısında duran kindar düşmanların yalanlarıdır. Emperyalist liderler, para ve güce dayananlar ve aynı şekilde bunların bölgemizdeki işbirlikçileri bütün mali, enformatik ve siyasi güçleriyle İran halkını korkutmaya ve ümitsiz kılmaya çalışmaktadırlar. Düşmanların siyasi propagandalarını takip edenler bunların ekonomik ve siyasi çabaları ile askeri ve güvenlik tehditlerinin; etkin, hareketli, yetenekli, himmetli, bütün cesaretiyle meydanlarda olan ve ileriye doğru hareket eden İran halkının ilerlemesine engel olmak, onu ümitsiz kılmak ve bu alanlarda varlık gösterisinde bulunmaktan korkutmak olduğunu rahatlıkla anlayabilir. Aslında İmam Humeyni’nin bizlere öğrettiği ve devrimimizin bizlere cesaret vererek söylememizi sağladığı “Biz yapabiliriz” sloganı karşısında onlar İran halkına bir şey yapamayacaklarını kabul ettirmek istiyorlar. Bütün güçleriyle bunun için çabalamaktadırlar. Geçen yıl onların en etkin olduğu yıldı. Ben şunu özellikle vurgulamak istiyorum; onların tüm çekememezliklerine rağmen İran halkı geçtiğimiz yıldaki hareketi, terakkisi ve kararlarıyla düşmanlar başta olmak üzere bütün dünyaya bir defa daha “Biz yapabiliriz” dedi.

 

Eğer olumlu ve güç noktalarına dayanıyorsak düşmanların “İran halkı bir şey yapamaz” iddialarına karşın İran halkının bunu yapmaya gücü yettiğini ispatlamak içindir. İran halkı yapabileceğini ispatladı. Zaaflardan habersiz değiliz. Zaaflarımız da vardır. Ancak toplamda artılarımız eksilerimizden daha fazladır.

 

Geçen yılı “Ekonomik Cihad Yılı” ilan etmiştik. Bu yüzden ben ekonomiden başlayacağım. Geçen yıl devlet yetkililerin çabaları ve halkın devlet yetkilileriyle işbirliği takdire şayandı. Bu hususta gündeme getirilmesi gereken konulardan biri sübvansiyonların hedeflendirilmesidir. İster şimdiki hükümette olsun ve isterse geçmişteki hükümetlerde olsun bütün ekonomistler sübvansiyonların hedeflendirilmesinin ülke için bir zorunluluk olduğu hususunda hemfikirdirler. Herkes bunu itiraf ediyordu. Her ne kadar herkes bu hususta hemfikir de olsa bazı sorunlardan ve meselenin giriftliğinden ötürü bu hayata geçirilememişti. Geçen yıl hükümet ve meclis ambargolar altında ve meselenin giriftliğinin her zamankinden daha fazla olduğu bir dönemde himmet edip gerekli girişimlerde bulundu ve bu işin önemli bir bölümünü hayata geçirdi. İş henüz bitmemiştir. Ama meclis ve hükümet yetkililerinin bugüne kadar hayata geçirdikleri girişimlerini halk destekledi. Bu çok önemlidir.

 

Bu kanunun asıl hedefleri birkaç önemli meseleyi kapsamaktadır ki ben bunlara değineceğim. Halkımız bunları işitmiştir ancak bunlar üzerinde düşünmesi de gerekir. Bu, çok büyük ve önemli bir iştir. Bu kanunun amaçlarından biri devlet ve hükümetin halka sundukları sübvansiyonların adilce dağıtılmasıdır. Ben daha önce bir konuşmamda sübvansiyonların halkın farklı kesimleri arasında adil bir şekilde dağıtılmadığını söyledim. Bu da sübvansiyonların genel tabiatıdır. Sübvansiyonların hedeflendirilmesinde aslında bir denge ve dağılımında da adalet sağlanmıştır. Bu durumun bütün ülkede toplumun zayıf tabakasının yaşam koşullarını olumlu etkilediği hakkında elimde doğru bilgiler var. Bu amaçladığımız hedeflerden biridir. Aslında bu kanunun en önemli hedefi de budur.

