IŞİD: Washington ve Riyad’ın gözünün önünde büyüyen canavar

IŞİD: Washington ve Riyad’ın gözünün önünde büyüyen canavar
Kasım 2013’te The New York Times, Suriye’deki silahlı gruplar için fon sağlama kampanyalarının birinden sorumlu bir Kuveytli olan Ghanem el-Muteyri'nin, NYT’ye, “Biz bir zamanlar (1991’de) Irak’ta Amerikalılarla işbirliği yaptık. Şimdi Suriye’de Beşar’dan kurtulmak istiyoruz, o halde neden El Kaide’yle işbirliği yapmayalım?” dediğini yazdı.

 

 

Sabah Eyub

 

 

El Ahbar

 

 

“İslam Devleti” (İD/IŞİD) bugünkü düzeyde bir canavar haline tesadüfen gelmedi. Batı medyası ve hükümetleri, bu radikal cihadçı grubun ortaya çıkışına, büyümesine, yayılmasına, Arap Körfezi'nden gelen finansman, mezhepçi ajitasyon ve siyasi onaylarla birlikte IŞİD'in bir canavara dönüşmesine tanıklık etti.

 

Suudi prensi Bender bin Sultan 2012'de Suudi istihbarat şefliğine atanıp Suriye dosyasıyla uğraşmakla görevlendirildiği zaman, Batılı analistler bu adımı, Suudi Arabistan'ın Suriye'deki müdahalesinin arttırıldığının ve orada daha büyük bir rol oynama niyetinin olduğunun bir göstergesi olarak gördüler. Fakat bu nasıl bir rol olabilirdi? Hiçkimse, bu yükselişin niteliğini veya tipini tanımlamadı.

 

Cumhuriyetçi Senatör John McCain Ocak ayında CNN'e, “Suudiler ve Prens Bender sayesinde, orada [Suriye'de] durumun bir nebze döndüğünü görüyoruz” dedi. Senatör, daha sonra Münih'te düzenlenen bir konferansta, bir değişiklikle bir kez daha minnetini ifade etti: “Suudilerden, Prens Bender'den ve Katarlı dostlarımızdan Tanrı razı olsun.”  

 

2013 - Şubat 2014 arasında, yani Prens Bender'in Suriye dosyasını ele aldığı süre boyunca basın haberleri, Suriye'de El Nusra Cephesi'nin ve IŞİD'in yükselişine ve bunların ülkedeki savaş alanlarında muhalif güçler arasında nasıl baskın hale geldiğine geniş bir şekilde yer ayırdı.  Fakat bu iki grup para ve silahları nereden elde ediyordu? Araştırma raporlarına göre Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt'ten zengin insanlar radikal grupları finanse etti, ancak bu raporlar, “açık kanıt olmaması” sebebiyle bu ülkelerin rejimlerinin buna dahil olduğunu söylemedi.

 

Kasım 2013'te The New York Times, Kuveyt'teki bankalardan Suriye'deki muhalif savaşçıları desteklemek üzere devasa miktarlarda para transfer edildiğini söyleyen bir haber yayınladı. Suriye'deki silahlı gruplar için fon sağlama kampanyalarının birinden sorumlu bir Kuveytli olan Ghanem el-Muteyri, NYT'ye, “Biz bir zamanlar (1991'de) Irak'ta Amerikalılarla işbirliği yaptık. Şimdi Suriye'de Beşar'dan kurtulmak istiyoruz, o halde neden El Kaide'yle işbirliği yapmayalım?” dedi.

 

“Suriyeli savaşçılara yönelik Katar desteği”; “Zengin Suudi ve Kuveytli sponsorlar”; “Kuveyt'teki bankalar üzerinden”: Bu ifşaatlar ve daha fazlası, El Nusra ve IŞİD'in finansman kaynaklarını araştıran Batı medyası makalelerinde, silah depolarına el konulması, bankaların soyulması ve Suriye'deki öteki varlıkların yağmalanması gibi öteki kaynakların sıralanmasına ilave olarak, yer buluyor.

 

“Cihad” için istihdam ciddiyetle, açıktan ve internet üzerinden, dini ve maddi teşviklerin kullanılmasıyla ve sınırdaki lojistik kolaylıklarla başladı. Batı basını, cihadçıların Suriye'de savaşmak için Türkiye sınırını nasıl geçtiğine kapsamlı bir şekilde yer verdi.

