Suriye: Gizlenen katliam
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 09.05.2014
Şermin Nervani'nin Russia Today'da yayınlanan çok önemli analizi... Suriye'de hadiseler nasıl başladı?... Şiddetin rejime tepki olarak doğduğu gerçek mi?
Şermin Nervani
Russia Today
Saldırı, Mart 2011'de Suriye'nin güneyindeki Deraa şehrinde sorunun ilk kıpırtılarından kısa süre sonra gerçekleşti.
Suriye güvenlik güçleriyle dolu birkaç eski Rus yapımı askeri kamyon, Deraa el-Mahata ve Deraa el-Beled arasındaki bir vadi yolunda bayır aşağı gidiyordu. Kamyonlardaki yolcular, eğimli yolun askerleri pusuya düşürmek için bekleyen silahlı kişilerin yağ dökmesiyle kaygan hale geldiğini bilmiyordu.
Kamyonlar birbirine girerken frenler çekildi, ancak daha araçlar duramadan ateş başladı. Birkaç farklı muhalefet kaynağına göre, o gün gerçekleşen ve hem Suriye hükümeti, hem de Deraa sakinleri tarafından gizlenen katliamda yaklaşık 60 Suriye güvenlik görevlisi hayatını kaybetti.
Deraa doğumlu bir kişi şunu söylüyor: “O sırada hükümet güçsüz olduğunu göstermek istemiyordu, muhalefet de silahlı olduğunu göstermek istemiyordu.”
Bunun ötesinde, ayrıntılar bölük pörçük. Eski bir Suriyeli muhalif ve katliamlar hakkında yazılar yazan bir blog yazarı olan Nizar Nayuf, katliamın Mart 2011'in son haftasında gerçekleştiğini söylüyor.
O tarihte Deraa'da bulunan bir kaynak ise saldırının tarihini Nisan ayının ikinci haftası olarak veriyor.
Suriye'deki ölüm rakamları konusunda en fazla alıntı yapılan Batılı medya kaynağı olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin (SOHR) başında bulunan hükümet karşıtı bir aktivist olan Rami Abdülrahman, bana şunları söyledi: “Bu olay Nisan ayının ilk gününde gerçekleşti ve 18 veya 19 güvenlik görevlisi – yahut ‘muhaberat' üyesi – öldürüldü.”
Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Dr. Faysal Mikdad, olaya vakıf olan az sayıdaki hükümet yetkilisinden biri. Deraa'da okuyan Mikdad, Ghasson isimli, 35 kilometre doğudaki bir kasabadan geliyor ve krizin ilk günlerinde Deraa'ya birkaç resmi ziyarette bulundu. Onun bana anlattığı versiyon, pusunun gerçekleştiği yerin ve gerçekleşme biçiminin ayrıntılarına varıncaya kadar benzer. Ancak Mikdad, o gün yaklaşık 24 Suriye ordusu askerinin vurulduğunu düşünüyor.
Suriye hükümeti, olaylara dair kendi anlatısını – yani en başından beri “silahlı grupların” otoriteleri hedef aldığı ve ayaklanmanın “barışçıl” olmadığı anlatısını – güçlendireceği halde bu bilgiyi neden gizlesin?
Mikdad'a göre: “bu olay hükümet ve güvenlik güçleri tarafından, antagonizma meydana getirmeme veya duyguları harekete geçirmeme ve meseleleri sakinleştirme, durumda tırmanışa yol açabilecek şekilde duyguları alevlendirme girişimlerini – ki o dönemde politika bu değildi – teşvik etmeme girişimi olarak yorumlayabileceğim nedenlerden ötürü gizlendi.”
Nisan 2011: Askerlerin öldürülmesi
Kesin olarak bildiğimiz bir şey, 25 Nisan 2011 günü 19 Suriye askerinin Deraa'da, kimliği belirsiz saldırganlar tarafından vurulduğudur. Bu 19 askerin isimleri, yaşları, doğum ve ölüm tarihleri, doğum ve ölüm yerleri ve medeni halleri, Suriye Savunma Bakanlığı'ndan elde edilen askeri ölümler listesinde belgelenmiştir.
Bu liste, bana – barış çabaları içinde yer alan hükümet dışı bir ahbabım tarafından – verilen ve 2011 senesinde güvenlik güçlerinin kayıplarının ayrıntılarını veren başka bir belge tarafından da doğrulandı. Bu ikinci liste, 19 ismin tamamını teyit ediyor.
