ABD’nin İran Nükleer Anlaşmasındaki Niyetlerinin Sorgulanması

ABD’nin İran Nükleer Anlaşmasındaki Niyetlerinin Sorgulanması
Geçen Cumartesi günü, Cenevre’de imzalanan tarihi “geçici anlaşma”nın mürekkebi daha kurumamışken, ABD Dışişleri Bakanı’nın, anlaşmanın İran’ın uranyum zenginleştirme hakkını tanıdığını açıkça reddetmesiyle, anlaşma ve kapsamlı bir nihai sözleşmeye giden yol haritası konusunda ilk tereddüt işaretleri doğdu.

 

Kaveh Afrasiabi

 

Press TV

 

Geçen Cumartesi günü, Cenevre'de imzalanan tarihi “geçici anlaşma”nın mürekkebi daha kurumamışken, ABD Dışişleri Bakanı'nın, anlaşmanın İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını tanıdığını açıkça reddetmesiyle, anlaşma ve kapsamlı bir nihai sözleşmeye giden yol haritası konusunda ilk tereddüt işaretleri doğdu.


O günden beri John Kerry, İranlı meslektaşı Muhammed Cevad Zarif'in söyledikleriyle kesin olarak çelişen bu iddiayı yarım düzine vesileyle tekrar etti ve bu yüzden ABD'nin samimiyetiyle ilgili soru işaretlerinin yükselmesine neden oldu. 

Sadece bu da değil; Cenevre'de gece yarısı gerçekleşen atılımı takip eden saatler içinde Beyaz Saray, anlaşmanın içeriği hakkında bir “bilgi formu” yayınladı ve bu metin İran Dışişleri Bakanlığı tarafından, eksikli, yanıltıcı ve “tek taraflı yorum” olarak değerlendirildi. Beklenildiği üzere bu “bilgi formu”nda, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın (NPT) maddelerinde de bulunan, ülkenin reaktörleri için yakıt üretmede önemli bir adım olan uranyum zenginleştirme hakkı da dahil olmak üzere, İran'ın nükleer haklarına hiçbir gönderme bulunmuyor.   

Gerçekte, ABD'nin İran'ın nükleer meselesine yaklaşımındaki temel sorunlarından biri, her zaman olduğu gibi, İran'ın müzakere stratejisinin temel unsurları olan yadsınamaz nükleer haklarına saygı göstermemesi ve bunlardan bihaber olmasıdır. 

ABD Başkanı Barack Obama'nın Cenevre sonrasında İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yla yaptığı telefon görüşmesinde İran'ın nükleer programı karşısındaki “ortak amaçları”nı, yani İran'ın uranyum zenginleştirme programından gelen “nükleer silah kapasitesini” ortadan kaldırma amacını vurguladığının aktarılması pek de şaşırtıcı değildir.   

İsrail şimdi, ABD'nin İran'la yapılacak nihai statü anlaşmasıyla ilgili çabalarını koordine etmek üzere bir teknik ekibi Washington'a gönderdi. Muhtemelen bu, önümüzdeki aylarda İran konusunda ABD ve İsrail arasında “taktik farklılık”tan bile daha azının olacağı anlamına geliyor. 

Şimdi ABD ve İsrail'in paylaştığı, İran'ın nükleer programının “dağıtılması”nı vurgulayan ortak bir dil (ve politika) bile mevcut. “Dağıtma” kelimesi, geçmişte İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını tanıyacağının ipuçlarını verdiği, örneğin 2009'da  Financial Times'a yaptığı türden açıklamalarda söylediklerinin aksine, John Kerry'nin kamuoyuna yaptığı açıklamalara da sızdı.

Tipik bir örnek olarak Keryy, 24 Kasım günü ABC ağına verdiği bir demeçte “Biz dağıtma için müzakere yürütürken, onlar programı geliştirmeyecektir” dedi. Bu, Kerry'nin daha önce, 10 Kasım'da yaptığı ve ABD'nin “programın tamamen dağıtılması yönünde ilk adım olarak Tahran'ın nükleer programını devam ettirmesini durdurmayı amaçladığını” söylediği açıklamayı hatırlattı.

Bütün göstergeler, ABD'nin aşamalı bir “etkisiz hale getirme” stratejisi üzerinden bu hedefin peşinden koştuğuna işaret ediyor. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Tony Blinken'ın kullandığı “eğer onların bütün programını bir çırpıda dondurabilir olsaydık, bunu yapardık” ifadesinin ışığında bu stratejinin, İran'ın nükleer programının kademeli olarak dağıtılmasını hedeflediği anlaşılmaktadır. Bu sözler Kerry'nin 24 Kasım'da CBS'teki “Face the Nation” programına verdiği bir diğer demeci hatırlatıyor. Kerry bu demecinde, anlaşmanın İran'ın bazı programlarının dağıtılması çağrısı yapıp yapmadığı sorusuna cevaben “”Henüz değil. Bu doğru. Ama herşeyi ilk adımda gerçekleştiremezsiniz. Süreci devam ettirmeniz gerekiyor” demişti.


Bu nedenle geçici anlaşma ABD tarafından, bu “etkisiz hale getirme” stratejisindeki ilk hedeflere erişmede bir dönüm noktası olarak görülüyor. İran'ın yüzde 20 zenginleştirilmiş uranyumunun yok edilmesi, Arak ağır su reaktörünün tamamlanmasının ve yeni santrifüjler kurulmasının durdurulması, zenginleştirmede bir alt sınırın – anlaşma bunun yüzde 5 olduğunu belirtse de, Kerry'ye göre “yüzde 3,5” – getirilmesi ve İran'ın programının, Kerry'nin ifadeleriyle “önceden hiç görmediğimiz biz dizi araç” da dahil olmak üzere eşi görülmemiş bir izinsiz denetime tabi kılınması getiriliyor.

