Petraeus röportajı: Irak’taki en büyük sorunumuz IŞİD değil Şii milisler

Petraeus röportajı: Irak’taki en büyük sorunumuz IŞİD değil Şii milisler
Üst düzey bir Iraklı yetkili bana, Kasım Süleymani’nin kendisine benim için bir mesaj ilettiğini bildirdi. Bu Iraklı yetkiliyle görüştüğüm zaman bana mesajı aktardı: "General Petraeus, bilmelisiniz ki ben, Kasım Süleymani, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan, Gazze ve Afganistan’daki politikalarını kontrol ediyorum."

 

 

 

Liz Sly

 

 

Washington Post

 

2007-2008 yıllarındaki isyan sırasında Irak'taki ABD birliklerine komuta eden General David H. Petraeus, geçen hafta, üç yıldan uzun bir aradan sonra ilk defa bu ülkeye gitti. Petraeus, Kuzey Irak Kürdistan bölgesindeki Süleymaniye şehrinde bulunan Irak Amerikan Üniversitesi'nde düzenlenen ve Iraklı liderleri, düşünürleri ve akademisyenleri bir araya getiren yıllık Süleymaniye Forumu'na katıldı.

 

Irak ve Suriye'deki son krize dair geniş yorumlarında, Washington Post'tan Liz Sly'ın yazılı sorularına yanıt verdi ve Arapça kısaltmasıyla Daiş olarak andığı, IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti örgütüne karşı savaştaki hatalar, hedefler ve olasılıklar konularına ışık tuttu.  

 

Siz, 2007-08 isyanının kazanımlarını gözlemlediniz. Bugün IŞİD'in, kendisinin selefi olan Irak El Kaidesi'nin bile ele geçirdiğinden fazlasını ele geçirdiğini görmek size ne hissettiriyor?

 

Irak'ta olan şey, Irak halkı için, bölge için ve bütün dünya için bir trajedidir. Her şeyden önce, işler böyle gelişmek zorunda olmadığı için trajiktir. İsyan'da zorlukla kazanılan ilerleme, üç yılı aşkın süre boyunca korundu. Bundan sonra, 2011 sonlarından itibaren vuku bulan şey, sonuçları öngörülebilir olan hataların ve yanlış değerlendirmelerin neticesiydi. Ve buna dair epey yayılmış hatalar bulunuyor.

 

Fakat bu hikayeye ve bıraktığı mirasa rağmen ben, Irak'ın ve koalisyon güçlerinin İslam Devleti'ne karşı kaydadeğer bir ilerleme kaydettiğini düşünüyorum. Ben, Irak'ın uzun vadeli istikrarının ve daha geniş bölgesel dengenin önündeki en büyük tehdidin İslam Devleti örgütü değil, çoğu İran tarafından desteklenen ve bazılarına İran tarafından kılavuzluk da edilen Şii milisler olduğunu ileri sürüyorum.

 

Bu milisler, aşırı derecede tehlikeli bir anda Şii lider Büyük Ayetullah Sistani'nin bir fetvasına yanıt olarak Irak sokaklarına döndüler.  Ve İslam Devleti örgütünün Bağdat'a yönelik saldırısını sürdürmesini engellediler.  (…) Ancak uzun vadede, İran destekli Şii milisler, hükümetin kontrolünün dışında kalan ve bunun yerine Tahran'a yanıt veren ülkedeki baskın güç haline gelebilir.

 

(…)

 

Yanlış giden ne oldu?

 

(…)

 

Washington'da kesinlikle, Irak'ın bizim dikiz aynamıza konulması gerektiği, orada ne olursa olsun bunun bizim ulusal güvenliğimizin çeperinde yer aldığı ve  bizim dikkatimizi daha önemli zorluklara yöneltebileceğimiz yönünde bir görüş vardı. Irak'taki çabalarımızın devasa maliyeti ve buradaki davranışlarımızın karşılaştığı sonu gelmez hayal kırıklılıkları nedeniyle bu his, önemli ölçüde anlaşılırdır.

 

Geriye dönüp baktığımızda, Suriye'deki iç savaş konusunda da benzeri bir tutum varoldu. Burada da, Suriye'deki gelişmelerin kesinlikle korkunç bir trajedi meydana getirdiği, ancak bu trajedinin en azından başlangıçta, bizim ulusal güvenliğimize tehdit teşkil etmediği yönünde bir his oluştu.

 

Fakat şimdi geçmişi değerlendirdiğimde, zannımca çok az kişi, yaklaşımımızın olabilecek – veya olması gereken – şey olduğunu ileri sürecektir. Nitekim, eğer son birkaç yıldan edindiğimizi düşündüğüm bir ders varsa, o da Ortadoğu ülkelerinin iç koşulları ile bizim hayati önemdeki güvenlik çıkarlarımız arasında bir bağ olduğudur.