 

Bir diğer hedef de üretim yapısının ve ülkenin ekonomik sisteminin ıslahıdır. Ülkede üretim döngüsü arızalı idi. Ülke üretiminde elde ettiğimiz şey fazla masraf ve fazla maliyet ile az kazanım idi. Ekonomistlere göre –ki bu konuda hepsi hemfikirdir- sübvansiyonların hedeflendirilmesi bunu düzeltebilir ve ülkenin çok masraflı az üretimini dengeleyebilir.

 

Diğer bir hedef de enerji tüketiminin yönetimidir. Petrol sahibi bir ülke olduğumuz için benzini, gazoili ve gazyağını hiçbir şeye riayet etmeden kullanmaya alıştık. Tüketimimiz birçok ülkeden –hatta bir anlamda bütün ülkelerden- daha fazla ve uygunsuzdu. Sübvansiyonların hedeflendirilmesi ülkeyi enerji tüketiminde tasarrufa sevk etmektedir. Yayınlanan ve kabul gören istatistikler bize eğer sübvansiyonlar hedeflendirilmemiş olsaydı ülkedeki benzin tüketiminin bugünkü tüketimin iki katına çıkacağını göstermektedir. Ülkenin benzin üretimi yeterli olmadığı için biz bunu yapmak zorunda kaldık. Benzin ithal etmemiz gerekiyordu. Bu da İran halkının elini düşmanların bıçakları altına koyması demekti. Bununla tasarrufta bulunduk. Bugün ülkede üretilen benzin kadar benzin tüketilmektedir. Benzin ithal etmeye ihtiyacımız yoktur. Bu, ülkemiz için büyük bir başarıdır. Bu, düşmanlarımızın halkı diz çöktürmek için bize ambargolara başvurduğu geçen yılda gerçekleşen bir şeydir. Ancak halkımız ve gençlerimiz himmet ettiler ve bu işleriyle de düşmanların komplolarını etkisiz kıldılar.

 

Halkımızın himmetiyle ekonomide geçen yıl etkin olan bir diğer alan da bilim ve teknolojidir. Bilim ve teknoloji bir milletin ekonomik iktidarının temelidir. Bir millet ileri bilgi ile hem servet, hem siyasi yeterlilik, hem haysiyet ve hem de kudret sahibi olur. Bilimsel ve teknolojik gelişim önemli bir konu olduğu için ben bu meseleye çok değer veriyorum. Bu hususta devamlı farklı yollardan ve farkı kanallardan birçok raporlar alıyorum. Sizlere açıkça ülkedeki terakkinin halkın bildiğinden çok daha fazla olduğunu belirteyim.

 

Dünyanın saygın bilimsel merkezlerinin raporlarına göre –bunlar bizim ilmi merkezlerimizin raporları değildir- dünyadaki en hızlı bilimsel gelişme İran’dadır. Saygın bilimsel merkezlerin 2011’deki raporlarına göre İran’ın 2011’deki ilmi gelişimi 2010 yılına göre yüzde yirmi artış kaydetmiştir. Bunun anlamı nedir? Düşmanların İran halkının gerileyeceği hususunda iddialaştıkları ve İran halkı için felç edici ambargoları göz önünde bulundurduk dedikleri bir zamanda İran halkı onlara bu cevabı vermiştir.

  

