Suudilerin İran girişimi, yenilginin kabulü

Suudilerin İran girişimi, yenilginin kabulü
Şimdi bu hafta Suudi Dışişleri Bakanı’nın İranlı meslektaşı Muhammed Cevad Zarif’e bir davet gönderip başkent Riyad’a “istediği zaman gelebileceğini” söylemesiyle, birdenbire yeni bir uzlaşma dönemiyle karşı karşıyayız gibi görünüyor.

 

 

Finian Cunningham

 

Press TV

 

 

Bu kulağa, Suud Hanedanı sonunda bölgesel vekil terör savaşlarındaki yenilgisini kabul ediyormuş gibi geliyor.

 

Bu hafta Suudi Dışişleri Bakanı Suud el Faysal bin Abdülaziz, görünürde sürpriz bir açıklama yaparak petrol zengini Arap krallığının İran'la ilişkileri geliştirmek istediğini belirtti.

 

Batı medyasının haberleri, Suudi yöneticilerinin İran'a dostane bir öneri gönderdiğini ileri sürdüler. Londra'da yayınlanan Financial Times gazetesinin bir başlığında, “Suudi Arabistan İran'la olan bölgesel gerilimleri dindirmeye yöneliyor” ibarelerini okuduk.

 

On yıllardan beri Vahhabi Suudi Hanedanı, aşırıcı Tekfirci dini inançları ve baskıcı monarşik sistemiyle, Şii İran'ı baş düşmanı olarak gördü ve 1979 İran Devrimi'nden beri hep böyle oldu.

 

Örneğin Suudi Arabistan, İran Devrimi'ni yıkma amacıyla, 1980-1988 yıllarında İran'a karşı temelsiz bir savaş yürütmesi için ABD destekli Irak diktatörü Saddam Hüseyin'i finanse etti.

 

Suudi yöneticileri her zaman İran'ı, kendi otokratik krallığını yahut Fars Körfezi'ndeki Arap müttefiklerini istikrarsızlaştırmak için gizli komplolar hazırlamakla suçluyor. Kesinlikle hiçbir kanıtları olmaksızın, Bahreyn'de, Yemen'de ve krallığın kendisinin petrol zengini doğu eyaletlerinde bir İran elinin ayaklanmaları kışkırttığını iddia ediyorlar.

 

Şimdi bu hafta Suudi Dışişleri Bakanı'nın İranlı meslektaşı Muhammed Cevad Zarif'e bir davet gönderip başkent Riyad'a “istediği zaman gelebileceğini” söylemesiyle, birdenbire yeni bir uzlaşma dönemiyle karşı karşıyayız gibi görünüyor.

 

El Faysal gazetecilere, "İran bir komşu ülke, onlarla ilişkilerimiz var ve onlarla müzakere edeceğiz” dedi.

 

Suudilerin tutumunda belirgin bir değişim var. Geçen yılın sonunda, İran ile altı dünya gücünden oluşan P5+1 grubu arasındaki, dönüm noktası niteliğindeki nükleer ara anlaşmanın imzalanmasından sonra, İran Dışişleri Bakanı'nın komşu ülkelere yönelik Fars Körfezi turunun bir parçası olarak Suudi Arabistan'a ziyarette bulunma önerisinin, o tarihte Suud Hanedanı tarafından hiçe sayıldığı aktarılıyordu.

 

Suudi yöneticileri, İran diplomasinin kaydettiği başarıya ve İran'ın uluslararası ilişkilerini normalleştirecek, ülkenin bölgesel gücünü büyük ölçüde arttıracak şekilde nükleer çıkmazında bir ilerleme sağlanması ihtimaline öfke duyuyorladı.

 

O halde ne değişti? En kuvvetli ihtimal, Suriye'de yürütülen Suudi destekli örtülü terör savaşının başarısız olmasının Riyad'ın tutumundaki bu keskin yeniden değerlendirmeye yol açmış olması gibi görünüyor.

 

Bu hafta, Suriye'deki Batı ve Suudi destekli rejim değişikliği operasyonunda sonun başlangıcına tanık olduk. Bu yabancı destekli örtülü terör savaşı üç yıldan daha uzun zamandır yürütülüyor ve tahminlere göre 150 bin kişinin ölümüne yol açtı. Suudi yöneticileri, İran'ın yakın müttefiki olan Beşar Esad hükümetini devirme amacıyla Tekfirci aşırıcı grupların finanse edilmesine milyarlarca dolar harcadı.

