İsrail’in çekilmesinden on dört yıl sonra: O günkü ve bugünkü durum

İsrail’in çekilmesinden on dört yıl sonra: O günkü ve bugünkü durum
İmad Muğniye, tampon bölgeye giren ilk kişiydi. Güvenlik düzenlemeleri yapmak üzere oraya gruplar göndermişti. Fakat bu gruplar onun ötekilerin önünde, İsraillilerin ve onlarla birlikte hareket eden vatan hainlerinin boşalttığı garnizonları, mevzileri ve merkezleri keşfeder halde görünce şaşırmışlardı.

 

 

İbrahim el-Emin

 

El Ahbar

 

 

Bu çılgınlar bunu nasıl yaptılar? Evlerine bu kadar yaklaşmamıza nasıl izin verdiler? Mevzilerine en yakın noktaya yaklaşmanın tehlikelerini bizden nasıl esirgediler? Eğer yenilmemiş olsalardı bunu yapmazlardı. Gerçek anlamda yenildiler. İşte buradayız, İşgal Altındaki Filistin'le olan dikenli telli sınırda, gözlerindeki yenilgiye bakıyoruz.

 

İmad Muğniye, tampon bölgeye giren ilk kişiydi. Güvenlik düzenlemeleri yapmak üzere oraya gruplar göndermişti. Fakat bu gruplar onun ötekilerin önünde, İsraillilerin ve onlarla birlikte hareket eden vatan hainlerinin boşalttığı garnizonları, mevzileri ve merkezleri keşfeder halde görünce şaşırmışlardı. O ve Direniş'in öteki liderleri, İsrail'in geri çekilmesinin serinkanlı bir şekilde gerçekleştirilmesi konusunda adeta bir saplantıya sahipti.

 

Bazı Direniş savaşçıları, sınır boyunca düşmanın araç hareketlerini tespit ettiklerini bildirmek için onu aradılar. Onlarla hemen ve güçlü bir şekilde baş edebileceklerini ve büyük sonuçlar elde edebileceklerini söylediler. Muğniye gülümsedi ve onlardan, bölge sakinlerinin güvenli bir şekilde geri dönmesini temin edecek düzenlemelere odaklanmalarını ve intikam eylemlerini engellemelerini istedi. Bazı savaşçıları ısrar ettiğinde ise onlara şunu sordu: anlamsız bir saldırı mı gerçekleştirmek istiyorsunuz yoksa halkımızla birlikte köylere girip kutlama yapmamızı mı?

 

İnsanların hayatında ve pek çok Lübnanlının hayatında ender olarak görülen o gecelerden bu yana on dört yıl geçti. Bu geceler, kazanan ve muzafferler gibi hareket eden insanların taşıdığı sevgi ve fedakarlık duygusunun gücü bakımından enderdi. Aynı zamanda kaybeden ve hem o gün hem de bugün, düşmanın kendisinden de fazla mağluplar gibi hareket eden insanların taşıdığı nefret ve aşağılanma duygusunun gücü bakımından da enderdi.

 

Sınandıkları Temmuz 2006 hariç olmak üzere, muzafferlerin sahip olduğu sevgi ve fedakarlık duygusunun büyüklüğünü ölçmek imkansızdı. Direniş hareketi her zaman halkı kendisinden bir adım önde gördü. Yine aynı dönemde, nefret dolu bir grubun düşmanla doğrudan işbirliğine olan eğiliminin açık hale geldiği anlar hariç olmak üzere, mağlupların nefret ve aşağılanma derecesini ölçmek de mümkün değildi.

 

Wikileaks'in açığa çıkardıkları, onurundan ve bilincinden geriye her ne kalmışsa, utanç verici bir şekilde bir avuç dolar karşılığında satanların üzerini örtmeye devam edecek. Direniş için her zafer, onlar için bir gerilemeydi. Onların yıkım ve insanların öldürülmesi için çağrı yapan çığlıkları, Direniş'in darbelerinden kaçan İsrail askerlerinin çığlıklarından daha fazlaydı.

 

Bugün, bunca zaman geçtikten sonra, hâlâ aynı düşmanla, aynı işbirlikçilerle ve aynı yenilgiye uğramış zihniyetle karşı karşıyayız. Eğer hâlâ ortalıkta olacak kadar şanslılarsa, bu Direniş savaşçılarının ahlakı sebebiyledir. Bu onların hiçbir zaman bilemeyeceği türden bir bir ahlkatır, çünkü onlar bir yabancı büyükelçilikten bir diğerine koşup Direniş'e ve kendi yurttaşlarına karşı hizmet sunan kişilerdir. ABD büyükelçiliği ödemeleri azalttığı zaman onlar İngiliz büyükelçiliğine veya terörist Fransız sömürgecilerin büyükelçiliğine giderler.

 

Şimdi onların yardım kuruluşları veya araştırma merkezleri adına ilave kaynaklar aradıklarını görüyoruz. Direniş'e ve halkına karşı bilgi vermek için para isteyen herkesin peşinden koşuyorlar. Bugün Beyrut, özellikle Türkiye onların saflarına katıldıktan sonra, istekli bağışçılarla dolup taşıyor ve araştırma merkezleri üzerinden Hizbullah olgusuyla çatışmak için bilgi sunmaya istekli Şii müşteriler arıyor gibi görünüyor.

