Savaşın kökeninde yatan sebep, oligarşik kapitalizm

Savaşın kökeninde yatan sebep, oligarşik kapitalizm
“Düşman” bizi yok etmeye çalışmıyor, sadece Batı’nın Müslüman topraklarını terk etmesini istiyor – ancak liderlerimiz, kâr sistemi bunu gerektirdiği için savaşı destekliyor. ABD, 11 Eylül’den bu yana 300 binden fazla kişiyi öldürdü - bizim Dünya Ticaret Merkezi’nde verdiğimiz kaybın yüz misli. Bu 300 bin kişinin büyük çoğunluğu da sivildi.

 

 

 

William T. Hathaway

 

 

Middle East Eye

 

 

“Düşman” bizi yok etmeye çalışmıyor, sadece Batı'nın Müslüman topraklarını terk etmesini istiyor – ancak liderlerimiz, kâr sistemi bunu gerektirdiği için savaşı destekliyor.

 

 

“Gözü dönmüş fanatikler bizi öldürmeye ve ülkemizi yok etmeye çalışıyor. Deniz aşırı bölgelerde askerlerimizi havaya uçuruyor. Ülkemize sızdılar. Çok geç olmadan bu vahşi savaşçılara karşı kendimizi korumalıyız.”



Bu terane şirket kontrollü medya ve politikacılar tarafından yıllardır tekrar ediliyor ve bize korku pompalanıyor. Bu söylem, kendimiz gibi insanlar olan yüzbinlerce kişiyi öldüren ve ABD'yi neredeyse iflas ettiren, kitlesel çaplı, devamlı bir savaşı meşrulaştırmak için kullanıldı.



Peki bu gerçekten doğru mu? Bu savaşı kim başlattı? Ne zaman başladı? Bu çatışmanın tarihi, kulaklarımıza devamlı olarak çalınandan daha farklı bir hikayeyi ortaya çıkarıyor. Romalılar, Ortadoğu'ya hakim olmaya ve onu yağmalamaya çalışan ilk Batılı topluluktu; onları önce Haçlılar, arkasından da Ondokuzuncu Yüzyıl emperyalistleri izledi. Arapların perspektifinden bakıldığında, barbarlar devamlı olarak kuzeyden gelmeye devam ettiler, onlar da bu gelenleri def etmeye devam ettiler. Geride kalan 100 yıl içinde, yeni bir hazine keşfedildikçe saldırılar yoğunlaştı: çöl kumlarının altında dev kara, sıvı altın rezervleri bulunmuştu.



Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler Araplara bağımsızlık vaat ederek onları kendi taraflarında savaşmaya ikna etti. Binlercesi, bu özgürlük vaadi nedeniyle İngilizler için savaşırken öldü. Fakat zaferden sonra İngiltere buraları terk etmeyi reddetti. Bölgeyi kendi çıkarlarına uygun şekilde yönetmek için kukla krallar – Irak'ta Faysal ve Suudi Arabistan'da İbn Suud – yerleştirmek yoluyla kontrolü sürdürdü.



İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere ve ABD, Almanların suçunun bedelini Araplara ödeterek, İsrail devletini kurmak üzere Arap toprağına el konulması için Birleşmiş Milletler'e baskı yaptı. İsrail, Yahudiler için bir yurt sunmaya ilave olarak Batı'nın Ortadoğu'daki ekonomik ve askeri gücü için de bir ileri üs olacaktı. Araplar için ise bu, Avrupalıların bir kez daha kendi topraklarını işgal etmesiydi.



1950'lerin başlarında ABD ve İngiltere, Batı kontrolü altındaki petrol sanayiini millileştirmeye çalıştığı için İran hükümetini devridi. Biz diktatör olarak Şah'ı yerleştirdik, o ise gecikmeden bize petrol verdi. Ardından kendi halkına karşı 25 yıllık bir terör dönemi başlattı. Şah'ın gizli polisi, kendisine muhalefet eden yüzbinlerce İranlıyı hapsetti, işkenceden geçirdi veya öldürdü. Muhalefettekiler onun ancak Amerikan askeri yardımıyla ayakta durduğunu bildikleri için, ABD'den nefret etmeye başladılar. Sonunda Şah'ı devirdiler, ancak bundan sonra CIA, devrim sonrasında kurulan yeni hükümeti yıkma çalışmalarına başladı. Bu noktada bazı İranlı öğrenciler, ABD Büyükelçiliği çalışanlarını rehin alarak karşılık verdi.