Raporlara göre –bu da dünyanın saygın bilimsel merkezlerin raporudur- bu alandaki gelişmede İran, bölgede birinci ve bütün dünyada yedinci sırada yer almaktadır. Bu, eğer aleyhimizde rapor yazma ihtimalleri olsa bundan sakınmayacak kimselerin raporudur. Onlar bu şekilde itiraf ediyorlar. Biz geçen yıl biyoteknolojide, nanoteknolojide, uzay ve havacılık alanında -Navid uydusu uzaya gönderildi-, nükleer endüstride –ki uranyumunun yüzde yirmi zenginleştirilmesini sağladık- büyük ilerlemeler kaydettik. Bütün bunlar geçen yılın kazanımlarıdır. Uranyumun yüzde yirmi zenginleştirilmesi için geçen yıl Amerikalılar ve başkaları bizlere bazı şartlar koşmuşlardı. Radyofarmasötik (nükleer tıpta kullanılan radyoaktif bir madde, editör notu) üretimine tahsis edilmiş Tahran Atom Merkezi için yüzde yirmi zenginleştirilmiş uranyum sağlamamız gerekiyordu. Ancak yakıtımız bitmişti. Onlar bunun için şartlar koştular ve ürettiğiniz uranyumu dışarıya göndermeniz gerekiyor dediler. Biz bunu kabul etmedik. Amerikalılar bizimle görüşmeleri için Türkiye ve Brezilya devletlerini aracı kıldılar ki ortak bir karara varalım. Kabul ettik. Brezilyalı ve Türkiyeli yetkililer buraya geldiler ve Cumhurbaşkanımızla görüştüler. Bir anlaşma imzaladılar. Anlaşma imzalandıktan sonra Amerikalılar verdikleri sözlerden vazgeçtiler. Onlar bu anlaşmanın imzalanmasını istemiyorlardı, daha fazla imtiyaz koparmak, zorbalık yapmak ve haraç almak istiyorlardı. Amerikalıların bu davranışından ötürü Türkiye ve Brezilya devletleri bize karşı mahcup oldular. Uranyumun yüzde yirmi zenginleştirilmesi macerası bundan ibarettir.

 

Bütün bu sorunlara, bütün bu engellere rağmen gençlerimiz biz kendimiz yaparız dediler. Bunlar geçen yıl yüzde yirmi zenginleştirilmiş uranyumu Tahran Nükleer Sitesi için ürettiler ve bunu bütün dünyaya ilan ettiler. Düşmanlarımız şaşırıp kaldılar. Hâlbuki Tahran Atom Merkezinin ilaç üretimi için olduğunu bilmelerine rağmen –yani bunun ülkedeki hastaneler ve laboratuarlar için olduğunu ve binlerce hastanın bu Radyofarmasötik maddesine ihtiyaç duyduklarını biliyorlardı- bize yakıt vermiyor ve satmıyorlardı. Şartlar koşup haraç almaya çalışıyorlardı. Gençlerimiz bunu kendileri ürettiler. Karmaşık ve zor bir işti ama bunu yaptılar. Şuanda Tahran’daki merkezde kendi üretimimiz olan yakıtlarla değişik radyofarmasötikler üretilmektedir. Bu geçen yıla ait bir durumdur.

 

Geçen yıl nükleer endüstride gençlerimiz yakıt sayfa üretimini başardılar. Eğer bunu da açıklarsam konu uzayacaktır. Kısaca şunları söyleyeyim; üretimimiz olan uranyumun değişimi gündemde olduğu zaman yüzde üç buçukluk uranyumu Rusya’ya verin, Rusya da yüzde yirmiye çıkarıp Fransa’ya versin, Fransa da bunu sayfa üretimi yapıp size versin diyorlardı. Yani elden ele dolaşacaktı. Gençlerimiz biz kendimiz yakıt sayfa üretimini yaparız dediler. Himmet ettiler, düzeltiler, rapor verdiler ve bunu dünyaya gösterdiler. Bu da geçen yıl yapılan işlerden biridir.

 

Rekombinant ilaçlarda yüzde altılık artış ve temel bilgi hizmetleri ile ihracatın yükselişi geçen yıla ait istatistiklerdir. Bunlar “Ekonomik Cihad Yılı”nın kazanımlarından sadece bazılarıdır. Bunlar bilimsel ve teknolojik gelişimlerdir, ülkenin bilimsel iktidarının göstergesidir ve ekonomiyi doğrudan etkileyen olgulardır. Ekonomik cihad budur.

 

Ben geçen hafta Petrol Sanayi Enstitüsünü görmeye gittim. İnsan orada ülkedeki başka enstitülerde gördüklerini görür ve bunların istisnai olmadığını, bir kaide olduğunu anlar. Bir zamanlar halkımızın rüyalarında bile göremedikleri bu ilmi gelişmeler tahakkuk bulmuş ve bir kaide olmuştur.

