Neden Riyad sahaya bir petrol silahı yerleştirdi?

Neden Riyad sahaya bir petrol silahı yerleştirdi?
Daha büyük bir ihtimalle Riyad, “petrol silahını” basit bir şekilde, Amerika Birleşik Devletleri’ne Tahran’la nükleer anlaşmadan uzaklaşması için baskı yapmak ve Rusya’yı Şam’a verdiği desteği sonlandırmaya zorlamak için ileri sürmüştür.

 

 

Yuram Abdullah Weiler

 

 

Press TV

 

 

“Kuşatma altındaki Suud Hanedanı, Moskova'yı Şam'a verdiği desteği bırakmaya, Washington'u da Tahran'la anlaşmaya engel çıkarmaya zorlayabileceğini düşünüyor.”

 


-- Gazeteci Pepe Escobar

 

 

Suudi Arabistan'ın üretimi arttırması nedeniyle yakın zamanda petrol fiyatlarının gösterdiği düşüş eğilimi, Washington ve Riyad'ın ham petrolü Rusya ve İran'a karşı baskı uygulamak üzere bir silah olarak kullanıyor olabileceği şeklinde spekülasyonlara yol açtı. 

 

Düşük petrol fiyatlarının sürdürülmesi, İran ve Rusya'nın ekonomilerini etkileyecektir, fakat Amerika Birleşik Devletleri'ndeki etkileri daha büyük bile olabilir. O halde Suudi Arabistan yalnızca pazar payını mı arttırmaya çalışıyor yoksa arka planda saklanan başka şeyler mi var?

 

Dünya, Suudi Arabistan'ın piyasaları ham petrolle doldurmaya devam mı edeceğini, yoksa fiyatları yükseltmek için çıktıları azaltacağını mı görmek için, endişeli bir şekilde, 27 Kasım günü için planlanan bir sonraki OPEC toplantısını bekliyor. Bu tarih, ABD-İran nükleer anlaşması için belirlenen en son tarihten üç gün sonrasına denk geliyor.

 

Eğer Riyad petrol taşkınını sürdürürse, dünyanın ikinci ve üçüncü en büyük petrol alıcıları olan Çin ve Hindistan, kaydadeğer kazançlar sağlayabilir; tıpkı  Tayland, Endonezya, Singapur ve Filipinler gibi. Tersinden, OPEC üyeleri olan ve ölü değerleri varil başına yaklaşık 120 ABD doları olan İran, Irak, Cezayir, Libya, Nijerya, Ekvador ve Venezuela ise,  olumsuz yönde etkilenecektir.

 

Dünyanın, petrol fiyatlarının yüzde 50'nin üstünde bir oranda aşağı indiği 1986 senesinde öğrendiği gibi, eğer Suudi Arabistan kendisine üstünlük sağlama amaçlı bir fiyat savaşı başlatmak isterse, bunu yapabilecek kaynaklara da, altyapıya da sahiptir.

 

Suudilerin 1986 yılında petrol fiyatlarında sebep olduğu serbest düşüşün tek amacı, kendi pazar paylarını arttırmaktı, ancak bu kez Riyad'ın fiyat savaşı, hidrolik kırılmayı, derin deniz sondajını, yanısıra güneş ve rüzgar enerjisi gibi alternatif enerji kaynaklarını Amerika'da ekonomik açıdan olanaksız hale getirebilir. Fakat Riyad gerçekten de ABD ekonomisine darbe indirmek mi istiyor?

 

Suudi Arabistan, çok fazla zorluk olmadan iki yıl boyunca petrol varil fiyatını 70 dolar gibi düşük bir seviyede tutmayı tolere edebilecek vergi rezervlerine sahiptir. Yaklaşık 750 milyar dolarlık – yani beş sene önce var olanın yaklaşık iki katı olan – rezervlerle Riyad, açıkça, şist petrolü üretimini fiyatların 100 doların altında tutulmasıyla da şimdiki düzeylerde sürdürerek, dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Amerika Birleşik Devletleri'nin azmini sınayabilecek bir pozisyondadır.  