 

On dört yıl geçti ve düşman hâlâ Direniş'i silahsızlandırmak istiyor. Düşman yorulmuyor. Yorulmamak onun görevidir. Eğer pes edip Hizbullah'ı silahsızlandırma yolları aramaktan vazgeçerse şaşırırız. Fakat aramızda hâlâ, düşmanın amacına ulaşmasına yardım edebileceğini düşünenler var. Olgular veya mantık veya rasyonel hesaplamalar onlar için fark etmez. Onlar normal bir kişinin sahip olduğu normal hislerin anlamını bile bilmezler. Hala devlet yetkilileri, siyasi parti liderleri, dernek, kulüp ve kurum yöneticileri, gazeteciler ve yazarlar olarak kalmaya devam ediyorlar ve yorulmaksızın çalışıyorlar.

 

Bu kişilerin çalışmaları iki biçimde açıklanabilir. Ya Direniş'e yönelik hücumlarda bulunmadan geceleri uyuyamayacak kadar hislerini kontrol altına almış türden bir nefret taşıyorlar ya da düşmanla birlikte çalışmaya – en kötü kabuslarımızın ötesinde bir düzeyde – bulaşmış durumdalar. Direniş'in, kendilerini hainleri cezalandırmaktan alıkoyan bir ahlaka sahip olması onların büyük şansı, başka da bir şey değil.

 

Bugün, yanlış anlaşılmaları gidermek faydalı olacaktır. Belki de onlar ve onları izleyen kişiler bu durum üzerine kafa yoracak ve aldıkları kararlarda kalplerinden önce beyinlerini kullanmaları gerektiğini anlayacaktır.

 

Bu grubun liderleri 1992 yılından beri, o dönemde Refik Hariri'nin liderliği altında, Direniş'ten kurtulmak için düşmanla barış yapılmasını bekliyorlardı. Oslo Anlaşmaları zamanında komplolar kurdular ve savaşın sisi altında saçma anlaşmanın hayata geçirilmesi umuduyla savaş yürüttüler.  Ardından 1996'da birbirlerine başvurdular ve meyve vermeyen ilave bir suç için örtü sağladılar. İsrail 2000 yılında Lübnan'dan çekilmeye zorlandığı zaman bile bunu diplomatik bir çabanın sonucuymuş gibi göstermeye çalıştılar. Ahmaklık içinde, Direniş savaşçılarının alnının akıyla terhis olduklarını ileri sürdüler.

 

Lübnan içinden ve dışından, hatta ekonomi, medya kuruluşları ve eğitim sistemi üzerinden çabalarını sürdürmeye hiçbir zaman son vermediler. Başarısız olduklarında ise, bir kez daha seslerini yükselttiler. İsrail'in 2006 yılında bir kez daha şansını denemesine engel olunmadı. Yenilgilerine rağmen daha iyi yollar aramak için geri geldiler. Teşvik ettikleri ve teşvik etmeye devam ettikleri Sünni-Şii çatışmasını icat ettiler. Herhangi bir şey elde etmeyi başaramadıkları zaman, Direniş'in dikkatini başka tarafa çekebilecekleri, hatta belki onu yok edebileceklerini düşünerek tekfirci gruplara başvurdular. Peki sonuç ne oldu?

 

Ne istiyorsunuz? Lübnan'da Direniş'i silahsızlandırmak mı istiyorsunuz, Hizbullah savaşçılarının Suriye'den çekilmesini mi, yoksa Direniş'in Irak, Yemen, Körfez ve Filistin'deki sözde nüfuzunu sonlandırmasını mı?

 

Bir amaçta veya mütevazı bir hedefte anlaşabilir misiniz? Aranızdan biri zamanda bir yıl geriye gidip, gazete sayfalarını karıştırıp bize, Direniş'i ve destekçilerini hedef alan intihar saldırılarının düşünülmesine, planlanmasına, teçhizatlandırılmasına, uygulanmasına ve desteklenmesine katılanların akıbetinin ne olduğunu anlatabilir mi? Direniş ve onun savaşçıları, hesap vaktinin geldiğine karar verdiği zaman bu kişilerin ve onlar gibilerin akıbetinin ne olacağını düşünebilir misiniz?

 

On dört yıl geçti ve Direniş günden güne güçleniyor. Ondan korkanlar, düşmanın akrabası olduklarını, başka da bir şey olmadıklarını biliyorlar. Ona inananlar, Direniş'in sadece maddi kapasiteleriyle değil, aynı zamanda duruşunun ve inancının gücüyle, Lübnan gibi küçük bir ülkenin sınırlı gerçekliğinin ötesinde bir rol oynayabilecek durumda olduğunu biliyorlar.

 

Ancak hepsinin ötesinde, Direniş'i destekleyen kişiler olarak biz, dinlemek isteyenlere ve istemeyenlere, Direniş'in bizim için yücelerin yücesi olduğunu tekrar etmeliyiz. Ve biz, sözle, eylemle veya ateşle ona saldıran her kim olursa olsun bütün gücümüzle onunla vuruşacağız. Direniş'e karşı sesini yükseltenlere karşı sesimizi yükselterek, nefesimiz kesilinceye kadar onların hain, hain, hain olduklarını söylemeliyiz.

 

 

medyasafak.com