İsrail Suriye’de El Nusra’ya el uzattı

İsrail Suriye’de El Nusra’ya el uzattı
Suriye'de faaliyet yürüten, İsrail’in misyonunu kolaylaştıran ve tamamlayan terörist örgütler, pek çok defa aynı hedefleri vurmaya çalıştı. İsrail istihbarat servislerinin vurmak için ağır bedel ödeyeceği çok sayıda askeri pilotu ve uzmanı öldürmeyi başardılar.

 

 

 

Nikola Nasır

 

 

Asia Times

 

 

 

Zahiri olarak, Ortadoğu'nun süper gücü İsrail, Suriye'de dört yıldır devam eden ve bütün bölgesel ve uluslararası güçlerin siyasi ve askeri yönden derin bir şekilde içine girdiği ve Suriyeli kanıyla birbiriyle hesaplaştığı Suriye çatışmasında, hiçbir biçimde rolünün olmadığı görüntüsü vermeye çalıştı. 



Stratfor'dan George Friedman, 25 Kasım'da yayınlanan “İslam Devleti Ortadoğu'yu yeniden şekillendiriyor” başlıklı jeopolitik haftalık analizinde, terörist grubun bütün bölgesel güçler üzerindeki etkilerini değerlendirip bölgesel süper güç İsrail'in varlığını bilmiyor görüntüsü verdiğinde, kaşların kalkmasına sebep oldu.  

 

Bu görmezden gelme, İsrail'in sürdürmeye çalıştığı ve İsrailli yorumcu Amos Harel'in, elbette İsrail perspektifiyle, Suriye'de ve bölgede “istikrarlı istikrarsızlık” olarak tanımladığı, artık gizli olmayan role dair çok şey söylüyor.   



Friedman gerçekte, ABD yönetiminin benzer nitelikteki resmi görmezden gelme politikasını yansıtıyordu.  Başkan Barack Obama “İslam Devleti” (İD) ile savaşmak üzere “geniş bir uluslararası koalisyon” çağrısı yaptığı zaman İsrail'den – bölgedeki en büyük askeri güç ve lojistik olarak bu örgütle savaşmaya en elverişli şekilde konumlanmış güçten – bu koalisyona katılması istenmedi. Obama yönetimi daha sonra İsrail'in katkısının, koalisyondaki Arap partnerler üzerinde negatif etkiler yapacağı açıklamasında bulundu. 



Amerikan-İsrail Kamu İşleri Komitesi'nin yan kolu olan Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü'nden araştırmacı Michael Eisenstadt, “İsrail'in katkılarını vurgulamak, koalisyondaki Müslüman müttefiklerin yardımını alma çabalarını karmaşıklaştırma anlamında sorunlu olabilir” dedi. 



Örtülü olarak ise İsrail, Suriye'deki tüketici savaşın uzatılmasında temel bir aktör ve Suriye ordusunun nötralize edilmesinden en büyük faydayı sağlayan oluşumdur - Suriye bu zamana kadar Yahudi devletiyle barış yapması için ABD destekli bölgesel büyük güç İsrail'in dikte ettiği koşullara teslim olmayı reddeden tek yakın Arap komşudur.  



Ancak yakın zamandaki pek çok gelişme, İsrail'in rolünü açığa çıkarmıştır.



Öncelikle, 7 Aralık günü Şam uluslararası sivil havaalanı yakınlarındaki Suriye hedeflerine yönelik olarak gerçekleştirilen son bombalama, Suriye savunmasına karşı 2011'den bu yana gerçekleşen bu türden sebepsiz hava saldırılarının yedincisi ve son 18 ayda gerçekleşen saldırıların beşincisiydi. Suriye'ye ait bilimsel araştırma merkezleri, füze depoları, hava savunma tesisleri, radar ve elektronik gözlem istasyonları ve Cumhuriyet Muhafızları İsrail tarafından hedef alındı. 



