Washington ve IŞİD arasındaki ilişki: kanıt

Washington ve IŞİD arasındaki ilişki: kanıt
Bağdadi'nin bir ila iki yıl arasında bir süre boyunca Irak’taki Bucca kampında tutulduğu söyleniyor. 2006 yılında El Bağdadi ve ötekiler serbest bırakılırken, Bush yönetimi ‘Yeni Ortadoğu’ planını açıklamıştı ve bu plan, bölgede ‘yaratıcı yıkım’ sürecinin parçası olarak mezhepçi şiddetten yararlanacaktı.

 

 

 

Prof. Tim Anderson

 

 

Global Research

 

 

IŞİD'e silah taşıyan Amerikan ve İngiliz uçaklarının Irak silahlı kuvvetleri tarafından düşürüldüğüne dair haberler, Batı ülkelerinde şok ve inkarla karşılandı. Washington'un Suriye'deki vekil ordularıyla bir ‘çifte oyun' oynadığından Ortadoğu'da pek az kişi şüphe ediyor, ancak çok daha bilgisiz olan Batılı kitlelerin arasında bazı temel mitler yaygın kalmaya devam ediyor.

 

Temel önemdeki bir mit, Washington'un şimdi hem Suriye hükümetini devirmek, hem de varsayımsal olarak ‘aşırıcı isyancıları' yenilgiye uğratmak üzere ‘ılımlı Suriyeli isyancıları' silahlandırdığı şeklindedir. Bu iddia 2014 yılında, ABD'nin Suriye'ye karşı saldırganlığının gerekçesi ‘insani müdahale' olmaktan çıkıp Bush'un ‘terörle savaş'ının yenilenmesi haline geldiği zaman daha da önemli hale geldi.

 

Ayırt edici bir tartışma ise, El Kaide tarzı grupların (özellikle de El Nusra Cephesi ve IŞİD'in) tekrar eden ABD müdahalelerine karşı bir tür organik tepki olarak mı meydana geldiği, yoksa bunların gerçekte Washington'un ücretli ajanları mı olduğu hakkındadır.

 

Bilinen bir şey, önde gelen IŞİD liderlerinin ABD hapishanelerinde tutulduğudur. IŞİD lideri İbrahim el-Bedri'nin (nam-ı diğer Ebu Bekir el-Bağdadi) bir ila iki yıl arasında bir süre boyunca Irak'taki Bucca kampında tutulduğu söyleniyor. 2006 yılında El Bağdadi ve ötekiler serbest bırakılırken, Bush yönetimi ‘Yeni Ortadoğu' planını açıklamıştı ve bu plan, bölgede ‘yaratıcı yıkım' sürecinin parçası olarak mezhepçi şiddetten yararlanacaktı.

 

Seymour Hersh'ün 2007 tarihli ‘Yeni Yönelim' makalesine göre ABD, 2003'teki ABD işgalinin Irak'ta yol açtığı Şii kazanımlarını ‘kontrol altına almak' üzere ‘ılımlı Sünni devletler'i, özellikle de Suudileri kullanacaktı. Bu ‘ılımlı Sünni' güçler, İsrail'in temel düşmanları olan İran ve Hizbullah'ı zayıflatmak üzere yasadışı operasyonlar gerçekleştirecekti. Bu, her ikisi de İran'dan korkan Suudileri ve İsrail'i birbirine yaklaştırdı.

 

IŞİD'in ‘halifesi' El-Bağdadi'nin CIA veya Mossad tarafından eğitilmiş bir ajan olduğuna dair iddialar var olsa da, bunlar şu ana kadar yeterince desteklenmedi. Şüphe etmeye kesinlikle zemin var, ancak ABD'nin IŞİD'e karşı varsayılan ‘savaşı' bağlamında bağımsız kanıtlar önemlidir. O halde Washington'un IŞİD'le olan örtülü bağlantılarına dair daha geniş kanıt ne olabilir?

