Yahya Safevi: İmam Hamanei’nin Rehberliği İlahi Bir Lütuftu

Yahya Safevi: İmam Hamanei’nin Rehberliği İlahi Bir Lütuftu
Devrim Muhafızları Ordusu’nun sabık genelkurmay başkanı ve Başkomutan İmam Hamanei’nin Başmüşaviri Seyyid Yahya Rahim Safevi'nin, İmam Humeyni’nin 23. vefat ve Ayetullah Hamanei’nin rehberliğinin başlangıç yıldönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde savaş yılları ve Rehber ile ilgili hatıralarını anlattığı uzun ve önemli röportajının ilk bölümü:
Yahya Safevi: İmam Hamanei’nin Rehberliği İlahi Bir Lütuftu
 


Başkomutan İmam Hamanei’nin Askeri Danışmaı Seyyid Yahya Rahim Safevi, Pasdar-i İslam Dergisi’ne verdiği röportajda cihad yıllarını ve İmam Humeyni’nin çizgisini devam ettirmede Ayetullah Hamanei’nin eşsiz rolünü ele aldı.

Devrim Muhafızları Ordusu’nun sabık genelkurmay başkanı ve Başkomutan İmam Hamanei’nin Başmüşaviri Seyyid Yahya Rahim Safevi, İmam Humeyni’nin 23. vefat ve Ayetullah Hamanei’nin rehberliğinin başlangıç yıldönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde hatıralarını anlattığı röportajda, inişlerin ve çıkışların yaşandığı savaş yıllarına ve Ayetullah Hamanei’nin dalgalı bir denizde ilerleyen inkılâp gemisine kendine özgü yöntemlerle kılavuzluk edip onu tehlikeli yollardan nasıl geçirdiğine değindi.
 


Zatıâlinizi daha yakından tanımak adına, İslâm İnkılâbı’nın zafere ulaşmasından önceki dönemde nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğunuzdan başlamak istiyorum. İnkılâp öncesinde nasıl bir dinî ve entelektüel ortamda bulunuyordunuz? Daha çok kimlerle irtibat halindeydiniz?

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Güç ve kudret yalnızca azamet sahibi olan Allah’a mahsustur.

Yüce Allah bana İnkılâp öncesinde Dr. Beheşti gibi şahsiyetlerle görüşmeyi, onarlarla birlikteliği nasip etti. O zaman Tebriz’de okuyordum. Tahran’a geldiğimde Dr. Beheşti’nin evine giderdim. Tebriz’de de Kazi Tabatabai ile irtibat halindeydim. Üniversitede eylem düzenlemek istediğimizde, ondan izin alırdık; dayak atmamız, dayak yememiz, camları indirmemiz kendi başımıza aldığımız kararlar değildi. Öğrencilik yıllarımız çok ateşli yıllardı.

İnkılâp’tan önce Ayetullah Medeni ile de görüşürdük. Kendisi o zaman Hürremabad’da sürgündeydi. Askerliğim 1354/1975’de başladı, 1356/1977’de bitti. Şiraz’da astsubaydım. Şehid Ayetullah Medeni de Şiraz’da Nurabad’daydı. Perşembe günleri mescidin bitişiğindeki evine gider, gece de orada kalırdık. Üzerimde çok büyük bir manevi etkisi vardı. İmam Humeyni’yi taklid ediyorduk ama kendisini görmemiştik. Ayetullah Medeni, bize İmam Humeyni’yi sevdirdi. Çok değerli bir insandı; ahlakıyla, maneviyatıyla içimizde bir dönüşüm başlatmıştı. Kendisiyle Türkçe konuşurdum, sevinir, tatlı Azeri lehçesiyle, “Aga Safevi! Siz Türk müsünüz?” diye sorardı. “Hayır, İsfahanlıyım, ama Azerilerle iç içe bulundum, dört yıl Azerilerin içinde okudum ve Türkçe öğrendim” derdim.