Bu askerler “Deraa katliamında” mı ölmüşlerdi? 25 Nisan, çok sayıda kaynağın işaret ettiği tarihlerden daha ileri ve bu ölümler kesinlikle “gizlenmiş” değildi.
Fakat listede gerçekten de Deraa'da öldürülen 19 askerin bulunmasından daha ürkütücü olan, Nisan 2011'de Suriye çapındaki farklı bölgelerde bilinmeyen kişilerin ateş açması sonucunda 88 askerin öldüğünü farketmekti.
Çatışmanın bu erken dönemlerinde Suriye ordusunun büyük ölçüde sahada olmadığını akılda tutmak gerekiyor. O tarihte cephe hatlarında polis ve istihbarat grupları gibi başka güvenlik güçleri vardı – ve onlar bu ölüm rakamlarına dahil değiller.
Çatışmada ölen ilk askerler olan Sair Yahya Merhec ve Habil Enis Dayub, 23 Mart'ta Deraa'da öldürüldü.
Bu ilk asker ölümlerinden iki gün sonra Ala'a Nafiz Selman, Lazkiye'de vuruldu.
9 Nisan günü Ayham Muhammad Gazali, Şam'ın güneyindeki Duma'da öldürüldü. Humus Eyaletinde – Teldo'da – gerçekleşen ilk asker ölümü, 10 Nisan günü İsa Şaban Feyyaz'ın vurulmasıyla gerçekleşti.
10 Nisan aynı zamanda Suriye askerlerine yönelik ilk katliamı öğrendiğimiz tarih oldu: Banyas-Tartus'da dokuz asker, otobüsün geçişi sırasında pusuya düşürülerek öldürüldü. BBC, El Cezire ve Guardian'ın hepsi başlangıçta, tanıkların ölen askerlerin, sivillere ateş açmayı reddettikleri için Suriye ordusu tarafından vurulan “taraf değiştirmiş askerler” olduğunu söylediğini aktardı.
Daha sonra bu anlatının gerçek olmadığı ortaya çıkarıldı, ancak askerlerin kendi komutanları tarafından öldürüldüğü hikayesi 2011 yılı boyunca hayli rağbet gördü ve medyaya, güvenlik güçlerinin silahlı gruplar tarafından hedef alındığı hikayelerini görmezden gelmek için bahane sağladı.
SOHR'den Rami Abdülrahman, “taraf değiştiren askerler” anlatısı hakkında şunları söylüyor: “Ben ordunun taraf değiştiren askerleri gittikleri için öldürdüğünü söyleme oyununu hiçbir zaman kabul etmedim, çünkü bu propagandaydı.” Bu anlatının erken dönemlerde muhalefet aktivistleri tarafından, silahlı kuvvetler arasında bölünme ve firarları teşvik etmek için kullanılmış olması muhtemeldir. Eğer ordu komutanları kendi adamlarını öldürüyor olsaydı, emin olun ki Suriye ordusu üç yılın sonunda sağlam ve birleşik halde kalmazdı.
Banyas katliamından sonra Nisan ayında asker ölümleri, ülkenin farklı bölgelerinde – Muazamiye, İdlib, Harasta, el-Masmiye (Suveyde yakınlarında), Talkalah ve Şam banliyöleri – ortaya çıkmaya devam etti.
23 Nisan'da ise 7 asker, Deraa yakınlarındaki Nava'da katledildi. Bu ölümler, Banyas'taki olay gibi manşetlere çıkmadı. Dikkat çekici bir şekilde olay, Suriye hükümetinin devlet güvenlik mahkemelerini kaldırarak, olağanüstü hale son vererek, genel af getirerek ve barışçıl protesto hakkını tanıyarak gerilimi dindirmeyi denemesinden hemen sonra gerçekleşmişti.
İki gün sonra, 25 Nisan günü – Paskalya'dan sonraki Pazartesi – Suriye askerleri nihayet Deraa'ya girdi. Haftasonundan beri ikinci toplu asker katliamı haline gelen olayda 19 asker vurularak öldürüldü.
Bu bilgi de manşetlere taşınmadı.
Aksine, duyduğumuz tek şey güvenlik güçlerinin toplu sivil katliamları gerçekleştirdiğiydi: “Diktatör kendi halkını katlediyor” idi. Fakat Suriye krizinde geçen üç yılın ardından, eğer daha fazla bilgiye erişmiş olsaydık olaylar başka bir seyir izleyebilirdi diyebilir miyiz? Yahut medya yalnızca, farklı, birbiriyle çelişen tanıklıklara eşit bir şekilde yer verseydi?