 

Ben orada gördüğüm olgulardan ve özelliklerden bir kaçını arz edeyim. Öncelikle mecmuaya cihad düşüncesi ve psikolojisi hâkimdi. Uzmanlar cihad psikolojisiyle çalışıyorlardı. Sanki meydanlarda Allah yolunda cihad ediyorlardı. Birisinin para, makam, şöhret veya sadece bilim için çalışması ile Allah yolunda çalışması farklı şeylerdir. Bu psikoloji, bu kuruma ve ülkedeki diğer kurumlara hâkimdir. Bu çok değerlidir.

 

İkinci özellik de şuydu; ben bu uzmanların halkımıza dayatılan ambargoları bir fırsat olarak gördüklerini müşahede ettim. Bu uzun ziyaretimizde birkaç kişi bana; “Allah’a şükürler olsun ki bize bu ambargoları dayattılar. Biz bunlar sayesinde kendimize geldik, kendimizle uğraştık, içten hareket ettik” dedi. Düşman ambargolarını fırsat bilme psikolojisi çok değerlidir. Bu yüzden iç üretime önem verdiler, meydanı gençlere bıraktılar, meydanı yenilikçiliğe ve yaratıcılığa bıraktılar. İşler, kaynayarak durmadan hareket eden çeşme misali ilerlemektedir.

 

Benim gördüğüm üçüncü özellik de yüksek özgüvendir. Petrol sanayisinin bazı kısımları dünyada birkaç ülkenin tekelindedir ve hiç kimsenin bu alana girmesine izin vermemektedirler. Ülkemiz de bu uzun yıllar içinde bu gibi önemli ve karmaşık işleri daima bunlardan istiyor,  bunlardan alıyor ve para ödüyordu. Ben bunların himmet edip biz yapabiliriz ve biz kendimiz yapacağız dediklerini gördüm. Bu özgüven bir millet için, bir halkın uzmanları ve halkın gençleri için çok değerlidir.

 

Diğer özellik de işlerin gençlik eksenli olmasıdır. İşler gençlerin ellerindedir, ipin ucu gençlerin ellerindedir. Gençlik yenilik ve yaratıcılık merkezidir.

 

Diğer özellik ise sanayinin üniversite ile olan ilişkisidir ki bu benim eskiden beri var olan bir arzumdu. Daima geçmiş hükümetlerin farklı kurumlarının yetkililerine sanayi ile üniversiteler arasında bağ kurmalarını tavsiye ediyordum. Çok şükür burada bu ilişkinin sağlandığını gördüm. Tabii bunun umumileşmesi gerekir ve bütün sanayi kuruluşlarının üniversitelerle irtibat halinde olmaları zorunludur. Böylece hem bilimsel alanda hem de sanayide gelişime şahit olabiliriz. Bu ülkedeki hareketin böylesi bir akım olduğunu bize göstermektedir.

 

Bu, İran halkının kindar düşmanlarının ilk günden son güne kadar haykırdıkları, bazen tehdit ettikleri, bazen siyasi baskılarda bulundukları ve bazen de ambargo kararları aldıkları geçen yılın ekonomi ile ilgili bazı istatistikleridir. Bugün Amerika ve işbirlikçileri İran halkına zarar verme ve halk ile İslami nizam arasında ayrılık oluşturma hayaliyle ambargoları hayata geçirebilmek için dünyanın her tarafında çalışmaktadırlar.

 

Geçen yıl başka büyük kazançlarımız da olmuştur. Bölge meseleleri hakkındaki etkin diplomasimiz bunlardan biridir. İslami Uyanış Konferansı, Filistin Konferansı, Silahsızlanma Konferansı, Terörsüz Dünya Konferansı ve İslami Uyanış Gençliği Konferansı Tahran’da gerçekleşti. İslam Cumhuriyeti bugün uyanan İslam dünyasının teveccüh ettiği bir merkez olmuştur.

 

Ekonomik hizmetler alanında on binlerce ev yapılıp halka teslim edildi. Bu veriler önemli ve büyük verilerdir. Köy evleri, caddeler, karayolları ve otoyolları yapıldı. Bu onlarca yılın adalet ve terakki şafağıdır. Biz bu yılların “Adalet ve Gelişim” yılları olacağını söylemiştik. Bu aydınlık otuz yılı geride bıraktık. Düşmanlar karşısında ve bu habis kindarlar karşısında, faal ve etkin olan halkımız bütün bu gelişmelere imza attı.

