Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (25)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (25)
Ancak Ümeyyeoğullarını ve Muaviye’yi öven hadisler söz konusu olduğunda bu tür kişilerin eserler telif ettiklerini ve bu tarz rivayetleri sahih göstermek için bin dereden su getirdiklerini görüyoruz. İçlerinden Hz. Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) hakkındaki bir hadisi sahih saymak için çaba gösteren Allah’a ve Resulüne iman eden bir kişiyi göremezsin!

 

24/12/2010

 

- Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabelerine olsun.

 

Değerli Kevser TV izleyenleri Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. ‘Utruhetü'l-Mehdeviyye' programının yeni bir bölümünde, ‘sened ve delalet açısından Sekaleyn hadisi' konusunun yirmi beşinci kısmında sizinle tekrar birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

- Hoş bulduk.

 

- Efendim, değerli izleyiciler şu soruyu çokça ve ısrarla soruyorlar: Acaba Mehdilik konusuyla Sekaleyn hadisi arasındaki bağa işaret etmeniz mümkün müdür? Bu soruyu yanıtlayabilir misiniz acaba!

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman ve Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Bu sorular ara sıra gelmektedir. Bazen de “Siz Sekaleyn hadisini ele aldığınız bu bölümü çokça uzattınız, halbuki programın adı Utruhetü'l-Mehdeviyettir (Mehdilik Meselesidir)” türündeki eleştirilerin içinde geçmektedir. Programın adıyla bu konular arasında ne tür bir bağ var? Özellikle son aylarda gerçekleştirdiğiniz programlarda ele aldığınız Sekaleyn hadisi, tathir ayeti, seddü'l-ebvab hadisi bu türden olup bununla Utruhetü'l-Mehdeviyyet arasında ne tür bir bağ bulunmaktadır?

 

Programın kapsamının izleyici tarafından kavranabilmesi ve şu an hangi noktada olduğumuz sorusunun cevaplanabilmesi için bir yılı aşkın bir zamandır sürdürdüğümüz ‘Utruhetü'l-Mehdeviyyet' programında ele aldığımız konuları bir defa daha özetlemek zorundayım.

 

Aziz izleyiciler ‘Utruhetü'l-Mehdeviyyet' programındaki konuları iki kısma ayırdığımızı hatırlayacaklardır. İlk kısım Müslüman bilginler arasında hakkında ittifak bulunan Mehdilik meselesindeki kesin sabit hakikatlere işaret eden konular. Bu tür konularda aykırı bir görüş ve ihtilaf söz konusu değildir.

 

İttifakın gerçekleştiği konular şunlardı:

 

İlk konu; ahirzamanda İmam Mehdi'nin zuhuru bir zorunluluktur. Kıyamet ancak O zuhur ettikten sonra gerçekleşebilir. Bu nokta çeşitli şekillerde dile getirilmiştir. Biz bu hakikati Müsned-ü Ahmed'de geçen bazı hasen ve sahih hadis metinlerinden okuduk. Hz. Resûlullah  (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Ehl-i Beyt'imden bir zat yeryüzüne hakim olmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu hakikat kesindir. Bu hakikat hakkında tartışanlar ya cahil, ya inatçı veya özel garaza sahip kimselerdir.

 

İkinci nokta ittifakın gerçekleştiği şeydir, yani İmam Mehdi'nin zuhurunun iman edilmesi gerekli inanç ilkelerinden olması. Diğer bir ifadeyle ahirzamanda İmam Mehdi'nin zuhuru imanî konulardandır. Bu inanç insanın inanması gereken ilkeler arasında yer alır. Önceki programlarda biz buna işaret etmiştik.

 

Üçüncü konu; detaylı bir şekilde üzerinde durduğumuz “Benden sonra halifeler on iki kişidir' şeklindeki Müslüman bilginlerin ittifak ettiği hadisler ve nasslar gereğince Mehdi-i Muntazar On İki İmamın veya halifenin sonuncusu olmak zorundadır. Bu inanç onlara uzak değildir. Biz bunu detaylı bir şekilde açıkladık. İbn Kesir'in en-Nihaye fi'l-Fiten ve'l-Melahim adlı eserinde ve el-Akidetü's-Sefariniyye ve benzeri eserlerde varid olan rivayetler buna işaret etmektedir. Öyleyse bu imam veya kurtarıcı ya da Mehdi-i Muntazar Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘halifeler/emirler benden sonra 12 kişidir' dediği On İki İmamın sonuncusudur.