 

Ve eğer Suudiler petrolün varil fiyatını 90 doların altında tutarsa, ABD'deki şist petrolü çıkarma faaliyetleri kâr getirmez hale gelecektir ve bu, üretimde azalmaya ve ithal petrole daha fazla bağımlı hale gelmeye yol açabilir.

 

Washington ve Riyad'ın yakın zamanda bir dizi meselede ters düştüğü sır değildir; bunların arasında Suudilerde var olan, ABD yönetiminin Esad hükümetini devirme iradesine sahip olmadığı algısı, ABD'nin İran'ı doğrudan vurmayı da, bir İsrail saldırısını da reddetmesinden kaynaklı kızgınlık ve Başkan Barack Obama yönetiminin İran'ın barışçıl nükleer programın üzerinde bir anlaşmaya varma çabalarının sebep olduğu dehşet de vardır.

 

Gerçekte, Suudiler ABD öncülüğünde IŞİD'e karşı yürütülen kampanyayı desteklediklerini iddia edebilirler, fakat düşen petrol fiyatları, başka bir şeye işaret ediyor.

 

Düşük petrol fiyatlarının hem ABD hem de Suudi Arabistan'a sağladığı açık bir stratejik fayda, karşılıklı hasımları olan Rusya ve İran'a ilave bir ekonomik yük getiriyor olmasıdır.

 

Rusya, 10 milyon varillik günlük petrol çıktısının önemli bir bölümünü iç pazara satıyor ve istikrarlı bir ekonomiyi sürdürmek için varil başına 100 dolarlık bir fiyata ihtiyaç duyuyor. İran günde 4.2 milyon varil üretiyor ve bütçesini dengelemek için petrolun varil fiyatının yaklaşık 130 dolar olmasına ihtiyaç duyuyor. Ancak ABD için petrol fiyatlarındaki kaymanın negatif bir tarafı bulunuyor, zira varil başına her 20 dolarlık düşüş, kabaca, Amerikalı üreticiler için kârlarda yaklaşık yüzde 20 oranında azalma anlamına geliyor.

 

ABD, günde 11 milyon varillik çıktıyla dünyanın en büyük petrol üreticisi haline gelirken, dünyanın en büyük petrol alıcısı olarak kalmaya da devam ediyor, bu yüzden yaptığı üretim, tıpkı Rusya'nın üretimi gibi, temel olarak iç pazarı besliyor. Ve birbirini izleyen Washington yönetimlerinin yıllardır kullandığı, enerjide bağımsızlığa ulaşma retoriğine rağmen, Amerika'nın yurtiçi enerji çıktısı, 1950'lerin sonlarından bu yana tüm ülkenin ihtiyaçlarını karşılamayı başaramamıştır.

 

Sonuç olarak, ABD'nin yüzde 15'lik çıktısı dünyanın en büyük enerji tüketicisinin büyük iştahını tatmin etmekten uzakken, şu anda süren Suudi petrol savaşı, şist petrolü çıkarma faaliyetlerini kârsız hale getirerek ABD ekonomisinde hasar yaratma potansiyeli taşımaktadır.

 

ABD, kaya tabakasından, maliyetli hidrolik kırılma yöntemiyle petrol ve doğalgaz çıkararak dünyanın petrol ve doğalgaz üretiminde lider haline geldi. Bu yöntem, petrol varil fiyatı 100 doların üzerinde kaldığı müddetçe kârlıdır, ancak bu fiyat düzeyinin altına inildiğinde, hidroik kırılma en iyi ihtimalle marjinal hale gelmektedir.