Gerçek, kurguya karşı
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından hazırlanan bir rapor, o tarihlerde Deraa'da gerçekleşen şey için zemini hazırlamak üzere 50 isimsiz aktivist, tanık ve “taraf değiştirmiş askere” dayanıyor.
HRW'nin tanıklıkları, “güvenlik güçlerinin gösteriler ve cenaze törenleri sırasında protestoculara karşı ölümcül güç kulllandığına” dair bilgiler sundu. HRW'nin söylediğine göre bazı örneklerde “güvenlik güçleri önce göz yaşartıcı gaz kullandı veya havaya ateş açtı, ancak protestocular dağılmayı reddedince, kalabalıkların üzerinde otomatik silahlarla ateş açıldı… Mart ayı sonundan itibaren tanıklar devamlı olarak, protestoların yakınlarındaki hükümet binalarında keskin nişancıların bulunduğunu, bu kişilerin pek çok protestocuyu hedef aldığını ve öldürdüğünü aktardı.”
Yine HRW raporunun söylediğine göre: “Suriyeli yetkililer pek çok defa Deraa'daki şiddetin, ülke dışından teşvik edilen ve desteklenen silahlı terörist çeteler tarafından gerçekleştirildiğini iddia etti.”
Bugün bu ifadelerin Suriye içindeki İslamcı militanların geniş bir bölmesini temsil ettiğini biliyoruz, fakat bunlar 2011 başlarında Deraa için gerçekten de doğru muydu?
Olgusal olarak bildiğimiz bazı şeyler var. Örneğin çektiği video kendi medya kuruluşu tarafından sansürlenen eski El Cezire muhabiri Ali Haşim'in video görüntülerine ve tanıklığına göre, Nisan ve Mayıs 2011'de silahlı silahlı kişilerin Lübnan sınırından Suriye'ye girdiğine dair görüntülü kanıtlara sahibiz.
Henüz yeni keşfettiğimiz başka şeyler de var. Örneğin HRW raporu, Deraa'da Suriye güvenlik güçlerinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a gönderme yaparak duvarlara “Sizin Allah'ınız Beşar'dır, La ilahe illa Beşar” gibi “yazılar yazarak (camilerin) kutsallığına zarar verdiğini” iddia ediyor.
Kısa süre önce, Ebu Kusay adını kullanan bir Tunuslu cihadçı, Tunus televizyonuna, Suriye'deki “görevinin” çoğunluğu Sünni olan Suriye askerlerini ordudan ayrılmaya teşvik etmek için düzenlenen yanıltma amaçlı mezhepçi saldırılarda, Sünni isimleri taşıyan camileri (Ebu Bekir Camii, Osman Camii, vs) tahrip etmek ve bu camilerin kutsallığına zarar vermek olduğunu söyledi. Yaptığı şeylerden biri, cami duvarlarına “Tek Allah, Suriye ve Beşar” gibi hükümet yanlısı ve din karşıtı sloganlar yazmaktı. Söylediğine göre bu, askerlerin “kendi taraflarına gelmesi” ve böylece ordunun “zayıflayabilmesi” için yapılan bir “taktik” idi.
Eğer Suriye hükümeti –Tunus'ta ve Mısır'da olduğu gibi – hızlı bir şekilde devrilmiş olsaydı, bu hile eylemlerini belki de öğrenemeyecektik. Fakat bu çatışma üç yılını doldururken, kurgunun karşısına gerçekleri koyma zamanı.
Mart-Nisan 2011'de orada bulunan, Deraa'nın büyük Hariri ailesinin bir üyesi, pek çok kişinin kafasının karıştığını söylüyor ve şunları belirtiyor: “Mart 2011'den bugüne kadar pek çok kişinin bağlılığı iki veya üç defa değişti. Başlangıçta herkes hükümetleydi. Arkasından birden bire hükümete karşı tutum aldılar – fakat şimdi bence belki %50'si, belki daha fazlası Suriye rejimini destekliyor.”
Meseleler başlamadan önce eyalet, büyük ölçüde hükümet yanlısıydı. BAE'de yayınlanan The National gazetesine göre “Deraa uzun zamandır, sıkı Esad destekçisi olmasıyla ün salmıştı ve rejimin pek çok figürü buradan gelmişti.”
