IŞİD, NATO kamplarında doğdu
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 06.10.2014
Önce onları yaratırsınız, sonra onları kullanırsınız, en sonunda da onlarla savaşırsınız. “Yegane kurbanlar”, hayatını kaybeden ve bu vahşi emperyalist oyunların yıktığı bölgelerin içinde yer değiştiren milyonlarca insandır.
Andre Vltchek
Russia Today
Batı ve onların Ortadoğu'daki yandaşları olan devletler şimdi Suriye'de “İslam Devleti” (IŞİD) mevzilerini bombalıyor, hem militanları hem de sivilleri öldürüyor, uluslararası hukuku ve anlaşmaları sayısız defa ihlal ediyor.
Suriye içindeki petrol tesisleri alev alev. Batı, adeta Ortadoğu'nun tek sahibi olacakmış gibi, bombalama kampanyasının yıllar boyunca sürebileceği yönünde Şam'ı “bilgilendirdi”.
Bunun hiçbir uluslararası dayanak olmadan yapılması, şu an itibariyle kimseyi şaşırtmıyor.
Bu kampanyanın karşısında duran hiçbir şey yok; hiçbir hava kuvveti Suriye topraklarını savunmuyor, hiçbir karadan havaya füze ateşlenmiyor.
Bununla birlikte ABD ve İngiltere, bunu sadece IŞİD mevzilerini güçten düşürme amaçlı bir kampanya olmadığını gizlemiyor. ABD açıkça, Suriye içindeki “ılımlı muhalefet güçleriyle”, yani temel olarak Başkan Esad hükümetini yıkmak için savaşan güçlerle olan ittifakını ilan ediyor.
Şam'ın IŞİD'le mücadele etmek için daha geniş bir koalisyon kurulması talebi görmezden geliniyor. Bu şaşırtıcı değil: “İslam Devleti” (yahut IŞİD) yıllardan beri, Batı ve onun bölgesel müttefikleri tarafından desteklenen, eğitilen ve finanse edilen “muhalefet hareketinin” ayrılmaz bir parçasıydı.
Hizbullah halihazırda IŞİD'le savaşıyor
Suriye'ye yönelik son saldırılar için öne sürülen bahane veya gerekçe, basit. İngiltere Başbakanı David Cameron, yasa koyuculara şunu söyledi: "Bu, dünyanın uzak bir kısmındaki bir tehdit için değildir. Biz, Akdeniz'in kıyılarında, kontrolsüz bırakılmış bir terörist halifelikle karşı karşıya geleceğiz."
Cameron bu sözüyle belki Lazkiye ve Tartus gibi şehirlerin bulunduğu, Suriye'nin kısa Akdeniz sahil şeridini, muhtemelen de beraberinde bütün bir Lübnan'ı kastediyordu. Bölge analisti Michael Jansen'e göre Lübnan, “...şimdiden İslam Devleti'ne (İD) karşı savaşta üçüncü savaş cephesidir ve savaşın sürdüğü Suriye ve Irak'ta olduğu gibi, savaşı yürütmek için ne gerekli siyasi birliğe, ne de maddi araçlara sahiptir.”
Durumun ne kadar ciddi olduğunu görmek için, Lübnan'daki UNSIOC tarafından yayınlanan Günlük Güvenlik Bilgisi Raporları'nı okumak yeterlidir. Burada, militanların Suriye toprağından Lübnan'a sızdığından, kaçırmalardan ve devamlı tutuklamalardan söz ediliyor.
Fakat bölgedeki insanların çoğu, işlerin bu korkunç duruma gelmesinin sorumluluğunun kimin omuzlarında olduğu konusunda kesinlikle Bay Obama ve Bay Cameron'la aynı fikirde olmayacaktır.