1950'lerin ortalarında Mısır, Süveyş Kanalı'nı millileştirmeye ve buradan elde edilen geliri, halkın yoksulluktan çıkmasına yardım etmek üzere kullanmaya karar verdi. İngiliz ve Fransız pay sahiplerine, kendi payları için tam piyasa değerini ödemek istiyorladı, ancak Batılı hükümetler ve İsrail buna şiddet yoluyla, Mısır'a boyun eğdirmek için ülkeye saldırmak ve ülkeyi bombalamak yoluyla karşılık verdi.



Ülkeler, hakkaniyetli bir tazminat ödedikleri müddetçe kaynaklarını millileştirme hakkına sahiptir, bu yüzden İran ve Mısır'ın yapmak istediği şey hukuka uygundu. Ancak Batı'nın yanıtı, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler Şartı'nı ihlal eden yasadışı saldırı niteliğindeydi. Kurbanlarında da, derin bir intikam azmini teşvik etti.



ABD ve İngiltere, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Endonezya ve Afganistan'da benzer vahşetler işledi. Onların hükümetlerini devirdik, diktatörler yerleştirdik, ekonomilerinin altını oyduk – ve bütün bunları kendi iş çıkarlarımızı güçlendirmek için yaptık. Şimdi terörizmin bulunduğu bütün ülkelere ilk saldıran biz olduk. Amerika saldırı altındaysa, bunun tek nedeni saldırıda bulunmasıdır.

 

Bizden nefret etmeleri hiç de şaşırtıcı değil. Eğer yabancı bir ülke bize bunu yapsaydı nasıl hissedecek olduğumuzu bir düşünün. Elimizden gelen her şeyle karşılık verirdik.



Onlar bizimki gibi bir askeri güce sahip olmadığı için, gerilla savaşına başvuruyorlar. Mike Davis'in yazdığı gibi, “Bombalı araç, yoksul adamın hava kuvvetleridir”. Zenginler hayalet bombardıman uçaklarına, yoksullar ise Toyota Corolla araçlarına sahiptir ve bunların her ikisi de patlayıcılarla doludur. Bombardıman uçakları çok daha büyüktür ve çok daha fazla kişiyi öldürür. ABD, 11 Eylül'den bu yana 300 binden fazla kişiyi öldürdü  - bizim Dünya Ticaret Merkezi'nde verdiğimiz kaybın yüz misli. Bu 300 bin kişinin büyük çoğunluğu da sivildi. Biz, tepeden tırnağa kitle imha silahlarıyla donanmış bir numaralı teröristleriz. Martin Luther King'in yalın bir belagatle ifade ettiği gibi: “Bugün dünyada şiddetin en büyük tedarikçisi, benim hükümetimdir.”

 

Politikacılarımız ve medya, “özgürlüğümüz nedeniyle bizden nefret eden” şeytani teröristler imgesi yarattı. Fakat onlar bizden, onları kendimize tabi kıldığımız için nefret ediyorlar. Saldırıyı biz başlattığımız için, biz onların ülkelerinden çıkıncaya kadar saldırılar sona ermeyecektir.



El Kaide gibi fanatikler bile, esas olarak bizi ülkelerinden çıkarmaya çalışıyor. Batı medyası onların taleplerini asla yayınlamayacaktır. Onlar temel olarak şunu söylüyorlar: “Evinize dönün ve bizi yalnız bırakın. Askerlerinizi, CIA ajanlarınızı, misyonerlerinizi, şirketlerinizi Müslüman topraklarından çekin. Siz bunu yaparsanız, biz de size saldırmaya son vereceğiz.” Bunların Batı'nın yok edilmesiyle veya onun zorla İslamlaştırılmasıyla bir ilgisi yok. Sadece Batı'nın Batı'da kalmasıyla ilgisi var. 