Fakat Hariri'nin ifade ettiği gibi, Deraa'da “iki kanaat vardı”. “Bunlardan birisi, rejimin insanları durdurmak, onları protestolarını bitirmeleri ve toplanmaya son vermeleri yönünde ikaz etmek için giderek daha fazla insanı öldürdüğü yönündeydi. Diğer kanaate göre ise gizli milisler bunun devam etmesini istiyordu, çünkü cenazeler olmazsa, insanların toplanması için neden de olmazdı.”
Anne-babası Deraa'da kalan Hariri, “Başlangıçta insanların yüzde 99.9'u, ateş açanların hepsinin hükümet güçleri olduğunu düşünüyordu. Fakat yavaş yavaş akıllarındaki bu düşünce değişti – bazı gizli unsurlar var, fakat bunların ne olduğunu bilmiyorlar” diyor.
HRW, “protestocuların güvenlik güçlerini öldürdüğünü” kabul ediyor, fakat “onların güvenlik güçlerine karşı şiddet kullanması ve hükümet varlıklarını tahrip etmesi, yalnızca güvenlik güçlerinin cinayetlerine yanıttı veya güvenlik güçleri tarafından yakalanan ve daha fazla zarar görmesi riski olduğu düşünülen yaralı göstericilerin serbest bırakılmasını sağlama amaçlıydı” diyerek şerh düşüyor.
Bunun doğru olmadığını biliyoruz – 10 Nisan'da Banyas'ta bir otobüste dokuz askerin pusuya düşürülerek öldürülmesi sebepsizdi. Örneğin, 17 Nisan'da Humus'ta, General Abdo Hıdır el-Tallavi'nin iki oğlu ve yeğeniyle birlikte öldürülmesi de öyleydi. Aynı gün, Humus'un hükümet yanlısı el-Zehra mahallesinde, izindeki Suriye ordusu komutanı İyad Kamil Harfuş, silah seslerinin ne olduğunu anlamak için evinden çıktığı sırada vurularak öldürüldü. İki gün sonra Hama doğumlu, izindeki Albay Muhammed Abdo Hadur aracında öldürüldü. Ve bütün bunlar ayaklanmanın yalnızca ilk ayında oluyordu.
2012'de HRW'nin Suriye araştırmacısı Ole Solvag bana, “esir alınan askerlere ve sivillere karşı” şiddeti belgelediğini ve “bazen kalabalıklarda silah olduğunu ve bazı göstericilerin hükümet güçlerine ateş açtığını” söyledi.
Fakat bu, protestocuların gerçekten de güvenlik güçlerinin kendilerine yönelttiği şiddetten mağdur olmalarından mı kaynaklıydı? Yoksa onlar Suriye hükümetinin iddia ettiği gibi “silahlı çeteler” miydi? Yahut her iki tarafa da ateş açan provokatörler mi vardı?
“Devrim”lerdeki provokatörler
Suriye'de bulunan Peder Frans van der Lugt, sadece birkaç hafta önce Humus'ta silahlı bir kişi tarafından öldürülen Hollandalı bir rahipti. Uzlaşma ve barış faaliyetlerine girişmesi, her zaman için çatışmanın iki tarafından da eleştirilerle karşılaştı. Ancak krizin ilk yılında, şiddet hakkında bazı kaydadeğer gözlemler kaleme almıştı. Ocak 2012'de şunları yazıyordu:
“Başlangıçtan itibaren protesto gösterileri tam anlamda barışçıl değildi. Ben başlangıçta, protesto gösterilerinin arasında dolanan ve polise ilk ateşi açan silahlı göstericiler gördüm. Çoğu zaman güvenlik kuvvetlerinin şiddeti, silahlı isyancıların katı şiddetine tepki oldu.”
Eylül 2011'de şunları yazdı: “Başından itibaren, muhalefetin parçası olan silahlı gruplar sorunu vardı… Sokağın muhalefeti, her türlü başka muhalefetten çok daha güçlüdür. Bu muhalefet silahlı ve çoğu zaman vahşete ve şiddete başvuruyor, ve bunu sadece sonrasında hükümeti suçlamak için yapıyor.”
Elbette 5 Haziran itibariyle, muhalefet gruplarının artık aksini iddia etmesi mümkün değildi. İdlib'de bulunan Cisr eş-Şugur'da gerçekleşen koordineli bir saldırıda, SOHR'ye göre güvenlik kuvvetlerinin 149 üyesi öldürüldü.
Ancak Mart-Nisan aylarında, şiddet ve ölümler ülke için henüz yeniyken, şu soruyu sormak mümkündü: Neden Suriye hükümeti bir taraftan gerilimleri yatıştırmak için reform adımları atarken, eş zamanlı olarak – her türlü mantığa aykırı şekilde – “sıcak” bölgelerdeki hassas konumdaki sivilleri öldürsün?
