İran Anlaşması: Tel Aviv’de Korku ve Titreme

İran Anlaşması: Tel Aviv’de Korku ve Titreme
"Hayır, İsrail’in sorunu nükleer korkusu veya nükleer İran değil. Onun en fazla korktuğu şey, yasadışı yaptırımlardan kurtulmuş istikrarlı bir İran ve onun Ortadoğu’yu güvenli bir hale getirmede oynayabileceği roldür. İsrail başka neye kızgın olsun ki?"

 

İsmail Selami

 

Press TV

 

İran ve altı güç arasında varılan anlaşmanın ertesinde, havada hâlâ Batılı güçlerin anlaşmaya ne denli gerçekçi ve objektif şekilde uyacakları konusunda şüphe dumanları tüterken, anlaşmadan hiç de memnun olmadığını açıkça ortaya koyan en az bir rejim var: İsrail.


Anlaşmaya varılmasından kısa süre sonra İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Washington'a duyulmamış türde çok keskin bir nutuk çekti ve anlaşmayı “tarihsel hata” diye adlandırırken, bu anlaşmayı rayından çıkarmak için elinden gelen herşeyi yapacağına dair ant içti.   

Bibi'nin tarihsel hatası, İsrail İşçi Partisi Yitzchak Herzog tarafından hızla, sert bir şekilde eleştirildi. Herzog, Bibi'nin “İran'la nükleer programı hakkında varılan anlaşma konusunda gereksiz panik yarattığını” düşünüyor. 

Kanal 10'un sabah programına verdiği bir röportajda Herzog ayrıca, Bibi'nin “İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri'yle olan ilişkilerine ciddi bir şekilde zarar verdiğini” söyledi. 

"Bu sadece bir ara anlaşma, kıyamet günü henüz gelmedi” dedi ve ekledi: "[Netanyahu] İran meselesini küresel haritaya koyduğu zaman doğru adımı attı, fakat şimdi işi berbat ediyor. Gereksiz panik yaratıyor. Bu kıyamet değil, kıyamet günü henüz gelmedi.”

Herzog şunları da söyledi: “Anlaşmanın bu aşaması, Başkan Obama ile Başbakan arasında yakınlığı gerektiriyor ama tersine, karşılıklı darbeler vuruluyor. Bu, tam bir güven yokluğuna neden oluyor ve bu meselede hiçkimsenin Netanyahu'yu dinlememesinin nedeni bu.” 

Aktarıldığına göre Pazar günü Netanyahu, bir telefon görüşmesi sırasında ABD Başkanı Obama'yı tehdit etti ve “dünyanın en güçlü adamına, dünyanın en güçlü adamı kalmak istiyorsa Amerikan politikasında değişiklik yapması gerektiğini, çünkü şu andaki politikasının pratik sonucunun Amerikalıların Kuzey Kore'de ve Pakistan'da yaşadığı başarısızlığın aynısını yaşamasına neden olabileceğini söyledi.”  


Diğer taraftan, ikili arasındaki diyaloğun içeriği ABD medyası ve Washington tarafından farklı şekillerde aktarıldı. Beyaz Saray telefon görüşmesini tekdüze bir şekilde tanımladı ve iki liderin “İran'ın nükleer silaha erişmesini engelleme amacını paylaştıklarını yeniden teyit ettiğini” ve “bu mesele hakkında yakın temasta kalma” konusunda anlaştıklarını söyledi. 

Gerçeklik şu ki, İslam Cumhuriyeti hiçbir zaman nükleer silah üretmeye çalışmadı ve üzerine kurulu olduğu prensiplere ters düştüğü için bunu hiçbir zaman yapmayacak. Buna ilave olarak, İslam Cumhuriyeti lideri Ayetullah Seyyid Ali Hameney, nükleer silahların üretilmesine ve yaygınlaşmasına karşı bir fetva yayınladı. Buna ters düşen herhangi bir girişim, affedilmez bir günah olacaktır. Anlaşmaya gelince, İran'ın sözlerinde ve eylemlerinde samimi olduğunun iyi bir işareti olarak görülebilir.  

Burada dev bir paradoks gibi görünen şey Batı'nın, Tel Aviv'in elinde pek çok nükleer silahın bulunmasından en küçük bir kaygı duymuyor görünmesidir. Tersine, nükleerlerle donanmış bir rejimi, İran hakkındaki Siyonist yapımı masallarla teskin etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. 


İsrail'in kıyamet silahlarından oluşan dev bir cephaneliğe sahip olduğu gerçeği, artık kalın sır örtülerinin arkasında değil. Rejimin belirsizlik ve inkar politikası izlemeye devam etmesine rağmen bu artık kamuoyu tarafından biliniyor.

Frank Barnaby, inkarın temel noktasının, başka hükümetlerin, özellikle de ABD hükümetinin İsrail'in nükleer silahlara sahip olmadığı mitini sürdürebilmesi olduğunu söylüyor. Bu, İsrail bakımından devasa bir öneme sahip zira ABD, Amerikan yasalarına göre, “İsrail'in nükleer silahlara sahip olduğunu kabul etmesi halinde İsrail'e ekonomik yardım sunmaya devam edemez. İsrail'in nükleer silahları, uçaklar ve 1500 km menzilli  Jericho-II yüzeyden yüzeye füzeler tarafından kullanılabilir.” (Bkz: How Nuclear Weapons Spread: Nuclear-Weapon Proliferation in the 1990s (“Nükleer Silahlar Nasıl Yayılıyor: 1990'larda Nükleer Silahların Çoğalması”). 

İlginç bir şekilde İsrail, dünyada Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nı (NPT) imzalamayı reddeden az sayıda rejimden biri. Tüm bunlara rağmen Tel Aviv, masum bir yüz takınmaya ve İran ile altı dünya gücü arasındaki anlaşmaya yönelik öfkesini yükseltmeye çabalıyor. 

Fakat bu öfke duygusu nereden kaynaklanıyor? Eğer anlaşma Tel Aviv'e biraz rahatlama getirirse bu son derece doğal bir şey olur ve şimdi anlaşmaya varıldıktan sonra, herşey bölgede İsrail'in çıkarınaymış gibi görünüyor, zira İran'a yönelik nükleer suçlamalarında bulunan her zaman oydu. Korkunun şimdiye kadar gitmiş olması gerekirdi. Ancak paradoksal olarak, İsrail'in korkusu her gün daha da artıyor ve Netanyahu, sözde nükleer İran'ı zaptetme çabalarını genişletiyor. 

Burada Benyamin Netanyahu'nun öfkesi ve sıkıntısına dair yapabileceğimiz tahmin, Batı'nın İran'la ayrımlarını çözümleme noktasına geldiği ve iki taraf arasındaki bağların iyileştirmenin mümkün hale geldiği düşüncesidir. İsrail'i iliklerine kadar titreten, bu fikirdir.

Hayır, İsrail'in sorunu nükleer korkusu veya nükleer İran değil. Onun en fazla korktuğu şey, yasadışı yaptırımlardan kurtulmuş istikrarlı bir İran ve onun Ortadoğu'yu güvenli bir hale getirmede oynayabileceği roldür.

İsrail başka neye kızgın olsun ki? 

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com