 

Bu yüzden radikal cihadçı canavar, herkesin gözünün önünde büyüdü. Eş zamanlı olarak Bender, Suriye'ye yönelik bir ABD askeri saldırısına destek bulmak için ABD'li milletvekilleri ve senatörler arasında lobi faaliyeti yürütüyordu. Bender'in özgüveni öyle bir düzeye ulaştı ki, Barack Obama'nın Suriye politikasını açıkça eleştirmeye başladı.

 

Suriye silahlara boğuluyordu, ancak Amerikan askeri saldırısı hiçbir zaman gelmedi. Bender, Şubat 2014'te Suudi istihbaratında Suriye dosyasından sorumlu görevinden alındı. ABD'li yetkililer ve analistler çıkıp, Suriye'de yeni ve daha az aşırıcı bir Suudi aşamasının başlaması gerektiğini ve Bender'in Suriyeli savaşçıları desteklemede “fazla ileri gittiğini”  söylediler. Bu bağlamda “fazla ileri” ne anlama gelmektedir? Henüz kimse bunu açıklamadı. Bender'in Suriye'ye ve bölgeye müdahalesi durdu. Fakat IŞİD canavarı halihazırda daha büyük, daha güçlü ve daha zengin hale gelmişti.

 

Haziran 2014'te IŞİD, kendisini yalnızca Suriye'de değil, aynı zamanda Irak'ta devlet ilan ederek bunu formalize etti.

 

Medyanın sessizliği

 

IŞİD, Irak şehirlerini ve kasabalarını ele geçirdiğine ve paralel olarak sivillere yönelik kitlesel infazların gerçekleştiğine dair birbirini izleyen haberlerin ardından Irak'taki yayılmasını ilan ettiği zaman, Batı medyası afalladı. Pek çok başyazı, IŞİD'in finansmanı ve aldığı destek konusunda soru işaretlerini gündeme getirdi. 13 Haziran günü ABD Hazine Bakanlığı'ndan yetkililer, Suudi Arabistan'ın Amerika Birleşik Devletleri'yle “aynı frekansta olduğunu”, her iki tarafın da radikal grubun operasyonlarına bir son verilmesine duyulan ihtiyaç konusunda aynı görüşte olduğunu söyledi.

 

Yine Haziran ayında, Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü'nden Lori Plotkin Boghardt, şunları yazdı: “Şu anda, Suudi hükümetinin IŞİD'i finansal yönden desteklediğine dair güvenilir bir kanıt yok. Riyad, bu grubu, krallığın güvenliğine doğrudan tehdit teşkil eden bir terör örgütü olarak görüyor.” Boghardt, şöyle devam etti: “Bölgedeki ve ötesindeki pek çok hükümet zaman zaman, belli politika hedeflerine ulaşmak için kendilerine ters düşen tarafları finanse ediyor. Riyad, yakın zamanda Irak'taki Şii hükümetine karşı IŞİD liderliğindeki Sünni ilerlemesinden ve Suriye'de cihadçıların Beşar Esad'ın aleyhine elde ettiği kazanımlardan hoşnut oldu.”

 

Boghardt şunları da ekledi: “Bugün Suudi vatandaşları, Suriye'de faaliyet yürüten Sünni gruplar için önemli bir finansman kaynağı olmaya devam ediyor. Bir bütün olarak Arap Körfezi bağışçıları – ki bunların içinde en cömert olanın Suudiler olduğu düşünülür – son yıllarda, IŞİD ve öteki gruplar da dahil olmak üzere, Suriye'ye yüz milyonlarca dolar aktardı.”

 

Yaklaşık olarak aynı zamanlarda, Boghardt'ın Washington Enstitüsü'nden meslektaşı Andrew Tabler, açıklıkla şunları söyledi: “Herkes, paranın Arap Körfezi'nden geldiğini ve Kuveyt'ten geçtiğini biliyor. Kuveyt'in bankacılık sistemi ve sarrafları, uzun süredir çok büyük bir sorun teşkil ediyor, zira onlar, Suriye'deki ve şimdi Irak'taki aşırıcı gruplara para gönderilmesi için temel bir kanalı teşkil ediyor.”