 

İran halkının geçen yılki büyük işlerinden biri de 8 Mart seçimleriydi. Tabii burada da söyleyeyim seçimler daha bitmedi. Seçimlerin ikinci aşamasında da halkımız Allah’ın izniyle aynı heyecan ve güzelliği gösterecektir. Bu seçimler çok önemliydi. Arz edeceğim, daha önce de söyledim. Düşmanlar altı ay boyunca halkı seçimlerden soğutmak için durmadan çalıştılar. Bazen seçimlerde hile olacak dediler, bazen eğer halk seçimlere katılmazsa düşmanın adaveti azalacak dediler. Halkın sandıklara ve seçim merkezlerine gitmemeleri için çok değişik ve farklı propagandalara başvurdular. Bazen bilim adamlarımıza suikastlar düzenleyerek –altı aydan az bir sürede üç bilim adamımıza suikast düzenlediler- halkımızı korkutmak ve insanlarımızı karamsar kılmak istediler. Böylesi bir ortamda seçimler oldu. Halkın katılımı yüksek idi. Seçimlere % 64’ten fazla katılım oldu. Bu çok önemli bir rakamdır. Bu oranda bir iştirakin dünyadaki meclis seçimlerine katılım ortalamasından fazla olduğunu anlatacağım. Amerika’da kongre seçimlerine ortalama katılım oranı % 35’tir. Geçen on yıl boyunca Amerika’da halkın kongre, meclis ve senato seçimlerine katılımı % 40’a ulaşmadı. Bunu İran halkıyla mukayese ettiğinizde -halkın heyecanı, huzuru ve varlık izharı- konunun önemini ortaya koyacaktır. Onlar bu baskılarla, bu psikolojik ortamla, tehditlerle, suikastlarla, 8 Mart’ı İran’ın ve İslam Cumhuriyeti’nin utanç günü ilan etmekle isteklerini elde edeceklerini sandılar. Ancak isteklerinin aksine o gün İran halkı ve İslami düzen için şanlı ve görkemli bir gün oldu. Bu seçim doğru ve güçlü bir medya organı gibi amel etti. İran’la ilgili haberleri çarpıtıyorlar. İran’ın içinde olmamış uydurma olayları yayınlıyorlar. Gerçek haberleri saklıyorlar. Ancak bu seçimi saklayamazlar, olmuş bir şeydir, herkesin gözü önündedir. Bu seçimler; büyük ve güçlü bir medya gibi İran halkını ve İslami düzeni dünyaya gösterdi.

 

Bunlar geçen yılın olaylarıydı. Bu, düşmanların İran halkına ve İslami düzene darbe vurmak için o kadar yatırım yaptığı bir yıldı. Bunlar geçen yılın kazanımlarından sadece bazılarıydı. Neden bu kadar düşmanlık ediyorlar? Bu konuyu arz edeyim. Farklı zamanlarda düşmanlık bahanesi de farklı olmaktadır. Nükleer mesele gündeme geldiği günden beri düşmanların bahanesi nükleer mesele olmuştur. Tabii kendileri de biliyorlar ve itiraf ediyorlar ki İran nükleer silah peşinde değildir. Olayın gerçek yüzü de budur. Biz kendi delillerimize binaen hiçbir zaman nükleer silahların peşinde olmadık. Ne ürettik ve ne de üretiriz. Bunu biliyorlar. Tabii bu onlar için bir bahanedir. Bir gün bu konuyu bahane ediyorlar, bir gün insan haklarını bahane ediyorlar, bir gün falan iç meseleyi bahane ediyorlar, ama bütün bunlar sadece birer bahanedir. Peki, asıl mesele nedir? Asıl mesele İslami düzenin güçlü bir şekilde bu ülkedeki petrol ve gaz yataklarını korumasıdır. Bugün ve yarın -dün gibi- siyasi ve ekonomik iktidar ve bununla ilintili olarak bilimsel ve askeri erk enerjiye ve petrole bağlıdır. Daha onlarca yıl dünya petrol ve gaza muhtaç olacaktır. Bu kesin bir şeydir. Emperyalist güçler hayat damarlarının petrole ve gaza bağımlı olduğunu biliyorlar. Ucuza petrol alamayacakları ve zorbalıktan el çekip petrol ve gaz almak için imtiyazlar vermek zorunda kalacakları gün onlar için musibettir.

