İsrail - Suud ekseni

İsrail - Suud ekseni
İsrail'in Körfez’deki Arap devletleriyle olan sessiz ilişkileri, 1990’lara ve Oslo Barış Süreci’ne kadar gidiyor. O tarihte Katar gibi bazı Arap ülkeleri, İsrail’in ticaret misyonları açmasına izin vermişti. Ötekiler ise, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dhabi de dahil olmak üzere bazı yerlerde İsrail’in istihbarat varlığının bulunmasına izin vermişti.

 

İsrail ve Suudilerin İran'a darbe indirme amaçlı gizli görüşmeleri ortaya çıktı

 

 

Eli Lake

 

 

Bloomberg View

 

 

2014 başlarından itibaren İsrail ve Suudi Arabistan temsilcileri, ortak düşmanı – İran'ı – tartışmak üzere beş gizli görüşme gerçekleştirdi. Perşembe günü iki ülke, Washington'da Dış İlişkiler Konseyi'nde bu örtülü diplomasiyi ortaya çıkararak sırlarını ifşa etti.

 

Ortadoğu'yu yakından takip edenler arasında, İsrail ve Suudi Arabistan'ın İran'a darbe indirmek gibi ortak bir çıkarlarının olduğu, bilinen bir sırdır. Fakat Perşembe gününe kadar iki ülke arasındaki fiili diplomasi resmi olarak asla kabul edilmemişti. Suudi Arabistan halen İsrail'in varlık hakkını tanımıyor. İsrail ise bir Filistin devleti kurmak üzere Suudilerin hazırladığı bir barış planını kabul etmeye açık.

 

Bu, Washington'da düzenlenen tipik bir think-tank etkinliği değildi. İzleyicilerden soru alınmadı. Bir girişin ardından, emekli bir Suudi generali olan ve ABD'deki eski Suudi büyükelçisi Prens Bender bin Sultan'a danışmanlık yapmış olan Enver Macid Eşki, Arapça bir konuşma yaptı. Ardından, İsrail dışişleri bakanlığının bir sonraki genel müdürü olma yolundaki, Birleşmiş Milletler'in eski İsrail büyükelçisi Dore Gold, İngilizce bir konuşma yaptı.

 

Her ne kadar bu adamlar tarihsel olarak düşman olan ülkeleri temsil ediyorsa da, verdikleri mesaj aynıydı: “İran Ortadoğu'yu ele geçirmeye çalışıyor ve durdurulmalıdır.”

 

Eşki, bilhassa panik halindeydi. 1979 yılından başlayarak kısa bir İran tarihi çıkardı, rejimin terör, rehin alma ve saldırı eylemlerini vurguladı. Sözlerini, Ortadoğu için yedi maddelik bir planla bitirdi. Listenin en başında, İsrail ve Araplar arasında barışa erişilmesi vardı. İkinci sırada İran'da rejim değişikliği geliyordu. Listede, daha büyük Arap birliği, bir Arap bölgesel askeri gücünün kurulması ve şu anda Irak, Türkiye ve İran'a ait topraklarda bağımsız bir Kürdistan çağrısı da vardı.

 

Gold'un sözleri birazcık daha az cafcaflıydı. O da İran'ın bölgesel tutkuları ikazında bulundu. Ancak Tahran hükümetinin devrilmesi çağrısı yapmadı. Suudi Arabistan'a hitaben “Bugün bu aşamadaki duruşumuz, ülkelerimizin yıllardır sahip olduğu tüm farklılıkları çözdüğümüz anlamına gelmez. Fakat önümüzdeki yıllarda bunları tam manasıyla ele almayı umuyoruz” dedi.

 

Gold, Eşki ve her iki taraftan birkaç başka yetkili arasında gerçekleşen görüşmelerin, İran, ABD ve öteki büyük güçler arasındaki mükleer müzakerelerinin gölgesinde vuku bulmuş olması tesadüf değildir. Suudi Arabistan ve İsrail'in İran'ın nükleer programı tarafından en fazla tehdit edilen iki ülke olduğu ileri sürülebilir, ancak her ikisi de ay sonunda sona ermesi planlanan müzakerelerde bir sandalyeye sahip değildir.

