2001’deki şarbon saldırılarında İsrail’in rolünün titizlikle incelenmesi

2001’deki şarbon saldırılarında İsrail’in rolünün titizlikle incelenmesi
Eylül 2001 sonlarında, 11 Eylül’den birkaç hafta sonra Amerika Birleşik Devletleri, Bush rejiminin “ikinci dalga” terörizm olarak adlandırdığı şeyle sarsıldı. Önde gelen medya figürlerinin ve iki Amerikalı senatörün posta kutularına ölümcül şarbon sporları enjekte edilmiş mektuplar geldi. 5 kişi öldü ve 17 kişi enfeksiyona maruz kaldı.

 

 

Brandon Martinez

 

Press TV

 

 

Eylül 2001 sonlarında, 11 Eylül'den birkaç hafta sonra Amerika Birleşik Devletleri, Bush rejiminin “ikinci dalga” terörizm olarak adlandırdığı şeyle sarsıldı. Önde gelen medya figürlerinin ve iki Amerikalı senatörün posta kutularına ölümcül şarbon sporları enjekte edilmiş mektuplar geldi. 5 kişi öldü ve 17 kişi enfeksiyona maruz kaldı.

 

Bush rejimi ve ana akım ABD medyası, şarbon saldırılarını 11 Eylül'ü gerçekleştirenlerle aynı kişilerin işi gibi göstermek için ortaklaşa çaba gösterdi. Bu bir anlamda doğruydu, fakat 11 Eylül'ün ve arkasından gelen şarbon fiyaskosunun arkasındaki kişiler El Kaide üyeleri veya İslam inancına sahip kişiler değildi.

 

11 Eylül'ün arkasından Amerikan kamuoyuna çok açık ve elle tutulur bir propaganda modeli yutturuldu. İsrail ve ABD'den Siyonistler, Pearl Harbour'dan beri Amerikan toprağında gerçekleşen en büyük saldırının sorumluluğunu birilerine yükleme konusunda öncü rol üstlendi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Siyonistler parmaklarını hemen, Hamas ve Hizbullah gibi direniş gruplarından, Irak, İran ve Suriye gibi ülkelere kadar, Ortadoğu'daki bütün rakiplerine ve düşmanlarına yöneltti.

 

İsrail'in düşmanları, Amerika'nın da düşmanları olarak betimleniyordu. Siyonistler, İsrail ve Amerika'nın “karanlık güçleri” birlikte yenebileceğini söylüyordu. İsrail'in yavan ima ve Orwellci projeksiyon kampanyası, 11 Eylül saldırılarını izleyen birkaç saat içinde kendini gösterdi. İsrailli politikacılar Ariel Şaron, Benyamin Netanyahu, Ehud Barak ve Şimon Peres'in hepsi, 1980'lerde Likudnikler tarafından türetilmiş bir terime başvurarak ABD'ye ve diğer Batı güçlerine, küresel düzeyde “terörizmle savaş” başlatma çağrısında bulundu.

 

İsrail askeri istihbarat servisi Aman ve eski Mossad şefi Rafi Eytan, 11 Eylül'den kısa süre sonra yüzsüzce dezenformasyon yayarak Irak'ın saldırılarda rolü olduğunu iddia etti. Ağustos 2001'de Mossad CIA'e, El Kaide ve Irak'ın birlikte çalıştığı ve ABD'nin önemli simgelerine karşı terör saldırıları hazırladığına dair, propaganda amaçlı bir “uyarı” göndermişti. Hepsi de her bakımdan İsrail rejiminin ABD'deki temsilcileri konumunda olan yeni-muhafazakârlar, doğrudan Washington Post, New York Times ve diğer Siyonist kontrollü medya kuruluşlarının serbest kürsü sayfalarına giderek, Arapları ve genel olarak Müslümanları 11 Eylül'ün destekçileri ve dünyadaki bütün terörizmin kaynağı olarak betimlemeye çalıştı.

 

Aynı Siyonist aldatmaca yöntemi, şarbon saldırıları konusunda da görülmektedir. İsrail taraftarları derhal, şarbonlu mektupların gönderilmesiyle Irak ve El Kaide arasında bağ kuracak bir propaganda girişimi için seferber oldu.