 

Bir taraftan da Batılı ülkeler petrol kaynakları açısında bugün sorun yaşamaktadır ve bu sorunları da her gün biraz daha artmaktadır. Avrupa’nın ve genel bir şekilde Batılı ülkelerin petrol kaynakları, bazılarınınki dört yıl, bazılarının altı yıl ve bazılarının da dokuz yıl sonra olmak üzere bitecektir. Bu yüzden başkalarının kaynaklarından istifade etmek zorundadırlar. Amerika’da bugün otuz küsür milyar varil depolanmış petrol olmasına rağmen uzmanlarımızın hesaplamalarına göre – ki istatistikleri Amerikalıların istatistiklerine dayanmaktadır- 2021’de yani dokuz yıl sonra bu petrol bitecektir. Bugün dünya petrolünün yüzde ellisinden fazlası Fars Körfezi’nden çıkarılmaktadır. O gün geldiğinde dünya, bölgedeki ve Fars Körfezi’ndeki ülkemizin de içinde olduğu petrolün üç ana kaynağına bağımlı olacaktır ki bunu açıklayacağım. Bütün dünya ülkeleri arasında -bu sadece Fars körfezi ile sınırlı değil- en fazla petrol ve gaz rezervi bulunan ülke İran İslam Cumhuriyeti’dir. Bazı ülkelerin gazları bizden fazladır. Bazılarının da petrolü bizden fazladır. Biz gaz rezervinde Rusya’dan sonra dünya ikincisiyiz. Petrol rezervleri bakımında da dünya dördüncüsüyüz. Üç ülkenin petrol rezervleri bizden daha fazladır. Ama eğer gaz ve petrolü birlikte hesaplayacak olursak İslam Cumhuriyeti’nin, aziz vatanımızın rezervleri –bugüne kadar keşfedilen oranıyla- bütün dünya ülkelerinin rezervinden fazladır. Bu, dünyadaki petrol tüketicileri ve hayat damarları petrol ve gaz olmak üzere enerji kaynaklarına bağımlı olan emperyalistler için çok cazip bir şeydir. İran böylesi bir servete sahip bir ülkedir. Onların dört, on veya on bir yıl sonra petrolleri bitecektir. Ama İslam Cumhuriyeti’nin –bugüne kadar keşfedilen oranıyla- daha seksen yıl gazı ve petrolü olacaktır. Bu çok caziptir. En çok petrol ve gaza sahip olan bir ülke. Peki, emperyalist güçler bu ülkeden ne isterler? Tabiî ki bu ülkenin de bölgedeki bazı ülkeler gibi ellerinde balmumu gibi olduğu bir devlet ve hükümet tarafından yönetilmesini isterler. Bölgedeki bu ülkelerin petrolleri var, hem de çok fazla petrolleri var. Ama balmumu gibi Amerikalıların elindedir. Bu kadar üretin, baş üstüne. Fiyatı bu kadar olsun, baş üstüne. Bu kadar satın, buraya satın, baş üstüne. Eğer İran gibi petrol ve gaz açısından çok zengin bir ülkede yönetimi elinde bulunduran sistem bu milli serveti korur, başkalarına yağmalama izni vermez, düşmanların siyasetlerine teslim olmazsa bu sistemle düşmanlık ederler. Bunların İran İslam Cumhuriyeti ile düşmanlıklarının nedeni budur.