Ülke içinde faaliyet yürüten, İsrail'in misyonunu kolaylaştıran ve tamamlayan terörist örgütler, pek çok defa aynı hedefleri vurmaya çalıştı. İsrail istihbarat servislerinin vurmak için ağır bedel ödeyeceği çok sayıda askeri pilotu ve uzmanı öldürmeyi başardılar. 



Foreign Policy 14 Haziran tarihinde, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon'un "savaşın katılaştırdığı Suriyeli isyancılar… Suriye'ye geri gönderilmeden önce İsrail'de bir sahra hastanesinde tedavi görüyor” sözlerine ve düzenlemeyi “centilmence bir düzenleme” olarak gören değerlendirmeye yer verdi.



İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu geçen Şubat ayında bu “askeri sahra hastanesini” ziyaret etti ve  İsrail İşgal Güçleri sözcüsü Yarbay Peter Lerner'a göre İsrail hastanelerinde tedavi gören binden fazla isyancıyla el sıkıştı. 



Foreign Policy ayrıca, Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü'nden İsrailli araştırmacı Ehud Yaari'nin, İsrail'in Suriye'de isyancıların kontrolünde bulunan köylere ilaç, ısıtıcı ve öteki türden insani yardımlar gönderdiği şeklindeki sözlerine yer verdi. Yaari, yardımdan sivillerin ve “isyancıların” faydalandığını söylüyordu; bu “isyancılara” sunulan İsrail istihbarat hizmetlerine dair haberleri ise görmezden geliyordu.

  

 

İsrail, UNDOF savaşını hafifletiyor

 


İkinci olarak, Ban Ki-Moon'un 4 Aralık tarihinde Güvenlik Konseyi'ne sunduğu rapora göre, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (UNSC) bağlı BM Barış Gücü'nün (UNDOF) 1 Aralık tarihli son üç aylık raporu, önceki sekiz benzer raporda sözü edilen, İsrail İşgal Güçleri ile “[Suriyeli] muhalefetin silahlı üyeleri” arasında [Suriye-İsrail] ateşkes hattı üzerinde karşıklı etkileşim”in varlığını teyit etti. 



Üçüncü olarak, Ki-moon raporunda, UNDOF'un “birliklerini ateşkes hattının İsrail tarafına çekmeye zorlandığını”, Suriye tarafında, UNSC'nin “terör örgütü” olarak tanımladığı El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi için bir güvenli bölge bıraktığını doğruladı.

 

UNDOF komutanı Yarbay İkbal Singh Singha, 9 Ekim günü UNSC'ye, birliklerinin “ateş altında olduğunu, kaçırıldığını, silahlarının kapıldığını ve ofislerini saldırıya uğradığını” söyledi. Avustralya,  UNDOF'daki askerlerini çeken son ülke oldu.

 

UNDOF ve Birleşmiş Milletler Ateşkes Denetleme Örgütü (UNTSO), yaklaşık 80 kilometre uzunluğunda ve  0.5 ila 10 km genişliğinde olan, 235 kilometrekarelik bir alan teşkil eden tampon bölge içinde faaliyet yürütüyor. Bölgenin kuzeyde Lübnan Mavi Hat'ıyla sınırı var ve güneyde Ürdün'de 1 km'den kısa bir sınırı bulunuyor. İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'ni Suriye'den ayıran Mor Hat üzerinde uzanıyor. Bu hattın batıdaki İsrail tarafı "Alpha" diye, doğudaki Suriye tarafı ise "Bravo" diye biliniyor. 



Pazartesi günü ABD askeri üssü Fort Dix'te konuşan Başkan Obama, “Amerika'yı tehdit edenlerin güvenli bir bölgelerinin olmayacağı” ikazında bulundu, ancak İsrail'in onlara sağladığı şey tam olarak bu.

