Franklin Lamb: İslami Cephe'ye 6 Milyar Dolar Yardım Talebi

Franklin Lamb: İslami Cephe'ye 6 Milyar Dolar Yardım Talebi
Körfez İşbirliği Konseyi’ne üye devletler – Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri – ve beraberinde bazı Arap Birliği ülkeleri, Türkiye ve İsrail, aktarıldığına göre geçen hafta kendilerini, Suriye’de yakın zamanda kurulan İslami Cephe’yi güçlendirmek için yaklaşık 6 milyar dolar aktarılmasını sağlamaya adadı.

Bibi ve Bender Obama'yı rahat bırakmıyor: altı milyar altı trilyondan çok daha az!

 

Franklin Lamb

 

El Menar

 

Körfez İşbirliği Konseyi'ne (KİK) üye devletler – Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri – ve beraberinde bazı Arap Birliği ülkeleri, Türkiye ve İsrail, aktarıldığına göre geçen hafta kendilerini, Suriye'de yakın zamanda kurulan İslami Cephe'yi (İC) güçlendirmek için yaklaşık 6 milyar dolar aktarılmasını sağlamaya adadı. “Amerika'nın en iyi dostları”, Obama yönetiminin tahmini yedi “ılımlı” isyancı grubun ittifakıyla kurulmuş olan bu yeni cepheyi finanse ederek, silahlandırarak, eğiterek, savaşçıların hareketini kolaylaştırarak ve genel olarak koreografisini yaparak Suriye hükümetini devirme planına destek olmalarını istiyor.

 

Aktarıldığına göre Suudi istihbarat şefi Bender bin Sultan'ın temsilcileri, Capitol Hill'deki Kongre üyelerine, İC'yi desteklemek suretiyle Esad rejimini yenilgiye uğratmak için milyarlarca dolar harcamanın vergi bakımından anlamı olduğunu ve Savaş Maliyetleri projesinin parçası olarak Brown Üniversitesi'nin yakın zamanda yaptığı çalışmanın hesap çıkardığı altı trilyon dolarlık rakamdan çok daha az maliyeti olacağını anlattı.  ABD'nin Irak, Afganistan ve Pakistan savaşlarının maliyetini inceleyen nihai Brown çalışmasının 2013 güncellemesine göre, bu üç savaşın toplam maliyeti altı trilyon dolar. Daha önce açıklanmamış olan bu rakam, doğrudan ve dolaylı Kongre harcamalarını, yitirilen teçhizatları, ABD ordusu ve yabancı üstlenicilerin yolsuzluklarını ve yaralanan Amerikalı askerler ve ailelerinin tedavi masraflarını kapsıyor.

 

KİK destekli yeni koalisyona katılan İslamcı milis güçleri arasında, Halep'in en büyük savaşçı gücü olan Liva el-Tevhid, Selefi Ahrar el-Şam, Sukur el-Şam, El-Hak Tugayları, Ensar el-Şam ve Şam civarında konuşlanmış İslam Ordusu bulunuyor. Kürt İslam Cephesi'nin de ittifaka katıldığı aktarılıyor.

 

İC'nin beyan edilen amacı, gerektirdiği insani ve maddi bedel ne olursa olsun Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetini yıkmak ve yerine bir “İslam devleti” geçirmek. Yeni koalisyonun sözcüsü Ebu Firas, “şimdi Suriye'de savaşan büyük askeri güçlerin tam kaynaşmasını gerçekleştirdik” beyanında bulundu.

 