 

Nükleer meselede geri adım atarsak Amerika’nın bizimle düşmanlığının biteceğini zannedenler bu hakikatten gafildirler. Onların sorunu nükleer mesele değildir. Bazı ülkelerin nükleer silahları vardır. Bizim bölgemizde de bu ülkeler vardır. Onlar bununla ilgilenmemektedirler. Mesele; nükleer silah veya nükleer endüstri değildir. Mesele insan hakları meselesi değildir. Mesele; onlar karşısında aslanlar gibi duran İslam Cumhuriyeti meselesidir. Eğer İslam Cumhuriyeti de bölgedeki bazı ülkeler gibi bunlar karşısında kendi milletine ihanet etmiş olsaydı ve bunların isteklerine boyun eğseydi onların İslam Cumhuriyeti ile işleri olmazdı. Bunların meselesi; emperyalizmin gözünün doymamasıdır. Bu İran halkına düşmanlıklarının nedenidir.

 

Amerikalılar yanlış yapıyorlar. Zorbalıkla, düşmanlıkla ve tehditlerle İslam Cumhuriyeti’ne geri adım attıracaklarını veya İslam Cumhuriyeti’ni ortadan kaldıracaklarını zannediyorlarsa yanılıyorlar. Bu yanlışlıklarının sopasını da yiyecekler. Onlar İran halkına karşı saygılı olabilirler, kendi haklarına kanaat edebilirler ve kendilerini bekleyen faciayı görüp tanıyabilirler. Batılı ülkeler gelecekteki petrol faciasından yurttaşlarının haberdar olmalarına izin vermemektedirler. Onlar petrol ve enerji alanında neyin kendilerini beklediğini yurttaşlarının bilmesini istemiyorlar. Bunu yurttaşlarına söylemek istemiyorlar. Onlar İran halkına zorbalık yaparak isteklerine kavuşacaklarını zannediyorlar, ama hiçbir şey yapamazlar.

 

İran’ın aziz halkı! Değerli kardeşler ve bacılar! Şunu da arz edeyim; Amerika bütün göstermelik gücüne, bütün bu bağırıp çağırmalarına rağmen bugün çok zayıf ve güçsüz bir konumdadır. Ben perde ardındaki veya görünürdeki haberlere dayanarak bunları söylemiyorum. Benim hesabım iki artı ikinin dört olduğu hesabıdır. Bakın Amerika’nın şimdiki başkanı “değişim” sloganıyla işbaşına geldi. Değişim ne demektir? Yani içinde bulunduğumuz durum çok kötüdür ve ben bu durumu düzeltmek istiyorum demektir. O, bu sloganlarla ortaya çıktı. Halk da değişim sloganı için ona oy verdi. Yoksa ırkçı olan bir halk zenci olan birine oy vermeye yanaşmazdı. Ama değişim ümidiyle oy verdiler. Eğer değişim sloganı halkı bu kadar etkiliyorsa bu, içinde bulundukları kötü durumu göstermektedir. Yani bu beyefendi başkanlığa aday olduğu zaman Amerikalıların kendi itiraflarına göre durumlar çok kötüydü ve bu beyefendi söz konusu durumu değiştireceğine söz verdi. Dolayısıyla Amerika’nın içinde bulunduğu kötü durum aşikârdır. Bunu biz söylemiyoruz, Amerikalıların kendisi bu kötü durumu itiraf ediyorlar. Bu adam iş başına geldi. Peki, bir şey değişti mi? Bir şeyleri değiştirebildi mi? Bu kötü durumu düzeltebildi mi? Amerika’nın bugün on beş bin milyar doalr borcu vardır. Bu borçlar milli üretim hasılalarından fazladır veya ülkenin milli üretim hasılasına eşittir. Bu, bir ülke için sorun ve sefalettir. Siyasi durumlarına bakın. Hiçbir şey elde edemeden Irak’tan çekilmek zorunda kaldılar. Afganistan’da her gün biraz daha bataklığa saplanmaktadırlar. Kendileriyle uyum içinde bir ülke olan Pakistan’da her gün biraz daha kötü şöhrete sahip oluyorlar. Amerikalılar İslam ülkelerinde, Mısır’da, Kuzey Afrika’da, Tunus’ta vs. o eski güçlerini kaybettiler. Buna ilave olarak Amerika’da Wall Street Hareketi ortaya çıktı. Bu vaziyet iyi bir vaziyet midir? Bu, iki artı ikinin dört olmasıdır. Bu karışık bir hesap değildir. Amerika halkı değişimi kabul etti. Yani şimdiki vaziyet iyi değildir ve o kötü durum bugüne kadar değişmedi. Dolayısıyla Amerikalılar sorun yaşamaktadırlar.

