Amerikan demokrasisinin ölümü

Amerikan demokrasisinin ölümü
ABD hükümeti herkes için özgürlük ve adalet iddiasında bulunabilir, ancak gerçekte faşist bir devletin dört ana özelliğinin dördünü de taşımaktadır: tek parti hükümeti, müsrif bir ekonomik eşitsizlik, içeride totaliter polis devleti ve dışarıda militarizm, güçlü bir şekilde propagandaya dayanma.

 

 

 

Garikai Chengu

 

 

Counterpunch

 

 

 

Çarşamba günü, 1789 yılında Amerika'da yapılan ilk demokratik seçimin yıldönümüne denk geliyor.

 

Geride kalan yarım asır içinde Amerika, bir halk demokrasisi olmaktan çıkıp tersyüz olmuş bir faşist demokrasiye dönüştü. Tersyüz olmuş faşist bir demokrasi, yeni Amerikan sistemidir, zira ileri sürdüğü ideolojiler, gerçek politikalarının tam zıttıdır. Amerika Birleşik Devletleri hükümeti herkes için özgürlük ve adalet iddiasında bulunabilir, ancak gerçekte faşist bir devletin dört ana özelliğinin dördünü de taşımaktadır: tek parti hükümeti, müsrif bir ekonomik eşitsizlik, içeride totaliter polis devleti ve dışarıda militarizm, güçlü bir şekilde propagandaya dayanma.

 

Siyaset felsefecisi Sheldon Wolin, Amerika'nın nasıl da giderek artan düzeyde bir totaliter devlete dönüştüğüne dair müthiş bir eleştiri getirdi. ABD, çok partili devlet izlenimi üzerinden işliyor. Hiç kimse yanılsama içinde olmamalıdır. ABD temel olarak bir tek parti sistemine sahiptir ve yönetici parti, şirket partisidir.

 

Seçimler, halka önceden tasarlanmış bir politikanın – serbest piyasa, neo-liberal kapitalizm - iki varyantını sunar. Bu, çoğunluğun aleyhine olacak şekilde elitlere, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini, ücretlerin dondurulmasını, iş kayıplarını ve sosyal kazançların azaltılmasını yaymak yoluyla fayda sağlar.

 

Amerika'nın tersyüz olmuş faşist sistemi, sandık hilesi, baskı ve zorlama gibi geleneksel kaba güç taktiklerine ihtiyaç duymadan gelişmiştir; bunun yerine yumuşak güç politikalarına ve seçim yanılsamasına dayanır.

 

Ülke, yurttaşlarından, gerçek siyasi alternatiflerden ziyade kişiler arasında seçim yapmalarını ister. Örneğin üç önde gelen devlet başkanı adayı, siyasi statülerini ailelerinden miras almıştır: Jeb Bush, Rand Paul ve Hillary Clinton.

 

Bush-Clinton aileleri potansiyel olarak, önümüzdeki 36 yılın 28'inde Beyaz Saray'ı işgal edebilir. Ana siyasi partiler arasındaki daralan ideolojik farklılık, ülkenin demokratik sisteminin çürümesini yansıtmaktadır.

 

Franco yönetimindeki İspanya'dan Mussolini yönetimindeki İtalya'ya kadar, faşizmin ekonomisinin merkezinde her zaman devletçilik olmuş, bu şekilde devlet, zengin azınlık lehine olacak şekilde şirketler üzerinde güçlü bir etkiye sahip olmuştur.

 

Amerika'da ise şirketler, zengin azınlık lehine olacak şekilde devlet üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Nitekim “Public Campaign” isimli partisiz bir reform grubuna göre son birkaç yıl içinde, Amerika'nın en büyük otuz şirketi, federal vergilere ödediklerinden daha fazlasını politikacılar üzerindeki lobicilik faaliyetlerine harcamıştır. Bu, tersyüz faşist demokrasinin temel bir sacayağıdır: baskıcı kaba güç taktikleri, Amerikan politikaları üzerinde yumuşak güç şirket darbelerine dönüşmüştür.

 

En zengin 400 Amerikalı, 150 milyon Amerikalının toplamından daha fazla servete sahiptir. Gerçek şu ki, Amerika, serbest piyasanın ve serbest seçimlerin bir arada var olamayacağını göstermiştir. Şirket kampanya katkıları oy haline gelir, bu yüzden yoksullar siyasi yönden marjinalize edilir. Para, söz haline gelir ve yoksulu susturur. Kapitalizm ve demokrasi, biri servet ve iktidarı birkaç kişinin elinde toplayıp, diğeri iktidar ve serveti pek çok kişiye yayaya çalışırken, nasıl bir arada var olabilir ki? Örgütlü hırs, örgütsüz demokrasiyi her zaman yener.