 

Fakat bu hafta militanların ana üssü – Orta Suriye'deki Eski Humus şehri – nihayet yeniden hükümet güçlerinin eline geçti ve binlerce şehir sakini, evlerine ve diğer mülklerine sahip çıkmak için geri dönebildi. Sivil yığınları savaşın dağıttığı evlerine dönerken, acı ve tatlının bir arada olduğu sahneler yaşandı.

 

Batı'nın dezenformasyon haber medyası tarafından bıktırıcı bir şekilde sözde devrimin “beşiği” olarak adlandırılan Humus şimdi, yabancı destekli örtülü terör savaşının mezarlığına dönüştü.

 

Paralı asker grubunun Humus'u kaybederek yaşadığı bu hayati lojistik kaybı nedeniyle Suriye Arap Ordusu şimdi, kuzeydeki Halep şehri ve İdlib Eyaleti civarında yabancı destekli militanların elinde bulunan son bölgeleri yeniden ele geçirmek üzere daha fazla ilerleme kaydediyor.

 

Dahası, ülkede 3 Haziran'da yapılacak seçimler öncesinde Suriye vatandaşları, görevinin başındaki Devlet Başkanı Esad'ı desteklemek üzere kitlesel katılımlı gösteriler gerçekleştiriyor. Esad'ın üçüncü kez bu görevi kazanması bekleniyor.

 

Bu nedenle Suriye'nin, Mart 2011'de saplandığı yabancı destekli kâbustan yavaş yavaş, ama emin adımlarla çıktığı yönünde kesin bir his oluştu.

 

Suriye ulusunun muzaffer kurtuluş sahneleri, Batı'nın “demokratik ayaklanma”ya ilişkin propaganda mitlerini def ediyor. Geçen hafta Rusya ve İran'ın aracılığıyla gerçekleşen bir anlaşma çerçevesinde Humus'un geri alınması, aynı zamanda Suudilerin öteki Batılı, Türk ve İsrailli terör sponsorlarıyla birlikte Suriye'yi yok etme komplosu için alçaltıcı bir yenilgi anlamına geliyor.

 

İşte bu nedenle Suudi bakan bu hafta, İran'la teslim olma koşullarını müzakere etmeye çalışıyor görüntüsü verdi – elbette “teslim olma” kelimesini fiilen kullanmadan.

 

El Faysal, tek diplomatik görüşme eylemi düşmana büyük bir taviz vermekmiş gibi, “onlarla [İran'la] müzakere edeceğiz” dedi.

 

Suud Hanedanı'nın üst düzey ismi, “Onlarla, eğer farklılıklar varsa, her iki ülkenin de memnuniyetini sağlayacak şekilde çözümleneceği umuduyla konuşacağız” diye ekledi.

 

Bir başka deyişle Suudi yöneticileri, İran'a gerçek bir uzlaşma gerekçisinden yoksun bir şekilde yaklaşmıyorlar. Umutsuzca, Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan'da alevlendirdikleri vekil terör savaşlarından ileri gelen hasarı sınırlamaya çalışıyorlar. Ve İran'ın bir biçimde, bu hasar sınırlama işlemini kolaylaştırmaya yardım etmesini istiyorlar.

 

El Faysal, "Umudumuz İran'ın, bölgeyi mümkün olduğunca güvenli hale getirme çabasının bir parçası haline gelmesidir" dedi.

 

Bu ifadedeki küstahlık, bölge çapında Şiileri, Sünileri, Alevileri, Ermenileri, Hristiyanları ve cesur bir şekilde Tekfirci totalitarizmin karşısına çıkan bütün diğer insanları hedef alan cani kargaşaları çıkaran Suudiler iken, çatışma ve şiddeti kışkırtan ülkenin İran olduğu iddiasını içermesidir. Ve şimdi Suudiler İran'ın “bölgeyi mümkün olduğunca güvenli hale getirmesini” istiyor.

 

Suud Hanedanı şunu anlamalıdır: yenilenler, koşulları dikte edecek bir konumda değildir. Özellikle de yenilenler, insanlığa karşı dev suçlardan sorumlu oldukları zaman.

 

medyasafak.com