Ayetullah Medeni’nin insanlar üzerindeki ruhsal ve manevi etkisi çok derindi. Şiraz’dayken Şehid Ayetullah Destgayb’ın sohbetlerine de katılırdım. O da olağanüstü bir insandı, hayret uyandıran bir etkisi vardı. Kâmil bir ârifti, sözüyle ve ameliyle insanı alt üst ederdi.

Evet, dediğim gibi İmam’ı taklid ederdim ama İnkılâp öncesinde en fazla bu büyük insanlardan etkilendim. Hepsinden önemlisi İmam Humeyni çizgisine yönelmekti ve İmam’ın çizgisinin mahiyeti, bu büyük insanlar sayesinde açıklık kazanıyordu. Öğrencilik ortamında bazı dindar arkadaşlarımız Mücahidler’e katılmıştı ama Allah elimizden tuttu, bize hidayet etti de Dr. Beheşti, Ayetullah Medeni, Ayetullah Mutahhari ve Ayetullah Destgayb’ın vesilesiyle sıratı müstakime, sahih İslâm’a, İmam Humeyni’nin talim ettiği İslâm’a yönelebildik.

Entelektüellik ilkeden yoksun olursa…

Başka bir deyişle kontrolsüz olursa…
 
Ortaya sapkınlık çıkar. İnkılâp’tan sonra dostlarımızdan, hatta dindarlarımızdan bazıları ayrılıp Münafıklar’a (Halkın Mücahidleri) katıldılar. Bazıları İslam İnkılâbı’na karşı mücadele etti ve idam edildiler. Ben şu neticeye vardım: İki grup münharif olmadı. Taklid ehli olup bir taklid merciinin ilmihaline uygun amel edenler ve âlimlerle, mollalarla samimiyet kurup sorularını onlara soranlar. Allah’a hamd olsun ki bu büyük insanlar elimizden tutup bize bir şeyler öğrettiler; yoksa bizler bir şey bilmeyen küçük insanlar olarak kalırdık.

İmam Humeyni’nin vefat yıldönümü ve Ayetullah Hamanei’nin rehberliğinin başlangıç günlerini idrak ediyoruz. Bize İmam Humeyni ile hatıralarınızı anlatır mısınız?

Birkaç hatıramı anlatayım; bunlardan biri İnkılâp öncesi döneme, diğerleri İnkılâp sonrasına ait hatıralar. İmam’ı taklid ediyordum ama kendisini görmemiştim. İmam Humeyni’yi ilk defa Neauphle-le-Château’da öğle ve ikindi namazından sonra gördüm. Dizlerim titriyor, gözümden yaşlar dökülüyordu. Elini öpmek istedim, İmam iki kez eliyle başımı sıvazladı. İçim huzurla dolmuştu. İmam Humeyni Fransa’ya gittiğinde ben Güney Lübnan’da Filistinli gruplarla çalışıyordum. Mühendis Gurzi ve Ali Cenneti aracılığıyla bir süreliğine Lübnan’a gitmiştim. Sonra da Fransa’ya geçtim. Orada da bize daha çok Mühendis Gurzi yardımcı oluyordu. Bir ay İmam Humeyni’nin hizmetinde bulundum. Neauphle-le-Château’ya yakın bir otel tutmuşlardı. Otelde kalıyor, İmam’ın evindeki ufak tefek işleri yapıyorduk. Orada iki ev vardı. Birinde muhterem ailesiyle birlikte İmam kalıyordu, diğerinde oğlu Hacı Seyyid Ahmed. Biraz ötede başka bir ev daha vardı. İmam orada öğle ve ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırırdı.