 

İsrail "etkileşimi" pratik olarak UNDOF'un Bravo'dan Alpha'ya doğru çekilmesine ve Bravo'nun El Nusra Cephesi liderliğindeki terörist gruplar koalisyonuna bırakılmasına yardımcı olmuş oldu.

  

El-Nusra Cephesi resmi olarak Suriye'deki El Kaide bağlaşığıdır. ABD Dışişleri John Kerry 9 Aralık günü Senato Dış İlişkiler Komitesi'ne, yönetimin İD'yi başka bir isimde faaaliyet yürüten bir El Kaide kolu olarak gördüğünü söyledi. İki grup bir zamanlar Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) adı altında bir aradaydılar ve ancak yakın zamanda birbirlerinden ayrıldılar. Biriyle yakınlaşan aslında diğeriyle de flört ediyor demektir.  



18 Eylül günü Associated Press (AP), “1,200 kişik BM gücü şimdi ağırlıklı olarak, Golan Tepeleri'nin İsrail kontrolündeki tarafında bulunan donuk bir üs olan Zivani kampına sıkışmış durumda. De facto sınır üzerindeki devriyeleri hemen hemen ortadan kalkmış durumda” diye bildirdi. 

 

İsrail hava ve topçu birlikleri birkaç defa El Nusra Cephesi'nin “güvenli bölgesini”, halen 1974 tarihli ateşkes anlaşmasına bağlı olan Suriye'nin saldırılarından korumak için müdahale etti. Örneğin geçen Eylül ayında İsrail, Nusra mevzilerini bombalayan bir Suriye savaş uçağını düşürdü. Bundan sadece üç hafta önce de, bölgenin üzerinde uçan bir Suriye insansız uçağını düşürmüştü. 



İsrail Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiği gibi, BM destekli ateşkes anlaşmasını ve UNSC'nin anti-terör kararlarını da ihlal ediyor. Daha önemlisi İsrail, aslında, İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'ndeki UNDOF mandasının altını oyuyor. 



Bu durum ancak, İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki BM varlığına karşı önceden tasarlanmış bir şekilde yürüttüğü bir vekalet savaşı olarak yorumlanabilir.



Suriye'nin BM daimi temsilcisi Beşar el-Caferi, 17 Eylül günü gazetecilere "İsrail'in en çok istediği şey, [BM] barış gücünün işgal altındaki Golan'dan gitmesi ve böylelikle uluslararası gözlemden kurtulmuş hale gelmek” dedi.



UNSC, İsrail ihlallerine karşı Golan'daki  UNDOF mandasını koruma konusunda aciz veya isteksiz görünüyor ki bu, 1974 tarihli ateşkes anlaşmalarının çökmesi riskini getiriyor.   



Suriye Dışişleri Bakanlığı bu ihlalleri “savaş suçu” olarak tanımlayarak kınadı ve Suriye'nin “doğru zamanda ve doğru yerde misilleme yapma hakkını saklı tuttuğunu” savundu. Elbette burada, bir tampon güç olarak BM'nin varlığı olmadan bölgesel bir çatışmanın patlak vermesi söz konusudur. 


 

3 Aralık günü ABD Kongresi'nin oybirliğiyle, İsrail'in statüsünü “büyük bir NATO dışı müttefik”ten “büyük bir stratejik müttefik”e yükseltmesi, UNSC'nin eylemsizliğini açıklayabilir. 



AP 18 Eylül günü, “Golan Tepeleri'ndeki BM barış gücü misyonunun çöküşü, İsrail-Suriye sınırında yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor” diye ilan etmekten çekinmedi. AP'nin haberini kaleme alan Aron Heller, İsrail ordusunun eski UNDOF irtibat subayı Stephane Cohen'in "Bu manda artık uygun değildir" dediğini aktardı. Heller, bu durumun “statükoyu tehdit ettiğini” söyledi ki, aslında artık “eski statüko”dan bahsetmek gerekir. 