 

Yirminci yüzyıl faşizmi, insan ilişkilerine Sosyal Darvinizm'in bakış açısından yaklaştı. Fikir, daha üstün olduğu varsayılan kişileri yükseltmek ve zayıfları sistematik olarak ayıklamaktı. Tarihçi William L. Shirer, Hitler'in sendikaları, grev hakkını ve toplu görüşmeleri nasıl kanundışı ilan ettiğini izah etmiştir. Üçüncü  Reich'ta Alman işçisi, tıpkı Ortaçağ'da köylülerin senyörlerinin kölesi olması gibi, efendileri olan işverene bağlı olan birer sanayi serfi haline gelmişti.

 

Amerika'nın iktidardaki şirket partisinin hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat kanatları bir taraftan sendikaları yok ederken, diğer taraftan şirket zenginliğini “demokratik olarak” arttırdı. Tersyüz faşist demokraside Amerika'nın en zengin adamı olan Warren Buffet, sekreterinden daha düşük bir fiili vergi ödemektedir. Tarihteki bütün faşist rejimlerde olduğu gibi Amerika'da da kâr özel ve bireysel, kayıp ise kamusal ve toplumsaldır.

 

Faşist İspanya, İtalya ve Almanya'daki iç ekonomi politikaları, zenginlerin ve siyasi seçkinlerin çıkarlarına fayda sağlamak üzere, üretim araçlarının millileştirilmesi etrafında dönüyordu. Amerika'da siyasi zenginlerin fayda sağladığı ekonomik süreç ise, tersyüz edilmiş bir şekilde, özelleştirmedir. Özel jetler, özel sağlık hizmeti, elit özel okullar ve özel güvenlik. Demokrat da olsa Cumhuriyetçi de olsa elit Amerikalı politikacıların en iyi ekonomi politikası olarak kemer sıkma ve özelleştirmeyi seçmesi pek de şaşırtıcı değildir.

 

Amerika ile tarihsel faşist rejimler arasında tersyüz olma halinin bulunmadığı bir dış ekonomik politika boyutu ise devasa askeri bütçeleridir. 1933 yılında Nazi Almanyasının askeri harcamaları, ulusal gelirinin yüzde 2'si düzeyindeydi; 1940 itibariyle ise bu oran yüzde 44'e ulaşmıştı.

 

Bugün Amerika'nın orduya yaptığı harcamalar, dünyanın geri kalanının yaptığı askeri harcamaların toplamından fazladır. Savunma Bakanlığı'nın 2010 Üs Yapısı Raporuna göre Amerika'nın askeri yapısı 662 yabancı askeri üs düzeyine ulaşmıştır.

 

Amerika, özsavunmayı askeri yayılma gerekçesi olarak kullanıyor;  tersinden, Üçüncü Reich, askeri genişlemeyi ırksal üstünlüğünü savunmanın gerekçesi olarak kullanırdı. İster yayılma yoluyla savunma, ister savunma yoluyla yayılma olsun, sonuç aynıdır: ülke dışında yüzbinlerce kişiyi öldüren, ülke içinde ise milyarlar harcamak yoluyla ulusu hortumlayan, şişmiş bir ordu.

 

Yirminci yüzyıl faşizminin savaş silahları, kasıtlı olarak sesli ve açıktı: Franco yönetimindeki halka açık idamlardan, Mussolini yönetimindeki İtalya'daki gulaglara kadar böyleydi.

 

1945 yılında ABD Başkanı Truman, Amerikan bombardıman uçaklarının Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine “Şişman Adam” ve “Küçük Çocuk”u bırakma emri verdi ve bunlar, 140,000 kişinin anında ölmesine neden oldu. Yıkıntılardan çıkan dehşet verici görüntüler yayınlanarak Amerikalıların evlerinde görüldü ve eşi görülmemiş bir siyasi geri tepmeye sebep oldu. Etleri yanmış ve fertlerinin çoğunu kaybetmiş Japon aileler, ABD'li politika yapıcıları, daha az görülür bir kitle imha silahı kullanmaya zorladı: yaptırımlar.