 

Son 17 ay içindeki beş adet iki taraflı görüşme, Hindistan, İtalya ve Çek Cumhuriyeti'nde gerçekleşti. Katılımcılardan biri olan, emekli bir İsrailli general ve Lübnanlı militan grup Hizbullah uzmanı olan Shimon Shapira bana, “Aynı sorunlarla, aynı zorluklarla karşı karşıya olduğumuzu ve bazı yanıtlarımızın aynı olduğunu keşfettik” dedi. Shapira sorunu İran'ın bölgedeki faaliyetleri olarak tanımladı ve iki tarafın bu faaliyetleri etkisizleştirecek siyasi ve ekonomik yollar üzerine tartıştığını ancak başka detaylara  girmediğini söyledi.

 

Eşki bana, İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu, İsrail-Filistin çatışmasını sonlandıracak Arap Barış İnisiyatifi olarak bilinen şeyi kabul edinceye kadar hiçbir gerçek işbirliğinin mümkün olmayacağını anlattı. Plan ilk olarak 2002 yılında, o tarihte veliaht prens olan eski Suudi Arabistan kralı Abdullah tarafından, New York Times köşe yazarı Tom Friedman'la paylaşılmıştı.

 

İsrail'in Körfez'deki Arap devletleriyle olan sessiz ilişkileri, 1990'lara ve Oslo Barış Süreci'ne kadar gidiyor. O tarihte Katar gibi bazı Arap ülkeleri, İsrail'in ticaret misyonları açmasına izin vermişti. Ötekiler ise, Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dhabi de dahil olmak üzere bazı yerlerde İsrail'in istihbarat varlığının bulunmasına izin vermişti.

 

2010 yılında WikiLeaks tarafından yayınlanan belgelerin de gösterdiği gibi bu bağlar son on yılda, İran'a daha fazla odaklandı. 19 Mart 2009 tarihli bir yazışmada İsrail'in o tarihteki dışişleri bakanlığı genel müdür yardımcısı olan Yacov Hadas'ın, Araplarla ilişkilerin ısınmasının bir nedeninin, Arapların İran karşısındaki çıkarlarının Washington'da İsrail tarafından ilerletilebileceğini anlamaları olduğunu söylediği aktarılıyordu. Yazışmada, "Körfez Arapları, İsrail'in rolüne, hem İsrail'in ABD'yle olan yakın ilişkilerini algıladıkları için, hem de İran'a karşı İsrail'e güvenebileceklerini hissettikleri için inanıyor" denilmişti.

 

Fakat Suudi Arabistan ve İsrail arasında açık işbirliği, ancak şimdi mümkün hale geldi. Gold'a göre bu, büyük bir dönüşümü temsil ediyor. Gold 2003 yılında, Suudi Arabistan'ın terörizmi ve İslami aşırıcılığı finanse etmedeki rolüne dair  "Nefret Krallığı" başlıklı bir kitap yayınlamıştı. Perşembe günü, bu kitabı “Suudi Arabistan'ın İsraillilerin öldürülmesini finanse ettiği ve bunun için para topladığı, ikinci intifadanın tepe noktasında” yazdığını açıkladı. Gold, bugün ise terörizme sarılmaya devam eden bu Filistinli gruplarla birlikte çalışanın esas olarak İran olduğunu söyledi.

 

Gold devamında İran'ın geleneksel olarak Lübnan'daki müttefiklerine kılavuzsuz roketler gönderirken, şimdi Hizbullah gibi grupları hassas kılavuzlu füzelerle teçhizatlandırdığını söyledi. Ayrıca Beşar Esad rejiimini destekleyenİran Devrim Muhafızları güçlerinin  şimdi  İsrail-Suriye sınırına yakın olduğunu söyledi.

 

Birkaç yıl önce, Ortadoğu'da İran yayılmacılığına dair alarm zillerini çalan, temel olarak İsrail'di. Şimdi İsrail'e bu kampanyada, 1948'den beri kendisinin yıkılmasını isteyen Suudi Arabistan'ın katılmış olması anlamlıdır.

 

İki ülke bugün, Başkan Barack Obama'nın İran'la barış yapma çabalarının bu rejimin kendilerine karşı olan saldırganlığını arttırmasından endişe ediyor. Obama'nın nükleer anlaşmaya varıp varamayacağı belli değil. Ancak her iki durumda da, sürecin sonunda onun en büyük diplomatik başarısı, kendisinin İran'a el uzatmasının İran'a karşı bir Suudi-İsrail ittifakı için koşulların oluşmasıyla sonuçlanması olabilir.

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net