 

Amerika’nın başka ülkeler için tehlike oluşturması ve bir delilik yapması mümkündür. Tabii ben burada söylüyorum. Bizim nükleer silahlarımız yoktur. Nükleer silah üretmek de istemiyoruz. Ama düşmanların –ister Amerika ister Siyonist rejim olsun-  saldırıları karşısında kendimizi savunacağız. Düşmanın bize saldırdığı oranda biz de saldıracağız.

 

Kur’an’ı Kerim bize müjde vermektedir: “Kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi. Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”[1] Kur’an’ın hiçbir yerinde eğer siz savaşı başlatırsanız ve saldırırsanız kesinlikle zafer sizindir, denilmemiştir. Zafer kazanmanız veya yenilmeniz mümkündür. Nitekim İslam’ın ilk dönemlerinde Müslümanların saldırıda bulundukları yerlerde bazen zafer kazanılmış, bazen de yenilgi olmuştur. Ancak düşman önce saldırırsa o düşmanın yenileceği vaadi verilmiştir. Bunun İslam’ın ilk dönemlerine ait bir şey olduğunu söylemememiz gerekir. “Bu Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunudur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” İran halkı azimli ve mutlu bir halktır, başkalarına saldırmayı düşünmeyen bir halktır. Halkımız servetine, İslam’ına ve İslam Cumhuriyeti’ne gönülden bağlı bir halktır.

 

Bu yılki sloganımızın “Milli Üretim” olmasına karar verdik. Ardından da bunun “milli emek ve yatırımı destekleme” olduğunu söyledik. Yani sizler ülke üretimi malları tükettiğiniz zaman İranlı işçilere yardım etmiş olacaksınız, iş üretmiş olacaksınız, İranlı yatırımcıyla yardım etmiş olacaksınız, ülkenin büyümesine ve gelişmesine yardım etmiş olacaksınız. Yabancı malları tüketmemiz yanlış bir kültürdür ki maalesef bazı yerlerde bu hâkimdir. Bu, bizim dünyamız için zarardır. İlerlememiz için bir zarardır. Geleceğimiz için zarardır. Milli üretimin desteklenmesi ve milli üretimin takviye edilmesi herkes için, hükümet için bir sorumluluktur.

 

Çok şükür Ekonomik Kalkınma Fonu İslami Şura Meclisi tarafından tasvip edildi. Bugün çok değerli bir fon yetkililerin eli altındadır. Bunu milli üretime aktarabilirler. Milli üretimi artırmak için hükümetin işleri kolaylaştırması gerekir. Meclisin de bunlarla işbirliği yapması lazım. Halk da –ister sermaye sahibi, ister emek sahibi olsun- böyle bir ortam oluşturarak işbirliği yapmalıdır. Ülke mahsullerini iyi, dayanıklı ve keyfiyetli üretmemiz gerekir. Elimizden geldikçe ucuza üretmeliyiz. Bu, herkesin işbirliğini talep eden bir iştir. Bunu hayata geçirebilmek için devletin –ister mali, ister ekonomik- farklı organları bu alanda gerekli işbirliğini yapmalıdır. Meclis de işbirliği yapmalıdır.

 

Sizler ülke üretimi olan malları satın almalısınız. Bizlerin giyimde, ev eşyalarında, mobilyalarda, günlük ihtiyaçlarımızda ve yiyeceklerimizde yabancı markaları tercih edip satın almamız bir övünç değildir. Bu övünme yanlıştır. Hâlbuki birçok alanda kendi mallarımız yabancı mallardan çok daha kalitelidir. Ben bazı şehirlerimizde üretilen giysilerin götürülüp üzerine yabancı markaların yapıştırıldığını işittim. Eğer buranın markası ile satarlarsa İranlı alıcıların buna rağbet etmeyeceğini ama buranın dikimi olmasına rağmen üzerinde Fransa markası olursa