 

Burada özellikle, üst düzey ABD yetkililerinin yaptığı, temel müttefiklerinin aşırıcı grubu desteklediği yönündeki itiraflar önemlidir. Eylül 2014'te, ABD ordusunun başında bulunan General Martin Dempsey, bir Kongre oturumunda “[IŞİD'i] finanse eden büyük Arap müttefikler biliyorum” dedi. Silahlı Hizmetler Komitesi'nden Senatör Lindsey Graham de, “Onları finanse ediyorlar çünkü Özgür Suriye Ordusu [Suriye Devlet Başkanı] Esad'la savaşamadı; onlar Esad'ı yenmeye çalışıyorlar” sözleriyle bunu teyit ettti.

 

Sonraki ay ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bir adım daha ileri giderek, Türkiye, Katar ve BAE'nin “El Nusra, El Kaide ve dünyanın öteki kısımlarından gelen aşırıcı cihadçı unsurlar [da dahil olmak üzere] Esad'a karşı savaşmak isteyen herkese yüz milyonlarca dolar ve on binlerce ton silah aktaracak kadar Esad'ı devirmeye kararlı olduğunu… [ve daha sonra] bu ekiplerin IŞİD diye adlandırıldığını” söyledi. Biden'ın itirafları, adeta Washington temel müttefikleri tarafından sürdürülen operasyonlardan masummuş gibi ABD'yi bu operasyonların dışında tutmaya çalışıyordu. Bu, basit bir şekilde, inanılır değildir.  

 

Washington'un, özellikle Arap milliyetçiliğine karşı bölgede bölücü bir mezhepçi güç olarak Suudilerle olan ilişkisi, Winston Churchill'in Suudi Kralı'nı Başkan Eisenhower'a tanıttığı 1950'lere kadar gider. O tarihte Washington, Suudi kralını Mısır Cumhurbaşkanı Nasır'ın bir rakibi haline getirmek istiyordu. Daha yakın zamanda İngiliz General Jonathan Shaw, Suudi Arabistan'ın aşırıcı ideolojisinin katkısını kabul etti: “Bu, Vehhabi Selefiliğin eğitim kisvesi altında dünyanın altına yerleştirdiği bir saatli bombadır. Ve bu bomba Suudi ve Katar parası tarafından finanse edilmektedir.”

 

Başka kanıtlar da, Batı'nın şimdi ABD tarafından açıkça silahlandırılan ve eğitilen ‘ılımlı isyancılar' ile aşırıcı gruplar olan El Nusra Cephesi ve IŞİD arasında bir ayrım yapma girişimlerinin altını oyuyor. Her ne kadar gerçekten de bu gruplar arasında (Londra merkezli, Müslüman Kardeşler çizgisindeki Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin vurguladığı) bir rekabet olsa da, gerçek bir ideolojik farkın bulunmadığını en iyi gösteren şey, bu grupların arasındaki işbirliği ve birbirleriyle birleşmeleridir.

 

IŞİD 2013 yılında Irak'tan geldiği zaman, Suriye'deki üsleri genel olarak ülkenin doğu kısmında kalmıştı. Ancak El Nusra Cephesi (IŞİD'in koptuğu, Suriye'deki resmi El Kaide kolu) yıllar boyunca Suriye'nin batısındaki Suriyeli İslamcı gruplarla işbirliği yapmıştı. Faruk Tugayları'na ait olan ve pek çok kez sözü edilen, Suriyeli İslamcıların 2011'de attığı soykırımcı “Hristiyanlar Beyrut'a, Aleviler mezara” sloganı, El Kaide'ye gayet uygundu. (Bir zamanlar ‘Özgür Suriye Ordusu'nun en büyük grubu olan) Faruk Tugayları gerçekten de çok sayıda Hristiyan ve Aleviyi öldürdü ve onlara etnik temizlik uyguladı.

 

Bu ‘ılımlı isyancılar' ile dışarıdan yönetilen Nusra Cephesi arasındaki uzun vadeli işbirliği, güneydeki Deraa civarında, Humus-İdlib'te, Türkiye sınırı üzerinde ve Halep'in içinde ve etrafında görüldü. Cephetü'l-Nusra adı gerçekte ‘destek cephesi' anlamına gelir, yani kastedilen Suriyeli İslamcılara destek vermektir. Aralık 2012'de Nusra Cephesi çeşitli ülkelerde yasaklı hale geldiğinde bu gruplar bu dayanışmaya, “Hepimiz Cephetü'l-Nusra'yız” beyanıyla karşılık vermişti.

