Suudi Vehhabi liderleri, Türklerden halifelik tehdidi geldiğini düşünüyor

Suudi Vehhabi liderleri, Türklerden halifelik tehdidi geldiğini düşünüyor
Vehhabi din adamları, başka Müslümanların İslam halifeliğini ihya etme fikrine girişebileceklerini duyduklarında kolayca provoke oluyorlar. Güçlü bir şekilde, kendileri dışındaki Müslümanların inançsız olduklarına ve bu kişilerin, hükümet temeli olarak Şeriat ve inanç bağlarını alan, çoketnili ulus ötesi bir imparatorluk olan halifeliği canlandırma iddiasında bulunacak nitelikleri haiz olmadıklarına inanıyorlar.

 

 

Madavi el-Reşid

 

Al-monitor.com

 

 

Vehhabi din adamları, başka Müslümanların İslam halifeliğini ihya etme fikrine girişebileceklerini duyduklarında kolayca provoke oluyorlar. Güçlü bir şekilde, kendileri dışındaki Müslümanların inançsız olduklarına ve bu kişilerin, hükümet temeli olarak Şeriat ve inanç bağlarını alan, çoketnili ulus ötesi bir imparatorluk olan halifeliği canlandırma iddiasında bulunacak nitelikleri haiz olmadıklarına inanıyorlar.

 

Kendilerinin tek gerçek ve saf İslam'ı temsil ettiklerine inandıkları için, böyle bir halifelik geri gelecekse, bunun inanç içeriğini ve görünümünü şekillendirmeye kendilerinin öncülük etmesi gerektiği fikrini savunuyorlar. Bu yüzden bir gün bütün Müslümanların tek bir yönetimin şemsiyesi altında birleşebileceği fikrini ileri sürebilecek bütün çağdaş Müslümanları ifşa etmeye kararlılar. Bu olasılığın ne kadar uzak veya gerçekçilikten uzak olmasından bağımsız olarak, böyle bir birleşmenin mümkün olabilmesi durumunda, onun doğumunda aktif olan unsurların sadece kendileri olması gerektiğine inanıyorlar. 

 

Hilafetin yeniden kurulması fikri, hepsi değilse de bazı çağdaş Müslümanların zihninde canlı kalmaya devam ediyor. Önceki halifeler hiçbir zaman bütün Müslümanların yöneticisi değildi. Ancak 1924 yılında Osmanlı halifeliğinin kaldırılması sonrasında bazı Müslümanlar arasında halifeliğin canlandırılması projesi önemli hale geldi. Açıkça hilafetin yeniden inşasını öncelik olarak gören tek İslamcı siyasi hareket Hizbu't-tahrir. Usame Bin Ladin yönetimi altında El Kaide zaman zaman hilafeti mobilize edici bir fikir olarak gündeme getirdi, ama bu hiçbir zaman onun ideolojisinde merkezi bir yerde olmadı. Müslüman Kardeşler hilafetin yeniden inşa edilmesini destekliyormuş gibi yaptı, ancak ulus-ötesi bir hareket olduğunu iddia etmekle birlikte temel olarak ulusal projelerle ilgilendi.

 

Vehhabi teolojisinin ve içtihadının kalelelerinden olan İmam Muhammed İbn Suud Üniversitesi'nin en yeni Suudi müdürü, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hilafeti restore edeceğine inanan herkese saldırdı. Süleyman Eba el-Hayil, Erdoğan'a ve Türk devletine karşı, tipik Vehhabi saldırısını yineledi ve başbakanın sultan veya halife niteliği taşıyamayacak olmasının nedenleri olarak küfrü, sefahati ve komik bir şekilde çıplaklar kulüplerini gösterdi. Ülkesinin “saf” inancına sahip olan bir Suudinin, devleti günaha batmış ve Suudi Arabistan'ın inancının düşmanı olan Erdoğan'ın hilafeti yeniden kurmasını beklemeye nasıl olup da cüret edebildiğini sordu.