Bu bir ay boyunca İmam Humeyni’nin farklı tabakalardan insanlara karşı davranışı beni çok etkilemişti. İmam’ın konuşma kasetlerini bodrum katlarında İran’da çoğaltılıp yayılması için telefondan nasıl dinlettiklerini görüyordum. İmam Humeyni Neauphle-le-Château sürekli öğrencilerle görüşüyor ya da gazetecilerle röportaj yapıyordu. İmam’ın namazları, öğrencilere yaklaşımı, çeşitli tabakalardan insanlara ve komşularına karşı davranışı bizim için örnekti. Hiç böyle şeyler görmemiştik. Sonra bir zaman geldi İmam bizden İran’a gitmemizi istedi. Sonuç itibariyle İmam İran’a teşrif etmeden önce biz Fransa’dan Almanya’ya, sonra da Avusturya’ya, Romanya’ya, Bulgaristan’a ve Türkiye’ye gittik. Arabalarımızı İran’a götürmek üzere silah ve mühimmatla doldurmuştuk. Ama Türkiye’de başımıza bir şey geldi ve bir ay orada kalmak zorunda kaldık. Bir ay sonra Suriye’ye geçtik. Benim kullandığım araç Peugeot idi ve kaportasının altı tamamıyla silah doluydu. Hatta ahşap bavulumun altına belli olmayacak şekilde, sabun kalıplarına benzeyen TNT kalıpları yerleştirmiştim. Arkadaşımız Dr. Ahmed Fezaili Türkiye’de kalmak zorunda kalmıştı. Türkiye’de trafik kazası geçirmiştik. Suçlu Türk şofördü. Tırın arkasından birden çıkmış, karşısındaki araca çarpmıştı. Türk şoför öldü, Dr. Fezaili’nin de ayağı kırıldı. Kaza ölümle sonuçlandığından Dr. Fezaili mahkemeye sevk edildi ve İnkılâbın zaferine dek Türkiye’de kaldı.

Suriye’den Mehdi Bakıri ile birlikte Bazergan sınırına geldik ve İran’a geçtik. 1357/1978 yılının ekim ayı ortalarıydı. Ortalık karışıktı, bu yüzden bizimle çok ilgilenmediler. Arabaya silah ve mühimmat yerleştirmiştik. Hoy kavşağında Şehid Bakiri ayrıldı, ben İsfahan’a doğru hareket ettim. Benzin bulunmadığından Bazergan’dan İsfahan’a ulaşmam iki buçuk gün sürdü. Hatta Kum’da, bir gün boyunca, silah yüklü araçla benzin istasyonunda sıra beklediğimi hatırlıyorum. Isfahan’a ulaştığımda hükümet askerî yönetimdi. Getirdiğim silah ve mühimmatla birtakım operasyonlar düzenledik. Tabii yapacağımız şeyler için ulemadan izin istiyorduk.

İnkılâptan sonra, İsfahan Devrim Muhafızları ordusu ve komitesi teşkil edilmişti. Kürdistan fitnesine karşı savaşıyorduk. Bu sırada defalarca İmam Humeyni’nin huzuruna vardık. Bu hatıralarımdan birkaçını anlatmak istiyorum şimdi. İmam’ın huzurunda, yakınında, dizinin dibinde otururduk. Gözlerimi İmam’ın yüzüne dikerdim. İmam’ın bakışı kalplerimize işlerdi. İmam’ın elini her öptüğümüzde güç alırdık. Nasıl bir duygu olduğunu anlatamam!

1360/1981 yılında Bostan’ı özgürleştirmek için Tariku’l-Kuds operasyonunu gerçekleştirdik. O dönemde Kerbela, İmam Hüseyin (a.s) ve Aşura tugaylarını yeni kurmuştuk. Şehidlerimizin sayısı çok artmıştı; yani her tugayda iki yüzden fazla şehid vardı. İki yüz şehid bizim için çok ağır bir kayıptı. Tugay komutanları hem Muhsin Rızayi’ye hem de bana artık komutan olmak istemediklerini, onca şehidin kanının sorumluluğunu taşıyamayacaklarını söylemişlerdi. Ne kadar ısrar ettiysek de kabul etmediler. Üç tugay komutanını Cemaran’a, İmam Humeyni’nin huzuruna götürmek zorunda kaldık. İmam’a durumu izah ettik. İmam şu manada sözler söyledi: “Bu tarih diliminde size İslam’ı ve Kur’ân’ı savunma imkânını ve fırsatını lütfettiği için Allah’a şükretmeniz gerekir. Şehidlerinizin isimleri ezelde levh-i mahfuzda kayıtlıydı. Gidin ve tedbirli hareket edin; kaç kişi öldürdük, kaç şehid verdik diye de endişelenmeyin!”