Eğer insanlar bunu bilselerdi – terörizmi durdurmanın ne kadar kolay olduğunu bilselerdi – bu savaşı yürütmek istemezlerdi. İşte bu yüzden medya El Kaide'nin taleplerini görmezden geliyor. Batılı liderler halkın, savaşın gerçek amacının terörizmi durdurmak değil, bu bölgenin kaynaklarını kontrol etmek olduğunu görmesini istemiyor. Onlar gerçekte terörizmi istiyorlar çünkü terörizm onlara ihtiyaç duydukları mazereti – şeytan düşman tehdidini – veriyor.



Hitler'in yardımcısı Hermann Goering de şöyle demişti: "Doğal olarak sıradan halk savaş istemez… Ama… İster bir demokrasi, ister faşist diktatörlük, ister parlamento, ister komünist diktatörlük olsun, insanları sürüklemek her zaman basit bir meseledir… Yapmanız gereken tek şey onlara saldırı altında olduklarını söylemek, barış taraftarlarının yurtseverlikten yoksun olduğunu savunmak ve ülkeyi tehlikeye maruz bırakmaktır. Bu her ülkede aynı şekilde işler.”



Goering, o gün ve bugün var olan demokrasiler konusunda haklıydı. Bu demokrasilerde halkın politikadaki etkisi, sadece kapitalizm yanlısı partilerin bir şansa sahip olacağı şekilde düzenlenir. Şirket finansmanı, “kazanan hepsini alır” seçimleri, sandık erişimi kanunları ve taraflı medya yayını, alternatifleri etkili bir şekilde devre dışı bırakır. Demokrasi, iktidarın halkın ellerinde olması demektir. Ancak toplumumuzdaki gerçek iktidar – ekonomik iktidar – sıkı bir şekilde zengin elitlerin ellerinde kalmakta, onların politikayı – ve bizi – geniş ölçüde kontrol edebilmesini mümkün hale getirmektedir.

 

Kapitalizm her zaman savaş halindedir. Şiddet ise çoğu zaman soyuttur: bizi ya düşük ücretli, aşırı derecede yorucu işleri kabul etmeye ya da açlıktan ölmeye zorlar; bizi uygun sağlık ve eğitim hizmetlerinden ve ekonomik güvencede yoksun bırakır; bizi insanların temel olarak, kendi kendini tatmin arayışında olan tecrit olmuş, otonom birimler olduğuna ikna eder. Fakat bütün bunlar kârların büyümeye devam etmesine yetmediği zaman şiddet fiziksel hale gelir, toplar patlar ve elitler bizi, “kendi” ülkemizi savunmak ve zalim düşmanı yok etmek için savaşa çağırır. Bizi ölmeye ve öldürmeye motive etmek, yüzümüzü medyaya döndüğümüz her sefer göreceğimiz dev bir propaganda kampanyasını – “Amerika saldırı altında!” – gerektirir.



Neden bunu yapıyorlar. Onlar canavar mı?



Hayır, değiller. Onlar yalnızca, insanlık dışı bir sisteme hizmet eden insanlardır. Kapitalizm tabiatı gereği yağmacıdır. Saldırgan bir büyümeyi gerektirir. Ya tahakküm kurar ya da iflas bayrağını çeker. Bu tahakküm itkisi savaşın kökenindeki sebeptir ve biz onu ortadan kaldırıncaya kadar, birbirimizi öldürmeye devam edeceğiz. Onun ortadan kaldırılması, oligarşik kapitalizmin alt edilmesi ve yerine demokratik sosyalizmin geçirilmesi yönünde küresel bir mücadeleyi gerektirir.  Siyasal demokrasi, ekonomik alana doğru genişletilmelidir. Biz, dünya halkları olarak, hayatımızı şekillendiren güçlerin kontrolünü elimize almalıyız. Bu, hepimizin insanlar olarak tam gelişim yaşayabileceğimiz bir toplumu inşa etmenin temelidir. Buna eriştikten sonra, kalıcı barış yönünde gerçek bir şansımız olacak.



Bunu başarabiliriz! Bu, bugüne kadar evrilerek gelen ve insanlığın üstesinden geldiği öteki meydan okumalardan daha zor değildir.

 

 

 

Çev: Selim Sezer

 

 

www.medyasafak.net