 

Günümüzde Amerika'nın savaş silahları evrim geçirmiş ve teryüz olmuştur; ekonomik yaptırımlardan insansız uçaklara kadar bu silahlar sessiz ve göze görünmez nitelktedir, ancak daha az ölümcül değildir.

 

Amerikalıların çoğu, insansız uçakların ve yaptırımların somut hedefe yönelik olduğuna ve insani olduğuna inanıyor. Gerçeğe bundan daha uzak bir şey olamaz. Tüm anlatıların gösterdiğine göre insansız uçakların öldürdüğü çocuk sayısı, terörist sayısından fazladır. Dahası Birleşmiş Milletler,   Bill Clinton'un yaptırımları nedeniyle yarım milyondan fazla Iraklı çocuğun öldüğünü tahmin etmektedir.  

 

Amerikan yaptırımları, insanlık tarihinde kullanılan bütün nükleer, biyolojik ve kimyasal silahtan daha fazla masum insanı öldürmüştür.

 

Amerikalılar kendi evlerinde, büyüyen polis şiddeti biçiminde, başka bir büyüyen askeri tehditle karşı karşıyadır. Faşizmin ayrıt edici özelliği, ayrıcalıksız olmayan insanlara ve farklı renkten insanlara karşı devlet baskısıydı. Bugün Müslümanlar, Amerikan polis devletinden en ağır darbeyi alıyor.

 

Halkın bildiğinin aksine, 11 Eylül'den bu yana, beyaz üstünlüğünü savunanlar ve Yahudi aşırıcılar da dahil olmak üzere aşırı sağ ideolojilerden teröristler, Amerika Birleşik Devletleri'nde Müslüman aşırıcı ideolojiler tarafından motive olan kişilerin öldürdüğünden daha fazla insan öldürdü.

 

FBI'a göre Müslümanlar, son birkaç on yılda ABD topraklarında gerçekleşen terör saldırılarından yalnızca yüzde 6'sını gerçekleştirdi. 11 Eylül'den bu yana ülke içinde yetişen terörizm, Terörle Savaş'ı yaygınlaştırmak için imal edildi. Sonuç: ülke dışında, milyarlarca dolarlık şirket sponsorlu militarizm, ülke içinde ise iki yüz yıllık yurttaş özgürlüklerinin erozyonu.

 

Amerika'daki Müslümanlar tartışmasız bir şekilde, Doğu Almanlarının Stasi casusluk teşkilatı karşısında yaşadıkları aynı düzeyde işleyen faşist bir denetim sistemini deneyimliyorlar. Araştırmacı Arun Kundnani, FBI'ın ABD'deki her 94 Müslüman için bir anti-terör casusu olduğunu göstermiştir ki bu, Stasi'nin 66 yurttaşa bir casusluk oranına yaklaşmaktadır.

 

Doğu Almanya'da Stasi, yurttaşların kontrolün baskıcı düzeyini anlamalarını istiyordu, çünkü bu korku onun siyasi gücünü ayakta tutuyordu. Amerika'da ise bu taktiğin faşist tersyüz edilişi, yaygın kontrolün kamuoyu tarafından bilinmez hale getirilmesidir. Yurttaş özgürlüklerinin ince örtüsü söz konusu olduğunda ABD hükümeti, iktidarın kötüye kullanılmasının potansiyel geri tepmesini anladığından, kasıtlı olarak bu kontrolü radar altında tutmaktadır.

 

Hükümetin gizlilik ve kontrol politikalarının hızla artmasıyla, Bay Obama'nın hükümeti bir yandan yurttaşlarını izleme yetkisini arttırırken, diğer yandan yurttaşların hükümeti izleme hakkını azaltmaktadır.

 

Amerika'nın tersyüz olmuş faşist demokrasisinin yükselişinin ayrılmaz bir parçası, propagandadır. Sheldon Wolin'ın keskin bir şekilde gösterdiği gibi, Nazi Almanyasında propaganda üretimi kabaca merkezileştirilirken, Amerika Birleşik Devletleri'nde büyük ölçüde yoğunlaşmış olan medya şirketlerine bırakılmıştır ve bu şekilde bir “özgür basın” yanılsaması sürdürülmektedir.

 

Amerikan propaganda makinesi, oldukça sofistike niteliklidir. Nazi Propaganda Bakanlığı tarafından yayınlanan radyo konuşmalarına, nutuklara ve kitapçıklara dayanmadığı gibi, Politbüro emriyle özgür basının kaba bir şekilde sansürlenmesine veya taciz edilmesine de dayanmaz. Amerika'nın “yüzde bir” propagandası göze görünmeyen, fakat her tarafa sinmiş niteliktedir; sadece hükümetin dikte etmelerine değil, popüler kültür, Hollywood, sanat ve elbette kitle medyasına da dayanır.