O üç komutan kimdi?

Murtaza Kurbani ve Hüseyin Harrazi. Üçüncüsünün adını hatırlayamıyorum.

Şimdi, 20 Behmen 1364 (9 Şubat 1986) öncesine ait bir hatıramı anlatmak istiyorum. 1362 İsfend’inde (1984 Şubat’ında) ve 1363 İsfend’inde (1985 Şubat’ında) düzenlediğimiz Hayber operasyonlarında iki kez Dicle ve Fırat’ın kıyısına kadar ilerlemiş ancak başarılı olamamıştık. Bu kez Şattü’l-Arap’ı (Ervend Rud) geçmek istiyorduk. Fav Yarımadası’nı almaktan ama o bölgede kalamayacak olmaktan korkuyorduk; çünkü beraberimizde 40-50 bin asker vardı. Operasyon planı çok karmaşıktı, bütün hesaplarımızı yapmıştık ama mutmain değildik.

O zaman kara kuvvetleri komutanıydım. İmam Humeyni 26 Şehriver 1364’te (16 Eylül 1985’te) kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri ve hava kuvvetleri komutanlıklarının oluşturulmasını emretmişti. Söz konusu operasyonun da 20 Behmen 1364 tarihinde gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştı. Üç kuvvet komutanı Muhsin Bey’le birlikte İmam’ın huzuruna vardık. Hava kuvvetleri komutanı Musa Refan’dı, deniz kuvvetleri komutanı ise Hüseyin Alayi idi. Operasyon planını harita üzerinden İmam’a anlattık. Şattü’l-Arap’tan geçip Fav’ı nasıl alacağımızı izah ettik. Tabii endişelerimizden, operasyonun zorluklarından da söz ettik, belki orada kalamayacağımızı, çok sayıda şehid verebileceğimizi, yaralıların da çok olabileceğini söyledik. İmam Humeyni şöyle buyurdu: “Aslında başkomutan Allah’tır. Size namaz kılmanızı emreden Allah size savunmanızı da emretti. Gidin ve zafer kazanacağınızdan emin olun. Ben de sizinle birlikte geleceğim ve orada namaz kılacağım.” Şu an hatırlayamadığım başka şeyler de söyledi. İmam’la konuşunca moralimiz yükselmişti. İmam’ın sözlerini bütün tugay komutanlarına naklettik. İşte bu ruh haliyle büyük Fav operasyonunu gerçekleştirdik.

Bir başka hatıramı daha anlatayım. Cephelerde Devrim Muhafızları ile ordu komutanları arasında ihtilaf çıkmıştı. Bir keresinde ordu komutanları ile birlikte İmam Humeyni’nin huzuruna vardık. Toplantı bitince İmam, Seyyad Şirazi’nin elini tuttu ve hepimizin önünde, ordu ve Devrim Muhafızları komutanlarının önünde Muhsin Rızayi ile el ele tutuşturdu ve kendi elini de onların ellerinin üzerine koyup, “Birlikte olmanızı arzuluyorum” buyurdu. İmam’ın bu sembolik davranışı bizim üzerimizde çok etkili oldu. İmam’ın ne demek istediğini hepimiz anlamıştık.

İmam Humeyni’nin vefatı ve Ayetullah Hamanei’nin rehberliğe seçilmesiyle ilgili hatıralarınızı anlatır mısınız?