 

Dördüncü nokta; Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra gelecek olan on iki halifenin sonuncusu olan Mehdi-i Muntazar'a (a.s.) yüklenen görev yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle doldurmasıdır. Bu hakikat de ancak O'nun eliyle gerçekleşecektir. Yani peygamberlerin gönderiliş amaçlarından birisi olan bu ilahi hedef, en mükemmel ve en dakik bir şekilde ancak ve ancak Mehdi-i Muntazar'ın eliyle tahakkuk bulacaktır.

 

Beşinci nokta; üzerinde durduğumuz diğer bir konu da O'nun nesebiydi. Bizler O'nun şerefli nesebi hakkında İslam uleması arasında ittifak bulunduğunu söylemiştik. İlk olarak O (a.f.), Ehl-i Beyt'ten ve Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) soyundandır. İkinci olarak Hz. Fatıma'nın (a.s.) neslindendir. Şu ana kadar biz bu konuları detaylı bir şekilde ele aldık ve bu konuları bitirdik.

 

Ardından programımızın ikinci kısmına geçtik. Bu bölüm sadece Ehl-i Beyt Medresesine özgü olan konular ve kabullerdi.

 

İlk nokta; İmam Mehdi (a.f.) şu an yaşıyor mu, yoksa ahirzamanda mı dünyaya gelecek?

 

İkinci nokta; bu şahsın Kur'an-ı Kerim'den ayrılması mümkün müdür? Masumiyet kavramını kullanmak istemiyorum. Onun yerine Sekaleyn hadisinin kullandığı ifadeyi, yani “Kitab'tan ayrılmayan, Kitab'ın da kendisinden ayrılmadığı” ifadelerini kullanmak istiyorum. Yani bu şahıs Kitab'tan hiçbir şekilde ayrılmayan ve ona muvafık davranan bir şahıs mıdır? Yoksa bazı konularda doğruya ulaşıp –ki bu durumda Kitab'a muvafakat etmiş olur- bazen de hataya düşen, konuları birbirine karıştıran, yanılan ve dolayısıyla Kitab'tan ayrılması mümkün olan bir şahıs mıdır? Zira batıl Kur'an-ı Kerim'e ne önünden, ne de ardından yanaşabilir. Bütün varlıksal kemaller O'nda mevcuttur. Öyleyse bu şahıs yani İmam Mehdi, Kur'an-ı Kerim'in dengi olarak kabul edilen ve O'ndan hiçbir surette ayrılmayan kişilerden olmak zorundadır.  Bunlar nereye dönecek olurlarsa olsunlar, Hak kendileriyle birliktedir.  Biz bu konuyu da ele almıştık.

 

İşte tam bu noktadan sonuca ulaşabilmek için Sekaleyn hadisine giriş yapmıştık. Acaba O (a.f.) şu an mevcut mudur, değil midir? Kitab'tan ayrılır mı ayrılmaz mı? On İki İmamdan birisi midir değil midir? Konuyu uzun bulunuyorsanız bilin ki bunun nedeni ele aldığımız konunun hayati bir öneme haiz olmasındandır.

 

Mantık ilminde cins ve fasıl terimleri kullanılmaktadır. Örneğin insanın hakikatini ele aldığımızda onun için “konuşan hayvan” tanımını kullanırız. Atın mahiyetini açıklamak istediğimizde de “kişneyen hayvan” deriz. Hayvan sözcüğü “cins”dir, “konuşan” veya ikinci örnekte “kişneyen” sözcükleri de bu varlıkların diğerlerinden ayrılmasını sağlayan “fasl”dır. Değerli dostlar, İmam Mehdi (a.f.) meselesi Ehl-i Beyt Medresesine değer katan önemli bölümlerdendir. Yani biz Mehdi-i Muntazar'ın hayatı meselesini Ehl-i Beyt Medresesinden çekip aldığımızda mezhep kendisine değer katan en önemli ilkelerinden birisini yitirmiş olur.

 

Bu bağlamda Ümeyyeci din anlayışını, İbn Teymiyye'yi ve Vehhabiliği savunan ve bu din algılayışına müptela olmuş kanalların On İkinci İmam'ın Ehl-i Beytten olup olmadığı meselesini tartışmaya aşırı bir şekilde meyyal olduklarını görürsünüz. Zira onlar pekala bilmektedirler ki bu konu Ehl-i Beyt Medresesine değer katan en önemli ve en bariz umdelerindendir.