 

Çeşitli vesilelerle [eski] ABD Başkanı George W. Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney gazetecilere, ölümcül postaların gönderilmesinde muhtemelen El Kaide'nin parmağının olduğunu söyledi. Uysal ana akım medya, bu temelsiz iddiayı sorgusuz sualsiz tekrar etti. 27 Ekim 2001 tarihinde London Times'ta yayınlanan dudak uçuklatıcı bir dezenformasyon haberi, bir Iraklı yetkilinin 11 Eylül'ün harcadığı Muhammed Atta ile Nisan 2011'de Çek Cumhuriyeti'nde bir araya geldiğini iddia etti. Haberin devamında bu görüşmede Iraklı yetkilinin Atta'ya bir şarbon şişesi verdiği ileri sürülüyordu. Bu şüpheli iddianın kaynağı da makalenin içinde belirtilmişti: İsrail güvenlik kaynakları. Daha ileride Çek yabancı istihbarat şefi Frantisek Bublan, bu varsayımsal görüşmenin hiçbir zaman gerçekleşmediğini ve bunun ilgili tarafların propaganda amaçlı icadından başka bir şey olmadığını açığa çıkardı. Bublan, Prague Post gazetesine “Atta ile [Iraklı yetkili] el-Ani arasında sözde ‘Prag teması'nın gerçekleştiğinin ileri sürülmesi, Saddam Hüseyin'e karşı yeni bir askeri eylem için bahane arayan ABD'li politika yapıcılar tarafından gerçekleştirilmiş bir manevra olabilir” şeklinde konuştu.

 

Irak/El Kaide propaganda anlatısı dağıldığı zaman FBI, ABD biyolojik silah üretimi yapısı içinden iki kişiyi hedef aldı: Steven Hatfill ve Bruce Ivins. FBI, Hatfill'i taciz etmeye başladı ve onu açıkça, şarbon soruşturmasında “şüpheli kişi” olarak adlandırdı. 



Hatfill, suçlamaları öfkeli bir şekilde reddetti ve en sonunda aklandı. Daha sonra FBI'a ve diğer ABD hükümet kuruluşlarına dava açtı ve 5 milyon dolardan fazla tazminat kazandı. Hatfill gibi Ivins'in de şarbon saldırılarının şüphelisi olması mümkün değildi.

 

Ivins'in şarbonlu mektuplarla bağlantısını kuran hiçbir kanıt yoktu ve İvins'in bunu yapması için ikna edici bir gerekçe de yoktu. FBI, kamuoyu mahkemesinde onu mahkum etmek için İvins'e karşı yoğun bir taşlama kampanyası başlattı. Dava açılıp mahkemeye çıkmasının hemen öncesinde Maryland'deki evinde aşırı dozda Tylenol alarak intihar ettiği öne sürüldü ve kısa süre sonra hastanede hayatını kaybetti. Ne kadar da uygun bir durum…

 

Ivins, Fort Detrick-Maryland'de bulunan, USAMRIID isimli bir ABD biyolojik silah tesisinde çalışıyordu. FBI'ın saldırılarda kullanılan şarbonla ilgili iddiaları buradan ileri geliyordu. Ivins'in şarbonlu mektuplarla bir ilgisinin olduğuna dair kanıt olmadığından, FBI'ın mektuplarda kullanılan şarbon sporlarının bu tesisten çıktığı yönündeki iddiasına inanmak için de bir neden yoktur.

 

Şarbon meselesiyle ilgili süreçte meydana gelen bir diğer ilginç olay ana akım medyanın doğal olarak çok az ilgisini çekti. Aynı Fort Detrick tesisinde çalışan bir Arap-Amerikalı bilim adamı, bir komplo girişiminin kurbanı oldu. Şarbon saldırılarının ilk bilinen kurbanının teyit edilmesinden kısa süre önce FBI'a, Dr. Ayad Es-saad'ı “potansiyel biyolojik terörist” olarak göstermeye çalışan anonim bir mektup gönderildi. Mektubu yazan kişi geçmişte Es-saad'la çalıştığını söylüyor ve onun ABD hükümetine karşı kan davası güttüğünü söyleyerek FBI'a onu durdurma çağrısı yapıyordu. FBI Ekim 2001 başlarında doktoru sorguladı ve kısa süre içinde şarbon saldırılarıyla hiçbir ilgisi olmadığı ortaya çıktı.