Siyasi açıdan düşmanlarımız Velayet-i Fakih cüppesinin sadece İmam Humeyni’nin ölçülerine göre dikildiğini, ondan sonra kimsenin bu cüppeyi giyip İnkılâba rehberlik edemeyeceğini söylüyorlardı. Onlar İran’ın anarşiye sürüklenmesini bekliyorlardı. İran içinde bir grup İmam’dan sonra ülkeyi bir rehberlik şurasının yönetmesini planlamıştı. İmam Humeyni’den sonra kurulan Hobregan (Uzgörürler) Meclisi’nde rehberlik şurası tartışmaları öğlene kadar sürdü. Bu söylediklerimi bizzat Hobregan üyesi birinin dilinden aktarıyorum. Öğleden sonra yapılan oylamada rehberlik şurası yeterli oy alamadı. Sonra kimin rehber olacağı konuşulmaya başlandı. Meclis’te “Aga Hamanei! Aga Hamanei!” sesleri yükselince Ayetullah Hamanei yerinden kalktı ve abası omuzlarından düştü düşecek bir vaziyette kürsüye çıkıp “Bekleyin! Bekleyin! Ben kabul etmiyorum!” diye seslendi. Bu oturumun bir bölümü geçen yıl televizyonda yayınlandı. Üyeler, “Buyurun oturun, oylama yapalım” dediler. Böylece Ayetullah Hamanei oyların mutlak çoğunluğunu alarak İslam İnkılâbı Rehberliği’ne seçildi.

Ben kendi inancımı söyleyeyim. Nasıl İmam Humeyni’nin yurda dönüp İslam İnkılâbı’nı zafere ulaştırmasının Allah’ın bir lütfu ve Hz. Bakiyetullah’ın (ruhlarımız ona feda olsun) teveccühü olduğuna inandıysam ve inanıyorsam, bu seçimin de Allah’ın bir lütfu ve Hz. İmam Zaman’ın bir teveccühü olduğuna inanıyorum. Bu, benim kalbî inancımdır. Ömrümün altmış yılı geçti, İslam İnkılâbı tarihinde birçok şey gördüm; kafa gözünden bahsetmiyorum kalp gözüyle gördüklerimi kastediyorum.

Yüce Allah Hobregan üyelerinin kalplerine Ayetullah Hamanei’yi seçmelerini ilham etti. Bugün Ayetullah Hamanei rehberliğinin üzerinden yirmi üç yıl geçiyor. O zaman Hobregan’da görev alan azizlerimizi, içlerinden Ayetullah Meşkini gibi rahmeti Rahman’a kavuşan temiz ruhları selamlıyorum. Çünkü bu gerçekten yaraşır, ilahî ve aynı zamanda akıllıca bir seçimdi ve İran halkına huzur armağan etti. Ayetullah Hamanei, sekiz yıl cumhurbaşkanlığı yapmıştı. Halk onu yakından tanıyordu. Ayetullah Hamanei’nin seçimi halka bir teselli ve huzur kaynağı, diğer ülkelerdeki Müslümanlara da umut oldu.

Ayetullah Hamanei’nin adını ilk kez ne zaman duydunuz ve ilk görüşmenizde daha önceden duyduğunuz özelliklerinin ne kadarını kendisinde gözlemlediniz?

Ben Ayetullah Hamanei, İnkılâp’tan önce çoğu Meşhed’de yayınlanan kitaplarından tanıyordum.

Hangi kitaplar olduğunu hatırlıyor musunuz?

 İmam Hasan’ın (a.s) Barışı’nı hatırlıyorum. Bir de küçük bir kitabı vardı.

Namazın Derinlikleri olabilir mi?

Evet, sanırım bu kitaptı.

Namazın Derinlikleri Ayetullah Hamanei’nin dört konuşmasının yazıya geçirilmiş halinden oluşuyor.