 

Değerli izleyicilere inancımızın temel taşlarından birisini açıklamak istiyorum. Bizler yeryüzünün hüccetsiz olamayacağına inanmaktayız. Hüccetten kastımız haklarında Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Benden sonra halifelerim veya emirlerim 12 tanedir” buyurduğu bu emirlerden veya halifelerden birisidir. Değerli izleyiciler güçleri oranında el-Usul mine'l-Kafi'ye müracaat etsinler. Eserde ‘Yeryüzü hüccetten yoksun olmaz' diye bir bab vardır. Bu bab başlığı altında hadisler bulunmaktadır. Bu hadislerden bazıları şunlardır:

 

Hz. Emirü'l-Müminin'den (a.s.) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah'ım, sen yeryüzünü senin adına kullarına kanıtlılık işlevini gören hüccetten yoksun bırakmazsın.”

 

İmam Bakır'dan (a.s.) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah'a yemin ederim ki Adem'in vefatından bu yana dünyamız hiçbir zaman bir imamdan yoksun bırakılmamıştır. Bu imam aracılığıyla insanlar, Allah'a yönelmişlerdir.  O, Allah'ın kulları üzerindeki hüccetidir.[1]

 

Bu bizim inanç ilkelerimizden birisidir. Bu inanç zamanın her evresinde yeryüzünde Allah-u Teala'ya ait bir hüccetin bulunduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu rivayetler günümüzde de söz konusu halifelerden ve emirlerden birisinin bulunmasını gerektirmektedir.

 

Gerçi bazı büyük Ehl-i Sünnet bilginleri rivayetlerin uyarlanmasının beyanı konusunda bizimle farklı görüşlere sahiptirler. Ancak hakikatin kendisi konusunda hiçbir ihtilaf ve farklı görüş söz konusu değildir. Bu kabulün ortak inançlardan olduğunun tam olarak açığa çıkması için şimdi bir pasaj aktaracağım.

 

İbn Hacer el-Askalani Fethü'l-Bari adlı eserinde şöyle demektedir: “İmam Mehdi'nin bu ümmetten olacağına ve Hz. İsa'nın (a.s.) O'nun arkasında namaz kılacağına dair haberler mütevatirdir. İsa'nın (a.s.) ahirzamanda ve Kıyametin kopmasına yakın bir dönemde bu ümmetten bir kişinin arkasında namaz kılmasını içeren hadiste, yeryüzünde muhakkak surette bir hüccetin bulunacağı görüşünün doğruluğuna dair bir delalet bulunmaktadır.[2]

 

Yani Ulu'l-Azm peygamberlerinden birisi olan Hz. İsa'nın (a.s.) Hz. İmam Mehdi'nin arkasında namaz kılması O'nun azametinin göstergesidir. Kimse “Hz. Emirü'l-Müminin (a.s.) bazı halifelerin ardında namaz kılmıştır” şeklindeki bir itirazla karşımıza gelmesin. Zira söz konusu Hz. Ali'nin halifelerin ardında namaz kıldığı iddiası, üzerinde ittifak edilen sahih bir kanalla aktarılmamıştır.. Buhari kendileri için kanıttır, bizim için değil.

 

Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) bu meselede ne kimseden çekinir, ne de kimseden korkar. Gerçi Müslümanların vahdetiyle ilgili konularda, bunun korunması adına O maslahatı gözetmiştir. İbarenin nassı, yeryüzünün Allah'ın Kaimi'nden yoksun olmayacağını göstermektedir. İbn Hacer el-Askalani, yeryüzünün hüccetten yoksun olmamasının kesin gerçeklerden biri olduğunu belirtiyor.

 

Soru; İbn Hacer açıkça bunu diyor madem, niçin bunun gerektirdiği görüşe tabi olmuyor?

 

Cevap; niçin yerine getirmediğini ben de bilemiyorum. Ben onu ilzam etmek için, telif etmiş olduğu eserden bir pasajı aktardım size. Aziz dostların diğerleriyle olan ilmî tartışmalarında bu ibareleri belleyip dile getirmeleri için onları zikrettim.

 

Fethü'l-Bari'nin ibarelerine göre şöyle bir soru kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Yeryüzünün hüccetten yoksun olmaması belirli bir zamana mı özgüdür? Cevap; hayır, bu kabul bütün zamanlar için geçerlidir. İşte bizim de ulaşmak istediğimiz nokta buydu. Bizler bu gerçeği elde etmek için Sekaleyn hadisini ele almaya başladık. Zorunlu olarak sonda söyleyeceğimizi başta söyledik ki değerli izleyiciler konuyu bütün çıplaklığıyla kavrasınlar.