İran'ın nükleer enerji programı hakkında bilgi toplamak “etkisiz hale getirme” stratejisinin bir parçası olduğu için, ABD, geçici anlaşmanın hayata geçirilmesinin çok gerekli olduğunu düşünüyor, zira Amerika, “askeri seçeneği masada tutmaya” ısrarla devam ediyor. Bunun kadar önemli olan bir diğer mesele ise bu anlaşma yoluyla “İran'ın programının temel unsurlarının tersine çevrilmesi”dir ki Kerry Cenevre'de anlaşmanın birlikte imzalanmasından bu yana hevesle bunu söylemektedir.

Anlaşmanın, nihai bir anlaşmada İran'ın uranyum zenginleştirme programının ne olacağına gönderme yapan sonuç ifadelerine gelince, Kerry bu noktada vurguyu, bu meseleyi “karşılıklı anlaşmaya” tabi kılan cümleye yaptı. Bir başka deyişle İran'ın NPT hakkı şimdi, bu hakkı seçilmiş birkaç hükümetin imtiyazlarına tabi kılan ve bu yüzden bu hakkı sınırlayan ve üzerine gölge düşüren, anlaşmaya dayandırılmış bir körelimin tehdidi altındadır.

Bu önemli paragrafın tam metni şu şekildedir: “[Kapsamlı çözümün nihai adımı] pratik ihtiyaçlarla uyumlu, zenginleştirme faaliyetlerinin ölçüsü ve düzeyi, kapasitesi, nerede yapıldığı ve zenginleştirilmiş uranyum stokları konusunda karşılıklı olarak anlaşmaya varılmış parametrelere sahip ve anlaşmaya varılacak bir dönem boyunca geçerli olacak, yine üzerinde anlaşmaya varılmış sınırlarla, karşılıklı olarak tanımlanmış bir zenginleştirme programını içerecektir.” 

İlave olarak Kerry bir çok defa dikkatleri, anlaşmanın BM'nin İran'la ilgili yaptırım kararlarına yaptığı göndermelere çekti; bunlar İran'ın zenginleştirme ve yeniden işleme faaliyetlerinin askıya alınması çağrısı yapıyor. Bir başka deyişle, ABD'nin kaygılı olduğu ölçüde, BM kararlarıyla ilgili pasajın dahil edilmesi İran'ın zenginleştirme hakkını savunmasına bir başka engel teşkil etmektedir.

Yukarıda söylenenlerle birlikte, ABD'nin “ilk adım” geçici anlaşmadaki niyetinin İran'ın nükleer enerji programını geriletmek ve İran'ın nükleer yakıt döngüsünü tamamen dağıtarak ortadan kaldırma yolunda istikrarlı bir şekilde ilerlemek olduğuna pek de şüphe bırakmamaktadır.

Diğer bir nokta: anlaşma, İran'ın bazı santrifüjlerini beklemeye alıyor, yani zenginleştirme olmadan durmasına yol açıyor. Bu, bir süre sonra teçhizatlar için tehlikeli olabilir ve çürüyüp bozulmalarına yol açabilir. Hem bekletme, hem de kapatma seçenekleri santrifüjlerin fiziksel koşulları üzerinde açık sonuçlara sahiptir; bu anlaşmayı altı aydan daha uzun bir süreye uzatmak bunun için önemlidir. Sadece bu nedenle ABD muhtemelen, İran'ın santrifüj programının uzun bir “belirsizlik” durumunun sonucu olarak giderek daha fazla zarar göreceği umuduyla nihai bir anlaşma konusunda ayak direyecektir. 

Sonuç olarak, İran'ın bakış açısından, diğer tarafın “kazancının” zamanla İran aleyhine dönebileceği bir süreci hızlandırmak yerine, diğer taraf için “kazancın” neyi gerektirdiğinin ve bir “kazan-kazan” durumunun dengeli olup olmadığının tasnifini yapmak önemlidir. İlkinin olması durumunda, İran'ın çıkarlarının aleyhine olacak bir “kaybet-kazan” durumuna kolayca dönüşebilecektir. 

Elbette Beyaz Saray'ın, önümüzdeki altı ay boyunca İran'ın değersiz 4,2 milyarlık petrol işlemlerini serbest bırakıp geri kalanını emanette tutma hakkındaki “bilgi formu” tantanasının arkasındaki “psikolojik savaş”tan söz etmeye bile gerek yok. Açıktır ki ABD'nin niyeti, yalnızca İran'ın azmini değil, aynı zamanda nükleer konusunda “etkisiz hale getirme” stratejisinin parçası olarak İran'ın direniş ruhunu ve ulusal onurunu da zayıflatmaktır.

ABD'nin yukarıda bahsedilen tüm “akıllı güç” manevralarına rağmen, İran'ın usta, becerikli müzakere stratejisine dayalı karşı stratejisinde kayda değer olan şey, bu manevraların nötralize edilmesi ve ABD ile, İran'la daha fazla yan ekonomik çıkara sahip olacak Batılı ortakları arasında daha fazla çatlağa yol açacak, yaptırım karşıtı ve İran yanlısı bir momentum meydana getirebilmiş olmasıdır. İşte tam da bu nedenle nükleer oyunun bu aşamasında İran'ın “kazancı” inkar edilemez.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com