Hizbullah'ın açık sözlü lideri Seyyid Hasan Nasrallah, Lübnan'da 23 Eylül 2014 tarihinde yaptığı konuşmada bu durumu ele aldı:
“Biz, ister Suriye rejimine, ister DAİŞ'e (IŞİD) karşı olsun, Amerikan askeri müdahalesine ve Suriye'de bir uluslararası koalisyona karşıyız… ABD, terörizmle savaşma şeklindeki sahte bir mazeretle, bölgenin kontrolünü ele almaya çalışıyor…”
Hizbullah halihazırda IŞİD'le savaşıyor, fakat, Lübnan'daki ve bölgedeki büyük popülerliğine, kapsayıcılığına ve büyük sosyal projelerine rağmen (yahut belki de bunlar nedeniyle) örgüt, en azından ABD'nin ve bazı Avrupa ülkelerinin terör örgütleri listesinde bulunuyor.
Öyle görünüyor ki Batı, IŞİD'in yakında saldırılarını yoğunlaştırması veya sınır üzerinden, Suriye topraklarından nihai bir darbe vurması muhtemel görünse de, Lübnan'ın savunmasız kalmasını istiyor. Fransa'dan gönderilen silahlar henüz teslim edilmedi ve bu kısmen, Fransa'nın bunların İsrail'e karşı kullanılmasından “endişe etmesinden” kaynaklanıyor. ABD, “Ukrayna konusunda Batı ve Rusya arasında var olan gerilimler” nedeniyle Lübnan'ın Rus silahları satın almasını bloke ediyor. (Lübnan Savunma Bakanı Nuhad Maşnuk Moskova'yı ziyaret ederek Rus yapımı silahların teslim edilmesini sağlamaya çalıştı).
Bölge yıkıldı, Batı, oyunu kontrol ediyor
Durum aşırı derecede karmaşık, ancak açık olan şey, Batı'nın “oyundaki” bütün kontrol butonlarına basıyor olduğudur.
Batı, “İslam Devleti” gibi en radikal unsurlar da dahil olmak üzere “Suriye muhalefeti”nin yaratılmasına ve güçlendirilmesine yardım etti. Amaç, Başkan Esad'ı devirmekti. Şimdi, IŞİD “kontrolden çıkıp” hem Irak'ta hem de Suriye'de toprak kazanmaya başlayınca, vahşilikleri ve askeri başarıları, Suriye'ye doğrudan müdahale için gerekçe olarak kullanılıyor.
Başkan Esad'ın, Suriye halkının çoğunluğu tarafından desteklense bile (belki de özellikle bu durumda) kazanmasına hiçbir zaman izin verilmeyeceği açık hale geliyor.
Batı'nın eylemlerinin neticesinde hem Irak hem de Suriye şimdi tamamen istikrarsızlaştırılmış halde, yahut daha doğru bir ifadeyle enkaz halindedir.
Lübnan, tam anlamıyla işleyen bir hükümete veya sağlam bir orduya sahip değil ve yıkıcı dalga tarafından sürüklenebilir.
Bölge, milyonlarca mülteciyle tam anlamıyla dolup taşıyor.
Ve Batı bir kez daha bölgeyi Tomahawk füzeleriyle ve bombalarla vuruyor. Suriye ve Irak'taki duruma dair sorumluluğa ortak olan bazı Batı yanlısı Arap rejimleri - Bahreyn, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri – savaş uçaklarını vererek “kampanyaya” katıldı. Bu şekilde bir meşruiyet yanılsaması yaratıldı: Washington'daki eğitmenleri Batı'ya, “bu konuda yalnız olmadıklarını” ilan edebilir.
“Terörizm tehdidi” ve “bölgenin ve bölge halkının karşı karşıya olduğu tehlike”, askeri eylemin başlıca gerekçeleri olarak sunulurken, bu argümanlarda gerçekte çok az mantık bulunuyor ve pek çok Ortadoğu yurttaşı şimdi, Batı'nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetini yıkmayı, bağımsız, petrol zengini ve Batı yanlısı bir Kürt devleti kurmayı ve hatta belki de komşu İran'la bir çatışmayı körüklemeyi amaçladığına inanıyor.