 

Bir diğer kanıt el-Usul Mine'l-Kafi adlı eserin ‘Babu ennehu lev lem yebka fi'l-erdi illa racülani lekane ehedühüma'l-hüccetü; Yeryüzünde iki kişiden başka kimse kalmazsa, biri diğeri için hüccet olur' babıdır. Aziz dostlar el-Usul mine'l-Kafi'nin bizim en önemli hadis mecmualarımızdan biri olduğunu bilirler. Ancak bu durum bizim Kafi'de geçen bütün rivayetleri kabul ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Nitekim sizler de Sahihü'l-Buhari ve Sahih-ü Müslim'deki kimi rivayetleri kabul etmediğinizi söylüyorsunuz. Müsned-ü İmam Ahmed'deki zayıf rivayetleri varın siz düşünün. Öyleyse en önemli eserlerimizdendir deyişimiz, ondaki bütün rivayetler bize göre sahihtir anlamına gelmiyor.

 

Albani'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserine bakınız. İbare el-Usul mine'l-Kafi'deki bab başlığını çok andırıyor. ‘La yezalu haze'l-emrü fi Kurayşin ma bakıya mine'n-nasi insani/Bu iş/yönetim yeryüzünde iki kişi kalsa dahi Kureyş'te olacaktır' hadisi.[3]

 

Yani yeryüzünde sadece iki kişi kalsa dahi bunlardan birisi Hz. Resûlullah  (s.a.a.) tarafından atanan hüccet veya halife olacaktır.

 

Bizler bu nasslara müracaat ettiğimizde bu konuyu programlanan vakitten önce açıklamak zorunda kaldık. Yoksa İmam Mehdi'nin (a.f.) nesebinin açıklanması, kimliği, diri olup olmadığı konularını ilerde ele alacak, O'nun diri olduğu, Kur'an'dan hiçbir şekilde ayrılmayacağına dair onlarca hatta yüzlerce kanıt ortaya koyacaktık.

 

Bu hakikat açığa kavuşunca Sekaleyn hadisini ele almaya başladık. Sekaleyn hadisini ele almaya başlamamızın nedeni On ikinci İmam, İmam Mehdi'nin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) haklarında “Benden sonraki halifeler 12 kişidir. Bunlar Kitab'ın dengidir. Kitap'tan ayrılmazlar, Kitap da onlardan ayrılmaz” buyurduğu on iki halifenin sonuncusu olmasıdır. Ehl-i Sünnet O'nun 12. Halife olduğunu ikrar etmektedir. Elan bu şahıs mevcud değil ve ilerde dünyaya gelecekse Kitab'tan ayrılmış olacak veya Kitap kendisinden ayrılmış olacaktır. Bundan dolayı Sekaleyn hadisinin fıkhına ve içeriğine göz attığımızda incelememiz ve kavramamız gereken bazı konularla karşı karşıya kalıyoruz.

 

İlki; Sekaleyn hadisinin senedi,

 

İkincisi; Sekaleyn hadisinin siğası/metni. Bizler kimi metinlerde Sekaleyn, kimi metinlerde de Halifeteyn ifadesinin geçtiğini belirtmiştik.

 

Üçüncüsü; Ehl-i Beyt (a.s.) kimlerdir? Kitap'tan ayrılmayan Kitab'ın da kendilerinden ayrılmadığı İtret-i Tahire kimlerdir?

 

Allah'a hamdü senalar olsun ki ilk inceleme konusunun birinci ve ikinci adımlarını geride bırakarak üçüncü merhale olan İtret'in kimliği konusuna vardık. Bu bölümde tathir ayetine geçiş yaptık. Bugünkü konumuz da budur.

 

- Geçen haftanın bir özetini sunmanız mümkün müdür?

 

- Bizler Ehl-i Beyt'in kimler olduğu konusunu ele almak istediğimizi dile getirdik. Zira Ümeyyeci din anlayışı, İbn Teymiyye ile bağlıları “Esasında Ehl-i Beyt, Peygamber'in hanımlarıdır” diye ısrar etmedeler. Gerçi buna göre Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hasan ve Hüseyn de arızi olarak kavramın kapsamına girmektedirler.

 

El cevap; hayır! Ehl-i Beyt kavramı sadece beş kişiye özgüdür: Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin. Biz bu hakikati ispat edeceğiz dedik. Bu hususu ispatlayınca bu defa karşımıza şu soru çıkıyor: Acaba İmam Mehdi (a.s.) İmam Hasan'ın (a.s.) mı, yoksa İmam Hüseyn'in (a.s.) mi soyundandır? Onlar İmam Mehdi (a.s.) Ehl-i Beyt İmamlarından on ikincisi olmasın diye nesebinin İmam Hasan'a vardığı konusunda ısrar etmektedirler. Bu incelemeler Ehl-i Beyt Medresesine değer katan ilkelerden sayılan, önemli sonuçlara ulaşmak için ilmi, başat ve mühim mukaddimelerdir.