 

Bazı ABD'li enerji firmaları, petrolün varil fiyatı 80 dolar olduğunda giderini ancak karşılayabiliyor, bazıları ise 90 doların altında kâr edemiyor; fakat eğer düşük petrol fiyatları devam ederse, enerji iktisatçısı Phil Verleger'e göre “devasa boyutta sıkıntı olacaktır”.  Kısacası, Harvard'dan iktisatçı Joseph Nye'ın Amerika'nın “şist fırtınası” olarak adlandırdığı şey, Arap Çölü'nde bir kasırgaya dönüşebilir.

 

1986 yılından farklı olarak ABD ekonomisi, uzun süreli bir küresel ekonomik gerilemeyi geçiştirebilecek durumda değildir. O tarihte, asgari faiz oranları yüzde 9 civarında süzülürken, ABD Merkez Bankası'nın odak noktası, enflasyon baskısını frenlemekti, fakat bugün FED, enflasyondan ziyade deflasyondan çok daha fazla endişe duyuyor. Aralık 2008'den beri “resmi” asgari faiz oranının yüzde 3.25 olmasına ve federal fon oranlarının yüzde 0-0.25 oranında olmasına rağmen FED, yüzde 2'lik enflasyon hedefine ulaşamadı. 

 

FED, Kasım 2008'den beri, faiz oranlarını düşük tutmak ve böylelikle ekonomiyi canlandırmak niyetiyle, her ay 85 milyar dolarlık Hazine tahvili satın aldı; Ocak 2014'ten beri de Federal Açık Pazar Komitesi'nin her toplantısında bu meblağı 10 milyar dolar arttırdı. Ancak bilançosunu yaklaşık 4,5 trilyon dolara kadar şişiren bu sözde parasal genişleme programının üç turundan sonra FED, programı bıraktı ve bu şüphesiz, düşen ham petrol fiyatlarının enflasyon etkisinden kaynaklıydı. 

 

ABD şirketleri, Standard and Poors'un 500 stok endeksi seviyesini korumak için kendi stoklarına 1,09 trilyon dolarlık alım dahi yaptı. Fakat ABD ekonomisini takviyeyle çalıştırma yönündeki bu büyük çabalara rağmen, işgücünün katılım oranı yalnızca yüzde 63 oranındadır, yani FED'in yakın zamanda yaptığı “sağlam iş kazanımları ve daha düşük işsizlik oranı” iddiasını çürütecek şekilde, ABD'deki gerçek işsizlik oranı yüzde 37 dolayındadır.

 

ABD'deki en üst yüzde 10'luk dilim gelirin yüzde 50'den fazlasını toplarken, durgun haldeki Amerikan ekonomisi, dünyanın 1930'lardaki Büyük Buhran tarzı bir deflason spiraline sürüklenmesi tehlikesi yaratıyor ki bu, geri kalan herkes birlikte zenginleri de içine sürükleyecektir.

 

Ve Suudiler piyasaları mahvedinceye kadar ham petrol fiyatı, hem FED'in hem de ABD Kongresi'nin deflasyondan kaçınmasını sağlayan temel bir faktördü. 

 

Bu yüzden Suudiler, “petrol silahını”, uluslararası bankacılık karteline, küresel deflasyona karşı yürüttükleri ve kaybettikleri mücadelede yardım etme amaçlı alicenap bir adım olarak ortaya sürmüş olabilir. Ancak, süregiden Washington-Riyad gerilimleri düşünüldüğünde, bu pek muhtemel görünmüyor.

 

Daha büyük bir ihtimalle Riyad, “petrol silahını” basit bir şekilde, Amerika Birleşik Devletleri'ne Tahran'la nükleer anlaşmadan uzaklaşması için baskı yapmak ve Rusya'yı Şam'a verdiği desteği sonlandırmaya zorlamak için ileri sürmüştür. Kuşkusuz, 1986'da olduğu gibi bunda büyüyen pazar payının da bir etkisi vardır, ancak Suudilerin aynı zamanda dünyayı büyük bir ekonomik yıkımdan kurtarmayı umduğu iddiası hayli şüpheli görünmektedir.

 

 

www.medyasafak.net