Siyasi sis perdesinin arkasında, Yemen’deki gerçek gündem nedir?

Siyasi sis perdesinin arkasında, Yemen’deki gerçek gündem nedir?
Yemen'deki son karmaşık durum hakkında açıklayıcı-bilgilendirici bir analiz...

 

 

 

Catherine Shakdam

 

 

New Eastern Outlook

 

 

 

Arap Yarımadası'nın en yoksul ve en kalabalık ülkesi olan ve Eylül 2014'te ABD Başkanı Barack Obama tarafından bir başarı ve model olarak övülen Yemen, siyasi krizin ağırlığı altında çözülmeden başka bir şeye sahip değil gibi görünüyor.

 

Her ne kadar Yemen çok uzun bir süre siyasi ve kurumsal anlamda arafta kalmayı bir şekilde başardıysa ve içişlerine karışan yabancı güçler tarafından askıya alınmış halde tutulduysa da, daha önceden istifa etmiş Devlet Başkanı Abdo Rabbu Mansur Hadi'nin sahneye dönüşü, bu hassas kağıttan şatoyu yıktı ve bölgesel fay hatlarını açığa çıkardı.

 

Ana akım medya esas olarak Yemen'in sansasyonel tarafına – Batı'nın yaftalamasına göre tek bir Şii Husi grubu ile şekilsiz Sünni muhalefet grubu arasındaki siyasi ve mezhepsel çekişmeye – odaklanırken, kamuoyu bir kez daha karanlıkta bırakıldı. Yemen krizinde, kesinlikle çıplak gözle görülenden daha fazlası var. 

 

Hakikatte, Yemen'de olanlar Ortadoğu'yu, Suriye ve Irak'ta olanlara nazaran daha fazla açıdan yeniden tanımlayacaktır. Irak ve Suriye köktenciliğin, yeni-Vehhabiliğin sınır hatlarının ilk kurbanı olurken, devenin sırtını – bu örnekte Suudi Arabistan'ı – kıran Yemen olacaktır.

 

Yemen'in siyasi krizi hem bölgesel, hem de küresel bir perspektiften anlaşılmalıdır. Arap Yarımadası'nın bu özgün ülkesinde, sonuç ne olursa olsun Ortadoğu ve dünya ebediyen değişecek şekilde üç süper güç çarpıştı, çatıştı ve üstüste bindi.

 

Yemen bunu bilsin veya bilmesin, 2011'deki ayaklanma, o zamana kadar bölgeyi dengede tutan güçlerin — Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan ve İran – yükselişini ve çöküşünü hızlandıran bir dizi olayı hayata geçirdi.

 

Yemenliler kurulu düzene karşı ayaklanarak, girift bir güç dengesini altüst etti, çatışan ideolojileri, jeopolitikleri ve tutkuları eksenin dışına çıkardı ve bu şekilde ülkeleri ve hizipleri, bu ağın içindeki konumlarını yeniden düşünmeye ve yeniden ele almaya zorladı.

 

Ne kadar yoksul ve adaletsiz, ne kadar azgelişmiş ve siyasi açıdan öngörülemez nitelikte olursa olsun, Yemen hâlâ o denli hayati öneme sahip bir jeo-stratejik mücevher ki, şimdi dünyanın üç süper gücü bu ülke üzerinde kontrol sağlamak için birbiriyle savaşma arzusu taşıyor.

 

Dünya güçleri büyük bir askeri çözüm noktasına gelme korkusuyla hem Suriye hem de Irak'ta belli bir statükoya saygı göstermeyi başarıp alışılagelmiş angajman kurallarına bağlı kalırken, Yemen'de işler farklı gitti. Tek başına bu bile, bu toprak parçasının krallık için anahtarı – Ortadoğu üzerinde kontrol anahtarını – taşıyor olduğunu gösteriyor olmalıdır.

 

O halde dünyada gerçekte ne oluyor? Yemen siyasi krizi bu büyük güçlerin oyununda nasıl bir yer tutuyor?