Şeklen 22 Kasım 2013 tarihinde ilan edilen İC, önceki üç şemsiye örgütten – Suriye İslam Cephesi (SİC), Suriye İslami Kurtuluş Cephesi (SİKC) ve Kürt İslam Cephesi (KİC) - grupları da içeriyor. SİC'den Ahrar el-Şam el-İslamiye, Ketaib Ensar el-Şam ve Liva el- Hak ile KİC'nin tamamı ve eski SİKC tugaylarından Sukur el-Şam, Liva el-Tevhid ve Ceyş el-İslam bu yeni cepheye katıldı. Bu grupların hiçbiri ABD tarafından yabancı terör örgütleri listesine alınmadı ve bu yüzden, bir İsrail yetkilisinin bu hafta AIPAC ve Kongre'yle yapılan bir toplantıda söylediği gibi, ABD'nin onları finanse etmesinin ve desteklemesinin önünde bir engel yok. Sözünü ettiğimiz İsrail yetkilisi, ülkenin yeni ulusal güvenlik danışmanı Yossie Cohen, Kongre'nin temel liderlerine İC'yi meydana getiren on binlerce isyancının “tek politikayı ve tek askeri komutayı” destekleyeceğini temin ediyordu. Cohen ayrıca, bu yeni grubun, onların başlıca rakipleri olan diğer Müslüman milisler – örneğin El Nusra veya Irak ve Şam İslam Devleti – kadar “çılgın” olmadığına dair güvence verdi. Cohen ve AIPAC ayrıca Kongre üyelerine ve personeline, İC'nin ortaya çıkışının savaştaki en önemli gelişmelerden biri olduğunu söylüyor ve yeni oluşumun yedi örgütü tek bir komuta altında bir araya getiren birleşik bir güç olduğunu anlatıyor; CIA, bu gücün toplam savaşçı sayısını 75 bin olarak tahmin ediyor. Aktarıldığına göre amaç, rejim güçlerinin kırılmasını sağlayacak şekilde kuzeydeki savaşı güneydeki savaşa bağlamak ve Suudi-İsrail ekibi ayrıca Obama Yönetimi'nden, Türkiye, Suriye ve Ürdün'de CIA'in eğittiği isyancıların aylık “mezun” sayısını iki kattan fazla arttırmasını – ayda 200'den ayda 500'e çıkarmasını istiyor.

 

KİK/Arap Birliği/İsrail ekibinin Batılı müttefiklerinden (yani esas olarak ABD'den) istediği şey, İC'ye derhal 5,5 milyar dolarlık finansman sağlanması. İsrail güvenlik yetkililerine göre bu, son on yıldır ABD'nin terörist savaşlarda harcadığı 6 trilyon dolarla karşılaştırıldığı zaman devede kulak kalıyor. Dahası, Esad rejiminin devrilmesinden ve İran'ın büyüyen nüfuzunun kırpılmasından da “kazanç” elde edeceği varsayılıyor. Planın Obama yönetimi içinde yer alan bazı kişiler tarafından “gülünç ve patetik” bulunduğu ifade ediliyor. Bununla birlikte Tel Aviv, ABD Kongresi'ndeki Siyonist lobi ve daha küçük bir ölçekte Ankara, İC'yle bağlantı kurmanın şimdi anlamı olduğunu ve El Kaide ile ilgili olarak gerekeni daha sonra yapabilecekleri varsayımıyla Obama yönetimine basınç yapıyor. İronik bir şekilde, AIPAC'ın Kongre ekibinden bazı kişiler dört yıl önce El Kaide'nin “ip üstünde olduğunu ve yakında çökeceğini” söylüyordu. Ancak şimdi iyimser bir şekilde, Esad'ın gitmesi halinde “teröristlerle baş edebiliriz ve bu altı trilyon dolara mal olmaz” diyorlar.

 

AIPAC ile büyük ölçüde aynı fikirde olan kişilerden birisi, yakın bir zamanda “ben kalben Çay Partisi üyesiyim” diyen Temsilciler Meclisi üyesi Duncan Hunter (Cum.-CA). Temsilciler Meclisi'nin Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi olan Hunter, ABD'nin Tahran'a karşı nükleer silah kullanması gerektiğini düşünüyor. Bu hafta Fox TV'ye verdiği bir röportajda, İran'la her türlü görüşmeye karşı olduğunu açıkladı ve ABD politikasının İran'ı “yirmi veya otuz yıl geriye” götürmek üzere, “taktik nükleer cihazların” kullanılacağı “büyük çaplı bir hava saldırısı kampanyasını” içermesi gerektiğini söyledi.

 