 

Medya bizim dilimizi belirler, dilimiz düşüncelerimizi şekillendirir, düşüncelerimiz de eylemlerimizi belirler. Dil, bir toplumun algısının dayanak noktasıdır. Halkın dilini kontrol eden, halkın algılarını da kontrol eder.

 

Medyanın yayın kurullarında yer alan şirket elitleri, dili kontrol etmektedirler. 1983 yılında 50 şirket, ABD medyasının yüzde 90'ının sahibiydi. Bugün ise Amerikan kamuoyunun dinlediği, okuduğu ve izlediği medya kuruluşlarının yaklaşık yüzde 90'ı, sadece 6 medya devinin kontrolündedir.

 

Tersyüz faşist demokrasi, sizin ifade özgürlüğüne sahip olduğunuz, fakat yönetimin sizi dinlemediği yerdir. Nazi Almanya'sının Propaganda Bakanı Joseph Goebbels bir keresinde, “Basını hükümetin çalabileceği büyük bir org gibi düşünün” demişti.

 

Sovyetler Birliği'nde yurttaşlar, Pravda'yı okuduklarında hükümet propagandası tarafından beslendiklerini biliyorlardı, bu yüzden onu duymazdan gelmeyi öğrendiler. Pek çok Amerikalı, aksine işaret eden bolca kanıta rağmen WSJ-New York Times-CNN kuruluşlarının güvenilir olduğuna inanıyor. Yalnızca birkaç tanesini söylemek gerekirse, Irak'taki var olmayan kitle imha silahları, Libya'daki müdahalenin felaket getiren başarısızlığına verilen ortak destek ve sonradan IŞİD'e dönüşen Suriyeli isyancıların silahlandırılması ile ilgili medya haberlerini nasıl unutabiliriz?

 

ABD propaganda sisteminin güzelliği, sadece temel önemde olmayan meseleler hakkında çeşitlilik sunarak, tarafsızlık görüntüsü yaratmasıdır. Ancak hakkaniyetsiz vergi rejimleri ve faydasız savaşlar gibi ayrıcalıklı şirket sınıfını etkileyen temel meselelere gelindiğinde, medya koro haline aynı şarkıyı söyler. Yönetici sınıf, “sosyalizm”, “Marksizm” ve “komünizm” gibi meseleleri tabu konular haline getirerek, sınıfsal reform ve demokratik seçim üzerine her türlü tartışmayı etkin bir şekilde kanundışı haline getirmiştir. 

 

Tersyüz olmuş faşist terimlerde, şirketler halktır. Dronlar insansız hava araçlarıdır. İşkence, güçlendirilmiş sorgudur. İşgal, özgürleştirmedir.

 

Geleneksel faşizmin aksine, Amerikan kontrol sistemi halkı mobilize etmez, onun dikkatini dağıtır. Noam Chomsky'nin vurguladığı gibi, Amerikan propagandası son derece derin olan bir endoktrinasyon üzerinden çalışır; bu tamamen içselleştirilmiştir ve asla algılanmaz. Tersyüz olmuş faşist devlette gündelik olarak yaşanan hayat, değişen biçimlerdeki can sıkıntısı, stres ve tüketicilerin keskin bir şekilde oyalanması üzerine kuruludur. Amerikalılar giderek artan oranda realite televizyonuna ve dokunmatik ekran teknolojisine gömülmekte, bunun tek sonucu ise gerçekliğe dokunamaz hale gelmesi olmaktadır.

 

Amerikan Idol programının finalinde oy kullanan Amerikalıların sayısı, ABD başkanlık seçimlerinde bir adaya oy verenlerin sayısından fazladır. Oyalayıp uzaklaştırma, gerçeklik haline gelmektedir. Tarih, yoz bir seçim sisteminde oy vermenin başka türlü bir sonuç üretemeyeceğini göstermiştir. Amerika'daki ilk demokratik seçimin üzerinden iki yüz yirmi altı yıl geçti ve gerçek demokrasi ölüp yerini tersyüz faşizme bıraktı.

 

Garikai Chengu, Harvard Üniversitesi'nde araştırma görevlisidir. İrtibat için: garikai.chengu@gmail.com

 

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net