 

Tuhaf bir şekilde FBI, gerçek bir biyolojik terör saldırısından hemen öncesine geldiği için, mektubun içeriğinin ve zamanlamasının olağanüstü derecede ilgi çekici olmasına rağmen, Es-saad'ı suçlayan anonim mektubu kimin gönderdiğine ilgi göstermedi. Es-saad ise mektubu yazan kişinin şarbonlu mektuplarda parmağı olduğundan şüphe etti ve Arap kökeninin onu “mükemmel günah keçisi” haline getirdiği yönünde görüş belirtti.

 

Komplo mektubunun kaynağı, bir mikrobiyolog ve ve ABD Ordusu'nda Yarbay olan Dr. Philip Zack isimli bir kişi olabilir. Zack, 1990'ların başlarında USAMRIID'de Es-saad'la birlikte çalışmıştı. Zack ve laboratuarın başka çalışanları, birlikte çalıştıkları Arapların ve özellikle de Es-saad'ın gözünü korkutmak için “deve kulübü” adlı bir klik oluşturmuştu. 1991 yılının Nisan ayında bir gün Es-saad, posta kutusunda Zack ve “deve kulübü”nün diğer üyeleri tarafından yazılmış, onun Arap mirasıyla alay eden bir mektup buldu. Es-saad üstlerini bu taciz hakkında bilgilendirdiği zaman Zack ve kendisi gibi Arap düşmanı ırkçı olan birkaç kişi, tesisi gönüllü olarak terk etti.

 

1992 yılında Fort Detrick tesisinden şarbon sporları, ebola virüsleri ve başka ölümcül patojenler kayboldu. Yapılan bir iç soruşturma, birilerinin geceleyin, şarbonla ilişkili, izin verilmemiş bir araştırma yapmak üzere laboratuata girdiğini ortaya çıkardı. Araştırma ayrıca Dr. Philip Zack'ın 23 Ocak 1992 tarihinde, artık tesiste çalışmadığı sırada laboratuara izinsiz bir ziyaret gerçekleştirdiğini de açığa çıkardı. Zack'ın şüpheli geçmişine ve Es-saad'ın taciz edilmesine rağmen FBI, 2001 şarbon soruşturmasında bir şüpheli olarak ona karşı soruşturma başlatmak için hiçbir çaba göstermedi.

 

Bütün bunların çok şey ifade eden bir boyutu, şarbon bulaştırılmış mektupların, İsrail'e ve ABD'ye kızgın bir Müslüman tarafından yazılmış gibi görünecek şekilde hazırlanmasıydı. Mektuplarda “İsrail'e Ölüm, Amerika'ya Ölüm, Allah Büyüktür” ifadeleri okunuyordu. Şarbonlu mektupların gerçekte arkasında olanlar besbelli ki, otoriteleri, sorumlu olanın bir Müslüman veya bir grup Müslüman olduğunu inandırmaya çalışıyordu.

 

O halde, 2001 saldırılarında kullanılan şarbon nereden geliyordu? Araştırmacı Robert Pate, “Şarbon gizemi: çözüldü” başlıklı bir makalesinde, akla yatkın bir teori ortaya koydu. Pate bu yazısında en muhtemel suçlunun İsrail olduğunu ileri sürüyordu. Pate'in araştırmasına göre İsrail, şarbon sporlarını elde edebilecek ve farkedilmeden bunları hedeflerine gönderebilecek araçlara, gerekçeye ve olanağa sahipti. Pate, İsrail'in 1948'deki ortaya çıkışından bu yana sofistike kimyasal ve biyolojik silah programına sahip olduğunu göstermektedir. İsrail, Tel Aviv'in birkaç mil güneydoğusunda bulunan Ness Ziona'daki İsrail Biyolojik Araştırma Enstitüsü'nde  (IIBR) şarbon da dahil olmak üzere biyolojik maddeler üretmiştir.

 

Pate'e göre, “Eski Sovyetler Birliği'nden Yahudi bilim adamlarının yardımıyla İsrail'in biyolojik silah araştırmaları belki de bütün diğer ülkelerin araştırmalarını geride bırakmıştır. Sovyetler Birliği'nin biyolojik silah programı, 40 farklı araştırma ve üretim tesisinde çalışan 32 bin bilim adamına sahipti. Bu bilim adamlarından iki bini, sadece Sovyet şarbon programı üzerine çalışıyordu. Bu bilim adamlarının önemli bir kısmı İsrail'e göç etmiş ve İsrail'in biyolojik silah programlarında istihdam edilmiş olabilir.”