 

Değerli dostlar işte bu bölümde şu tür sorulara cevap vermek istediğimizi belirttik. Tathir ayetindeki Ehl-i Beyt kavramından bu beş kişinin murad edildiğine delalet eden karineler nelerdir? Bu soruya cevaben dedik ki üç tane karine bulunmaktadır:

 

İlk karine; Hz. Peygamber'in (s.a.a.) söz konusu dört kişiyi kisa altına alıp, hanımlarının girişine engel olması.

 

İkinci karine; Hz. Ali ve Fatıma'nın (a.s.) evinin kapısında aylarca durup tathir ayetini okuması. Tarih bize Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hanımlarının da kavramın kapsamına girmesi için onlardan birisinin kapısının önüne geçip ayeti tilavet ettiğini aktarmamaktadır.

 

Üçüncü karine bu evin azametini açıklamasıdır. Önceki programda bu karinenin en önemli delillerden olduğunu belirttik. Bu karine Ali ve Fatıma'nın kapısı hariç mescide açılan bütün kapıların kapatılmasıdır. Yani bu ev, hiçbir sahabe evinin sahip olamadığı ayrıcalıklara sahiptir. Kimse bu tür rivayetler falanca ve filanca şahıs/lar hakkında da varid olmuştur demesin. Kim böyle derse biz de deriz ki belirttiğiniz rivayetler sadece Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçmektedir. Bizler ise Müslüman bilginler arasındaki ortak rivayetleri kastediyoruz. Bu tür rivayetler sadece Hz. Ali'nin (a.s.) kapısının açık bırakılmasına işaret etmektedir. Değerli izleyiciler bu hadisin tek bir isnad zincirli sahih hadis olmaktan öte, sahih isnad zincirlerinin ve geliş kanallarının da aralarında bulunduğu pek çok isnad zincirine sahip ve kanıt olarak kullanılması mümkün olan bir sahih hadis olduğunu dile getirdiğimizi hatırlayacaklardır.

 

Allame Albani'nin Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaife adlı eserinde geçen şu rivayet bunlardandır: “Ben Ali'nin kapısı hariç mescide açılan şu kapıları kapatmanızı emrettim. İçinizde bazıları ileri geri konuşmaya başladılar. Allah'a kasem olsun ki ben ne kendiliğimden kapıları kapattım, ne de bir kapıyı kendiliğimden açtım. Bu şey bana emredildi ve ben de bunu uyguladım.”[4]

 

Yani Peygamber (s.a.a.) kendi heva ve hevesinden konuşmaz. Onun konuşması vahye dayalıdır. Dolayısıyla O'nun Hz. Ali'nin (a.s.) kapısı hariç diğer kapıları kapatması Allah'ın emriyledir.

 

Soru; bu metni içeren bu rivayet sened açısından sahih midir?

 

“Bu metin zayıftır veya Hakim ya da Hakim dışında başka bir muhaddis bunu sahih görse de sened açısından sorunludur. Acaba Allame Albani bu konuda ne diyor?' denebilir.

 

O şöyle diyor: “Hz. Ali'nin (a.s.) kapısı hariç mescide açılan kapıları kapatınız, içeriğinde bir hadis aktarılmıştır. Bu hadisin isnadı ceyyiddir/sahihtir. İsnad zincirini oluşturan raviler de sikadırlar. Hadisin sahih oluşunu ispat noktasında hadisin birçok şahidlerinin bulunuşu yeterlidir. Rivayet hakkında İmam Suyuti'nin el-Leali'l-Masnua adlı eserine müracaat ediniz.”[5]

 

Hadisle ilgili değerlendirme Allame Albani'nin adres gösterdiği Suyuti'nin el-Leali'l-Masnua adlı eserinde geçmektedir. Kitapta bu hadisin sahih oluşunu gösteren onlarca rivayet bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki Allame Albani el-Leali'l-Masnua bu adrese işaret etmektedir.[6]

 

Eğer “Bizler Allame Albani'yi taklid etmiyoruz,” denirse İbn Hacer'in “Bu hadis birbirini destekleyen ve kuvvetlendiren çeşitli kanallara sahiptir. Hadisin genelinin kanıtlandırılmaya elverişli olması bir yana, her bir kanalı da delil olarak kullanılmaya elverişlidir”[7] sözleri hakkında ne diyorsunuz peki? Ayrıca değerli izleyiciler önceki programda bahsi geçtiği üzere Kettani'nin de Nazmü'l-Mütenasir adlı eserinde bu rivayetin mütevatir hadislerden olduğuna işaret ettiğini hatırlayacaklardır.