Bu kitap beni çok etkilemişti. İnkılâp’tan önce çok kitap okurdum. Öğrenciydim. 1354/1975’te mezun oldum. Kitabı elime aldığımda bitirmeden bırakmazdım. Genellikle de bir günde bir kitap okurdum. Önemli yerlerinin altını çizerdim. Gerçekten çok okurdum.

Neler okurdunuz?

Daha çok Ayetullah Mutahhari’nin ve Dr. Şeriati’nin kitaplarını okurdum. Dediğim gibi Ayetullah Hamanei’nin düşüncesiyle ve bakış açısıyla İnkılâp’tan önce kitapları aracılığıyla tanışmıştım, ama o zaman yakından görme şansına sahip olmadım.

İnkılâp’tan sonra Ayetullah Hamanei ile ilk ne zaman görüştünüz?

Kürdistan savaşında, 1359 Ordibeheşt’indeki (1980 Nisan’ı) Senendrec’i kurtarma operasyonunda, bendeniz Kürdistan Devrim Muhafızları Ordusu’nun komutanı idim, Şehid Tuğgeneral Seyyad Şirazi (r.a) ile birlikte iki kez Ayetullah Hamanei ile görüşmek için Tahran’a gitmiştik. Görüşmelerimizden biri dönemin Genelkurmaylık binasında gerçekleşti. Ayetullah Hamanei oradaydı, yanında da Albay Selimi vardı.

Sanırım bir iki kez de kendisi Kürdistan üzerinden Pave’ye geçmişti…

Ben o zaman Pave’de değildim, Kürdistan’daydım. Ayetullah Hamanei, Yüksek Savunma Şurası’nda İmam Humeyni’nin temsilcisiydi. İmam’ın iki temsilcisi vardı: Biri Şehid Çamran, diğeri Ayetullah Hamanei. Savaş başlayınca ben Kürdistan’dan doğruca Darhovin cephesine geçtim ve komutan oldum. Darhovin Abadan’ın güneyinde yer alır.  Ayetullah Hamanei, Ahvaz’a gelmişti ve valilikteki Düzensiz Savaşlar Merkezi’nde bulunuyordu. İmam’ın temsilcileri olmalarının yanı sıra Ayetullah Hamanei ve Şehid Çamran Düzensiz Savaşlar Merkezi’ni kurmuşlardı.  Darhovin cephesinden Ayetullah Hamanei’nin yanına gidiyor, cepheyle ilgili sorunları görüşüyor, kendisinden yardım istiyorduk. Mesela bize havan topu vb. silahları sağlıyordu. Ayetullah Hamanei’nin o zaman kendi el yazısıyla Albay Furuzan’a yazdığı notları hâlâ saklarım. Mesela bir notta, “Aga Rahim, Darhovin cephesi komutanıdır ve iyi bir askerdir. Cephede çok ilerleme kaydetti. Kendisine yardımcı olunuz” yazar. Ben bu notla Albay Furuzan’dan iki havan topu aldım.

Aynı cephedeyken bir gece yirmiden fazla asker ve besici (gönüllü milis) bir araya geldik ve Irak’a saldırmaya karar verdik. Hakriz’e yaklaştığımızda birden önümüzde bir şey hareket etti ve hemen ardından bir patlama sesi duyuldu. Iraklılar bölgeyi kurşun yağmuruna tuttu. Yüzüstü sürünerek geri döndük; mermiler kulaklarımızın dibinden geçiyordu. Mermilerin başımıza isabet etmemesi için ellerimizi başlarımıza siper etmiştik. Operasyon suya düştü, diye düşündük. Sabah besicilerden birini ne olduğunu öğrenmesi için oraya gönderdim. Bir ineğin, elli metre ötemizde mayın tarlasına girdiğini söyledi. Iraklılar mayın döşemişler, haberimiz yoktu.

