Özel Analiz: İran’a dair ABD’yi korkutan şey nedir? İran’ın askeri kapasiteleri üzerine

Özel Analiz: İran’a dair ABD’yi korkutan şey nedir? İran’ın askeri kapasiteleri üzerine
Bu arka planı bilmeyen biri, İranlılar ve Amerikalıların kamuoyu önünde düşman olduklarını iddia ederken perde arkasında oynadıkları “oyun” hakkındaki basitleştirici anlatılara ve komplo teorilerine kolayca inanabilmektedir. Bunların amacı ise elbette biz Arapları kandırmaktır.

 

 

 

Amir Muhsin

 

 

El Ahbar

 

 

 

İran, Rus S-300 sisteminin benzeri veya ona alternatif olduğu söylenen  Bavar 373 hava savunma sisteminin ilk canlı testinin yapıldığını duyurdu. Bu haber iki hafta önce yayınlandı ama medyada hak ettiği şekilde yer almadı. Ancak uzmanlar ve öteki ilgili taraflar, bunu büyük ilgiyle okudular.

 

İranlı medya kuruluşları, S-300 sisteminde kullanılan füzelere çok benzeyen Bavar füzelerinden birinin ilk resmini yayınladı. Bu test, farklı menzillere sahip birkaç sistemden oluşan İran hava savunma sisteminin son aşamasının tamamlanmasının başlangıcını ifade ediyor. Bunlardan bazıları yenilenmiş eski ABD silahları iken, bazıları yabancı radar ve füzelerin klonları, bazıları ise ikisinin birleşimi.

 

İran'ın askeri gücünün tahmin edilmesi çok zorlu bir iştir. Projelerinden pek çoğu gizli tutuluyor ve yalnızca tamamlandıktan sonra ortaya çıkarılıyor, Savunma Bakanlığı'nın propagandası ise gizemi arttırıyor. Bazı araştırma ve deney modelleri, adeta üretim safhasındalarmış gibi gösteriliyor ve gerçek başarılarla propagandanın birleştirilmesi, yanıltma amacı taşıyor. İran basını sık sık askeri açıklamaları olduğundan farklı yorumluyor ve genellikle medyanın askeri meseleleri bilmediği ve bu meselelere dair uygun olmayan haberler yaptığı, dolayısıyla da kafa karışıklığına katkı yaptığı biliniyor.

 

Bildiğimiz şey, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'in, Irak'taki ABD işgalinden bu yana İran'a karşı bir savaşı veya en azından İran'ın nükleer programını ve öteki askeri hedefleri vurmaya yönelik bir hava saldırısı kampanyasını ciddi bir şekilde planladığıdır. Dünyanın en büyük enerji şirketlerinden biri 2006 yılında, savaşın birkaç ay içinde geleceğini teyit eden Rus istihbarat raporları almıştı. Bu savaşı bunca yıldır erteleyen, İsrail'in itirazlarına rağmen ABD ordusu için bunu istenmeyen ve muhtemel olmayan bir senaryo haline getiren nedir?

 

 

Oyunun kuralları

 

Eğer İran'ın ve ABD'nin askeri kapasitelerini karşılaştırmak istersek, bunun cevabı kolay ve açık olacaktır. Bütçe açısından da, teknolojik düzey, hazırlık ve ekipman açılarından da, iki ülkenin kaynakları ve kapasiteleri birbirine denk değildir. İran tanklarının çoğu eski, İran Devrimi'nden daha eskidir. Aynısı hava kuvvetleri için de geçerlidir. İran'ın başka bir ülkeyle ordusunu modernize etmek için yaptığı son ciddi anlaşma 1990'ların başında imzalanmış, o tarihte Rusya'dan bir dizi T-72 tankı ve MiG-29 uçağı ile iki denizaltı satın alınmıştı. Bunlar, İran'ın bugünkü geleneksel cephaneliğindeki “en yeni” ithal silahlardır.