Bu koşullarda “kadınların ve çocukların” öldürülmesinden kim kazanacaktı? Herhalde hükümet olmasa gerek, değil mi?
Provokatörlerin çatışma çıkarmadaki rolü, Estonya Dışişleri Bakanı Urmas Paet'in AB'den Catherine Ashton'la yaptığı ve içeriği sızdırılan telefon görüşmesinin, Batı yanlısı keskin nişancıların Euromaidan protestoları sırasında hem Ukrayna güvenlik güçlerini, hem de sivilleri öldürdüğüne dair şüphelere yol açmasından bu yana, bazı manşetlerde yer buldu.
Paet şunu söylüyordu: “Bütün kanıtlar her iki taraftan, polislerden ve sokaklardaki insanlardan ölenlerin aynı keskin nişancılar tarafından öldürüldüğünü gösteriyor… Ve şimdi yeni (Batı yanlısı) koalisyonun tam olarak neler olduğunu araştırmak istememesi gerçekten de rahatsız edici.”
Bir Alman televizyonunun keskin nişancı ateşleri konusunda yaptığı son araştırma, bu varsayımları önemli ölçüde doğruladı ve Ukrayna'daki olaylar hakkında birbiriyle çelişen versiyonlar için kapıyı açtı. Aynı şey Suriye çatışmasının önemli bölümü için mevcut değil – en azından medyada veya uluslararası forumlarda.
Bu tür şeyler “komplo teorisi” olarak görülmedi ve hedef alınan hükümetlere karşı provokatörlerin oynadığı rol, birden bire ana akım söylemde yer almaya başladı. Söz konusu ister ABD'nin ada ülkesinde ayaklanma çıkarmak için bir “Küba twitter'ı” kurma yönündeki sızdırılan planı olsun, isterse Mısır'dan Suriye'ye, Libya'dan Ukrayna'ya kadar protestolarda dağıtılan “talimat” kitapçıkları olsun, sonradan şiddet eylemlerine dönüşmüş, fazla “birbirine benzer” kitle protestosu hareketleri hakkında insanlar bugün sorular soruyor ve meselenin derinlerine inmeye çalışıyor.
Yalnızca 2011 başlarından bu yana, Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Ukrayna'da “bilinmeyen” keskin nişancıların kalabalıkları ve güvenlik güçlerini hedef aldığı iddialarını duyduk. Halkın otoritelere karşı yönlendirilmesinde, silahsız masumların sebepsiz yere öldürülmesinden daha etkili ne olabilir ki? İlave olarak, herhangi bir ülkenin güvenlik güçlerinin tepki göstermesini sağlamada, onlardan bazılarının öldürülmesinden daha etkili ne olabilir?
2012 başları itibariyle BM, Suriye'de 5 binden fazla ölümün gerçekleştiğini iddia etmiş, ancak bu kişilerin sivil mi, isyancı savaşçı mı yoksa hükümete bağlı güvenlik güçleri mi olduğunu belirtmemişti. Hükümetin BM'ye bağlı Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu'na sunduğu ve bu komisyon tarafından yayınlanan listelere göre, çatışmanın ilk bir yılında Suriye polis güçlerinden 478, ordu ve güvenlik kuvvetlerinden ise 2,091 kişi hayatını kaybetmişti.
Bu rakamlar, en başından itibaren çatışmada iki tarafın kayıplarının eşit olduğuna işaret ediyor. Aynı zamanda Suriye “muhalefetinin” en azından bir kısmının silahlı ve örgütlü olduğunu, bir strateji olarak – muhtemelen de tırmanışın sürmesini sağlayacak bir yanıta yol açmak üzere – güvenlik güçlerini hedef aldığını gösteriyor.
Bugün, her ne kadar Suriye askeri kaynakları güçlü bir şekilde karşı çıksa da, SOHR ülkenin güvenlik güçlerinin ve hükümet yanlısı milislerinin 60 binden fazla kaybının olduğunu iddia ediyor. Bunlar ülkenin her yerinden, her dinden ve mezhepten ve her topluluktan insanlardı. Onların ölümleri zarar görmemiş tek bir aile bırakmadı ve bu durum, Suriye hükümetinin kriz boyunca ortaya koyduğu eylemler ve yanıtlar hakkında çok şey ifade ediyor.
Çev: Selim Sezer
medyasafak.com