 

‘Özgür Suriye Ordusu' gruplarının çöküşünün ardından, El Nusra ile daha yeni olan ABD ve Suudi destekli gruplar (Davud, İslami Cephe, Suriye Devrimciler Cephesi ve Hareket Hazm) arasındaki işbirliği, işgal altındaki Golan Tepeleri civarında İsrail'in El Nusra'ya verdiği desteğe dikkat çekmeye yardımcı oldu. 2013 yılından beri, El Nusra'dan olanlar da dahil olmak üzere ‘isyancı' savaşçıların İsrail hastahanelerinde tedavi edildiğine dair pek çok haber var. Başbakan Netanyahu, 2014 başlarında yaralı ‘isyancıları' ziyaret etmesini kamuoyuna dahi duyurdu. Bu, Türkiye'de bulunan bir ‘isyancı lider' olan Muhammed Badi'den gelen bir ‘teşekkür'e yol açtı (Şubat 2014).

 

İşgal altındaki Golan'da bulunan BM barış gücü, İsrail ordusunun sınırda El Nusra savaşçılarıyla ‘etkileşimde bulunduğuna' dair gözlemlerini aktardı. Aynı zamanda hem Suriye hem de Irak'ta aşırıcı grupların yanında İsrail silahları bulundu. Kasım 2014'te Golan'daki Dürzi azınlık, İsrail'in El Nusra ve IŞİD savaşçılarına verdiği hastane desteğini protesto etti. Bu ise İsrail medyasında, “İsrail'in gerçekten de El Nusra ve Daiş [IŞİD] üyelerini tedavi ediyor olup olmadığına” dair sorulara yol açtı. Bir askeri sözcünün verdiği yanıt, pek de inkar sayılmazdı: “Son iki yılda İsrail Savunma Güçleri, kimliklerinden bağımsız olarak yaralı Suriyelilere yönelik insani, hayat kurtaran yardımların içinde yer aldı.”

 

‘İsyancı' ve ‘aşırıcı' gruplar arasındaki yapay ayrıştırma, kapsamlı taraf değiştirme ve silah aktarmalara dair çok sayıda haber tarafından gülünç hale getirildi. Temmuz 2014'te Davud Tugayı'ndan bin kadar silahlı adam Rakka'da IŞİD'e geçti. Kasım ayında Suriye Devrimciler Cephesi'nden Nusra Cephesi'ne geçişler olduğu aktarıldı. Aralık ayında, sürgündeki ‘Suriye Ulusal Koalisyonu'nun Körfez İşbirliği Konseyi üyesi Edib el-Şişekli, ‘muhalefet savaşçılarının', ‘mali nedenlerden' ötürü ‘artan düzeyde IŞİD'e katıldığını' söyledi. Aynı ay, İsrail destekli Golan'daki ‘isyancıların', bu tarih itibariyle Suriye'nin en güneyinde bir varlık oluşturmaya başlamış olan IŞİD'e katıldığı aktarıldı. Ardından 2015 başında, ABD destekli ‘Hareket Hazm'dan üç bin kadar ‘ılımlı isyancı', tanksavar füzeler de dahil olmak üzere, ellerinde bulunan büyük ABD silahları stoğuyla beraber El Nusra Cephesi'ne katıldı.

 

2014 yılının Temmuz, Eylül ve Ekim aylarında aktarıldığı üzere, IŞİD halihazırda hem Irak hem de Suriye'de başka kanallardan da ABD silahları edinmişti. O tarihte güneydeki  Hacerül-Esved bölgesinde ‘ılımlı isyancılar' ile IŞİD arasında bir ‘saldırmazlık paktı' olduğu aktarılıyordu, zira her ikisinin de Suriye'deki düşmanı ortaktı: mürted Müslümanlar olduğu varsayılan kişilerdan söz etmenin mezhepçi bir biçimi olarak, ‘Nusayri rejim'. Bazıları, IŞİD'in ‘isyancılardan' silah satın aldığını da aktardı. 