 

İran'la çatışma, iki ülkenin sınırları boyunca doğrudan bir savaş yürütülmesini içermez. Gerçekte, savaşın öncüsünün kuvvetlerini ABD topraklarından binlerce kilometre uzaktaki bir bölgeye göndermesi, onları İran'dan uzakta konuşlandırması, yakıt ikmali için güvenli yollar sağlaması ve bazı yerlerde derinliği 200 kilometreden, derinliği de 50 metreden az olan büyük bir gölün – Arap Körfezi – kontrolünü ele geçirmesi gerekecektir. Irak-İran Savaşı'nın yarattığı koşullardan avantaj sağlayan ABD Deniz Kuvvetleri, 1980'lerde Körfez'e girmiş, bir dizi çarpışmadan sonra nüfuzunu güç yoluyla kullanmış, bu çarpışmalar ise İran Deniz Kuvvetleri'ne karşı yürütülen ve ABD kuvvetlerinin kolaylıkla galip geldiği hızlı bir savaşa (Peygamber devesi operasyonu) dönüşmüştü. Irak da, her ne kadar düşmanına karşı olsa da, bu ABD yayılmasından memnun değildi. 1987 yılında bir Irak savaş uçağı, Amerikan USS Stark fırkateynini Fransız yapımı bir Exocet füzesiyle vurarak 35'ten fazla  Amerikalıyı öldürdü.

 

Irak hükümeti saldırının bir hata olduğunu söylemişti, ancak pek çok analist bunun, özellikle de pilotun “kaza”dan sonra cezalandırılmadığı, bilakis terfi ettirildiği iddialarının olması nedeniyle, Irak tarafından verilen ve ABD'yi bu stratejik bölgede askeri bir varlığa sahip olmaktan caydırmayı amaçlayan bir mesaj olduğuna inanıyordu. (2011 yılında ABD Irak'ı, USS Stark kurbanları ve Irak'taki ABD işgallerinde esir alınan Amerikalılar için 400 milyon dolar tazminat ödemeye zorladı). 1991'deki Körfez Savaşı sırasında ABD'nin askeri varlığı, kalıcı üslerle ve Körfez'in Batı kısmındaki bütün ülkelerle yarı-sömürgeci “koruma” anlaşmalarının imzalanmasının ardından oluşan kapsamlı bir destek yapısıyla, güçlü bir şekilde tesis edildi.

 

Bu anlamda, İran ve Çin arasında bir benzerlik bulunuyor. Her iki ülke de özgün bir askeri hedefe, yani, yerel müttefikler tarafından desteklenecek bir Batı saldırısına karşı durma ve ülkeyi çevreleyen deniz bölgesinin tam kontrolünü ele geçirip onu kuşatma altına almasını ve vurmasını engelleme hedefine odaklanmış durumdadır.

 

Fark şu ki Çin, nüfuz rekabeti bağlamında, Güney Çin Denizi'nde şiddetli olsa da sınırlı bir çatışma bekliyor. Çin, böyle bir çatışmanın Çin topraklarının işgal edilmesine veya rejimi yıkacak ve ekonomisini tahrip edecek bir saldırıya dönüşmesini beklemiyor, zira Çin, İran'ın sahip olmadığı nükleer caydırıcılığa sahip. ABD'nin öncelik vermek istediği senaryo tam da budur. Eğer çatışma koşulları farklı olsaydı ve Körfez, savaş beklenen bir alan olmasaydı, İran'ın silah sistemlerinin çoğu ABD kuvvetleri için tehdit teşkil ediyor olmazdı. İran, örneğin, Çin'den modern gemisavar füzeleri (C-801 ve C-802) ithal etmeye, onları geliştirmeye ve menzili 200 kilometreyi aşan ve birkaç güdüm sistemi bulunan yeni modeller inşa etmeye odaklanmış durumdadır.