 

Pate, Dr. Avner Cohen tarafından hazırlanan ve İsrail'in biyolojik ve kimyasal silah kapasitelerinin çerçevesini ortaya koyan “İsrail ve kimyasal/biyolojik silahlar: Tarih, caydırıcılık ve silah kontrolü” başlıklı bir araştırma metninden de alıntılar yapmaktadır. Burada İsrail'in biyolojik cephaneliğinde şarbonun da olduğunun kesin olduğu belirtilmektedir. Cohen ayrıca araştırmasında, Siyonist çetelerin [İsrail topluluğunun] kurulması için 500'den fazla Arap köyünü tamamen yok edip nüfusunu sürdüğü 1948 tarihli ‘Nakba' sırasında Siyonist militanların Filistin'in su kaynaklarını ölümcül patojenlerle nasıl da zehirlediklerini anlatmaktadır. Pate'in belirttiği, Siyonistlerin yürüttüğü biyolojik savaşlara ilişkin tarihi örnekler ve ilave olarak Lavon olayı ve USS Liberty saldırısı örneklerinde görüldüğü gibi İsrail'in kendi “müttefik”lerine karşı yanıltma terörizmine meyilli olması onu, İsrail'in ABD'de bir biyolojik saldırı – siyasi kazanç için düşmanlarını suçlayacağı klasik bir yanıltma harekâtı – gerçekleştirmeye istekli olduğunu ve bunu yapabilecek durumda olduğuna inandırmaktadır.

 

Pate şunları yazmıştı: “Şarbon saldırılarının bir gerekçesi, bu vahşet için Arap teröristleri ve ‘haydut ülkeleri' suçlayarak, Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail'in müttefiklerine karşı saldırı başlatmasına yardımcı olmak, Amerika'yı Irak'a karşı savaşa yöneltmek ve [İsrail için] potansiyel bir tehdit olan bu ülkenin ortadan kaldırılmasını sağlamak olabilir.” Daha yukarılarda belirtildiği gibi, İsrail istihbaratı Müslümanları sorumlu göstermek için sahte bir hikaye uydurmuş ve Çek Cumhuriyeti'nde bir Iraklı yetkili ile El Kaide ele başı Muhammed Atta arasında bir görüşmenin gerçekleştiğini, bu görüşmede de şarbon alışverişi gerçekleştiğini gözlemlediklerini iddia etmişti. Eğer İsrail'in şarbon saldırılarıyla bir ilgisi yoksa, neden işin içine Irak ve El Kaide'yi katma amaçlı yalanlar yaydılar? Amerikalı yetkililer, şarbonlu mektuplarda bir Müslümanın veya Arabın parmağının olmadığını kabul ediyorlar. O halde bu aşikar yanıltma harekâtının arkasında İsrail ile, Bush yönetimi içindeki yozlaşmış Amerikalılardan başka kim olabilir?

 

Şüphesiz, Bush yönetiminin bazı üyelerinin şarbon saldırılarını önceden bildiği söylenebilir. Basın haberleri, Bush ve Cheney de dahil olmak üzere Beyaz Saray yetkililerinin, şarbon bulaştırılmış ilk mektupların ortaya çıkmasından haftalar önce, şarbon enfeksiyonuna karşı güçlü bir antibiyotik olan Cipro isimli ilaçtan yoğun bir şekilde aldıklarını ortaya çıkardı.

 

İsrail'in ve Bush yönetimi içindeki ortaklarının, kapsamlı 11 Eylül aldatmacının “ikinci aşaması” olarak bir biyolojik yanıltma harekâtı gerçekleştirdiği teorisi, 2001 senesinde ABD'de gerçekleşen şarbon saldırılarına ilişkin olasılıkların kapsamı dahilindedir. Bu, FBI'ın, mahkemeye herhangi bir kanıt sunulabilmesinden hemen önce, manidar bir şekilde ölen Bruce İvins'e karşı yönelttiği dayanıksız ve hâlâ kanıtlanmamış iddialardan çok dah akla yatkındır.

 

Fakat Başkan Obama'nın – İsrail-Amerikan imparatorluğunun kendini adamış hizmetkârının – bu rahatsız edici meselelerden herhangi birine yönelik yeni, bağımsız bir soruşturma başlatmasını beklemek ahmaklık olur.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com