 

Bu hadis tathir ayetinde geçen “Ehl-i Beyt” kavramının muradını açıklayan temel karinelerdendir.

 

- Sunucu: Eğer durum sened açısından açıkladığınız gibi mütevatir ve sahih ise Şeyh İbn Teymiyye'nin hadisin uydurma olduğuna dair iddiası nereden kaynaklanıyor? Rivayetin uydurma oluşu sanki kesin bir kabulmüşçesine bir ifade kullanıyor çünkü.

 

- Bu açıklamalarımız hatırlatma kabilinden olsun. “Hatırlat, zira hatırlatma müminlere yarar sağlar.” O şöyle demektedir: “İbn Mutahhar el-Hılli'nin ‘Hz. Peygamber (s.a.a.) Ali'nin evi hariç bütün kapıları kapattırdı' sözü de Şia'nın mukabele yoluyla uydurduğu rivayetlerdendir.”

 

İbn Teymiyye bu rivayetin uydurma olduğu bilgisine nasıl ulaştı? İlginç olan nokta şudur ki İbn Teymiyye, Ali ve Ehl-i Beyt'in (a.s.) faziletleriyle ilgili konularda kör bir mukallid olurken, diğer konularda veya başka şahıslarla ilgili rivayetlerde uzun incelemelere girişir ve bir muhakkik gibi davranır.

 

Bu söz ilk olarak İbn Cevzî'nin el-Mevzuat adlı eserinde geçmektedir. Resûlullah'ı (s.a.a.) şöyle buyururken işittim: Hz. Ali'nin (a.s.) kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatınız, hadisiyle ilgili rivayetleri aktardıktan sonra şöyle der: “Bu hadislerin hepsi rafızilerin uydurmalarındandır. Onlar bu uydurma rivayetlerle ‘Ebubekir'in kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatınız' şeklindeki sahihliği konusunda ittifak edilen hadise karşılık vermek istemişlerdir.”[8]

 

İbn Cevzî aslında Hz. Ali'ye (a.s.) ait olan “seddü'l-ebvab” rivayetlerinin farklı isnadlarının olduğunu ikrar etmektedir. Pasajda geçen “ittifak edilen” ifadesinden kasıt Ehl-i Sünnet nazarında ittifak edilmesidir. Yani onlar faziletin Ebubekir'e ait olduğunu bildiren rivayetin sahihliğine, Hz. Ali'ye nispet edenlerin ise uydurma ve düzmece olduğuna inanıyorlar.

 

İlim ehlinden olduğunu iddia eden bazı kimselerin bu eseri karşımıza çıkarmamaları için aziz dostların bu eserin güvenilir olup olmadığını bilmelerini istiyorum. İbn Cevzî'nin el-Mevzuat adlı eserinde zikrettiği rivayetlerin hepsi uydurma değildir. Bunu Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinin bir bölümü belirtmiştir. Bu açıklamamızın şahidi Hafız İbn Kesir'in el-Baisü'l-Hasis adlı eserindeki ifadeleridir. İbn Kesir bu eserinde şöyle demektedir: “Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî uydurma hadisler konusunda dopdolu bir kitap telif etti.  Ancak ne var ki eserine uydurma olmayan bazı rivayetleri de kattı.”[9]

 

Bu metne talik düşen Allame Ahmed Muhammed Şakir ise şöyle der: “İbn Hacer el-Askalani, el-Kavlu'l-Musedded fi'z-Zebbi ani'l-Müsned adında bir eser telif eder. Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'ini savunmak isteyen İbn Hacer, Mevdûât'ta geçen ve uydurma olduğuna hükmettiği 24 Müsned rivayeti nedeniyle İbnu'l-Cevzî'yi tenkit hatta reddeder… İbn Cevzî'nin garip davranışlarından birisi de uydurma hükmünü vermede acele vermek suretiyle Sahih-ü Müslim'de de uydurma rivayetler olduğunu zannetmesidir.”[10]

 

Ben kimi televizyon kanallarında veya başka mahfillerde sırf İbn Cevzî'nin el-Mevzuat adlı eserinde geçiyor diye bazı hadislerden kurtulmak isteme şeklinde karşılaştığımız ilmî olmayan bu davranışa dikkat çekmek istiyorum. İşte Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinin, en azından İbn Hacer'in İbn Cevzî hakkındaki değerlendirmesi!

 

Soru; İbn Hacer, İbn Cevzi'ye ilişkin değerlendirmesini hangi eserinde yapmaktadır? Şimdi İbn Hacer'e soruyoruz. Ali'nin kapısı hariç mescide açılan bütün kapıları kapatınız rivayeti belirtmiş olduğunuz 24 hadisten biri midir, değil midir?