 

Aralık 2014'te Batı medyasında, ABD'nin Libya'dan ‘Suriyeli isyancılara' örtülü bir şekilde ağır silahlar gönderdiği ve Hareket Hazm'a gönderilen tanksavar silahlarının El Nusra Cephesi tarafından elde edildiğine dair haberler vardı. El Nusra tarafından yayınlanan video, bu silahların İdlib eyaletindeki Suriye askeri üsleri olan Vadi Deif ve Hamidiye'yi ele geçirmek için kullanıldığını gösteriyordu.

 

‘Büyük Arap müttefikler' IŞİD'i desteklerken ve ABD destekli ‘ılımlı isyancılar' ile IŞİD arasında maddi işbirliği gerçekleşirken, ABD'nin ve ‘koalisyon' güçlerinin IŞİD bölgelerine düzenlediği (ve aşırıcıları ‘güçten düşürmeyi' amaçladığı iddia edilen) uçuşların, örtülü besleme hatları haline gelmiş olabileceğini varsaymak, pek de zorlama bir varsayım olmaz. Üst düzey Iraklı kaynakların 2014 sonunda ve 2015 başlarında söylemeye başladığı şey tamı tamıma budur.

 

Örneğin, hem Irak hem de İran medyası tarafından aktarıldığına göre Iraklı milletvekili Macid el-Gravi Ocak ayında, “Selahaddin eyaletindeki El-Dur bölgesinde bir Amerikan uçağının, IŞİD grubundan militanlara silah ve teçhizat kutuları attığını” söyledi. IŞİD'in silahları aldığını gösteren fotoğraflar yayınlandı. ABD, silahların IŞİD tarafından ele geçirildiğini kabul etti, ancak bunun ‘yanlışlıkla' olduğunu söyledi. Şubat ayında Iraklı milletvekili Hakim el-Zameli, Irak ordusunun El-Anbar eyaletinde IŞİD'e silah taşıyan iki İngiliz uçağını düşürdüğünü söyledi. Harap olmuş bu uçakların da fotoğrafları yayınlandı. El-Zameli, “El-Bakdadi bölgesinde IŞİD'den kurtarılan alanlarda, ABD'de, Avrupa ülkelerinde ve İsrail'de üretilmiş silahlar bulduk” dedi.

 

El Ahed haber sitesi, Anbar Eyalet Meclisi Başkanı Khalef Termuz'un bir ABD uçağının Selahaddin eyaletinde IŞİD terör örgütüne silah ve cephanelik verdiğini söylediğini aktardı. Şubat ayında da El-Haşid el-Şaabi isimli Iraklı milis gücü, El Anbar vilayetindeki El-Bakdadi bölgesinde IŞİD'e silah taşıyan bir ABD askeri helikopterini düşürdüklerini açıkladı. Yine bu olayın da fotoğrafları yayınlandı. Bu olaydan sonra Irak'ın terörle mücadele güçlerinin, üçü Amerikalı ve biri İsrailli olmak üzere, ‘IŞİD savaşçıları için askeri danışmanlık yapan dört yabancıyı' tutukladığı aktarıldı. Şu ana kadar Batı medyası bütün bu hikayelerden kaçındı, zira bunlar Batı'nın geniş anlatısına bir hayli zarar veriyor.

 

Libya'da, Kaddafi hükümetinin düşürülmesinde temel rol oynamış bir ABD işbirlikçisi, kendisini, Kuzey Afrika'da yeni kurulan ‘İslam Devleti'nin lideri ilan etti. Abdülhakim Bilhac, birkaç yıl ABD hapishanelerinde tutulmuş, daha sonra, terörist faaliyetleri nedeniyle arandığı Kaddafi Libyası'na ‘iade edilmişti'. El Kaide bağlantılı Libya İslami Savaş Grubu'nun ve daha sonra Trablus merkezli ‘Libya Şafağı'nın eski lideri olan Bilhac, Washington tarafından müdafaa edildi ve ABD Kongre üyeleri John McCain ve Lindsey Graham tarafından övüldü.