Halep ve Şam'daki kaynaklara göre, İC'nin üst düzey liderliği beş veya yedi grup arasında bölüştürüldü. En azından 5 Aralık 2013 itibariyle bu böyleydi. İC'nin ilan edilmesinden dört gün sonra örgüt, resmi bir nizamname yayınladı. Temel mimarisi bakımından bu belge, Ocak ayında SİC tarafından yayınlanan belgeye benziyor, fakat yeni versiyon diğer milis açıklamalarına göre daha fazla genellemelerle dolu ve üye gruplar arasındaki farklı fikirleri bağdaştırmak üzere tasarlanmış gibi görünüyor. Nizamname bir İslam devleti ve Şeriat kanununun uygulanması çağrısı yapıyor, ancak bunun ne anlama geldiğini tam olarak izah etmiyor. İC, laikliğe, insanlar tarafından yapılan kanunlara (kanunların insanlardan değil, Allah'tan geldiğine inanıyorlar) sivil hükümete ve ayrı bir Kürt devletine karşı. Nizamname, Esad sonrası Suriye'de azınlık haklarının Şeriat temelinde korunacağını söylüyor; bu ise Hristiyanlar ve diğer azınlıklar için zımmilik (“korunan halklar”) sistemi veya fiilen ikinci sınıf vatandaşlık anlamına gelebilir. Lübnan'daki Suudi yetkililere göre İC, Allah'ın hakimiyetini kabul etmeleri şartıyla diğer isyancı grupları da birleştirmek istiyor. Bu ‘ılımlı' ifade nedeniyle, bazıları güneydeki İttihad el-İslami li-Ecnad el-Şam grubunun da İslami Cephe'ye katılmasını bekliyor.

 

İC'nin önde gelen yabancı amigosu olan Netanyahu hükümetine göre, bu yeni koalisyon Suriye'de rejim değişikliği isteyenlerin çağrı yaptığı şeyin somutlanmış hali. Suriye çatışmasını izleyen bir analist olan Aron Lund, El Kaide fraksiyonlarını dışlayacak şekilde ana akım ve tutucu İslamcıların bir araya gelmesini anlamlı buluyor ve “eğer tutarsa, çok önemli olabilecek bir şey” diyor. “İslami Cephe'nin oluşumu, hem rejimin ilerlemesine, hem de cihadçıların diğer isyancılara karşı ‘saldırgan tutumuna' bir yanıttı. Aynı zamanda, özellikle Suudilerin ve KİK üyelerinin isyancıları birleşmeye zorlaması bakımından, dışarıdan gelen yerinde bir müdahalenin ürünü.”  

 

İşgal Altındaki Filistin'den gelen ve Netanyahu rejiminin Suriye'deki kriz hakkında endişe duymadığı veya krize pek ilgi göstermediği yönündeki haberlerin aksine Tel Aviv'de, İran'la birlikte Hizbullah'ın önde gelen mücahitlerini kaybedip kendi “Vietnam deneyimi”ni yaşamasından duyulan mutlulukla birlikte, bir kez daha Müslüman ve Arapların birbirini öldürüyor olması nedeniyle belli bir haz duyulduğu görülüyor. Tüm bunlara rağmen, İsrail hükümet çevrelerinin, Hizbullah'ın Suriye'deki kazanımları karşısında yakında panik duyulacağı aktarılıyor. Doğruyu söylemek gerekirse Tel Aviv, Hizbullah'ın insan gücü kayıplarına rağmen Lübnan'ın hakim siyasi partisinin güçlerini bir hayli geliştirdiğini biliyor. Güçlerin bu denli canlandırılması konusunda, şehir savaşı deneyiminden daha iyi bir alternatif olmadığını da biliyor. İsrailli yetkililer ayrıca, Direniş'in, farklı inançlara rağmen tek ve ortak bir amacı paylaşan Hizbullah dışındaki tugayları örgütlediğine inandıklarını belirttiler. Bu ortak amaç, her tür aracın kullanılmasıyla Kudüs'ün özgürleştirilmesidir.

 

Bir ABD Kongresi kaynağı, yeni Netanyahu hükümetinin Hizbullah'ı zayıflatma projesinin bir parçası olarak bu hafta önde gelen bir Hizbullah komutanına suikast düzenlenmesi konusunda Obama yönetiminin yaklaşımının ne olduğunu özetledi. 3-4 Aralık gecesi Hassan Lakkis'in suikast sonucu öldürülmesi Washington'da özel öneme sahip bir gelişme olarak görüldü, zira Lakkis, İsrail ve Filistinlilerle ilgili stratejik dosyalardan sorumluydu ve aynı zamanda bir dizi temel operasyonu yürütmüştü. Direniş komutanı, Hizbullah için insansız uçakların geliştirilmesi ve Mısır üzerinden Gazze'ye silah kaçırılması meseleleriyle yakından ilgileniyordu. Aynı zamanda Gazze, Suriye ve Lübnan'daki Filistinli fraksiyonlarla yakın ilişkilere sahipti. Lakkis Washington tarafından, hayli önemli bir kadro ve ikinci dereceden Hizbullah yetkilisi olarak görülüyordu. Bir analiste göre “İsrail adeta Hizbullah'a ‘gel ve benimle savaş' der gibiydi. İsrail, Batı'yla İran arasındaki anlaşma karşısında altüst olmuş durumda. Aynı zamanda Batı'nın Hizbullah karşısındaki yeni duruşu, yani Parti'yi Tekfircilere karşı çıkan bir güç olarak görmesi karşısında da altüst olmuş durumda. Bu yüzden İsrail'in suikastin arkasındaki amacı, partiyi bir çatışmaya sürüklemek ve böylelikle Tel Aviv'in Batı'ya ‘Hizbullah hâlâ bir terör örgütüdür' demesini sağlamaktır.”