Ayetullah Hamanei’nin huzuruna çıktığımda bu olayı anlattım. Alnımı öptü ve “O inek, Allah tarafından önünüzde mayın tarlası olduğunu anlamanız için size kurban olmakla görevlendirilmiş” buyurdu. Bizim haberimiz yoktu. Yirmi erle birlikte ilerlemiş olsaydık kimse sağ kalmazdı. Savaşın başıydı veya 1359/1980 Kasımının sonlarıydı. O zamanlar çok tecrübesizdik.

Savaş yıllarında Yüksek Savunma Konseyi’nde de Ayetullah Hamanei ile bir araya gelirdik. 1360/1981 yılının başıydı, ben Devrim Muhafızları Ordusu’nun güneyde düzenleyeceği operasyonunun komutanı sıfatıyla Abadan Hisarı’nı yıkma planını, Dezful’da Beni Sadr’ın da katılımıyla teşkil olunan Yüksek Konsey’e sundum. Beni Sadr karşı çıktı. Ayetullah Hamanei bizi yakinen tanıyordu, ısrarcı oldu ve plan kabul edildi. Ayetullah Hamanei, dönemin cumhurbaşkanı ve başkomutanı olan Beni Sadr’a planın onanması için çok sert tepki göstermişti.

Bu toplantıyla ilgili başka neler hatırlıyorsunuz?

O toplantıda Beni Sadr durmadan eleştiriyordu. Mesela bu sadece Muhafızlar Ordusu’nun planı olmamalı, Ordu da katılmalı, diyordu. Sonunda da operasyonu, 5 Mihr 1360 (27 Eylül 1980) tarihinde, Beni Sadr İran’dan kaçtıktan sonra, 77. Tümen’le eşgüdümlü olarak düzenlendik.

Beni Sadr bizim birçok toplantıya katılmamıza engel oluyordu. Ayetullah Hamanei elimizden tutup bizi toplantıya sokuyordu. Böyle olunca Beni Sadr bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Ayetullah Hamanei, savaşın başlamasından cumhurbaşkanı olana dek farklı cephelerde bulundu. Hatırlarsanız Tahran’daki Cuma namazına üniformasıyla gelir, o şekilde hutbe okurdu.

O zamandan kalma fotoğraflarda ayağında botla geldiği görülüyor.

Evet, toz toprak içindeki üniformasının üzerine, omzuna bir aba atardı.

İmam Humeyni, “Bir zamanlar bir âlimin askerî üniforma giymesi adalete aykırıydı ama şimdi adaletin ta kendisidir. Cuma İmamı da askerî üniforma giyiyor” sözünü Ayetullah Hamanei botlarını seccadesinin yanına bıraktığında buyurmuştu.

Savaşın başında Yüksek Savunma Konseyi’nde iki farklı akım vardı. Bir akım, Amerika ile uzlaşılması ve uzlaşı yoluyla savaşın sonlandırılması gerektiğine inanıyordu. Diğer akım ise direniş akımıydı, İmam Humeyni’nin çizgisi buydu ve birincilerin tam aksi bir görüşe sahipti. Dönemin Yüksek Savunma Konseyi toplantılarında Ayetullah Hamanei, zamanın başbakanı Şehid Recai ve Şehid Çamran bu akımı destekliyorlardı. Beni Sadr’ın kaçmasından sonra bu akım galip geldi. Beni Sadr’dan sonra Şehid Recai cumhurbaşkanı oldu ama uzun sürmedi.

25 gün. Mordad (Temmuz) ayında cumhurbaşkanı oldu, Şehriver (Ağustos) ayında şehid edildi.

Evet, sonra da Ayetullah Hamanei cumhurbaşkanı oldu. Kısacası benim Ayetullah Hamanei ile tanışıklığım Yüksek Savunma Konseyi’nda başladı ve cumhurbaşkanlığından sonra da savaş bağlamında irtibatımız devam etti.

 

Devam edecek…

 

medyaşafak