 

Eğer çatışma, uçak gemileri ve onlara eşlik eden destroyerler bütün yönlerde 400 kilometreden daha geniş bir yasak bölge getirecek, ABD gemilerine füze fırlatmak bir yana, bir gemi veya uçağın geçmesine bile izin verilmeyecek şekilde açık denizlerde gerçekleşecek olsaydı, bu çok da fazla anlam ifade etmezdi. Ancak Körfez'de durum farklıdır. İran topraklarıyla Bahreyn'deki Beşinci Filo üssü arasındaki mesafe 190 kilometreden azdır. Yani Körfez'deki herhangi bir ABD gemisi, Körfez'in doğu yakasına konuşlandırılmış çok sayıda mobil kara platformuna ilave olarak sürat motorlarının ve uçakların fırlatacağı füzelerin menzilinde olacaktır.

 

Aynı şekide, küçük denizaltılar – ki İran bunlardan düzinelerce üretmektedir – ABD denizaltılarının ve uçaklarının bu türden tehditleri bertaraf etmek için “av takımları” halinde dolaştığı uluslararası sularda hiçbir değer taşımaz. Fakat bunlar, denizaltı dinleme cihazlarının etkili şekilde çalışmadığı, hedeflerle dolu sığ Körfez'de, deniz mayınları gibi korkutucu silahlar haline gelir. Yanısıra, dev ABD denizaltıları Körfez'in pek çok bölgesinde çalışamaz ve dalış yapamaz.

 

Aynı senaryo, İran'ın füze cephaneliği ve yakın ülkelerdeki ABD üsleri için de geçerlidir. Bazı İranlılar, İran'ın şu ana kadar en azından üç nesil üretimini yaptığı Fatih-110 hassasiyet füzesinin, menzili ve özellikleri adeta orası için tasarlanmış gibi Lübnan topraklarına uygun olması nedeniyle İranlılar arasında “Lübnan füzesi” olarak adlandırıldığını söylüyor. Fakat Fatih aynı zamanda Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'daki ABD üsleri için (ilave olarak da elbette bu üslerin yakınlarındaki petrol tesisleri ve petrol ihraç limanları için) tehdit teşkil etmektedir. İran, Fatih'e ilave olarak, üretimle geçen yılların ardından devasa miktarda Şahab-2 ve Şahab-3 füzelerine de sahip ve bunlar, ister Körfez'de ister Afganistan'da olsun, büyük çatışmalarda füze savunma sistemlerini çökertmek için kullanılabilir.

 

 

Sınırları olmayan savaş

 

ABD'nin İran'a karşı bir askeri maceraya girişme konusunda tereddüt etmesinin arkasındaki nedenleri özetleyen iki faktör bulunuyor. Birincisi, savaşı ABD'nin istediği sınırlar içinde tutmanın zorluğudur. İkincisi, İran'a karşı bir savaş, ABD ordusunun “modern savaş” koşulları altında girdiği ilk çatışma, yani ordusu bir önceki yüzyıla ait olmayan, fakat Amerika'nın güçlü yanlarını şimdiden bilen ve bunları nötralize edecek teknik araçlar hazırlayan bir düşman anlamına gelecektir. Bir başka deyişle İran'a karşı savaş, parkta yapılan bir yürüyüş ve üstün ABD teknolojisini sergilemek için bir şans olmayacaktır. ABD ordusu, GPS sisteminin kesileceği ve insansız uçakların uydu yoluyla üsleriyle temas kuramayabileceği bir bölgeye gireceğini biliyor. ABD, mekan keşfinden ve elektronik keşiften yoksun olabilir ki bunlar, şimdiki ABD savaş doktrininin temel sacayaklarıdır. GPS sisteminin yokluğunda uzun menzilli cephanelikleri kullanmak hemen hemen imkansızdır. Tek alternatif onları lazerle veya kameralarla yönlendirmektir ki bu, insansız uçakların hedeflere yakın olmasını, dolayısıyla da düşmanın hava savunma menzili içinde olmasını gerektirir.