 

Adil olsun veya olmasın, bölgedeki kişiler bizim 2011 sonunda Irak'tan çekilmemizin de, ABD'nin Ortadoğu'dan çıktığı algısına katkı yaptığını da ileri süreceklerdir. Bu algı, bölgedeki gelişmeleri şekillendirne ve dolayısıyla çıkarlarımızı ilerletme kabiliyetimizi de zorlaştırdı. Bu algılar aynı zamanda müttefiklerimizin çoğunu sarstı ve en azından bir dönem, onları yaklaşımlarımızı desteklemeye ikna etmemizi zorlaştırdı. Bu gitgide hayal kırıklığı yarattı zira, elbette, objektif şekilde söylemek gerekirse, biz bölge çapında kararlılığımızı sürdürüyoruz ve buradaki gücümüz hala, çok ama çok belirgindir.

 

Daiş de, İranlılar da dev değil, fakat son yıllardaki algı, ABD'nin solmaya başladığı, düşmanlarımızın ise yükselişte olduğu şeklinde oldu. Umarım şimdi bunu tersine çevirmeye başlayabiliriz.

 

ABD askerlerini havaya uçuran ve siz içindeyken ABD Büyükelçiliği'ne saldıran milisleri finanse eden ve silahlandıran, İran Devrim Muhafızları-Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani'nin şimdi, bir zamanlar sizin yaptığınız gibi saha turları yaptığını gördüğünüzde ne düşünüyorsunuz?

 

Evet, "Hacı Kasım", şu ahbabımız. Ben onun resimlerini gördüğüm zaman bir dizi şey düşünüyorum, fakat bu düşüncelerin çoğu muhtemelen, sizinki gibi bir aile gazetesinde yayınlanmaya uygun değildir. Söyleyeceğim şey, onun çok yetenekli ve işbilen bir kişi, kıymetli bir düşman olduğudur. O elini gayet iyi oynadı. Fakat bu uzun bir oyun, bu yüzden de olayların nasıl seyredeceğini göreceğiz.  

 

Süleymani'nin son aylarda görünür hale gelmeyi tercih ettiğini görmek kesinlikle çok şaşırtıcı – bir gölge adam için epey çarpıcı bir değişim bu.

 

Gerekçeleri ne olursa olsun bunlar, önemli bir gerçekliğin altını çiziyor: Şu andaki İran rejimi bizim Ortadoğu'da müttefikimiz değildir. Son kertede çözümün değil, sorunun parçasıdır. İranlılar ne kadar bölgeye hakim görünürse, o kadar Sünni radikalizmini körükleyecek ve İslam Devleti gibi grupların yükselişini ateşleyecektir. ABD ve İran, Daiş'in yenilgiye uğratılması konusunda kesişen çıkarlara sahip olsa da, bizim çıkarlarımız genel olarak birbirinden ayrıdır. ABD'nin sunduğu açık ele İran'ın verdiği yanıt, teşvik edici olmamıştır.

 

Bu yüzden İran'ın Ortadoğu'daki gücü çift yönlü bir sorundur. Öncelikle, bize ve dostlarımıza derin bir düşmanlığı olduğu için sorunludur. Ama aynı zamanda, hissedildiği ölçüde yine bizim çıkarlarımıza zarar veren tepkilere yol açtığı için sorunludur – Sünni radikalizmi böyledir ve eğer dikkatli olmazsak, nükleer yayılma ihtimali de böyle olacaktır.

 

Geçmişte Kasım Süleymani'yle bazı etkileşimleriniz olmuştu. Bize bunlardan bahsedebilir misiniz?

 

2008 baharında, Iraklı güçler ve koalisyon güçleri, Irak Güvenlik Güçleri ile İran destekli Şii milisler arasında tayin edici bir savaş olarak ortaya çıkan çatışmalara dahil olmuştu.

 

Çatışmaların orta yerinde, çok üst düzey bir Iraklı yetkili bana, Kasım Süleymani'nin kendisine benim için bir mesaj ilettiğini bildirdi. Bu Iraklı yetkiliyle görüştüğüm zaman bana mesajı aktardı: "General Petraeus, bilmelisiniz ki ben, Kasım Süleymani, İran'ın Irak, Suriye, Lübnan, Gazze ve Afganistan'daki politikalarını kontrol ediyorum." Söylenen şey açıktı. Politikanın ve bölgenin sahibi oydu ve ben onunla uğraşmalıydım. Iraklı muhatabım bana cevap olarak ne iletmek istediğimi sorduğunda, ona Süleymani'ye “kendi derdine yanabileceğini” söylemesini istedim.

 

(…)

 

 

www.medyasafak.net