 

İbn Hacer Fethü'l-Bari adlı eserinde şöyle der: “İbn Cevzî bu hadisi el-Mevzuat adlı eserine almakla çok büyük ve çirkin bir yanlışlığa düşmüştür. O, bu konuda kimi sahih hadisleri reddetme gibi bir tavır ortaya koymuştur. Faziletin Ebubekir ve Hz. Ali'ye (a.s.) ait olduğunu bildiren rivayetler arasında muaraza olduğunu vehmetmiştir. Halbuki iki olayın arasındaki çatışmayı gidermek pekala mümkündür.”[11]

 

İbn Hacer görüldüğü gibi İbn Cevzî'nin birçok hadiste yanlışa düştüğünü söylemektedir. İbn Cevzî'nin bu tavrı sadece bu fazileti Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'ten (a.s.) olumsuzlamak amaçlıdır. İbn Cevzî, bu fazileti olumsuzlamak için rivayet uydurmadır, diyor. İbn Hacer ise işaret ettiği metotla rivayetlerin arasındaki çelişkiyi gidermek suretiyle faziletin hem Ebubekir'e hem de Ali'ye (a.s.) ait olduğunu söylüyor. Bizler bu konuda onunla uyuşamıyoruz. Zira bu faziletin Ebubekir'e ait olduğunu bildiren rivayet bizim nazarımızda kesin değildir. Ancak ben onun söz konusu hadisin el-Mevzuat adlı eserde geçişine dair nasıl bir değerlendirmede bulunduğuna işaret etmek için bu ifadelerine değindim.

 

Ayrıca “seddü'l-ebvab” hadisinin uydurma olmadığını söyleyenler arasında İmam Suyuti de bulunmaktadır. O'nun el-Leali'l-Masnua adlı eserinde İbn Cevzî'ye yakıcı bir eleştirisi mevcuttur. O bu hadisi naklettikten sonra şöyle der: “Hz. Resûlullah  (s.a.a.) mescide açılan bütün kapıların kapanmasını emretti. Hz.  Ali'nin (a.s.) kapısına dokunmayıp olduğu gibi bıraktı.

 

Ben derim ki; Hafız İbn Hacer, el-Kavlu'l-Musedded fi'z-Zebbi ani'l-Musned adlı eserinde İbn Cevzî'nin bu hadisin batıl ve uydurma olduğuna dair görüşünün dayanaksız olduğunu söyler. İbn Cevzî'nin gösterdiği yegane delil bu hadisin Sahiheyn'de geçen rivayetle çelişiyor olmasıdır. İbn Cevzî'nin bu davranışı sırf bir vehim yüzünden sahih hadisleri reddetmektir. Rivayetlerin arasının bulunması olanağı mevcutken bunlardan birinin uydurma olduğuna hükmetmek yaraşır bir davranış değildir.”[12]

 

Cem' etme olanağının bulunmaması halinde dahi İmam Suyuti'ye göre bizim bu tür hadislerin uydurma olduğunu söyleyerek atma hakkımız bulunmamaktadır. Zira ilerde hadislerin arasındaki tearuzu giderebilme imkanı doğabilir.

 

Suyuti'nin ifadeleri şu anlama gelmektedir: Yani bir kişi bu rivayetlerin arası bulunamıyor derse biz deriz ki; belki de biz aralarını bulamıyoruz. İlerde ulemanın bu rivayetlerin arasını bulması mümkündür. Öyleyse sahih hadisi zayıf diyerek niçin atalım? Ancak Ümeyyeoğullarını ve Muaviye'yi öven hadisler söz konusu olduğunda bu tür kişilerin eserler telif ettiklerini ve bu tarz rivayetleri sahih göstermek için bin dereden su getirdiklerini görüyoruz. İçlerinden Hz. Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) hakkındaki bir hadisi sahih saymak için çaba gösteren Allah'a ve Resulüne iman eden bir kişiyi göremezsin!