 

İsrail'in stratejik kazanımları

 


Gelişen emrivaki, İsrail için çok elverişli gibi görünüyor ve Yahudi devletine pozitif stratejik faydalar sağlayarak ona, İsrail İşgal Güçleri'nin Suriye'ye ait, işgal altındaki Golan Tepeleri'nden ve Filistin topraklarından çekilmemesi için bir bahane sağlıyor. 



Kasım 2012'de Brookings'e bağlı Saban Center'da yayınlanan bir analiz makalesinde Itamar Rabinovich, "Açıktır ki Suriye'deki belirsizlik, Golan Tepeleri sorununu süresiz olarak askıya almıştır. İsrail'in Golan'ı Şam'a geri verme ihtimalini yeniden ele alması için uzun bir zaman geçmesi gerekebilir" diye yazdı. 



Rabinovich, "Suriye çatışması, zarar görmüş İsrail-Türkiye ilişkilerinin normalleşmeye yaklaşması potansiyelini de taşıyor. Suriye'de istikrarlı bir Esad sonrası hükümet kurmaya çalışmak için ortak bir zemin bulabilirler" diye de ekledi. 



Türkiye'nin Suriye'deki Başkan Beşar Esad yönetimini devirmek için gösterdiği düşmanca ısrar, İD'nin ve öteki isyancı güçlerin özellikle ülkenin kuzeyinde, yanısıra da orta, doğu ve güney kısımlarında yoğunlaşması, Suriye Arap Ordusu'nun potansiyelini ve odak noktasını, İsrail'in Golan Tepeleri'ni işgal ettiği batı cephesinden, kuzey ve iç kısımlara doğru uzaklaştırıyor.



Suriye hükümetine karşı yürütülen uzatmalı savaş, orduyu insan gücü açısından ve maddi açıdan tüketiyor. Suriye ordusunu ve Suriye'nin harap olmuş altyapısını yeniden inşa etmek, ülkeyi uzun yıllar boyunca meşgul edecek ve uzun süre boyunca İsrail'e karşı askeri bir tehdit oluşmayacaktır.



Filistin cephesinde, İD'nin yükselişi, bu yapıyla savaşmayı ABD'nin Ortadoğu'daki birinci önceliği haline getirdi ve bunun sonucunda, pek çok eski ABD yönetiminde İsrail-Filistin müzakereleri için danışmanlık yapmış olan Aaron David Miller, Eylül ayı başlarında Foreign Policy'de, İD'nin yükselişinin “Filistinlilerin devlet umuduna ciddi bir darbe indireceği” ikazında bulundu.

 

Savaş sonrası Suriye'de beklenen içe çekilme, İsrail'i, Suriye'nin İsrail işgali karşıtı hareketlere verdiği destekten en azından geçici olarak kurtaracaktır. 



Pazar günü Netanyahu, kabine toplantısında açıkça İD'yi barışın ön gereksinimlerine yan çizmek için bahane olarak kullandı. "İsrail bütün Ortadoğu'ya çarpan İslami aşırıcılık dalgalarına karşı tecrit olmuş bir adadır” diyen Netanyahu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu haliyle işgal edilen Filistin topraklarından çekilmeleri için “kendilerine bir zaman çerçevesi dayatılması”nın, “radikal İslamcı unsurları Tel Aviv banliyölerine ve Kudüs'ün kalbine getireceğini” söyledi ve “buna izin vermeyeceğiz” dedi.



İsrail aynı zamanda İD'ye karşı savaşı yanıltıcı bir şekilde, Filistinli “İslami” direniş hareketleriyle aynı kefede değerlendirmeye çalışıyor. Netanyahu, 29 Eylül günü BM Genel Kurulu'nda, “Nihai hedefleri söz konusu olduğunda, Hamas IŞİD'dir, IŞİD de Hamas'tır" demişti.

 

 

 

Çev: Selim Sezer

 

 

www.medyasafak.net