 

İlk önce, yakın zamandaki olaylara bakalım ve bunların büyük resme gerçekten uyup uymadığını görelim. Söz konusu Yemen olduğunda, bir kural geçerlidir: hiçbir şey hiçbir zaman göründüğü gibi değildir.

 

Gölge oyunları

 

Geçen (2014) Eylül'e kadar, Yemen'de 2011'de başlayan ayaklanmadan tek bir grup fayda sağlamıştı: El Islah. Müslüman Kardeşler için ve çok sayıda aşiret ve Selefi alt grup için şemsiye işlevi gören bir Sünni radikal grup olan El Islah, pek çok bakımdan Yemen'in en güçlü ve en öne çıkan aşireti olan  El-Ahmar ailesinin bir siyasi uzantısıydı. Pek çok kişinin deyimiyle “Yemen'in kralları”, zengin Suudi patronları aracılığıyla Cumhuriyet üzerinde kadirimutlak bir yönetime sahip oldu.

 

Eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'e karşı bir karşı-güç olarak yükselen El-Ahmar'lar, Güney Arabistan'ın tartışmasız yöneticileri olmak amacıyla Yemen'deki devrimci dalganın üzerine bindi. İddialarının karşısında duran tek güç, başlıca siyasi ve dini ezeli rakipleri idi: Husiler.

 

El Islah tam Yemen'in büyük galibi olduğunu düşünürken, Mısır'daki olaylar ve Suudi Arabistan'ın birdenbire Müslüman Kardeşler'den hoşlanmamaya başlaması – ki bu grup, rahatsız edecek kadar güçlü hale gelinceye kadar, Ortadoğu'da kendi çıkarlarına hizmet etmesi için Riyad tarafından desteklenmiş ve beslenmişti – her şeyi değiştirdi ve Husilerin bir geri dönüşü hazırlamasını mümkün hale getirdi.

 

Evet bir geri dönüş!

 

Her ne kadar Husiler, Yemen'in kuzeydeki dağlık arazilerinin çöl tozlarında kaybolmuş belli belirsiz bir isyancı milis gücü olarak tanımlansa da, uzmanların onlar için kullandığı yaftayla bu “Şii isyancıların” Yemen tarihinde köklerinin olduğunu hepimiz hatırlayalım. Bu yüzden onların siyasi sahneye gelişi, şaşırtıcı bir kabarmadan ziyade bir geri dönüş niteliği taşımaktadır.

 

Cumhuriyet olmadan önce Yemen'in bir Zeydi krallığı olduğunu hatırlayalım.

 

Husiler, bu geleneğin mirasçısıdır. Ve her ne kadar siyasi yönelimleri gerçekten de demokratikse de, onların tarihi bu kökene bağlıdır. Onlar kesinlikle yoktan var olmamışlardır.

 

Fakat şimdi Eylül 2014'e, yüzbinlerce  – Zeydi ve Sünni – Yemenlinin desteğiyle Husilerin, Abdül-Malik el-Husi'nin liderliği altında El-Ahmar aşiretinin Sana üzerindeki kuşatmasını kırdığı ve böylelikle El Islah'ın Yemen siyaseti üzerindeki kontrolüne de facto son verdiği tarihe gidelim.

 

Cumhurbaşkanı Hadi, bu irade savaşı tarafından esir alınmıştı. Hadi, döviz kuruna bağlı olarak sadakati Riyad ve Washington arasında gidip gelen bir kukla politikacıdır.

 

Husilerin gücü karşısında, hem siyasi basıncın, hem de halk iradesinin kuvvetli ağırlığı karşısında, Hadi'nin yapabildiği tek şey teslim olmak oldu ve kendi kifayetsizliğinden ötürü devre dışı kalmaktansa istifa etmeyi tercih etti.  

 

Dört ay sonra Husiler Sana'ya girdi, Müslüman Kardeşler'i sandalyelerinden kaldırdı, Cumhurbaşkanı Hadi, uzlaştırılamaz farklılıkları gerekçe göstererek istifa etti.

 

Günler içerisinde Hadi ve eski hükümet üyeleri ev hapsine alındı. Husiler, Yemen'in siyasi ve aşiretsel bölünmesini def etmek için yavaş ve son derece titiz bir şekilde çalıştı.