Meselelerin Batı'nın bombalama kampanyası olmadan, ABD ve AB'nin asla kullanmayacağı kanallar üzerinden çözülebileceği de anlaşılıyor: Şam ve Tahran hükümetleri, köşeye itilmeye son vermek zorunda kalacaktır. Gerçekte Suriye ve Lübnan'ın yeniden silahlanmasına ve kendi düşmanlarıyla savaşmasına izin verilmelidir. İran da IŞİD'e karşı savaşmaya teşvik edilmelidir.
21 Eylül 2014 günü AP şunları yazdı: “Suriye parlamento sözcüsü Pazar günü, ABD'nin aşırıcı İslam Devleti grubuyla savaşmak için, terörizmi desteklemekle suçladığı ülkelerle ittifak kurmak yerine Şam'la çalışması gerektiğini söyledi. Göründüğü kadarıyla sözcü Cihad Laham, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı devirmeye çalışan isyancıları destekleyen Suudi Arabistan'ı ve öteki ülkeleri kastediyordu.”
Fakat Batı, krizleri çözmeyi amaçlamıyor. Bölgede tam hakimiyet için mücadele ediyor.
Hem beyaz hem de siyah taşlarla satranç oynuyor. Bunların ikisinin arasında, on milyonlarca insan ve koca ülkeler yer alıyor. Her adım, sayısız yaşamı ortadan kaldırıyor.
Onları yarat, onları kullan, onlarla savaş
IŞİD gökten inmedi. Türkiye'de ve Ürdün'de “Suriyeli mülteciler” için inşa edilen mülteci kamplarında silahlandırıldı, finanse edildi ve eğitildi. Her iki ülke de Batı'nın sıkı müttefikleridir; Türkiye her şeyden önce NATO üyesidir.
Türk araştırmacı gazeteci Hüseyin Güler ve Ulusal TV'den belgesel yapımcısı Serkan Koç da dahil olmak üzere bölgedeki bazı gazeteciler, kampları, özellikle de Türkiye'nin sınır şehri Hatay yakınlarındaki Apaydın kampını eğitim tesisleri olarak tanımladı.
Ürdün'ün, “muhalefetin eğitilmesi“ için topraklarını sunduğu sır değil. Bu yılın başlarında Ürdün-Suriye sınırındaki iki mülteci kampında çalıştım: eski ve aşırı dolu bir kamp olan Zaatari ve yeni, henüz kısmen işlev gören bir kamp olan Azrak.
Hem mültecilerin hem de yerel sakinlerin bana sunduğu tanıklıklara göre Zaatari Kampı yıllardan beri “Suriyeli muhalefet savaşçıları” için bir eğitim tesisi olarak kullanıldı. Bölgede hem Suudi hem de Katarlı kadrolar açıkça varlık gösteriyordu.
AP şunu yazdı: “Ürdün… kendi topraklarında Esad karşıtı savaşçılara herhangi bir eğitim verildiğini resmi olarak inkar ediyor, ancak hem Ürdünlü hem de Amerikalı yetkililer Ürdün'ün bunu yaptığını kabul etti.”
Birleşik Arap Emirlikleri'nde yayınlanan “The National” isimli günlük gazete, 28 Aralık 2013 tarihinde şunları yazmıştı:
“Amman'daki bir komuta merkezi, yahut Suriyeli isyancıların yaptığı tanımlamayla ‘operasyon odası', Özgür Suriye Ordusu'na askeri danışmanlık sunuyor ve Beşar Esad rejimiyle savaşmaları için onlara silah aktarıyor… İsyancılar ayrıca muhtelif, bazen paralel besleme yolları bulunan, karmaşık, belirsiz bir silah hareketi sisteminin de olduğunu söylüyor. Komuta merkezi ÖSO ve Yüksek Askeri Konsey –General Selim İdris'in başkanlık ettiği, Arap devletlerinin ve Batı'nın desteklediği muhalif siyasi ittifak olan Suriye Ulusal Koalisyonu ile müttefik olan yüksek komutanlık - ile birlikte çalışıyor.”