 

El Kaide grupları için yumuşatıcı bir imaj hazırlanıyor. El Nusra Cephesi'nin, Katar'dan yeni finansmanlar almayı kolaylaştırmak için El Kaide ile bağlarını kestiğinin düşünüldüğü aktarılıyor. Washington'da yayınlanan Foreign Affairs dergisi, IŞİD savaşçılarının ‘şaşırtıcı bir şekilde demokrasiyi desteklediğini' iddia eden bir anket bile yayınladı. Bu kadar çok yayınlanmış katliamdan sonra, elbette bunun inandırıcılığı yoktur.

 

Suriye Ordusu, Türkiye'den ve Suriye'nin güneyinden gelen besleme hatlarına ve mezhepçi grupların Ürdün ve İsrail'den destek görmesine karşı Halep'i kademeli olarak geri alıyor. Lübnan sınırı büyük ölçüde Suriye Ordusu'nun ve Hizbullah'ın kontrolünde. Doğuda, Suriye Ordusu ve yerel müttefikleri Haseke'nin ve Deyrüzzor'un çoğunu kontrol ediyor ve Rakka'ya karşı nihai bir askeri kampanyanın zamanı gelecek. NATO ve KİK'in Suriye hükümetini devirme girişimi başarısız olmuştur.

 

Ancak şiddetli istikrarsızlık devam ediyor. Washington ve IŞİD arasındaki örtülü ilişkinin kanıtları somuttur ve Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdad'ın, Washington'un IŞİD'e karşı ‘kozmetik savaşı' olarak adlandırdığı şeyin izahını kolaylaştırmaktadır. Aşırıcı grup, Washington'un bölgede tuttuğu ve hem Suriye hem de Irak'ı zayıflattığı bir tutunma noktasıdır. Onların IŞİD'e karşı ‘savaşı' etkisizdir. Jane's Terörizm ve İsyan veritabanındaki çalışmalar, IŞİD'in Irak'taki saldırılarının ve cinayetlerinin ABD hava saldırıları başladıktan sonra arttığını gösteriyor. Esas savaş Suriye Ordusu tarafından ve yakın zamanda, İran desteğiyle Irak silahlı kuvvetleri tarafından yürütülüyor.  

 

Tüm bunlar Batı medyasında hırçın bir şekilde ele alındı. IŞİD'in Suriye askerlerini öldürmesini kutlayan kanallar, aynı zamanda Suriye ordusunun “IŞİD'le savaşmadığını” iddia ediyor. Bu varsayılan ‘isteksizlik', ABD'nin Suriye'nin içini bombalamasının meşrulaştırılmasının da parçasıydı. Suriye'nin önceliklerinin yoğun nüfuslu batı kısımlarda kaldığı kesinlikle doğruysa da, yerel medya haberleri, en azından 2014'ün başından bu yana Suriye Arap Ordusu'nun Haseke, Rakka ve Deyrüzzor'da IŞİD'le çarpışan ana güç olduğunu ortaya koyuyor. Mart 2015 tarihli bir Reuters raporu, Suriye Ordusu'nun yakın zamanda Hamadi Omar'da iki IŞİD komutanını (Dib Heciyan el-Utaybi dahil) ve 24 savaşçıyı öldürdüğünü kabul etti.

 

İran, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullah hareketi arasındaki yakınlaşan işbirliği, İsrail, Suudiler ve Washington için lanetli bir şeydir, ancak bu oluyor. Bu bir mezhep bölünmesi değil, başta mezhepçi (tekfirci) terörizme son vermek olmak üzere açık karşılıklı çıkarlar temelindeki bir işbirliğidir.

 

Irak ordusunun kısa süre önce IŞİD'in kontrolündeki Tikrit'e yönelik düzenlediği hücumda Irak'ın temel partnerinin İran ordusu olması son derece mantıklı bir durumdur. Washington kenara itilmiş, bu ise ABD medyasında dehşete yol açmıştır. İran Kudüs Gücü'nün lideri General Kasım Süleymani, Tikrit operasyonunda önce gelen bir oyuncudur. Washington'un Irak'taki İran etkisini azaltmak üzere tasarladığı ‘yaratıcı yıkım' planlarından on yıl sonra, Foreign Policy dergisinde çıkan bir makale, İran etkisinin “son dört yüzyılın en yüksek noktasında” olmasından yakınıyor.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net