 

El-Hayil'in Türk liderliğine yaptığı saldırıda yeni olan hiçbir şey yok. 18. Yüzyıl ortalarından beri Suudi Vehhabi din adamları, Türk İslam'ını küfre varan teceddüd olarak tanımladı ve Osmanlı İmparatorluğu'yla savaştı. Osmanlıları Arabistan'dan sürmek için, Birinci Dünya Savaşı'nda kendi sınıflandırmalarına göre açıkça kafir bir güç olan İngilizlerle ittifak kurmaya yöneldiler. Osmanlılarla olan farklılıkları sadece dini değildi ve yerel, modern öncesi milliyetçiliğe de dayanıyordu. Vehhabiler, Mekke ve Medine kutsal şehirlerinin bulunduğu Hicaz'ı kontrol etmek istiyorlardı. Osmanlı halifeliği bölge üzerinden ismen egemenliğe sahipti ve bölgeyi Mekke Şerifleri üzerinden dolaylı olarak yönetiyorlardı. Vehhabiler bu şehri kontrol etmeyi sadece bütün Müslümanlar için İslam'ı şekillendirmek amacıyla değil, aynı zamanda hac mevsiminden elde ettikleri gelirleri arttırmak için de istiyorlardı.

 

Bu düşmanlık tarihi, Osmanlı halifeliğinin ortadan kalkmasıyla sona ermedi. Vehhabilerin zihninde hala canlı, fakat yeni bir siyasi bağlama yerleşmiş durumda. Üniversite müdürü, Türkiye'nin yasaklanan Müslüman Kardeşler'e verdiği desteği sadece Suudi Selefi hegemonyasına karşı değil, aynı zamanda Suudi devletinin Müslüman dünyasındaki statüsüne karşı doğrudan bir tehdit olarak görüyor. Belki de el-Hayil, Erdoğan'ın desteklediği ve Selefi düşüncesinin ve pratiklerinin Suudi versiyonundan çıkış arayan çağdaş Suudilere çekici olabilecek alternatif politikalardaki tehlikeyi hissetmiştir. El-Hayil, gizli Müslüman Kardeşler hücrelerinin Müslümanların inancını yozlaştırmak ve geleneklerini kirletmekle, belki de onları El-Suud gibi seçilmemiş yöneticilere karşı ayaklanmaya teşvik etmekle suçluyor.

 

El-Hayil bu siyasi çıktılara karşı, inancı ve İslam'ı koruma kisvesi altında ikazda bulunuyor. Kullandığı söylem, kötülüğün onun öğrencilerinin ve devletin yasa koruyucu kuruluşlarının rehberliği altında ortadan kaldırıldığının varsayıldığı Suudi İslami ütopyasının parçası olarak ahlaki saflığı gündeme getiriyor. Ona göre Türkiye basit bir şekilde, Şeriat'ı uygulamadığı ve ahlaksız davranışların gerçekleştirilmesine izin verdiği için Müslüman bir devlet değil. Onun çıplaklıkla ilgili saplantısı, başka Müslümanları ahlaki olarak kendilerinden aşağıda ve dini bakımdan yoz gören tipik bir Vehhabi tepkisidir. Din adamlarının şekillendirdiği krallık, onlara ahlaki alanın koruyucuları olarak özel bir statü vermiş, onları temel eğitim ve hukuk kurumlarına yerleştirmiş ve onlara, dinsel saflıkları konusunda kendileri kadar saplantılı ehlileştirilmiş vatandaşlar üretme sorumluluğu vermiştir.