 

Fakat her ne kadar Hadi teslim olmaya kararlı olsa da, Suudi Arabistan henüz havlu atmaya hazır değildi.

 

Dolu yağmuru ve deniz kabarmaları yaşanırken Riyad, her şeye rağmen bir Arap başkentinin daha hasmının – İran'ın – eline düşmesine izin veremezdi. Komplo teorilerine teslim olmadan söylemek gerekirse, Husilerin ve İran'ın, aynı ideolojik havuzda yer almakla birlikte yakın dostluk bağlarına sahip oldukları inkar edilemez. 

 

Riyad'ın ilk oyunu – Husiler ve El Islah'ın birbirini yok ederek  El Suud'ın yoksullaşmış ülkede elinin serbestleşmesi planlanıyordu – sefil bir şekilde başarısız olduktan sonra, krallığın elinde, bunu yaptığı zaman Müslüman Kardeşler ateşini yeniden körükleyecek ve son kertede bölgenin siyasi dengesini tehlikeye atacak olsa da, yeniden El Islah'ı desteklemekten başka bir seçenek kalmadı. Her şeye rağmen hem BAE hem de Mısır, El Suud'un bu yönelimini destekliyor.  

 

Karmaşanın yeni bir boyutu

 

Bu yüzden Hadi'nin kaçışı düzenlendi, ancak bu İngiltere ve ABD'nin desteğinden yoksun şekilde olmadı. Müstafi cumhurbaşkanı Hadi, çok sayıda insansız uçağın koruması altında Yemen'in üzerinde seyahat ederek hedefine vardı: eski Güney Yemen'in başkenti Aden.

 

Bu denli göz alıcı bir geri dönüşü takip eden günler içinde, bütün Batı başkentleri ve KİK ülkeleri büyükelçiliklerini geri çektiklerini duyurdu. Sana, diplomatik olarak kanun dışı ilan edildi. Bu andan itibaren bütün bahisler kapandı.

 

Husiler “Şii düşman” haline geldi ve Hadi birden bire, istifasının aslında geçersiz olduğuna karar verdi. Formel olarak istifa etmiş ve şimdi kendi kendini göreve geri getirmiş olan Yemen eski cumhurbaşkanı, Aden'i Yemen'in yeni başkenti ilan etti ve diplomatların büyük bir ihtişamla yer değiştirmesine yol açtı.

 

Aden hayata yeni bir soluk getiriyordu. Başkent statüsünü kaybettikten yirmi yıl sonra Aden haritaya geri dönmüş, İran'ın yerçekimine karşı yeni bir cephe hattı işlevi görmek üzere ihya edilmişti.

 

Fakat Riyad'ın planının saplandığı nokta burasıdır: devrimci geçişle geçen dört yılın sonunda Yemen, bir bütün olarak oldukça farklı bir “siyasal hayvan”dır. El Suud artık Yarımada üzerinde tartışma götürmez bir hakimiyete sahip değil. Yemenliler ve ülkedeki gruplar, El Suud hanedanı üyeleri tarafından örülenin ötesinde bir gerçeklik olduğunu öğrendiler.

 

Yemen'in bir seçeneği var. Ve Suudi Arabistan'ın kavrayamadığı gerçeklik burada yatıyor.

 

Yemen artık bir Suudi uydusu değildir. El Suud'ın boğucu gölgesinden uzakta geçen birkaç ay, dini köktenciliğin artık Yemenlilerin katlanması gereken bir gerçeklik olmadığı, onların geleceğini Riyad'ın dikte etmediği yeni bir Yemen, bağmsız bir Yemen için esin vermeye yetti.

 

İşte şimdi kuzeyde Husiler, güneyde Hadi var.

 

Başkanlıksız bir başkan olan Hadi aynı zamanda, ait olduğu bir grup olmayan bir politikacıdır. Savaş hatları çizilirken Genel Halk Kongresi, kurucusu olan eski cumhurbaşkanı Salih'in etrafında toplandı ve kaderini, Suudi Arabistan'a karşı yeni müttefiki olan Husilerin kaderiyle birleştirdi.