 

Bu korkular abartı veya salt varsayım değildir. Hepsi de, deneyime ve savaş sahasında kendisini kanıtlamış kapasitelere dayanmaktadır. Örneğin İran'ın geçen yıl “görünmez” bir ABD casus uçağını kontrol etmeyi, onu düşürüp ele geçirmeyi başardığı ay, Amerikalılar bir de İranlıların, ülkenin üzerinden geçen bir casus uyduyu, muhtemelen onun lensini vuran bir lazer patlamasıyla “kör etmesinin” sürprizini yaşamıştı. İki olaydan çıkan ders, İran'ın, görünmez insansız uçakları ve alçak yörüngeli uyduları izleyebilmesini sağlayan radarlara ve keşif araçlarına sahip olduğudur. Herhangi bir hava saldırısı kampanyasına öncülük etmesi beklenen ABD B-2 bombardıman uçağı yavaştır, manevra kabiliyeti yoktur ve düşman hava sahasına girmek ve hava savunma sistemlerini vurmak için neredeyse tamamen, radara görünmez teknolojilerine bağımlıdır. İran radara görünmez teknolojiyi kontrol altına alma yeteneğini kanıtladığı zaman, dünyadaki en pahalı bombardıman uçağı – ki ABD bunların 20'den az versiyonuna sahiptir – hava savunma sistemleri için kolay bir hedef haline gelmektedir.

 

ABD, kendisini tehdit eden ve burnundan soluyan üçüncü dünya ordularına kendini adapte etti, fakat kırılgan yapıları, çokça propagandaya rağmen askeri bir etkililiğe sahip değil. Lübnan, Gazze ve Irak'taki İran destekli milisler ise, propaganda ve gerçeklik arasında bir ayrım yapıyor ve herhangi bir işgalci gücün karşı karşıya kalacağı savaş düzeyine dair inkar edilemez bir örnek ortaya koyuyor. 2006 yılında İsrail savaş gemisi Hanit bir İran yapımı füze tarafından vurulduğu zaman pek çok uzman, İran'a karşı savaşın yıllar boyunca erteleneceğini söylemişti. Askeri tarihte gemisavar füzelerini ilk kullananlar Araplar olmuş, Ekim 1967'de iki Mısır füze gemisi, İsrail bombardıman aracı Eilat'ı Rus Styx füzeleriyle vurmuştu. Eilat'ın vurulması, dünya çapında deniz savaşlarında yeni bir çağı başlatmış ve askeri uzmanlar, bu yeni füzelerin küçük bir geminin çok daha büyük gemileri vurmasını mümkün hale getirdiğini kabul etmişti. Ancak Araplar İsrail'e karşı bu başarıyı 40 yıl boyunca tekrarlayamadı; ta ki 2006'ya kadar. Aynısı, Irak'ta ABD askerlerini dehşete düşüren gelişmiş el yapımı patlayıcılar, Lübnan'da ve Gazze'de İsraillileri güçten düşüren taktikler ve Suriye'de İran'ın eğittiği kuvvetlerin sergilediği performans için de geçerli.

 

Son olarak, çatışmanın koşulları, ABD'nin İran'ı misilleme yapamaz hale getirecek sınırlı veya önleyici bir saldırı planlamasını engelliyor. Seymour Hersh'in yıllar önce bu mesele hakkındaki bir yazısında yazdığı gibi, ABD askeri yetkilileri, 1991'de Irak'ta olduğu gibi İran'a karşı bir savaşın sınırlandırılmasının imkansız olduğunu fark ettiler.  Bölgedeki ABD hava üslerini emniyete almadan İran'ın nükleer tesislerini vurmak mümkün değildir. Bu, İran'ın füze platformlarının vurulmasını gerektirir, ancak Körfez gemisavar füzeleriyle doldurulmadan bu yapılamaz. Bu yüzden, yavaş yavaş, ABD kampanyasının hedefleri genişleyerek İran sahilinin işgal edilmesini ve ülkedeki çok sayıda askeri tesisin tahrip edilmesini de içine almaya başladı. Hızlı bir hava saldırısı kampanyası, yüzlerce ve binlerce hedefi içeren kapsamlı bir savaş planına dönüştü. Hersh'ün kaynaklarına göre ABD generalleri, İran'n savunma sistemlerini bastırmak üzere taktik nükleer bombalar kullanma üzerine bile ciddi ciddi düşünecek kadar ileri gitti.