 

Bu saplantı, pek çok Suudinin yakalandığı gerçek bir nevroz haline gelmiş ve iki çelişkili sonuç getirmiştir. Çoğunluk, saplantının tuzaklarından kaçmaya çalışırken daha azı ya onun tarafından emiliyor ya da ondan tamamen kopuyor. Saplantının emdiği kişiler, onların imanlarını yozlaştıran, çocuklarını Batılılaştıran ve onları ayartmaya çalışan şeytanlarla dolu bir dünya tahayyül ediyorlar. Onların gündelik yaşamı, daimi bir ahlaki haçlı seferi, şeytanın ayartmalarını ve ahlaki dejenerasyonu savuşturma mücadelesidir.

 

Kopan Suudiler ise, yaşamaya zorlandıkları katı ahlaki düzenden bir çıkış bekliyorlar. Dışarıdan görünen dindarlıkla kendi seçimlerine dayanan gizli bir yaşamın bir arada var olduğu ikili bir hayat yaşıyorlar. Onların çoklu hayatları, ancak çok sayıda farklı yerde yaşanabilir. Yurtdışına seyahat, bu diğer, gizli yaşam tarzını yaşayabilmenin bir olanağı haline geliyor. Zenginler, kendilerinin etrafında, gerisinde müdürün dersinde söylediği çıplaklık kulüplerinin keyfinin sürülebileceği yüksek bir duvar yaratabilr. Dindarlık ve edep cilası toplum içinde korunabildiği müddetçe, ütopya yanılsaması hayatta kalır. Neyse ki pek çok Suudi, bilgi devrimi ve onun çeşitli kanalları sayesinde ifşa olmuş bir yanılsamanın tehlikesini biliyor. Ütopyadaki çatlaklar, onarılamayacak kadar büyüktür. Fakat doğası itibariyle ütopyacı görüşler dirençlidir ve yerine, insanların güçlerine ve zayıflıklarına daha sadık olan gerçekçi bir görüşün yerleşmesi uzun zaman alabilir. Ütopyalar dini kıyafetler giyiği zaman, daha da dirençli olma eğilimi taşırlar, ancak eninde sonunda çözülmeye mahkumdurlar.

 

Suudi siyasi-dini modeli, kendi halkı arasında kademeli olara çekiciliğini kaybediyor. Kusurları, haysiyet, hesap verebilirlik, insan hakları ve iyi yönetimle ilgili evrensel değerlerin baskısı altında giderek ifşa oluyor. Petrol kaynakları olmadan bu model pek çok krizden çıkmayı başaramazdı ve şimdi, önceki bütün zamanlardan daha fazla oranda, hem ideoloji hem de pratik düzeyinde çatlaklar gösteriyor. Modelin dini tarafı, halkın haklarından ve beklentilerinden tamamen kopmuş gibi görülüyor ve saflık ve edep hakkındaki yalanların, insanların alternatif yaşam tarzlarına yönelmesi gerçekliğiyle çarpıştığı, Orwellci tarzda bir Hakikat Bakanlığı'na denk düşen bir hükümet uzantısı haline gelmiş durumdadır.  Siyasi ayağı da refah, istihdam ve zenginliğin dağılımıyla ilgili vaatlerin gerçekleştirilmesinden uzaktır ve gerek dini ve gerekse dini olmayan ideolojinin gücünün artık halkın tahayyüllerini ele geçiremediği değişken bir bölgede, kendi hayatta kalışıyla ilgilenmektedir. Arap Baharı her ne kadar henüz tam potansiyeline ulaşmış olmasa da, bir dizi ideolojiyi çözme başarısını gerçekten de göstermiştir.

 

Suudi üniversite müdürü, en azından yakın gelecekte Erdoğan'ın da, kendi yöneticilerinin de hilafeti restore etme niyetinin olmadığından emin olabilir. Ancak bu yaz Türkiye'yi ziyaret eden Suudi turistlerle – ki bunların hepsi, Erdoğan hükümeti altında var olduğu varsayılan çıplaklar kulüpleri hakkında fanteziler kurmuyor – ilgili istatistikleri görürse şok olabilir.

 

 

medyasafak.com