 

Finansman konusuna ilave olarak, son dönemlerde özel olarak Suudi Arabistan'la ilgili bazı makalelelerin tonu değişti. Bazı analistler, 1980'lerde Afganistan'da Usame bin Ladin'in El Kaide'siyle ABD arasındaki bağlara kadar giderken, başkaları Suudi Arabistan, Katar, Körfez ülkeleri ve Türkiye'ye, müdahalelerine derhal son verme çağrısı yaptı.

 

Ana akım Batı medyasındaki bazı gazeteciler ve yazarlar nihayet sessizliklerine son verdi. Manşetler şimdi açıkça, “Suudiler aşırıcılık ihraç etmeye son vermelidir” diyor. Tıpkı birkaç hafta önce NYT'de Ed Husain'in kaleme aldığı bir başyazının belirttiği gibi. “IŞİD'in vahşetleri, Suudilerin Selefi nefret nedeniyle verdiği destekle başladı” diye yazan Husain, Suudilerin BM'nin terörizmle mücadele fonuna 100 milyon dolar vermesinin yeterli olmadığını, dünya çapındaki bütün aşırıcı Selefi gruplara destek vermeye son vermesi ve Suudiler ve başka yerlerdeki Müslümanlar arasında aşırıcı Selefi fikirleri ve öğretileri yaymaya son vermesi gerektiğini söyledi.

 

ABD Dış İlişkiler Konseyi'nin düzenlediği bir toplantıda kendisini Sünni Müslüman olarak tanımlayan yazar, Vehhabi ideolojisinin bölge ve dünya için oluşturduğu tehlikeyi uzun uzun izah ederek, şunları söyledi: “Ben İranlıların bu kadar karmaşa yaratmadığını söyleyebilirim. Evet, Hizbullah'ı finanse ettiler ve Esad hükümetini finanse ettiler, fakat Suudilerin Şii Müslümanlara karşı kurumlarında, kontrol ettikleri çeşitli cami ve medreselerdeki müfredatlarda pompaladıkları, Pakistan'dan Kafkaslara, Afrika'nın bazı bölgelerinden Afganistan'a kadar ve özellikle de Ortadoğu'da yayılmasına sebep oldukları, gerçek nefretle karşılaştırıldığında İran, Sünnilere yönelik olarak bu düzeyde bir hoşlanmama ve nefret sergilemiyor.”

 

The Washington Post da yakın zamanda, krallıktaki insan hakları ihlalleri meselesini yeniden vurgulamaya karar verdi ve buna dış haberler kısmı yerine birinci sayfadaki başyazıda yer verdi.

 

Eş zamanlı olarak, bölgede Suudilerin müttefiklerine yakın olan WP yazarı David Ignatius, kısa süre önce kaleme aldığı bir makalesinde Bender'in Suriye'deki “öngörülemeyen” politikalarını hatırlattı. Ignatius, Suriye'deki El Kaide bağlantılı grupları “kasıtlı olmadan” destekleyen Suudi prensine çekingen suçlamalar yöneltti.  “ABD yetkilileri, Bender Suriye muhalefetinin idare memurluğundan alındığı zaman rahatladı” diye yazan Ignatius, ayrıca Bender'i bazı ABD yetkiileri tarafından “güvenilmez bir amil” olarak görülen biri, “hiddetli” biri ve bir Suudi “jokeri” olarak tanımladı.

 

Geçen ay The Atlantic, önde gelen bir Katarlı yetkilinin, IŞİD'in bir Suudi projesi olduğunu söylediğini aktardı. Dergi ayrıca radikal cihadçı grubun, Bender'in Suriye'deki örtülü stratejisinin temel bir parçası olduğunu söyledi.

 

Patrick Cockburn ise İngiliz gazetesi The Independent'ta, İngiliz gizli istihbarat servisi MI6'in eski başkanı Sir Richard Dearlove'un sözlerini alıntıladı; Dearlove ise Bender'in 11 Eylül'den kısa süre önce kendisine, “Richard, Ortadoğu'da ‘Allah Şiilere yardım etsin' denecek günler uzak değil” dediğini aktarıyor. Dearlove, Suudi ve Katar rejimlerinin IŞİD'e gönderilen finansmanlar karşısında kör olduğuna işaret etti ve IŞİD'in Irak'taki bölgeleri ele geçirmesinin ve grubun büyüme düzeyinin “kendiliğinden” olmuş olamaycağını belirtti. Dearlove, Bender'in kendisine söylediklerinin ve arkasından bölgede meydana gelen olayların “tüyler ürpertici” olduğunu söyledi.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

 

www.medyasafak.net