 

Bu nedenle İran'a karşı savaş, riskli bir pozisyon haline gelmektedir. Bazı Amerikalı araştırmacılar, özellikle de İsrail'e yakın olanlar, ABD hükümetini İran'ı vurmak için teşvik etmeye çalıştı ve ısrarla, İran'ın savunma sistemlerinin üstün ABD filosuna tehdit teşkil etmeyeceğini söyledi. Fakat dünyadaki hiçbir ülke, bir hatanın veya yanlış değerlendirmenin bedeli bir uçak gemisinin batırılması veya binlerce askere ev sahipliği yapan üslerin yok edilmesi olabilecekse, savaşa girmeyecektir. Büyük riskler, tereddüte yol açıyor. İran'la savaşın ertelenmesi, meseleyi daha da zor ve karmaşık hale getirdi. 2004'te İran'ı vurmak, 2007'ye nazaran daha kolaydı. 2007'de İran'a karşı açılacak bir savaş, bugün patlak verecek bir savaşla ise mukayese bile edilemez, zira İran yeni silahlar ve kapasiteler geliştirimiştir ve üretim bantları yıllar boyunca, etkililği ve hassasiyeti her yıl artan füzeler üretmek ve biriktirmek üzere çalışmıştır. (Son birkaç yılda İranlılar, örneğin Şahab-3'ler üzerindeki eski savaş başlıklarını, daha etkili ve hassas olan yeni başlıklarla değiştirmektedir). İşte bu yüzden İsrailliler Amerikalıları İran'ı vurma konusunda acele ettiriyor ve çatışmanın geciktirilmesinin bunu daha zor ve daha karmaşık hale getireceğini, en sonunda da imkansız hale getireceğini söylüyordu. İranlılar, tasarladıkları yeni seyir füzelerini göstermeye başladılar ve bunlar, tıpkı önceki gelişmeler gibi, hizmete girer girmez denklemi tamamen değiştirecek yeni bir unsuru devreye sokmaktadır.

 

 

İran'ın hazırlıklarına bir örnek: Görünmez uçakların ortaya çıkarılması

 

Üçüncü dünya ülkeleri, Batı veya Rusya tarafından üretilmiş en iyi teknolojiyi satın alabilir ve bu ABD'yi, ülkenin kendi kapasiteleriyle bizzat ürettiği tek – ve daha az etkili – bir radar kadar endişelendirmeyecektir. İhraç edilen bütün sistemlerin karakteristik ve teknik özellikleri bilinmektedir ve uçaklardaki elektronik araçlar, düşman radar dalgalarını izlemek, taklit etmek ve kesmek üzere önceden programlanmıştır. İşgalci bir orduyu korkutan, beklemediği şeylerdir; bilmediği bir radar ve hazırlıklı olmadığı savunma metodlarıdır. Modern savaşta, bir hava savunma bataryası, serbest şekilde çalıştığı zaman, bütün bir uçak filosunu dakikalar içinde düşürebilir. İran askeri gösterileri her zaman, bilinmeyenin yarattığı korku fikrine dayanır ve aynı görevi yerine getirse bile farklı ve çeşitli sistemler sergiler.

 

Görünmezlik teknolojisi, İran'daki askeri yatırımın açık bir örneğidir. ABD, çok sayıda savaş üzerinden, görünmez uçakları geri dönüşsüz bir teknolojik avantaja çevirmeyi başardı. F-117 uçağı (görünmez uçakların prototipi), İkinci Körfez Savaşı'nı başlatan hava saldırılarında Irak radarlarını vurdu. Aynı uçaklar ve ilave olarak B-2 bombardıman uçakları, 2003'te Yugoslavya ve Irak'a yönelik saldırı kapanyalarında merkezi bir rol oynadı. Öte yandan, görünmezlik avantajını dengelemek üzere bazı teknolojik metodlar geliştirildi ve İran, araştırma ve üretim faaliyetlerini özellikle bu alanlarda yoğunlaştırdı.