Hem Venezuela TV kanalı TeleSur için yaptığım belgesel, hem de bazı yazılı raporlarım vesilesiyle birkaç defa, Türkiye-Suriye sınırında, Hatay dolaylarındaki durumu gözlemledim.
Hoşgörülü ve çok-kültürlü Hatay şehri, yıllardır korku içinde yaşıyor ve Suriyeli “muhalefet savaşçılarını” eğitmek ve radikalleştirmek üzere Suudi Arabistan'dan ve Körfez'in geri kalanından gönderilen, makineli silahlar taşıyan sakallı cihadçı kadrolar tarafından terörize edilmiş durumda.
Apaydın Kampı, pek çok IŞİD savaşçısının kökenlerinin olduğu yer.
“Suriye muhalefeti” konusu üzerine çığır açıcı çalışmalar üretmiş olan Serkan Koç, İstanbul'da bana şunları söylemişti:
“Elbette bu insanların gerçekten de ‘Suriye muhalefeti' olmadığını anlıyorsunuz. Onlar, Katar ve Suudi Arabistan gibi çeşitli Arap ülkelerinden toplanmış, paraları Batılı emperyalist güçler tarafından ödenen modern çağ lejyonerleridir. Bazıları El Kaide'nin ve öteki terör örgütlerinin üyeleri. Çoğu, militan Sünni Müslümanlar. Onlar, Esad hükümetiyle savaşak üzere kiralanmış haydut unsurlar olarak tanımlanabilir.”
IŞİD üyesi olanlar da dahil olmak üzere, bu lejyonerlerden bazıları değişim geçirdi ve aynı anda birden fazla iş yapmaya başladı (Başkan Esad aylardan beri bunu yapacakları uyarısında bulunuyordu). Hâlâ, temel olarak laik olduğu için ve bazı Sünni Müslüman çevrelerin, özellikle de radikal olanların sapkın olarak gördükleri Alevi mezhebinden olduğu için nefret ettikleri Başkan Esad'a karşılar. Fakat aynı zamanda Müslüman olmayanlara ve Arap olmayanlara da, hatta bizzat onları dünyaya getirenlerin – Batı'nın – çıkarlarına da karşılar.
Bütün bunlar, El Kaide'nin doğuşundan farklı değil. El Kaide, ilk olarak Afganistan Demokratik Cumhuriyeti'ne, sonra da Sovyetler Birliği'ne karşı savaşın içinde yer alan, Batı tarafından eğitilen ve silahlandırılan Mücahidin'in dönüşüm geçirmesiyle oluşmuştu.
Batı, Afganistan'daki Mücahidin'den, 1965'te Endonezya'daki askeri ve dini kadrolara, Şili, Paraguay ve Arjantin'deki faşist ordulardan bugün Ukrayna'daki faşist çetelere kadar, en korkunç müttefikleri tarihsel olarak kullanmakta, hatta yetiştirmektedir.
“Suriye muhalefeti” yalnızca son baskılardan biridir. Bundan kimin fayda sağladığı açıktır: silahları tedarik eden, ülkeleri, hatta bölgeleri istikrarsızlaştıran ve dünya üzerinde tam kontrol sağlamaya çalışan Batı'nın askeri ve siyasi yapısı.
Bu yüzden, eğer durum değişir ve eski yandaşın hareketleri istenilenin dışına çıkarsa, her zaman onların başka bir şekilde kullanılması mümkündür: doğrudan müdahaleler ve bölgenin ve bütün dünyanın daha da fazla militarize edilmesi için bir bahane işlevi görebilirler.
Önce onları yaratırsınız, sonra onları kullanırsınız, en sonunda da onlarla savaşırsınız.
“Yegane kurbanlar”, hayatını kaybeden ve bu vahşi emperyalist oyunların yıktığı bölgelerin içinde yer değiştiren milyonlarca insandır.
www.medyasafak.net