 

Suyuti devamla şöyle der: “O esnada hadislerin arasındaki tearuzu giderebilmenin son derece güç olması bundan sonra da olanaksız olmasını gerektirmemektedir. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. Bu tür durumlarda takvalı davranmak hadisin batıl oluşuna hükmetmemeyi gerektirmektedir. Tearuzu giderebilme yolu bulunamazsa, başka birileri tearuzu ortadan kaldırıp sorunu çözünceye kadar beklenmelidir. Bu hadis de bu türden rivayetlerdendir. Seddü'l-ebvab faziletinin Ali'ye ait olduğunu bildiren bu hadis çeşitli kanalları bulunan meşhur bir rivayettir. Bu kanalların her biri de hasen hadis mertebesinin altında değildir. Bu kanalların toplamı ehl-i hadisten bir çoğunun tarikinden gelmekle hadisin sahihliğini kesinleştirmektedir.”[13]

 

Bu sözler hadisi uydurma olarak kabul eden İbn Cevzî'ye ve İbn Teymiyye'ye yöneliktir. Peki buna göre İbn Cevzî ve İbn Teymiyye müttaki ve vera ehli midirler yoksa değil mi? Konu Hz. Ali ile ilgili olunca bunlar Allah'a imanlarına varıncaya kadar her şeyi unutmaktadırlar. “Bu hadis farklı kanalları bulunan meşhur bir rivayettir” ifadeleri Suyuti'nin İbn Hacer'den alıntısıdır. İbn Hacer sözünü doğrudan İbn Cevzî'ye yöneltse de aslında bu serzeniş İbn Teymiyye'ye de yöneliktir. Ancak o, İbn Teymiyye'nin sözlerini gözü gibi bilmesine rağmen doğrudan ona hitap etmek istemiyor. Ezcümle bu hadis ahad haber değildir ki zannî olsun. Hadis kesinlik, tevatür ve yakin doğurma mertebesine ulaşmıştır.

 

Bu tür hadislerde verayı ve takvayı gözetmeyen İbn Teymiyye'nin “Seddü'l-ebvab hadisleri Şia'nın uydurmalarındandır” şeklindeki ifadelerine bir bakınız! Biz en azından akide ve çağdaş mezhepler sahasında akademisyen olan muhakkik Doktor Muhammed Reşad Salim'den bu bilgilere işaret ederek not düşmesini beklerdik.

 

O şöyle demektedir: “Bu hadisler Şia'nın uydurmalarındandır.”[14] Muhterem sen bir akademisyensin! İlmî emanete sahipsen bu sözü naklettiğin gibi İbn Hacer'in, Allame Albani'nin, İmam Suyuti'nin ve Şeyhü'l-İslam Şevkani'nin de açıklamalarını da aktarmalıydın.  Bakınız Muhammmed İbn Ali eş-Şevkani el-Fevaidü'l-Mecmua adlı eserinde benzer açıklamalarda bulunuyor ve şöyle diyor: Hz. Resûlullah'tan (s.a.a) gelişi kesin olan bir hadisi hangi cüretle zayıf sayıyoruz?”[15]

 

- Bütün değerli izleyicilerimize teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e de teşekkür ediyoruz. Görüşmek üzere. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuh. 

 

 

 



[1] Sikatü'l-İslam Muhammed İbn Yakub İbn İshak Kuleyni, el-Usul mine'l-Kafi, ‘Yeryüzü hüccetten yoksun olmaz' babı, son basım.

[2] İbn Hacer el-Askalani, Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, C. 6, s. 603

[3] Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c.1, s.718, Hadis No:375

[4] Albani, Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaifa ve'l-Mevdua, c. 6, s. 480, Hadis No: 2929

[5] Age, s. 481-2

[6] Hafız Celalüddin es-Suyuti, el-Leali'l-Masnua fi'l-Ehadisi'l-Mevdua, c.1, s. 317,tahriç ve talik Muhammed  Abdullah Abdülmunim c.1, s.317 Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 2. Basım, 1428

[7] El-Askalani, Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, c.7, s.20

[8] Ebü'l-Ferec İbn Cevzî, el-Mevzuat mine'l-Ehadisi'l-Merfuat, c. 2, s. 136, tahkik ve talik Doktor Nureddin İbn Şükri İbn Ali, Advaü's-Selef

[9] Hafız İbn Kesir, el-Baisü'l-Hasis Şerh-ü İhtisar-i Ulumi'l-Hadis, Şerh Allame Ahmed Muhammed Şakir, Talik  Muhammed Nasırüddin Albani,Mektebetü'l-Mearif, Riyad, 1417

[10] Age, agy.

[11] Fethü'l-Bari Şerh-ü Sahihi'l-Buhari, c.7, s. 20

[12] el-Leali'l-Masnua fi'l-Ehadisi'l-Mevdua, c.1, s.317,

[13] Age, agy.

[14] İbn Teymiyye Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c.3, s. 223,

[15] Şeyhü'l-İslam İmam Muhammed İbn Ali eş-Şevkani, el-Fevaidü'l-Mecmua fi'l-Ehadisi'l-Mevdua, s. 362

 

Çev: Cevher Caduk

 

medyasafak.com