 

İlk metod, radar tipiyle ilgilidir. Ruslar hızlı bir şekilde, görünmez uçakların özel bir radar tipinden, ismini belirtmek gerekirse, düşman uçaklarında kullanılan kalın dalgalı (X bandı) yüksek frekanslı radarlardan ve füze güdümlü radarlardan kaçınmak üzere tasarlandığını keşfetti. Bu frekans, dar bir radar huzmesi üretir, genişliği santimetrelerle ölçülür ve bu, hedefleri hassasiyetle saptamak ve patlayıcılara yön göstermek için idealdir.

 

Bu yüzden Ruslar, 2. Dünya Savaşı'nın sonundan beri kullandıkları geniş dalgalı teknoloji (K bandı ve L bandı ve metrik bir dalga olan, yani genişliği bir metreden fazla olan HF) üzerine çalışmaya başladılar. Ancak bunun mahzuru, hassasiyetin bulunmaması ve yön gösterme için kullanılamamasıdır (dalga ne kadar genişse, uzun mesafelerde o kadar dağılır ve hedef hakkında tam olmayan koordinatlar verir). Geniş dalganın avantajı ise, büyük ölçüsünün görünmez uçak tasarımını faydasız hale getirmesidir. Uçak yüzeyleri küçük santimetre dalgalarını dağıtmak, saptırmak ve absorbe etmek üzere tasarlanmıştır, ancak bir geniş huzmenin kaynağa dönmesini ve hedefi saptamasını engellemeyecektir.

 

F-117 uçağı Yugoslavya üzerinde düşürüldüğü zaman, pek çok uzman bunu, uçağı düşüren Sam-3 sistemindeki Rus radarlarının (L bandı, desimetrik dalga) Yugoslavlar tarafından kullanılmasına atfetti. Ruslar Yugoslav savaşından sonra bir adım ileriye giderek, hassasiyeti yüksek frekanslı radarlarla karşılaştırılabilecek olan yeni bir modern metrik radarlar jenerasyonu geliştirdi. Bu sistem, Rusya tarafından kullanılan her bir S-300 bataryasına entegre edildi. İran yıllardan beri, farklı tiplerde geniş dalgalı radarlar sergiledi. Bunlardan en önemlileri (Şafağın Sökmesi anlamına gelen)  Matlaü'l-Fecr-1 ve Matlaü'l-Fecr-2'dir. Bunlardan ikincisi, S-400 bataryalarında görünmezlik dedektörü olarak düşünülen Rus Nebo radarına benzemektedir.

 

İranlı generaller, bu radarların İran havasahasını tamamen kaplayacak şekilde her yerde bulunduğunu iddia ediyor.

 

Görünmezlik teknolojilerini dengelemek için kullanılan ikinci metod, radarlar yerine görsel ekipmanların benimsenmesi üzerine kuruludur. Modern termal kameraların gelişmesiyle birlikte pilotlar, bunların pek çok durumda radara mükemmel bir alternatif olabileceğini keşfetti. Bunlar, önemli bir izleme cihazını ifade etmektedir (düşman, onun kendisini takip ettiğini bilmez). Ruslar 1980'lerden beri modern kameraların, özellikle de uçakla onu çevreleyen soğuk atmosfer arasında önemli bir ısı farklılığının olduğu yüksek irtifalarda bir radar kullanma ihtiyacı olmadan, 90 kilometrenin üzerinde uzun bir mesafeden ABD bombardıman uçaklarını izleyebildiğini biliyorlardı. Bugün dünyada görsel sistemlere İran kadar bel bağlamış başka bir ülke bulunmuyor. İran, bu sistemleri her türden hava savunma sistemine entegre ediyor ve devamlı olarak, hedefleri saptayabilen ve füzelere ve makineli silahlara yön verebilen yeni ve hafif sistemler geliştiriyor. Bu, İran'ın başka bir icadıdır ve savunma yapısı, pek çok kişinin modası geçmiş olarak gördüğü uçaksavar toplarının modern bir radara bağlanması ve bir ateşli silahlar dalgasına yön verebilecek bilgisayar programları kullanarak, onu hassas bir biçimde şekillendirecek, böyleliikle hedefin etrafındaki gökyüzünde bir şarapnel duvarı veya adası yaratacak bir grup içinde kullanılması halinde, oldukça etkili olabileceğini ifade etti. Bu metodlar, güdümlü füzelerin ve keşif uçaklarının vurulması ve hassas bölgelerin korunması açısından ideal hale gelmektedir.