 

Aden'de Hadi, El Islah'tan ve öteki siyasi gruplardan ve aşiret gruplarından oluşan şekilsiz bir siyasi koalisyona liderlik ediyor.

 

Riyad bu oluşumun, Husilerin çözülmesine ve eski cumhurbaşkanı Salih'in siyasi ölümüne yol açmasını umuyor.

 

Fakat şu anda herkes Husilerin ve Salih'in gitmesini istemiyor.

 

Washington, Husilerin Yemen'i yönetmesine izin verilmesinden hoşnutsuzsa da, Husilerin ve Salih'in, El Suud'un bölgedeki sarmal şeklinde ilerleyen ve kendi kendini yok eden teokratik yönetimine karşı taktik bir tampon işlevi de görebileceğini anlıyor.

 

Bütün petro-dolarlarına rağmen Suudi Arabistan krallığı çözülüyor. Yayılmasına destek olması için kendisinin yarattığı bir kanserin –terörizmin – musallat olduğu ve içeride de, artan ölçüde memnuniyetsiz olan bir nüfusun meydan okumasıyla karşı karşıya olan Suudi Arabistan, kendisini İran tarafından köşeye sıkıştırılmış halde buluyor. Levant'tan Körfez'e kadar her yerde, İran'ın gölgesi El Suud'un güneşini karartmış durumda.

 

Washington, kadim müttefikinin yakında en büyük siyasi ayak bağına dönüşebileceğini anlıyor ve bu yüzden gelecek için önlemler alarak, elini her iki cebine sokuyor.

 

Durum şudur: İran, Suudi Arabistan'ı Ortadoğu'dan atmak istiyor, bunu yapmak için de Yemen'e, yahut daha ziyade Kuzey Yemen'e ihtiyaç duyuyor. Çoğunluğu oluşturan Zeydi nüfusuyla Kuzey Yemen, Vehhabi Suudi Arabistan'a karşı İran için doğal bir müttefik anlamına geliyor. Ve her ne kadar Yemen'in tümü inanılmaz bir varlığı ifade edecek olsa da, Tahran Sünni ağırlıklı Güney Yemen'de nüfuz kurmakta zorlanacağını anlıyor.

 

ABD ilk ve öncelikli olarak Yemen'deki askeri ve mali varlıklarını güvence altına almak istiyor ve yeni oyuncuları ortaya çıkarabilecek, halihazırda karmaşık olan siyasi sahneyi daha da bozacak uzun bir çatışmaya girmek istemiyor. Washington, İran'a yönelik son diplomatik açılmalar uğruna ve bölgenin süper güçlerinden biriyle sürdürülebilir bir ittifak meydana getirme perspektifiyle, muhtemelen bir ateşkese yönelecek, Kuzey-Güney düzeni içinde Yemen'in ya bölünmesi, ya da federalleşmesi çağrısı yapacaktır.

 

Husiler, çekilme hattı 1990 sınırları olacak şekilde Kuzey Yemen'i yönetecek, El Islah ise Suudi himayesi altında Güney Yemen'in yeni yöneticileri olarak yükselecektir.

 

Buradaki tek gerçek kaybeden Suudi Arabistan'dır.

 

Suud hanedanı hem Husilerin hem de Salih'in gitmesini istiyor.

 

Ve her ne kadar uluslararası toplum, BMGK üzerinden rolünü oynamış, kanuni yollara başvurma ve varlıkları dondurma tehdidinde bulunmuşsa da, bu sözler müzakere sahasını dengelemeyi amaçlayan tehditlerden başka bir şey değildir.

 

Son kertede Washington bir anlaşma yapmak istiyor.

 

Bu kriz nasıl bir sonuç getirirse getirsin, savaş gerçekten patlak versin veya vermesin, Riyad her durumda kaybedecektir. Krallık, Yemen'i kendi denetimi altına geri sokamayacaktır.

 

Suudi Arabistan, terör kartını oynayarak ve bunu herhangi etkiye maruz kalmadan idare edebileceğini öngörerek, kendi imparatorluğunu çatırdatacaktır.

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net