 

ABD Dış İlişkiler Komitesi'ne yakın kaynaklara göre Beyaz Saray, İran'ın nükleer meselesinde tansiyonu düşürerek ve Şam'ı bombalamayı reddederek yaptığı “korkunç tarihi hata” karşısında “düzeltici önlemler” alması için ABD'deki Siyonist lobiden ve Netanyahu hükümetinden gelen yoğun baskılar altında. Her ne kadar Washington'da, gerçekte ne kadar “düzeltici” olacağı konusunda şüpheler sürse de, gerçekleştirilmesi için baskı yapılan önlemler elbette İC'nin finanse edilmesi ve desteklenmesi. 5.5 milyar dolarlık “yatırım”, ABD'nin ve ve Siyonistlerin katkısıyla büyük ölçüde KİK/Arap Birliği ülkeleri tarafından ödenecek. ABD ve Siyonistlerden gelecek nakit para, doğrudan ve dolaylı olarak Amerikalı vergi mükelleflerinin cebinden çıkacak – İsrail hiçbir şey ödemeyecek.

 

Bazı Washington yetkilileri ve analistleri, ABD'nin katılımının, aralarındaki husumetle nam salmış isyancı grupları birleştirip Suriye'de El Kaide'nin büyüyen gücünü engelleme sonucu mu vereceğini, yoksa bunun sadece, maskara Bender Bin Sultan'ın tertip ettiği çok sayıda projeden bir diğeri – bu kez, temel olarak El Kaide'nin yanında Suriye rejimiyle savaşma amacıyla hiyerarşik bir devrimci ordu yaratma projesi – mi olduğunu merak ediyorlar.  Bir Kongre üyesine göre bu hafta Savunma Bakanı Chuck Hagel, “İsrail-Suudi ekibi ABD'yi yeniden, derinleşme potansiyeli olan bir bataklığa sürüklemeye çalışıyor” diyerek kişisel şüphelerini ifade etti ve göründüğü kadarıyla Obama yönetiminin, Cenevre 2 konferansının gerçekleşeceği – eğer gerçekleşirse - zamana kadar Esad hükümetiyle devam etme yönünde var olabilecek her tür planı sekteye uğratma girişimini kastetti.

 

Amerikan kamuoyunda da pek çok kişinin şüpheleri var, zira kendilerine hükümetlerinin, Amerika'nın altyapısını, yollarını, sağlık ve eğitim sistemini yeniden inşa etme lehinde olacak şekilde Ortadoğu savaşlarını “dindirmekte” olduğu söyleniyor ki tüm bunlar, özellikle de eğitim sistemi ciddi sıkıntılar içinde gibi görünüyor. En son yapılan ve bu hafta yayınlanan uluslararası araştırmaya göre, Şangay'da bulunan on beş yaşındaki ortalama Çinli öğrenci, Amerika'nın Massachusetts'teki en iyi öğrencilerinden iki yıl ileride. Lise öğrencilerinin aldığı, özellikle matematik, okuma ve fen bilimleri derslerindeki notlar, Şangay, Singapur, Hong Kong, Tayvan veya Japonya'daki öğrencilerin elde ettiği notlardan belirgin derecede düşük. ABD listenin aşağılarında ve daha da aşağı iniyor; ayrıca araştırma, açığın genişlediğini ileri sürüyor.

 

Bu son Suudi-İsrail-Arap Birliği işbirliğinin, ötekiler gibi başarısız olup olmayacağını söylemek için henüz erken, fakat Obama yönetiminin ABD'nin Ortadoğu politikasını Tel Aviv'den geri alma yönündeki süregiden çabaları, ilave olarak da Amerikalı vergi müklleflerinin Filistin'deki işgalin finanse edilmesine karşı büyüyen tepkileri arasında Netanyahu hükümetine verilen desteğin gözle görülür şekilde azalması düşünüldüğünde, bu projenin çökmesi gayet muhtemel.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com