 

 

Sonuç

 

İran, ABD'yle kendi sahasında rekabetten kaçınırken, caydırıcılık kapasitelerini inşa etti. Bir Batı gücüyle havada veya denizde asla karşı karşıya gelemeyeceğini peşinen biliyor. İşte, varolan boşluklardan istifade etmeyi ve düşmanı örneğin füzeler gibi konvansiyonel olmayan araçlarla vurmayı deneyen asimetrik savaş teknolojileri buradan doğdu. ABD yıllardan beri Rus, Çin, Kuzey Kore ve İran füzelerine karşı korunma amaçlı savunma araçlarını geliştirmekle meşguldü. Fakat kısa süre önce Economist dergisinde yayınlanan bir haber, bunu yapmanın zorluklarını izah ediyor. ABD, füze kalkanı programı hakkında konuşmaya son veremez, fakat 40 milyar ABD dolarından fazlasına mal olan bir programın 2008'den beri yapılan beş durdurma testinin hepsinde başarısız olduğunu çok az kişi biliyor. Economist dergisi, son on yılda, ABD'yi füze tehdidini nötralize etme hedefine hiçbir bakımdan yaklaştırmayan benzer programlara yaklaşık 100 milyar ABD doları harcandığını söylüyor.  Öte yandan bu durum, amacın kendisinin imkansız olduğunu kanıtlamış olabilir ve gerçekten de bu alanda çalışan pek çok ABD generalinin vardığı sonuç budur. Sorun sadece teknik zorluklarla – 8 Mak veya daha büyük bir mesafede, çok küçük boyutlu bir savaş başlığını veya çok sayıda savaş başlığını engellemeye çalışmak gibi – sınırlı değildir ve aynı zamanda karmaşık savunma sistemlerini basit metodlarla yanlış yönlendirmenin ne kadar kolay olduğuyla ilgilidir. Bugün Rus füzeleri, savaş başlığı dış mekanda ayrıldığı zaman onlarca sahte hedef oluşturmak üzere tasarlanmıştır ve bunların hepsi benzer büyüklükte olduğu ve aynı hızda hareket ettiği için, aralarında ayrım yapılmasını neredeyse imkansız hale getirmektedir. ABD yeni durdurucu teknolojileri geliştirirken, Rusya da bunların etkisini sıfırlayan karşı önlemler hayata geçiriyor.

 

Bu askeri ve teknik tartışma, İran'ın Batı'yla ilişkisinin geliştirilmesinin temelini teşkil etmekte ve çatışma, yaptırımlar, diyalog, anlaşma, rekabet ve sözleşmelerin dinamiğini geniş ölçüde belirlemektedir. Bu arka planı bilmeyen biri, İranlılar ve Amerikalıların kamuoyu önünde düşman olduklarını iddia ederken perde arkasında oynadıkları “oyun” hakkındaki basitleştirici anlatılara ve komplo teorilerine kolayca inanabilmektedir. Bunların amacı ise elbette biz Arapları kandırmaktır.

 

ABD ekonomisinin büyüklüğü ve devasa teknolojik kapasiteleri nedeniyle, dünyadaki hiçbir ülke ABD'yi kendi ordusunun büyüklüğüyle veya ABD tarzı hava ve deniz filolarıyla korkutamaz. ABD'yi korkutan şey, kendisine ait bir savaş deneyimi ve savaş doktrini olan, yerel ve coğrafi faktörlerden yararlanabilen ve geleneksel Batı kutusunun dışında kalan bir savaş stili tasarlayabilen ordulardır. Bu bağlamda, İran'ın deneyiminden öğrenebileceğimiz çok şey var.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net